"Mülteci tek başına veya grup olarak hemen burada, gözlerimizin önünde de kayboluyor."
Yerleşiyorlar ve insan evladının uzun tarihi boyunca yerleşirken yaşadığı zorlukların çoğunu da yeniden tecrübe ediyorlar. Devletin çeşitli şehirlerdeki kamplarında hayatları nispeten ferah, düzenli ve özellikle güvenli. Buna karşılık net olarak bilemediğimiz bir nüfus kendi imkânları veya toplumsal destekle hayata tutunmaya çalışıyor. Biz ise onlardan yeniden ev sahipliğinin inceliklerini, dahası bir yurda sahip olmanın anlamını öğreniyoruz.
IKEA’nın Norveç’teki mağazasının sergi alanlarından birinde, Suriye’de yaşananlara dikkat çekmek için tasarladığı 25 metrekarelik evin haberini gördüğümde, aradaki fark üzerine düşündüm. “25 m2 syria” ismi verilen mekan, Rana adlı bir kadın ile 9 kişilik ailesinin yaşadığı alanın replikası olarak tasarlanmış. Sıvasız briketler, muşamba kapı, plastik eşyalar, battaniyelerin alelacele örtüldüğü yataklar, bir mülteci evi izlenimi uyandırıyor. Fakat mekanda ne acıyı ne korkuyu hissedebiliyorsunuz; fotoğraflara rağmen.
IKEA tarzını ise fark ediyorsunuz, barakaya sanatkarane bir hava kazandıran tefrişle. Norveç’in seçilmiş mültecileri için tasarlanmış mekan tasarımı, zevkle döşenmiş mülteci “gecekondu”su.
Konukseverliğin bu tür bir ifadesi Derrida’nın Avrupa için sorduğu soruyu hatırlatıyor:
“Biz konukseverliği bilmiyoruz, daha bilmiyoruz, ancak bir gün bilecek miyiz?”
Akla Avrupa’da kaybolan binlerce çocuk geliyor. Kuşkusuz çoğu bir çatının altında, ama bu çatı onlara “kendi olma” şansı tanımıyor ki bir kayıplıktan söz ediyoruz.
Mülteci tek başına veya grup olarak hemen burada, gözlerimizin önünde de kayboluyor.
Kurumlarımız canla başla çalışıyor, ama bu yaşanan pek olağan bir akış değil. Biz mülteci seçmiyoruz. Onu kendimizden bildiğimiz için de işkence ve katliama geri çevirmek ağrımıza gidiyor.
Fakat daha sonra neler yaşanıyor? Milyonlarca mülteci içinde kimileri görünür görünmez bir hayat sürdürüyor, kimileri izbelerde Allah’a sığınıyor. Her mülteci yetişkin fertleri Esenler’de ziyaret ettiğim, Erkan Sülün’ün yönetimindeki Sülün Tekstil atölyesinde çalışan Suriyeli “Kart” ailesi gibi içeri buyur edilmiyor.
Onu yabancı bilmediğimiz için de mi sürüyor kayboluşları? Nasılsa bir akrabaları vardır, nasılsa bir sürü kurum var. Öyle olmuyor ancak. Peren Birsaygılı Mut anlattı:
“İlk bulduğumuzda -burada ondan böyle söz edelim- Rana ve çocukları donmak üzereydi. Hiç gözlerimin önünden gitmiyor. Geçen yılın Aralık ayıydı. Bir arkadaşımız var, Nurgül, kendini mültecilere adamıştır. O söyledi, Ümraniye, İnkilap’ta böyle bir aile var, diye. Arabaya atladık beş arkadaş, araya sora bulduk Rana’yı. Hepsi birbirine sarılmıştı bulduğumuzda; torun, bir yaşındaki bebek donmak üzereydi. Çatısı bile olmayan bir gecekondu; mukavvadan pencereler yapmışlar. Biraz uğraştık, gidip erzak aldık ama baktık erzak alsak bile durulacak gibi değildi gecekondu. Arkadaşlarla evlerimize götürdük aileyi. Biz onlarla ilgilenirken eşlerimiz gecekonduyu yaşanılır hale getirmeye çalıştılar, soba kurdular. Bu işlerin bir bereketi oluyor. Konu komşuya haber salınca, halılar, dolaplar, birden eşya yağdı gecekonduya.”
Kocasının sağ olduğundan kuşku duymuyor Rana. Bir gece rejim askerleri alıp götürmüş evden. Yakın zamana kadar, döner mi acaba, dönebilir belki, diye konuşuyordu. Aslında kesin bir haber ulaştı kulağına, yine de o “Döner belki” diye konuşmaya devam ediyor.
Bir eşin yerini kimse tutmaz ve elbette babanın. Fakat hiç değilse yürekli dostları var şimdi. Bir grup kadın böyle birkaç aileye sahip çıktı ve bu kadın grupları istisna değil. Konya’da da tanıştım onlarla, Çorum’da da, Gaziantep’te de. Gençlik grupları, vakıflar, çeşitli dernekler, kış gününde sokaklarda üşüyen kimse kalmasın diye çaba gösterirken Suriyelileri önceliyorlar.
Kimisi doğru insan tarafından iyi bir karşılanmayla ağırlanırken yerleşmeye başlıyor. Esenler, adeta İstanbul’un eşiği. Bir zamanlar Balkan göçmenlerine kucak açtığı gibi mültecilere de güler yüz gösteriyor. Oruç Reis Mahallesi’nde yaşayan Ovalı ailesi, kiracıları Türkmen asıllı Halepli mülteci aileye hem komşu olmuşlar hem aile. Hanne Muhammed, evin hanımı Nesrin Ovalı’ya “anne” diyor:
“Biz daha önce çıktık İstanbul’a geldik, annemler evimiz bombalandığında fotoğraf atmışlardı. Sonra onlar Mersin’e geldi. Yani mecbur kaldık. Cenazemize bile, ‘benim’ diyemezdin; vuruyorlardı.”
İstanbul’da bulunan iki kardeşinden birinin evi de Esenler’de. Kısa süre içinde 4 ev değiştirdikten sonra Ovalı’lara ait daireyi düşük bir fiyata kiralamışlar ve dört yıldır sakin bir hayat sürdürüyorlar. Hanne Muhammed’in eşi Topkapı’da araba tamircisi:
“Evden işe, işten eve” bir hayat sürdürüyor. Canı sıkılınca, yukarıya, “Dede”nin yanına çıkıyor, çaya. Nesrin teyzenin kiracısı olduğu için şanslı olduğunu dile getirdi. Dördüncü çocuğu kız doğunca iki sene önce, “Nesrin” koymuş adını.”Suriye’de barış olursa gitmeyiz. Burada işimizi, evimizi bulduk.”
Atpazarı’nda bir apartmanın kapısından girdiğinizde, bir depoya özgü kutu yığınları arasında oynayan irili ufaklı sayısız çocukla karşılaşıyorsunuz. Binanın eskiliği ve kalabalık nedeniyle toz içinde yüzen bir dairede aralarında akrabalık bulunan birkaç aile bir arada yaşıyor. Erkekleri ya savaştaydı ya da kayıp. Dört çocuklu anne günlüğü 15 liraya hastanede çamaşırcılık yapıyor. Fakat bizim bilmediğimiz bir tecrübenin bilgeliğiyle konuşuyor: Çocuklarının başının üzerinde bir çatı var ya…
Merkeze uzak kalabalık semtlerde binaların bodrum katların sahipleri IKEA standartlarına bir hayli uzak hesaplarla ikiye bölüp yirmişer kişilik kadın ve erkek gruplarına düşük bir fiyata kiralıyor. Sadece barınıyor mülteci ve yeni hayat düzenini kurmanın yollarını arıyor.
Kaybolmamanın, yerleşmenin süreci böyle işliyor burada. Mültecilerimizi seçmedik, sınırlamadık, bu yüzden de her zaman çok iyi ağırladığımız da söylenemez. Gerçekten bilmiyorduk bu şekilde konukseverliği, ama öğreniyoruz. Bu alanda gösterdiğimiz gayret ve fedakarlıkla belki tarihin çok zor yaşanan dönemlerinden birini depresyona ve utanca batmadan aşmayı başarabiliriz.
Cihan Aktaş, 25.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat