29 Mart 2017 Çarşamba

SA4149/KY38-SevDur49: Avrupa’da ‘Evet’ Korkusu

"Avrupa’nın 16 Nisan korkusundan dolayı yaptığı akıl almaz uygulamaları, iç seçimleriyle açıklanacak bir durum olmaktan çoktan çıktı."


Takdim

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin oylanacağı 16 Nisan’da “evet” çıkacağını anlayan Avrupa, şimdiye kadar gizliden ve içerideki aparatçıklarıyla yaptıkları saldırıların yetersiz kaldığını anlayarak topyekun seferber oldu. Güçlü Türkiye’den korkan Avrupalılar, ağızlarından düşürmedikleri uluslararası hukuku, özgürlükleri, demokrasiyi ve insan haklarını ayaklar atına alan uygulamalarla saldırıyor. 

Türkiye’nin yükselişini durdurmak için o çok öğündükleri demokrasiyi de hiçe saymakta bir beis görmüyor.  Önce Almanya, sonra Hollanda peş peşe skandal uygulamalarla Türk hükümet temsilcilerinin kendi ülkelerindeki vatandaşlarıyla görüşmesini engellemesinin haklı gerekçelerini henüz bulabilmiş değil.  Batı basını da akıllarınca Türkiye’yi küçük düşürmeye, “hayır” oylarına alenen destek olan manşetleriyle kirli yüzlerini bir kez daha göstermeye devam ediyor.

A demonstrator with a Turkish flag walks in front of riot police during clashes in the streets near the Turkish consulate in Rotterdam

Türkler ölmeyi iyi biliyor

16 Nisan’dan sonra artık Türkiye’nin iç politikasına nüfuz etme güçlerinin ellerinden alınacak olması, Avrupa’yı derin bir korkuya sevk ettiği doğrudur. Çok denklemli korkularından bir tanesi, coğrafyamızdaki yeni harita hayalleriyle alakalıyken, bir diğer ve umulmaz olanı ise tarihten gelen “Türk” korkuları. Türkler sahneye bir kez daha çıkmıştı ve gerçek gücünü kazanmadan durdurulmalıydı. “Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim” diyen Montecucco gibi, Türklerin ölmeyi iyi bildiğini 15 Temmuz’da gözleriyle gören Avrupa, korkularında pek de haksız sayılmaz. İç işlerine müdahale edilemeyen, hızlı karar mekanizmalarıyla ilerleyişi durdurulamayan, sarıp sarmaladıkları terör uzantılarıyla etkin mücadele edebilen, genç nüfusuyla şahlanışa geçen bir Türkiye’den korkmakta haklılar.

Avrupa için ne değişecek?

Avrupa’nın 16 Nisan korkusundan dolayı yaptığı akıl almaz uygulamaları, iç seçimleriyle açıklanacak bir durum olmaktan çoktan çıktı. Üstelik referandumun maddelerinden bile haberdar olmayan bir Avrupa var karşımızda. İçimizdeki Avrupalılar gibi neye “hayır” denilmesi gerektiği ile ilgili hiçbir fikirleri yokken, gazete manşetlerinde “hayır” oyu çağrısı yapabiliyorlar. Referandum için konuşma yapmaya giden Türk bakanların programlarını iptal ettirebiliyorlar. Aile Bakanımızı sınır dışı edebiliyorlar. Ona destek için gelen Türk vatandaşlarına köpekleriyle saldırabiliyorlar. Korku büyük! Oyun büyük! Organizasyon büyük! Avrupa’nın bütün bunları yapmış olması için hangi korkuları depreşmiş olabilir? 16 Nisan’dan sonra Avrupa için çok şey mi değişecek yoksa? Güçlü bir Türkiye Avrupa’ya neden zarar versin?

Muhalefetin takdim tarzı kabul görüyor

Avrupa kamuoyu ve dolayısıyla siyasetin olağanüstü bir performansla kurgulanan bir canavarın esiri durumunda  olduğunu söylüyor AK Parti İstanbul Milletvekili ve Yurt Dışı Seçim Koordinasyon Merkezi Başkanı Mustafa Yeneroğlu:

 “Türkiye Batı Avrupa ülkelerinde kimler tarafından nasıl anlatıldığı analiz edilirse durum zaten ortaya çıkmış olur. Ve yine Türkiye gerçeklerinin Avrupa’da doğru anlatılamamasının sebeplerini de masaya yatırmamız gerekir, özeleştiriden uzak olmaz bunlar. Bunların ötesinde geçmişte olduğu gibi farklı müdahale olanaklarından arınan bir Türkiye de rahatsız ediyor belli kesimleri. Muhalefetin takdim tarzı birebir kabul görüyor. Batı Avrupa’daki seçmenimiz üzerinde de hiç görülmemiş baskı kuruluyor.

Demokratik tercihler sorgulanamaz

Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerden referanduma, daha doğrusu referandumda ‘Evet’ çıkması ihtimaline yönelik histeri aslında oldukça endişe verici; çünkü yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşlarının çok büyük bir kısmı bu Batı Avrupa ülkelerinde yaşıyor. Dolayısıyla bu ülkelerde sıkça tekrarlanan, ‘Bizim ülkemizde yaşayan bir Türk nasıl Erdoğan’ı destekleyebilir?’ sorusunun endişe verici birçok sonucu var: Birincisi, bu soru, insanların demokratik tercihleri yüzünden toplum nezdinde yargılanabilmelerine yol açıyor, oysa demokratik ülkelerde demokratik tercihlerin seçmenler açısından ‘endişe’ doğurmaması gerekir. Demokratik ülkelerde seçmenler kimi, niçin seçtiklerini açıklamak zorunda değillerdir ve kendi demokratik tercihleri yüzünden bazı olumsuz sonuçlarla da karşılaşmamalıdırlar. İkincisi de bu soru Türkiye’nin seçilmiş, resmî Cumhurbaşkanını bir ‘düşman’ olarak tanımlayıp bunun üzerinden zihinsel bir savaş gerçekleştiriyor. Bu yönüyle Avrupa kamuoyu demokrasi iddiasıyla taban tabana zıt pozisyonları içselleştirmiş durumda. Özellikle Batı Avrupa ülkeleri referandum sürecinde ulusal mevzuatlarını, temel Avrupa iddialarını ve diplomatik nezaketi hiçe sayarak Türkiye’nin yurt dışındaki vatandaşlarını referandumla ilgili bilgilendirme hakkını engelleme temayülü gösteriyorlar. Bu durum elbette bizim açımızdan kabul edilemez. Avrupa kamuoyuna Avrupa değerlerini hatırlatmak zorunda kalmak bence çok üzücü bir durum.”

“Hayır” kampanyasını desteklemeye devam 

Referandumdan “evet” çıktığı takdirde Avrupa için nelerin değişeceğini sorduğumuzdaysa hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylüyor Yeneroğlu: 

“Yeni bir sayfa açıp nerde kalmıştık diyecekler. Çünkü menfaatlerini önceleyecekler. Ancak 16 Nisan’a kadar tüm imkanlarını seferber ettikleri hayır kampanyasına desteğe devam edecekler. Avrupa kamuoyu meseleye kısmen ırkçı bir yöne doğru evrilen, kültüralist, Avrupa merkezci bir bakışla yaklaşıyor ve aslında milletimizin egemenliğini ne şekilde gösterdiği ile ya da Türkiye vatandaşlarının ülkelerinin geleceği hakkında nasıl bir tercihte bulunacaklarıyla ilgilenmekten ziyade bazı Avrupalılar sadece kendi kalıplarını esas alıyor. Üstelik bu hastalıklı bakışın en büyük hatası sadece taraflı olması değil, aynı zamanda eksik ve yanlış bilgilere sarılması. Örneğin Almanya’da Türkiye ile ilgili geçmişte en makul çizgide olanlardan birisi CDU’lu eski Federal Milletvekili Ruprecht Polenz Facebook sayfasında tam olarak şöyle yazıyor: ‘Referandumda idam cezası oylanacağı için Avrupa Birliği bu durumun Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinin sona erdireceğini söylemeli.’ Yani Polenz’e göre 16 Nisan’da ‘idam cezası’ oylanacak! Kendisi referandumda ‘ceza hukuku’ müeyyidelerinin değil, anayasanın oylanacağını bile bilmemesine rağmen bu yanlış bilginin üstüne bir de Türkiye’nin AB müzakereleriyle ilgili çıkarımda bulunabiliyor. Bu ne yazık ki münferit bir durum da değil.

“Evet”in ne getireceği ile ilgilenmiyorlar

Özellikle Almanya, İsviçre, Avusturya ve Hollanda medyası bir bütün halinde toplumu 16 Nisan’la ilgili gerçeklerden tamamıyla uzak bir biçimde bilgilendirip önyargıları körüklüyor, maalesef çok başarılı oluyorlar. Bu yaklaşımların çoğu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözde otoriterliği, Türkiye’nin antidemokratik bir yöne savrulduğu gibi zanlara dayanıyor. Avrupa kamuoyu referandumdan ‘evet’ çıkması durumunda Türkiye’de daha sürdürülebilir bir demokrasinin gerçekleşecek olmasıyla ilgilenmiyor. Bu durum bizim sorumluluklarımızı da artırıyor. Sadece ülkemizde değil, yurt dışındaki kamuoyu nezdinde de bilgilendirme çalışmaları yapmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bu bilgilendirme çalışmasını AK Parti Yurt Dışı Seçim Koordinasyon Merkezi olarak başlatmış durumdayız. Bu çalışmalarla Batı Avrupa kamuoyunun referandumla ilgili hatalı bilgilerini düzeltmek, dolayısıyla da bu eksik bilgiye dayalı ön yargılarla mücadele etmek amacı taşıyoruz.”

Referandum korkusu yok, ‘evet’ korkusu var

Brexit olgusunu yaşamış olan Avrupa Birliği’nin “Hasta Adam” olduğunu söyleyen Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Başkanı Zafer Sarıkaya, bu durumdan ancak kendi değerlerini muhafaza ederek kurtulabilir diyor:

“Referandumda vatandaşın fikri alınıyor. Tam da demokrasinin tezahürü olan bir olgudan bahsediyoruz. Demokrasinin bu kadar net olarak ortaya çıkabileceği bir olguya, demokrasinin temel değerlerine Avrupa’nın karşı durması kendi temel değerlerine karşı olması demek. Avrupa’daki vatandaşların neye oy verdiklerini, neden ‘evet’ veya ‘hayır’ dediklerini öğrenmeleri en temel hakkıdır. En temel değerlerden birisi olan vatandaşın bilgi edinme hakkına karşı ciddi anlamda bir engellemeyle karşı karşıyayız. Bunun demokrasiyle bağdaşan bir tarafı yok. Aslında Avrupa’da referandum korkusu yok diyebiliriz. Çünkü ‘hayır’ noktasında propaganda yapan insanların çok rahat bir şekilde, Avrupa’da değişik siyasi partilerin, vakıfların kendilerine sunmuş oldukları platformlarda çok rahat bir şekilde propagandalarını yapabiliyorlar. Dolayısıyla Avrupa’da bir referandum korkusu yok, ‘evet’ noktasında düşüncelerini ifade eden insanlara karşı bir engelleme var. Tek taraflı bir korkudan bahsedebiliyoruz. Bunun da herhangi bir şekilde savunmuş oldukları temel değerlerle bir ilgisi yok.”

Merkez sağ aşırı olursa

Batının bir akıl tutulması yaşadığını söyleyen Sarıkaya, Güçlü bir Türkiye’nin güçlü bir Avrupa’ya ne kadar yol açtığını geçmişte de günümüzde de gördüğümüzü ifade ediyor:

 “Bugün güçlü bir Türkiye olmamış olsaydı, Türkiye’de 3 buçuk milyon Suriyeli mülteciyi misafir etmeyen bir Türkiye olsaydı, Avrupa’daki bu aşırı sağ kesimin gelmiş olduğu noktayı açıkçası tahayyül bile edemiyorum. Çocuklarım ve geleceğim adına da büyük bir endişeyle izliyorum. Son beş altı yıldır şeytanlaştırılmış bir Türkiye, Erdoğan, İslam algısı var. Medya eli ile başlayan bu ortama şimdi de siyasilerin de dahil olduğunu görüyoruz. Asıl ürkütücü olan, aşırı sağ kesime ait olan siyasiler değil, merkez sağın bu noktada ciddi anlamda rol üstlenmesi. Merkez sağın bu anlamda ciddi rol üstlenmesi demek, bu karşıtlığın toplumun merkezine yerleşmiş olması demektir. Bundan sonraki evrede de toplum doğal olarak o şeytanlaştırılmış olan kesimi bir şekilde ya dönüştürmek isteyecektir veya yok etmek isteyecektir. Bunun tarihsel sürece baktığımız zaman nasıl bir faciaya yol açtığını hep beraber gözleme imkanımız oldu. Burada hem medyaya, hem siyasetçilere çok önemli bir görev düşüyor. Türkiye’nin güçlenmesinden, daha demokratikleşmesinden, daha şeffaflaşmasından endişe etmemeleri gerektiğini düşünüyorum.

Terör örgütü yandaşlarına polis koruması

Maalesef Avrupa’daki birçok insanın referandumun içeriğinden haberi yok. Tanımamak, bilmemek de düşmanlık getiriyor. Bunun için muhakkak tanıtılması gerekiyor. Fakat tanıtılmasın diye engellemeler yapılıyor. Birçok terör örgütü yandaşları polis koruması eşliğinde düşüncelerini ifade etme zemini bulurken, bakanımıza destek olmak için gelen insanlara tomalarla saldırılması nasıl izah edilebilir? Bu insanlar hiçbir şekilde Türkiye’ye ait olmasınlar, Türkiye’yle olan bağlarını koparsınlar ve tamamen bu toplum içerisinde var olsun istiyorlarsa böyle bir şey mümkün değil. Böyle bir şey Batı toplumu için de bir katma değer değil zaten. Biz geçmişimiz itibariyle ülkemize aitiz. Türkiye’ye aitiz ve Türkiye ile bağlarımızı koruyarak geleceğimiz adına vatan kabul etmiş olduğumuz bu topraklarda hayatımızı idame ettirmek istiyoruz. Ve ilk defa ülkemin Cumhurbaşkanı ‘muhakkak entegre olun’ diyerek esasında bu süreci hızlandıran bir vazife üstlendi. Batının bu anlamda düşüncesiyle, söylemiyle, eyleminin tamamen birbirinden farklı olduğu bir süreç yaşıyoruz.”

Avrupa Türkiye’ye söz geçiremiyor

Dış haberler uzmanı olan Selim Atalay, Avrupa’nın söz geçiremediği bir ülke olan Türkiye’nin büyümesini istemediğini söylüyor. Atalay:

”Türkiye, idaresi Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir’’ diye yarı-şaka bir söz vardır. Galiba bu yüzden Avrupa referandumdan korkuyor. Bu aralar dünyada hiçbir yerde seçim-referandum AB yönetiminin istediği gibi gitmiyor, kimse AB’nin sözünü dinlemiyor, itaat etmiyor, ‘emret’ demiyor, kimse haddini bilmiyor… AB yönetimi için çekilir durum değil. İtaatsiz-hadsizler listesinin başında da Türkiye var. AB yönetimi derken, Almanya ve komutasındaki ‘Çekirdek AB’ olarak görmek lazım. Bu yüzden ‘Hangi AB?’ diye de sormak lazım. AB çoktandır bir-beraber ve bütün değil. Zaten ‘Çok vitesli AB’ diye bir şey çıkartıp AB içinde sınıf ayrımı başlattılar.

AB’de en az 4 ayrı sınıf var. Kendi içlerinde ayrımcılığa başladılar. Birinci sınıf Çekirdek AB, Macaristan’a Polonya’ya söz geçiremiyor. İtalya’da altın çocukları Renzi’yi kaybettiler. Hollanda’yı kaybettiler… Belçika diye bir ülke bilen kaldı mı? Fransa için kıyasıya savaş sürüyor. Güçleri bir tek Yunanistan’a yetiyor. Türkiye’ye de hem söz geçiremiyorlar, hem de Türkiye, İtalya değil, Yunanistan değil. Almanya’ya denk bir ülke.

16 Nisan’da “Evet” çıkacak

AB-Almanya’nın taraf olmaya başlayıp referandumda ‘Hayır’ için ısrar etmesinden yola çıkarak şu sonuca varabiliriz: 16 Nisan’da ‘Evet’ çıkacak. Bunu AB’nin telaşından anlıyoruz. Ankete gerek yok, AB’nin telaşına bakmak yeterli. 16 Nisan sonrasında da Çekirdek AB, AB’nin geleceği için söz söyleme ve etki yapma gücünde bir Türkiye olacağını öngörüyor. AB’ye ‘yanlışsınız, haksızsınız, çifte standarttasınız, adaletsizsiniz’ diyecek bir Türkiye istemezler.

Ve Avrupa’nın geleceğini nüfusu çok olan ülke belirleyecek. Her durumda Türkiye nüfusunun artması gerekiyor. Daha da fazla bebek yaparak Bölgenin ve Avrupa’nın seyrini değiştiririz. Avrupa’nın geleceğini Türk bebekleri belirleyecek. Yaşasın bebekler!”

Referandumu iç meselesi yaptılar

Türkiye’deki Anayasa değişikliği referandumunu Avrupa ülkelerinin bir iç meselesi gibi gündemlerine taşıdıklarını söyleyen Sakarya Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Filiz Cicioğlu, bu ülkelerdeki siyasetçilerin referandumdan “hayır” oyu çıkması için uluslararası hukuk ve diplomasi kuralları ile açıklanamayacak politikalar izlediklerini ifade ediyor:

“Her fırsatta Türkiye’deki demokrasi eksikliğine vurgu yapan Avrupalı devletler Türk bakanların yapacakları toplantıları sudan bahanelerle engellemeye çalıştılar. Bu engellemelerin altında yatan en önemli nedenlerden biri kuşkusuz 2017 yılının aynı zamanda bu ülkelerde seçim yılı olmasıdır. Suriye iç savaşından sonra ortaya çıkan mülteci krizinin ülkelerini etkilemesi, Brexit ile İngiltere’den AB’ye gelen darbe ve son olarak ABD seçimlerini Donald Trump’ın kazanmış olması Almanya, Hollanda, Avusturya ve Fransa başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde aşırı sağın yükselişine sebep oldu. Aşırı sağın oylarını hiç olmadığı kadar arttırmış olması bu ülkelerdeki merkez siyasetçileri de bu şekilde irrasyonel politikalar uygulamaya itti.

Her konuya müdahale edemeyecekleri endişesi

Başta Almanya olmak üzere 15 Temmuz darbe girişimine karşı Avrupa ülkelerinin tepki göstermemesi, aksine darbe sonrası Olağanüstü Hal sürecinde yapılan uygulamalara gösterilen tepkiler ve de Türkiye’yi terörle verdiği mücadelede yalnız bırakması Türkiye’nin giderek AB üyeliğini sorgulamasına neden oldu. Darbe sonrası süreçten başlamak üzere bu ülkelerde özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti ve onun politikalarına karşı gösterilen bu açık muhalefet, Avrupa ülkelerinin Türkiye’deki seçilmiş kişi ve iktidarlara yönelik tahammülsüzlüğünü göstermektedir. Tamamen ülke içi bir mesele olan Türkiye’deki sistem değişikliği durumunda ülkemizin yeni bir düzene geçme ihtimali, Avrupa ülkelerini Türkiye’ye geçmiş yıllarda olduğu gibi her konuya müdahale etmelerini engelleyeceği endişesine sokmaktadır. Bu süreçle birlikte Türkiye’nin daha hızlı kararlar alarak dış politikada daha fazla söz sahibi olması durumu bu ülkelerde demokrasiye yakışmayan uygulamalarla kendini göstermektedir.”


Sevda Dursun, 29.03.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015


İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı