20 Mart 2017 Pazartesi

SA4114/ÇY10-AÖ28: Tek Kişilik Devlet; Muallâ

"Küçük devletinin etrafını içten ve dıştan saran düşmanlar işgal etmiş, savunmasız kalıp esir düşmüştü. Gururlu bir esirdi Muallâ, herkes yenildiğini düşünse de o kazandığını düşünüyordu."


Evlilik; dört duvar arasında küçük bir devlet inşa etmekti. Dışarıdan gelecek düşmanlara karşı güven ve sadakatten örülmüş surlar, iç ve dış güveliği sağlayacak sevgi ve saygı askerleri, ekonomik krizler için birlik ve sabır, refah günlerde şükür ve duadan oluşan, kendine has bir düzen içerisinde kurulmuş bir devletti.

Muallâ bunları düşünüyordu, cama vuran yağmur damlalarında buğulu gözlerinin aksini izlerken. Nelerden vazgeçmişti bu evlilik uğruna, daha on yedi yaşındaydı gençliğinin baharında taze bir fidandı kendisinden on beş yaş büyük bir adama aşık olduğunda. Babasının tüm karşı çıkışlarına rağmen evlenmişti.

Ölene dek birlikte yaşayacağı, çocuklarının babası, masallardan çıkıp gelmiş bir kahraman olarak görüyordu kocasını.

Şu ansa muhteviyatı acıdan oluşmuş bir okyanusun içinde batıp çıkıyor, nasıl boğulmayıp hayatta kaldığına hayretler ediyordu.

Şeytanın esir aldığı bir kadın ve bir adam yüzünden hayatının tüm renkleri solmuştu.

Çocukları olmasa, o iki masum, güldüklerinde dünyayı aydınlatan o iki çocuk olmasa belki boğardı kendini, asardı, keserdi.. ama yapmıyordu, güçlü olmak zorundaydı, ayakta ve dik olmak zorundaydı. Kalbinin yaralandığı günün ardından tam iki ay geçmişti.

Her şeyden, herkesten uzaklaşmıştı; güven, sadakat, sevgi, aşk ne varsa bir insana karşı duyulacak bütün hislerden kendini arındırmış, hissiz, duygusuz olarak hayatına devam ediyordu. Yaşanan her şeyi konu komşu, eş dost herkes duymuştu, bazen utanıyor sıkılıyordu bu durumdan, bazen de utanması gerekenin kendisinin olmadığını düşünerek rahat davranmaya çalışıyordu.

İki ay önce...

Muallâ, çocuklarını annesine bırakıp, alele acele eve döndü, o gün evlilik yıldönümleriydi, kocasına sürpriz yapmak için giyinip süslendi, doktor olan kocasının muayenehanesine gitti. Muayenehanede kapı komşularının kızı Esin çalışıyordu, Esin yirmili yaşlarında, esmer, bakımlı ve güzel bir kızdı. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanamayınca çalışmak istediğini söylemişti, o vakitlerde kocasının bir yardımcıya ihtiyacı olduğunu bilen Muallâ onun kocasının yanında işe başlamasına vesile olmuştu, küçük devletini işgal edeceği aklının ucundan bile geçmezdi.

Muallâ bina kapısına gelince, çantasında taşıdığı, evlenirken kocasının hediye ettiği, kapağı inci süslemeli, ortasında kedisinin ve kocasının fotoğrafları olan aynasını çıkarıp son bir kez kendisine baktı, her şey tamamdı; anahtarı olmasına rağmen her gelmesinde zili çalardı fakat sürpriz yapmak istediği için anahtarını kullanmaya karar verdi; aynasını koyup, çantasında muayenehanenin anahtarını aradı, çantası çocuklarından dolayı hep oyuncak, mendil gibi lüzumlu lüzumsuz bir sürü şeyle dolu olurdu, zar zor buldu anahtarı ve kapıyı açtı.

Bekleme yerinde kimse yoktu,“Esin evine gitmiş, güzel“ diye geçirdi içinden, kocası da odasında olmalıydı. Yavaşça odaya doğru bir kaç adım attı, sesler geldi kulağına, saatine baktı vakit geç olmuştu ve kocası istisnalar dışında bu vakitlerde hasta almıyordu, randevu defterine bakmayı akıl etti, hemen Esin’in not aldığı deftere baktı; bugün için pek randevu görünmüyordu birkaç hastanın dışında, odaya doğru yöneldi tekrar, kadın sesinin geldiğini fark etti, kulağını kapıya dayadı, kalbi ağzından çıkarcasına atıyordu, nefesine hakim olmaya çalışıyordu, biraz daha kuvvetli nefes alsa sanki bütün binada duyulacaktı, heyecan başını döndürüyordu, korku gözlerini karartıyordu, düşünceleri donmuş bir su kütlesi gibiydi adeta. Ses yabancı değildi.

- Bu ses, bu ses Esin’in sesi, dedi.

Kapıyı bir hışımla açtı ve kocası ile Esin’i kucak kucağa buldu. Dizlerinin bağı çözüldü, aklını yitirdiğini hissetti.

Hiç bir şey söylemeden koşarak uzaklaştı oradan, kocası peşinden koşsa da yetişemedi.

Nefes alamıyordu, boğuluyordu. Korkunç bir rüya olmalıydı hiç bir tabirde manası olmayan, kabustu bu. Koşuyordu birisi sırtından sanki hançeri saplamış ve tekrar çıkarmaya çalışıyormuşçasına canı acıyordu her nefes alıp verişinde. Her yanı sızılar içindeydi, saç diplerine kadar acı çekiyordu. Bir taksiye binip kendini sahil kenarına attı, nefes almalıydı, olan biteni gözlerinde bir kere daha canlandırmalı ne yapacağına karar vermeliydi. “Kocam ve Esin! kucak kucağa!”, düşünüyor, düşünceleri birbiriyle çarpışıyordu, çocukları, kocası, Esin, geliyor gidiyordu, gözlerinden, aklından, hücrelerinden.

Denize atıp kurtulmak istedi kendinden, bitmeliydi bu acı, yaşanmazdı bu şekilde.

Kaç saat geçtiğinin farkında olmadı, kendini biraz toparlamıştı; gidip çocukları annesinden aldı, eve geldiğinde kocasını evde onu beklerken buldu, çocukları odasına bırakıp ona,

-Derhal eşyalarını al ve bu evi terk et!, dedi

Kocası Muallâ’ya yalvardı, yakardı lakin Muallâ’nın kalbinde bir cenaze idi artık kocası. Evlilik yıldönümleri, evlilik ölümlerinin yıldönümüydü artık.

Kocası sayfalar dolusu, yazılar yazdı özür diledi, nefsine yenildiğini, tüm suçun kendinde olmadığını, Esin’in de suçlu olduğunu, kendisini çok sevdiğini, çocukların hatırı için affetmesini istedi.

Ama Muallâ, gururlu kadındı, evlilik birliğini, sadakatini, güvenini, huzurunu, sabrını, nefsinin eline teslim eden bir adamla bundan sonra artık yapamazdı. Küçük devletinin etrafını içten ve dıştan saran düşmanlar işgal etmiş, savunmasız kalıp esir düşmüştü. Gururlu bir esirdi Muallâ, herkes yenildiğini düşünse de o kazandığını düşünüyordu.

Muallâ artık bir ömrü kendinden vazgeçip çocuklarına adayacak, çocuklarından başka kimseyi sevmeyecekti.


 Ahu Öztürk, 20.03.2017, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Öykü
Ahu Öztürk Yazıları




Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı