16 Mart 2017 Perşembe

SA4100/KY44-EÖ10: İran Neden Suriye’deki Savaşı Fonlamak İçin Ekonomisini Mahvetti?

"İran rejimi Suriye’deki açgözlülüğü uğruna iç ekonomisinin en acil ihtiyaçlarını kurban etmeye hazır."


Why has Iran wrecked its economy to fund war in Syria?

İran’ın Suriye’de yaptığı askeri harcamalar, hesaplamalara göre yılda 6 milyar dolar ila 15 milyar dolar arasında değişiyor. Bu tutara Hizbullah ve İran güdümlü diğer düzensiz birliklere sağlanan ödeneklerin yanı sıra doğrudan yapılan 4 milyar dolarlık harcamalar da dahil. 

En düşük tahminlerin gerçeğe daha yakın olduğu varsayılırsa Suriye savaşının Tahran rejimine maliyeti, kabaca ülkenin şuanda yıllık 9.3 milyar dolar olan toplam bütçe açığı aralığında bulunuyor. Tahran’ın askeri harcamaların orantısız yükümlülüğüne ilişkin izahatı bana kalırsa Rusya ve Çin’in jeopolitik hırsları ve endişelerinde yatıyor.

İran rejimi Suriye’deki açgözlülüğü uğruna iç ekonomisinin en acil ihtiyaçlarını kurban etmeye hazır. Ülkenin merkez bankasına göre devlet gelirlerinin geçen Aralık ayında sona eren üç çeyrek dönem boyunca tahminlerin gerisinde kalması üzerine İran kalkınma harcamalarını planlanan seviyenin üçte birine düşürdü. İran bu dönemde, geçen yılın aynı döneminde 25 milyar dolar olan ham petrol satışını 29 milyar dolara çıkardı. Petrolden elde edilen 11 milyar dolarlık (655 trilyon riyal) devlet gelirleri, resmi tahminlerin yalnızca %70’ini karşıladı. Vergi gelirleri ise tahminlerden %15 düşük gerçekleşerek 17.2 milyar dolar tutarında kaydedildi.

İran’ın finansal sistemindeki kaos, İran hükümetinin daha geniş çapta bütçe açığı vermesinin önüne geçiyor. Merkez bankası tarafından bildirilen 9.3 milyar dolarlık açık, gayri safi yurtiçi hasılanın %2’sinden biraz fazlasına denk geliyor, yani normal şartlarda yönetilebilir bir miktar. Fakat bu rakama devletin devasa miktardaki ödenmemiş faturaları dahil değil. 

27 Şubat’ta Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yayınlanan bir rapora göre hükümetin, ülkenin bankacılık sistemine gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) %10.2’si kadar borcu var. İran’ın IMF temsilcisi Cafer Mücerred, IMF’ye “2015-2016 döneminde başta devlet borcu ve bunun menkul kıymetleştirilmesinin malileştirilmesi nedeniyle %12’den hızla %42’ye yükselen kamu borcunun GSYH’ye oranının 2016-2017 döneminde %35’e, bir sonraki yıl ise %29’a düşmesi bekleniyor. 

Ancak kalan kamu borcunun ve menkulleştirilmesinin tam olarak malileştirilmesi ve banka anaparası için tahvil düzenlenmesinden sonra yeniden %40’a yükselebilir.” diye yazdı. Mücerred, İran bankalarının devletin yeniden nakde dönüştürmek için ilave tahvil düzenlemesini gerektirecek çok fazla batık kredisi olduğunu da ekledi. İran basını, banka kredilerinin %45’inin toksik varlıklar olduğunu ifade ediyor.

İran’ın finansal sistemi kara bir delik. Hükümet de borçlarını yeniden finanse edemiyor; batık bankalarının sermayesini yeniden düzenleyemiyor ve aynı zamanda devasa bütçe açığına para sağlayamıyor. Altyapı gereksinimleri acil değil ancak kronik. Ülkenin çokça tartışılan su krizi; bütün şehirlerin boşalması ve milyonlarca İranlının özellikle ülkenin yok olan suyunun onda dokuzunu tüketen çiftçilerin yerinden olması tehlikesini yaratıyor. İranlı çevre bilimcilerin çağrısını Tehran Times gazetesinin “harekete geçmek için umutsuz çağrı” başlığıyla vermesine rağmen hükümet, son mali yılda altyapı harcamalarını üçte iki oranında azalttı.

İran Devrim Muhafızları Teşkilatı hazine üzerine ilk somut iddiada bulundu. Ayrıca kan dökmek de istiyor. Suriye’de İran güdümlü kuvvetler arasında öldüğü bildirilenler arasında 473 İranlı, 573 Afgan, 135 Pakistanlı ve 1268 Iraklı Şii savaşçı yer alıyor. Buna ek olarak 1700 Hizbullah mensubu milisin de öldüğü tahmin ediliyor. 

Diğer tahminler çok daha yüksek. Devrim Muhafızlarının yabancı lejyonları, Şiilerin Sünni çoğunluk tarafından şiddetli baskıya maruz kalan azınlıklar olarak bulunduğu Afganistan ve Pakistan’dan gönüllüleri de kapsıyor. Devrim Muhafızları tarafından kontrol edilen güçler arasında çoğunlukla Afganistan’ın Şii Hazara mültecilerinden toplanan askerlerle oluşturulan Fatemiyun milis kuvvetleri var. Bu kuvvetlerin 12.000 ila 14.000 savaşçıdan oluştuğu ve bunlardan 3.000 ila 4.000 savaşçının şuanda Suriye’de olduğu ifade ediliyor. İranlılar aynı zamanda Pakistanlı Şiilerden oluşan ve muhtemelen 1.500 savaşçının Suriye’de bulunduğu Zeynebiyyun milis kuvvetlerini de yönetiyor.

Buna karşılık Rusların Suriye’de 28 kayıp verdiği tahmin ediliyor. Moskova, Tahran’la çok iyi bir pazarlık yaptı. Yüksek kayıp oranına karşın geçen yıl Foreign Policy dergisinden Kristen Dailey’in bildirdiğine göre Devrim Muhafızları, Suriye Savaşı için ihtiyacı olandan çok daha fazla gönüllüsü var.

Peki İran niçin bu kadar çok kan dökmek istiyor ve acil yurtiçi ihtiyaçlarından kıstığı bunca parayı niçin başka yere harcıyor? İran rejiminin yobaz karakteri ve %40’ını genç işsizlerin oluşturduğu bir toplumun kırılganlığı bu sorulara kısmen yanıt veriyor. Ancak İran’ın aşırılığı ve militanlığına neden olan daha derin dürtüleri İran’ın Çin ve Rusya’ya bağımlılığında yatıyor.


oilimports

2010 yılından beri Çin’in toplam petrol ithalatı neredeyse iki katına çıktı. Petrol alımlarını Suudi Arabistan’dan Rusya ve Şii bloku denilebilecek İran, Irak ve Umman’a kaydırdı. Rusya’dan yaptığı petrol ithalatı ise toplam alımında %5’ten %15’e yükseldi. İran’ın pastadaki payı düştü ancak İran müttefiklerinden yapılan alım ciddi oranda artış gösterdi. İran’ın Çin’e yaptığı petrol ihracatı, Çin yatırımları hayata geçer geçmez hızla yükselecek. 

Reuters’ın bu yılın başlarında yaptığı haberde şöyle denilmişti: 

“Konuyla ilgili bilgi sahibi dört farklı kaynağın tahminlerine göre Çinli firmaların önceki yıla kıyasla 2017’nin her bir çeyreğinde İran petrol alımını 3 ila 4 milyon varil artırması bekleniyor. Gümrük verilerine göre bu, ülkenin, 2016’nın ilk 11 ayında günde 620.000 varil miktarında ithal ettiği İran ham petrolünün %5’i ila %7’sine tekabül edecek.” 

Diğer yandan İran ithalatının çeyreğini Çin sağlıyor.

Dahası İran, Çin’in Orta Asya’nın bir ucundan diğer ucuna yürüttüğü “Tek Kuşak, Tek Yol” altyapısının göbeğindeki coğrafi konumundan faydalanıyor. Çin; Pakistan üzerinden bir ekonomik koridor yaratmak için yaklaşık 46 milyar dolar harcayacak. İran da Çin’in yayılmacılığına takılıp yol almaya istekli.

Hem Moskova hem de Pekin; Irak, Suriye ve Libya’nın harabelerinde Sünni militanlığın yükselmesinden endişe ediyor. Dr. Christina Lin’in henüz 2015’te yayınladığı raporda belirtildiği gibi Rus ve Çinli stratejistler, Amerikan’ın Suriye’de rejim değişikliği yaklaşımını Rusya ve Çin’i istikrarsızlaştırma çabası olarak değerlendirdi. 

Batı Çin’deki etnik kökenleri bakımından Türk olan binlerce Çinli Uygur, Suriye’de ABD destekli Sünni cihatçıların arasına katıldı. Türkistan İslam Partisi’nin Uygur mensupları; tanksavar füzeler, muhtemelen omuzdan atış yapılan uçaksavar roketler ve Suriye ordusuna karşı intihar saldırıları gerçekleştirmek için kullanılan insansız hava araçları edindi. Aynı zamanda Suudiler tarafından finanse edilen İslamcılar, Güneydoğu Asya’yı karıştırma tehdidinde bulundu.

Pekin’e 2014 ve 2015 yıllarında yaptığım bir çok ziyarette, geri dönen Uygur savaşçılarından ve İslamcılığın Güneydoğu Asya’da Çin periferisine yayılmasından aşırı derecede kaygı duyan Çinli stratejistlerle görüştüm. Asya’da Tayland’dan Türkiye’ye kadar uzanan bir Rusya-Çin ekseni ortaya çıkıyor. Sünni cihada mukabil ağırlık olarak Rusya ve Çin; Lübnan’dan Suriye, İran ve Afganistan’a uzanan Şii kuşağın askerîleştirmesini teşvik etti. Çin’in Müslümanlarının hemen hemen tamamı ve Rusya’nın Müslümanlarının %90’ı Sünni. Obama ve Trump yönetiminin de iddia ettiği gibi İran, dünyanın en büyük terörizm sponsoru olabilir fakat Rusya ve Çin’in korktuğu türden spesifik bir terörizmin sponsoru değil.

Bu da İran’ın aşırı derecede ihtiyaç duyduğu kaynakları Devrim Muhafızlarına aktararak aldığı apaçık irrasyonel kararın izah edilmesine yardımcı oluyor. Devrim Muhafızları, İran’daki tek siyasi ve ekonomik baskın güç değil. Bir de Moskova ve Pekin’deki silah tedarikçileri ve petrol ithalatçıları ile pazarlık kozu var. Çin’in Asya’daki ekonomik etkisi, 1950’lerde Avrupa’daki Amerika’nın ekonomik nüfuzundan bugüne dek hiç görmediğimiz bir etki öyle ki siyasi etkisi açısından bir mıknatıs, bir jeopolitik Ölüm Yıldızı . 

İran ile Lübnan, Irak, Afganistan ve Pakistan’daki Şii vekillerinin; Rusya ve Çin’in sahadaki çıkarlarını ileri götürmek için Suriye, Irak ve başka yerlerdeki savaşlarda feda edebileceği bitmez tükenmez sayıda askeri var. Çin’in ekonomik desteğiyle birlikte İran; boşlanmış, iflas etmiş ve suyu çekilmiş iç ekonomisi üzerinden tahmin edilenin aksine askeri operasyonlarını çok daha uzun müddet sürdürebilir.

Bu da Amerikan siyasetini çıkmaza sokuyor. General Michael Flynn’in bu ve diğer açıklamalarında defalarca ikaz ettiği halde Obama yönetimi, Suriyeli Sünni isyancıların içinde bir falso yaparak IŞİD’in doğmasına manevi babalık yaptı. 

Trump yönetiminin Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki bir ayını bile doldurmadan General Flynn’in hizmetlerinden mahrum kalması hayal kırıklığına uğratan bir gelişme oldu. Daha kapsamlı biçimde ifade etmek gerekirse bölgedeki Sünni radikalizm, George W. Bush yönetiminin Irak’ta çoğunluğun (ki bunlar Şii) iktidara gelmesinde ısrarcı olmasının bir neticesi olarak ortaya çıktı. 

General Daniel P. Bolger’ın 2014’te çıkardığı muhteşem kitabı “Neden Kaybettik”te aktardığı gibi:

“Sahadaki iç karartıcı gerçekler hala orada irin ve safra akıtarak duruyor. Saddam’ın gidişiyle her hangi bir seçim zaten Şii çoğunluğu iktidara getirecekti. Sünniler bir daha Irak’ı yönetmeyecekti. Bu da tabanda isyana neden oldu. Sünni Arapların soykırımı son bulmadığı müddetçe de bu böyle devam edecek.”

Amerika, on yıl önce Moskova’yı Ukrayna’daki bir takım anlaşmalar karşılığında İran’ı yarı yolda bırakmaya ikna edebilirdi. Fakat tren çoktan kaçtı. Suriye’deki hava desteğinin düşük maliyeti ve Rus S-300 hava sisteminin satılması halinde elde edilecek gelir bir tarafa, Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarına hizmet edecek ve bol miktarda kan dökmek isteyecek (hele de Iraklı, Afgan ya da Pakistanlı kanıysa) İranlı bir ortağı var. 

Çin, Sünni Müslümanlara karşı bir galibiyet savaşına müdahil olmuş ve Çin’in sanayi ürünleri ihracatına mahkum bir pazarı olan petrol zengini bir komşuya sahip. Çin ve Rusya’nın tasmasından kurtulmuş bir İran’dan endişe duyması için pek az şeyi var. Şimdilerde sınırsız savaşçı sağlayabilen bir zamanların köksüz ve çocuksuz neslinin 30 yıl içinde saçlarına ak düşecek ve İran’ın Batı Avrupa’daki gibi yaşlı ve bağımlı bir nüfusu olacak ancak kişi başına düşen milli gelirde 10. sırada yer alacak. İran, tarihte hiç bir ülkenin olmadığı kadar büyük bir demokratik iç patlama ile yüz yüze. 

Washington’da İran nüfuzuna karşı Sünni devletlerden oluşan bir bloku teşvik etmek için birçok konuşma yapıldı. Sorun şu ki gerçek birer orduya sahip olan iki Sünni devlet; Mısır ve Türkiye; başka bir Sünni alternatiftense Esad rejimini tercih edeceklerini ifade ettiler. Türkiye, 2016’daki darbe girişiminden sonra Rusya’ya yaklaştı öyle ki Ankara, darbede girişiminde ABD’nin resmen desteği olmasa bile durumdan memnuniyet duyduğuna inanıyor. Diğer yandan Mısır, İran’a olduğundan çok daha fazla endişeyi Sünni cihatçılara karşı duyuyor. Mısır da silah ve diğer sektörlerdeki alımlarda Rusya’ya doğru yöneldi. Amerika’ya ise askeri kapasiteleri şüpheli olan Ürdün ve Körfez ülkeleri kaldı.

Kendi kendini besleyen bir savaşla karşı karşıyayız. Sivil toplumun savaşla tahrip edilmesi gençlere savaşa gitmekten başka çare bırakmıyor ta ki savaş insan gücü havuzunu tüketene kadar. Bu durum genellikle askerlik yaşındaki erkeklerin %30’u öldükten sonra ortaya çıkar. 2010’da Petraeus dalgasını yeni bir “Otuz Yıllık Savaş” çıkacağı konusunda uyarmıştım. Suriye’de hayatını kaybeden yarım milyon insan sadece bir kapora. 4 yıl önce Ortadoğu’da Pax Sinica, yani Çin barışına dönük beklentimi dillendirmiştim. Bugün ise durum aniden değişmiş görünüyor. Geçen yıllar içerisinde IŞİD ve diğer Sünni cihat hareketlerinin doğması, Pekin’i Sünni yangınını Şii yangınıyla söndürmeye çalışmaya ikna etti. 

Sahadaki gerçekler Çin ve Rusya’nın lehine yön değiştirdi ve en nihayetinde bu değişiklik diplomasiye de yansıyacak. Bu sevimsiz durumdan ortaya çıkabilecek en iyi şey Sykes-Picot’nun yeniden gündeme alınması: Levant ve Mezopotamya’nın devlet dışı aktörlere karşı duracak bir Sünni devleti kurularak bölünmesi ve Washington, Çin ve Moskova’nın anlaşmasıyla bu devletin İran’ın Şii satraplıklarına karşı her an tetikte tutulması. Bu da iyi bir çözüm değil ve Amerikan perspektifinden bakılırsa kesinlikle çok da makbul olmaz fakat satranç tahtasının mevcut durumunun önerdiği çözüm bu.

Yeni “Otuz Yıllık Savaş”, er ya da geç, Katolik ve Protestanları 1618’de başlayan ve her bir grubun nüfusunu beşte iki oranında azaltmakla beraber aşağı yukarı savaştan önceki pozisyonlarında bırakan yeni bir 1948 Vestfalya Barış Anlaşması ile sonlanacak. 

O savaş da 1634’de, savaşın ortaları sırasında açıkça çıkmaza girmişti fakat Fransa ile İspanya her şeyi harap eden bir 15 yıl daha savaşmayı seçti. Barış geldiğinde kimseyi memnun etmedi. Öyle ya da böyle elde edeceğimiz barış bu türden olacak ve büyük ihtimalle bu barışı “er” değil nispeten “geç” elde edeceğiz.

David P. Goldman -  Asia Times, 14 Mart 2017



Esra Öztürk, 16.03.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Milenyum Efektleri, Çeviri
Esra Öztürk Yazıları





Orijinal Metin:

http://www.atimes.com/article/iran-wrecked-economy-fund-war-syria/



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

  

Seçkin Deniz Twitter Akışı