"İlk filmin gösteriminde salonda sandalye bile yoktu. Toplama ağaç taburelerle idare edilmişti."
İlk filmin gösteriminde salonda sandalye bile yoktu. Toplama ağaç taburelerle idare edilmişti.
Önce aileyi tanıyalım: Mevlana ile akrabalığı olduğu söylenen Belh kökenli bir aileye mensup olan genç asker Mehmet Ali, 1910’lu yıllarda orduyla gittiği Rusya’da esir düşüyor. 17 senenin ardından Kafkasya ve İran üzerinden geri dönüyor. O giderken eşi hamiledir. Döndüğünde, kızını evli bulur. Rusya’da eşi, çocukları olduğu söylenir. “Kavas” diye çağrılan, soyadı kanunuyla ise “Koçyiğit” soyadını alan Mehmet Ali çocuk istemektedir. Karısı Haney, ben artık çocuk doğuramam, gel seni evlendireyim, der. Kuma olarak gelen kadın, Piltan’dır. “Kavas”, Piltan’ın doğurduğu iki oğlan çocuğunun büyümesini göremeden ansızın ölür Ofuz köyünde. Söylentiye göre bir ceviz ağacının altındayken çok sevdiği Atatürk’ün ölümünü duymuş, ağlarken ölmüştür.
Haney çok daha önce vefat etmiştir. Genç Piltan ve çocuklarına komşuları sahip çıkıyor. Çocuklar yetişince köye sığamıyor, 1955’de Refahiye’ye taşınıyor çekirdek aile. Fırıncılık yapıyorlar. Bu arada, Piltan’ın oğullarından -ilkokul arkadaşım Eyüp’ün babası olan- Dursun Koçyiğit orman muhafaza memuru olarak çalışırken Mustafa Koçyiğit ticarete atılıyor.
Peki, Refahiye’de hangi alanda boşluk var? 1966’da evlerinin önündeki yolun üzerinde cereyanlı hızar atölyesi açıyorlar. Hemen ardından kasabadaki sinema salonunun yokluğu düşüyor fikirlerine. Evlerinin bitişiğine, alt katında fırın, ahır ve merek (samanlık) bulunan bir ev yapıyorlar önce. Daha sonra üç yüz metrekarelik bir alana sahip, kızak çatılı ilk ev sinema salonu olacak şekilde elden geçiriliyor. Dış duvarları güçlendiriliyor, iç duvarlar ortadan kaldırılıyor, zemin bir balkona doğru yükselecek şekilde kademeli olarak düzenleniyor. Artık sinema salonu olan binanın bitişiğine ise yeni ev yapılıyor bir yandan. Makine, alet edevat için İzmir’e gidiyor ve yanlarında sinema tekniğini bilen bir uzmanla dönüyor, amca Mustafa Koçyiğit.
Ailenin bütün atılımlarında rolü olan dayıları Faik Çalışkan usta, sinema salonunun açılma sürecinde de yer alıyor. Bir hafta içinde öğreniyorlar sinema salonu işletmenin bütün inceliklerini. Sahnesi, perdesiyle kumpanyalara da hizmet verecektir bu sinema salonu.
Kız kardeşim Aynur’la torpilli seyircileriydik “Piltan Teyze’nin Sineması” diye andığımız bu sinemanın. Hafta sonlarında kadın matinesinde parasız girebilirdik; akrabaydık. Çeşitli acemiliklerle Piltan Teyze’nin salonu, sinemayı öğreniyor, öğretiyordu. Filmi izlerken birden ses kesilirdi: “Makinist, ses ver!” Şeritte bir kayma baş gösterirdi: “Makinist, ortala!”
Galip isimli bir delikanlı yaya olarak kasabanın sokaklarında dolaşır ve hoparlörle ilân ederdi: "Dikkat dikkat, bu akşam saat yedide Refah Sineması salonunda…"
Refah Sineması filmleri önce Sivas’tan geliyordu, son yıllarda Erzincan’dan gelmeye başladı. Filmler üçer üçer geliyor, yapım tarihine göre gösteriliyordu. Afişler kasabada beş-altı noktaya asılıyordu. Afişlere dönük bir talep oluyordu seyirciler arasında ama sınırlı sayıda geldiği için bu talep karşılanamıyordu.
Refahiye’ye televizyon gelince, sinema eski cazibesini yitirdi. Koçyiğit Ailesi de yeni iş alanlarına yöneldi. “Refahiye’de hangi alanda boşluk var?” sorusu yeniden masaya yatırıldı. Elektrikli hızar/kereste atölyesini izleyen sinema işletmesinin yerini motorlu değirmen aldı. Seferberlikte Samsun’a göç etmiş bir akrabaları modern değirmen ustasıydı. Geldi ve öğretti. Sinema salonunun yerini değirmen aldı. Arada bir geçiş dönemi olmalı. Koçyiğitler sinema salonunu çarşıya, hastaneye yakın bir yere belediyenin yaptırdığı binaya taşıdılar. Bir yıl kadar bu salonu işlettiler. İşte, televizyonun etkisi olabilir, salon eskisi gibi iş yapamadı. Refah Sineması makineleri ve sandalyeleriyle İsmet isimli bir meraklıya satıldı. Salon 1974’te kapatıldı. Sinema salonu yapılan ev duruyor.
Piltan Teyze’nin büyük torunu –ağabeyim Ümit’in sınıf arkadaşı- Raşit Koçyiğit ile ilkokul arkadaşım olan kardeşi Eyüp Koçyiğit’e ait inşaat şirketinin Zümrütevler’deki ofisinde konuşuyoruz.
Raşit ağabey anlatıyor:
“Gösterime giren ilk film Tanju Gürsu’nun siyah-beyaz bir yapım olan ‘Kara Dağlı Efe’siydi. Bu ilk filmin gösteriminde salon tıklım tıklım olmuştu. En çok ilgi gören film ‘Hac ve Kabe’ konulu bir filmdi, 20 gün izlendi. Köylerden de gelen oluyordu. Köroğlu on gün devam etti. Okulda arkadaşlar sorardı: ‘Yarın hangi film oynayacak, haberin var mı? Beni biletsiz al, bir yerden giremez miyim?’ Salonun dışında minik bir büfemiz vardı. Limonata, külah içinde leblebi satardık. İlk ticari hayatımız orada başladı.”
Benim Piltan Sineması’ndan hatırladığım filmler: Susuz Yaz, Ah Güzel İstanbul, Köroğlu, Kırık Çanaklar, Kızılırmak Karakoyun, Yayla Kızı Yıldız, Son Kuşlar, Kara Sevda, Sevgili Babam, Serseriler Kralı…
Piltan Teyze, gösterime giren filmlerin çoğunu izlerdi. Doğrudan dini konuları olan, kahramanlık içeren, saf ve temiz aşk hikayeleri üzerine kurulu filmleri tercih ederdi. Leyla ile Mecnun, sevdiği filmlerden biriydi. Susuz Yaz’ı da severek izlediğini daha sonra torunlarından Habil Koçyiğit’den öğrendim. En ön sırada oturmayı tercih ederdi Piltan Teyze. Hayat dolu, neşeli, sohbeti tatlı bir kadındı. Üzücü olaylar karşısında kalender bir tutum sergilerdi. Aileyi o yönetirdi. Sabah erkenden uyanıp evi dolaşır, meşhur bastonuyla kapılara vururdu: “Öğlen oldu, ne yatıyorsunuz!”
Her sene köylerden kimsesiz bir çocuk gelirdi Koçyiğitler’e, Piltan Teyze ona bakar, okula gönderirdi. Ayrıca öğle saatlerinde yakında bulunan ortaokula gider, çevre köylerden günübirlik gelen çocuklara yemek veya çerez götürürdü. “Aman evladım, okuyun, bu vatanın size ihtiyacı var.”
Etrafında “Osmanlı” diye nitelendirilen bir kadındı. Nasıl? Kavrayışlı, yiğit, mütehakkim, paylaşmayı seven, cömert.
Gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum. Neşeli adımlarla salona giriyor ve ön sıralarda bir koltuğa oturuyor. Bazen görüyor bazen görmeden bakıyor. Yorumlamaktan geri durmuyor. Perdeye dalıp giden bakışları, filmle ilgili ilk izlenimlerin olumlu olduğunu gösterirdi.
Godard’ın “politik film” üzerine şu kanaatini okuduğumda perdeye dalan bakışları gelmişti gözlerimin önüne: “Eşsiz bir politik film sadece kendi ailesine göstereceği bir film olurdu.”
Cihan Aktaş, 22.04.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.