"Adalet Partisi mitinglerinde ve radyo konuşmalarında ancak "anayasaya evet ama sosyal meselelerle ilgili hükümlere katılmıyoruz" diyebiliyordu. Daha fazlasını demesi de mümkün gözükmüyordu."
27 Mayıs 1960 darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin Sıdık Sami Onar Başkanlığı'ndaki asker ve profesörlerden oluşan bir kurula hazırlattığı 1961 Anayasası "İkinci Cumhuriyet" iddiasına uygun olarak bir meydan okumayla referanduma götürülmüştü.
Ama darbeciler "halkta evet çıkarsa ülkeyi ecnebi biri yönetecekmiş gibi" bir algıya sebebiyet verdiğini söyleyerek "referandum" yerine başka bir kelimeyi tercih ediyorlardı; Halkoyu...
Darbenin birinci yıl dönümü olan 27 Mayıs 1961'de askerlerin atadığı Kurucu Meclis'te oylanan dönemin tartışmalarındaki adıyla 'İkinci Cumhuriyet Anayasası'na iki çekimser oya karşı (DP'nin kurucularından tarihçi Fuat Köprülü'nün tarihçi oğlu Orhan Köprülü ve Ordulu bir dişçi olan Yekta Karamustafaoğlu) 261 evet oyu çıkmıştı.
Resmî propaganda 15 Haziran'da başladı. Süre kısaydı. Ama zaten ortada resmî bir "hayır" kampanyası da yoktu.
"Evet"çi Beyaz Cephe'de ise bütün devlet vardı: Başta Devlet Başkanı Cemal Gürsel ve Millî Birlik Komitesi üyeleri, İsmet İnönü liderliğindeki CHP, büyük basının tamamına yakını, valilerden kaymakamlara tüm devlet. Hatta din adamları bile bir araya gelip halka "Evet" çağrısı yapmıştı.
Ama artık devlet de tek devlet değildi. Demokrasiye hızlıca geçilip, DP'nin devamı olan partilerin kurulmasına izin verilmesine kızan ordu içindeki daha radikal bir kanat "Silahlı Kuvvetler Birliği" adıyla bir cunta kurarak, birbirleriyle kavga etmeye başlayan Millî Birlik Komitesi ile iktidar mücadelesine tutuşmuştu.
Aralarında Türkeş'in de olduğu "14'ler"in tasfiyesi ile sayıları 38'den 23'e düşen Millî birlik Komitesi üyeleri ise Türkiye'yi aralarında bölüp anayasa için seçim turuna çıkmışlar, kasaba kasaba dolaşıp o günkü gazetelerin tabiriyle "halkı evet demeye ve evet dedirtmeye" çağırıyorlar, halkı "hayırcı bozguncu"lara karşı uyarıyorlardı.
"Yeni anayasa, iktidarda bulunanların yetkilerini kötüye kullanmalarını karşılayacak tedbirlerle teçhiz edilmiştir. Mahkemelere Meclisler ve hükûmetler karışmayacak, Meclislerden çıkan kanunlar anayasaya aykırı ise bir Anayasa Mahkemesi bunların karşısına dikilecek ve kanunu iptal edecektir..."
Ertesi gün radyodan halka seslenen Devlet Başkanı Cemal Gürsel'in hedefinde ise ortada görünmeyen "Hayır'cılar" vardı:
"Bu gibiler sizleri yanıltmak için yalan, asılsız ve hayırsız söylentilerle yolunuzu şaşırtmak isterler. Bunlara kanmayınız ve inanmayınız Milletimizin kararsızlık içinde bulunmasından menfaat uman bedbaht ve karanlık insanlardır..."
Peki herkesin hedefindeki bu "hayırcılar" kimdi?
Görünüşte yeni kurulan üç muhalif parti de 'evet'çiydi.
Şubat 1961'de Yassıada'da yargılanmaları süren Demokrat Parti'nin devamı olduğu bilinen isimler 27 Mayıs Darbesi sırasında 3. Ordu Komutanı olan Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın liderliğinde Adalet Partisi'ni kurmuşlardı.
(Gümüşpala, albaylar cuntası tarafından yapılan darbeye karşı "Darbenin lideri benden rütbeli değilse ordumla gelip isyanı bastırırım" diyen bir paşaydı. Cuntanın Orgeneral Cemal Gürsel'i apar topar Ankara'ya bu tehdit nedeniyle getirilmişti.)
Adalet Partisi dışında iki parti daha siyaset sahnesine çıkmıştı: DP'den ayrılarak Hürriyet Partisi'ne geçen Ekrem Alican liderliğindeki Yeni Türkiye Partisi ve DP'nin onun seçilmesine kızarak Kırşehir'i ilçe yaptığı Osman Bölükbaşı liderliğindeki milliyetçi Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi.
Ama bu üç partiden hiçbiri "hayır" demiyordu.
Ekrem Alican ve Bölükbaşı'nın "Evet verelim demokrasiye geçelim" temalı "evet"leri ikna ediciydi. Ama Adalet Partisi'nin günaşırı anayasadan yana açıklamaları onu "takiyyecilik"ten kurtaramıyordu. Devlet Başkanı Cemal Gürsel, Adalet Partisi'ni "niyeti 'hayır' vermekte" olmakla "küçük hesaplara sapmakla" suçlamıştı.
Adalet Partisi mitinglerinde ve radyo konuşmalarında ancak "anayasaya evet ama sosyal meselelerle ilgili hükümlere katılmıyoruz" diyebiliyordu. Daha fazlasını demesi de mümkün gözükmüyordu.
Referandumdaki tavrını belirlemek üzere AP yönetiminin toplandığı gün gazetelerde Ankara Savcısı'nın AP ile ilgili dava açıp açmayacağına karar vereceği haberleri çıktı.
Adalet Partisi'nin ve anayasaya "hayır" diyenlerin üzerindeki tek "Demokles'in Kılıcı" bu kapatma davası tehdidi de değildi. Yassıada'da süren mahkemede ne tesadüf ki tam anayasa referandumu tartışılırken gündemine Anayasa'yı İhlal Davası'nı aldı. 400 DP'linin mahkûm olacağı davanın haberleri gazetelerde halkoyu haberleriyle birlikte veriliyordu.
28 Haziran tarihinde gazetelerin manşetlerinde yer alan bir haber ise şartların ne kadar ağır olduğunun bir delili gibiydi. İstanbul'da tutuklanan ihtilal hazırlığındaki bir gizli teşkilâtın üyelerinin Adalet Partili olduğu ortaya çıkmıştı. Habere göre bu gizli teşkilâtın üyeleri aynı zamanda komünistti. Gazetelerin manşetlerinde haber şöyle verildi:
"Başkan Gürsel dün Adalet Partililerin küçük hesaplara saparak referanduma hayır oyu demek niyetinde olduklarını söylerken İstanbul'da yakalanan devrim düşmanlarının Adalet Partisi'ne mensup oldukları tespit edilmiştir."
Hayır demek sadece büyükler için çocuklar için bile riskliydi. İzmit'te yaşanan bir olay ertesi gün bütün gazetelerde şöyle haber olmuştu:
"Anayasaya 'Evet' afişlerini yırtmaktan sanık olarak Faik Demirkol, Aydın Erol ve kardeşi Ruhi Erol 500'er lira ağır para cezasına mahkûm edilmiştir. Afişlerin yırtılması için çocukların tahrik edildiği kanaatine varıldığı için polis tahkikatı genişletmektedir."
Seçim yasağının bittiği gün basın toplantısı düzenleyen Cemal Gürsel'in "Evet" lehine sözleri tabii ki seçim yasağını bozmadı. Toplantıda bir gazeteci Gürsel'e "Paşam, Adalet Partisi'ne askerler dur demezse dedikodular devam edecektir" diye bir pas atmış, Gürsel ise gazeteciden daha itidalli bir cevap vermişti:
"Vatandaş onların bu kötü gidişi ve bu yıkıcı faaliyetlerinin memleketin menfaatine olmayacağına; bunların peşine gitmenin temiz bir vatansevere yakışmayacağına inanabilir. Onun için kötü faaliyetleri durdurmaya teşebbüs etmiyoruz. Kötü faaliyetleri durdurmaya milletimizi alıştırmak lazımdır."
Ama millet alışmadığını 9 Temmuz günü gösterdi. Hiçbir partinin resmen hayır demediği, propaganda süresi boyunca kırmızı giymenin ve "hayır" demenin bile cesaret gerektirdiği ülkede sessiz "hayır"cılar sandıktan kimsenin beklemediği bir ses çıkardı.
"Hayırları anlamamız gerek" diyen bir yazıda bile şöyle deniyordu:
"Radyoların, gazetelerin seferber oldukları bir sahada, aklıselime hitap ettikleri bir zamanda bütün bunlara kananların bulunması, bu memlekette tesirli çalışan bir yeraltı faaliyeti olduğunu ispata kâfidir..."
Ama askerler, 3 ay sonra söz verdikleri gibi genel seçim sandığını halkın önüne koyduklarında yeraltı faaliyeti yer üstüne çıktı. Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi %35 ve Yeni Türkiye Partisi ise %14 oy aldı, Meclis'te hükûmet kurmak için sadece iki sandalyeye ihtiyaçları vardı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin sandalyeleriyle CHP'siz bir iktidar mümkündü. O anda askerler bir kere daha devreye girdiler ve İnönü'yü Başbakanlığa, Gürsel'i Cumhurbaşkanlığına getiren yolu açtılar. Ama o yolun sonu da dört yıl sonra Adalet Partisi'nin tek başına iktidarına çıkacaktı.
57 yıl sonra Türkiye'nin bu ilk halkoyundan geriye ise Gölcük'te referandum günü doğduğu için "Yasa" ismi verilen bir bebek kaldı.
Yıldıray Oğur, 01.03.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları
Takip et: @yildarado
Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015
Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.