Takdim
Aynı zamanda mesai arkadaşı da olan Denizli Başsavcı vekili Vedat Kadriözüer, Alper için “Görevine son derece bağlı, devlet adamı, Anadolu insanı, vatanını, milletini seven, teşkilata faydalı olabilmek için gece gündüz azami gayret gösteren, her konuyu incelemek, araştırmak isteyen, görevi devredip de kenara çekilmeyen, her şeye nezaret eden ve nezaret etmek isteyen, son derece iyi bir hukuk adamıydı” diyerek, birlikte yaşadıkları darbe girişimi sonrasını şu ifadelerle anlatır:
“Günlerce eve gitmedik 15 Temmuz’da, Başsavcı Bey olayın başındaydı, gerekli bütün soruşturmayı birlikte yürüttük. Soruşturmanın bir an önce tamamlanması yönünde azami gayret harcadı. Adliyede 24 saate dayanan bir çalışma, üstün bir gayret harcandı.”
Sahici adamlar sahici işler yapar
15 Temmuz sonrası EGS Kongre ve Kültür Merkezi’ni duruşma salonuna çevirip, kalabalık duruşmaların seri bir şekilde yapılmasını sağlayarak ilk iddianamenin Denizli’den çıkmasını sağladığı biliniyor. Pratik karar verme, seri hareket etme, çalışkanlık neyse de en çok da arkadaşlarına söylediği, “Bu yapıyı bitirirse ancak bizim nesil bitirir” sözleri ise bu telaşesinin bir delili. 4 ağır ceza mahkemesi yetmez, 5.’yi kurar, gündüz yetmez gece de çalışır ve tüm ülkeye, belki de yapılanların kıymeti ileriki yıllarda bilinecek olan bir çalışma performansı sergiler, lisede 100’den başka puanı kabul etmeyen bu çalışkan çocuk. “9,75 gelecek bir notu için saatlerce konuştuğumuzu hatırlıyorum. Bir maddeyi eksik yapmış, ben bu hatayı nasıl yaparım diyordu” der, lise arkadaşı İlyas Söğütlü.
Liseyi yatılı olarak okumuş Şehit Başsavcı. Yatılı arkadaşlıkların değerini bilen bilir, kardeşten ötedir oradaki dostluklar. Uzun yıllar görüşmeseniz bile, karşılaştığınızda kaldığınız yerden hiç ayrılmamış gibi devam edersiniz. Siyaset Bilimci İlyas Söğütlü de gençliğin en heyecanlı seyreden lise yıllarında Mustafa Alper’in yatılı arkadaşlıklarının arasına girmiş bir dost. Sanat yönünün ağırlığından, şiir okumalarından, hatta resim yaptığından bile söz ederek farklı bir Başsavcı portresi çiziyor, “Dünya çapında bir ressam olabilirdi” diyor.
Numune Hastanesinde çalışırken beş kere kişisel sergi açtığını da muhtemelen herkesten duyamayız. Söğütlü’ye kalsa, felsefeyle veya bir sanat dalıyla meşgul olsa, sahici eserler bırakırdı bize. Belki de doğrudur, ama zaten adalette de sahici işler bırakmadı mı?
Çok çalışkan diyor ya onu tüm tanıyanlar, Söğütlü şöyle anlatıyor başarı tutkusunu:
“4 yıllık lise hayatı boyunca bir kez 9 olmuştur notu. O da sınav sonucu değil de öğretmenin kanaat kullanarak attığı bir nottu. Onun dışında hep yüz alarak bitirdi liseyi. Fakülteyi de yüzle bitirmek istemişti. Notları 80-90 gelmeye başlayınca, ki bunlar Ankara Hukuk’un en yüksek notları, üç dersi finalde verip, üç dersi de bütünlemede tam not alarak geçmeyi planladı. Günde 12-13 saat hiçbir iletişim kurmadan, birkaç sefer ayağa kalkıp çay içerek çalışabilir. O kadar disiplinli, tutkuludur. Bu topraklarda pek örneği görülmeyecek bir tip. Çok rasyonel, tutarlı, yaşamın alanlarını birbirinden ayırarak yaşardı. Romantizm zamanı romantizm, akılla kavranılacak zamanı akılla kavrayacak bir tutum sergilerdi. Hayatının ideallerinin emrine girmesini isteyecek kadar da idealistti.”
Mona Roza’yı sevdiren adam
Herkes dereceyle üniversite kazanmıyor elbette. Kim bu yüksek puan alan arkadaş diye merak ettiği için tanışmaya gittim onunla diyor, hem sağlık memurluğundan, hem de fakülteden arkadaşı olan Bakırköy Başsavcı vekili Raif Bıkmaz. Hareketli, hitabeti düzgün, hoşsohbet birisiyle karşılaşması ise hayatına hiç çıkmamacasına girmesine, çok özellerini paylaşacak kadar kanka olmalarına sebep oluyor:
“Bana Mona Roza’yı sevdiren adam” derken, şiir tutkusuyla tanışıyoruz Başsavcı’nın. “Okulda şiir geceleri düzenlerdik, Necip Fazıl’dan, Sezai Karakoç’tan çok güzel şiirler okurdu. Kaldırımlar şiirini okuyuşunu hiç unutamam. Yankılanan bir ses tonu vardı. Çok da güzel hobilerle meşguldü. Balık avlanmayı çok severdi mesela. Bir seferinde beni de götürmüştü. Gece sabaha kadar suyun içerisinde zilin çalmasını bekledi heyecanla. Seni bu kadar heyecanlandıran ne diye sorduğumda, ‘Bir canlının sabaha karşı hareketi’ demişti. İnsan sevgisiyle doluydu. Ayrıca çok da çalışkandı. Geceleri hastanede nöbet tutar, gündüzleri okula giderdik. O yoğun tempoda bir gün olsun şikayet ettiğini görmedim. Heyecanla çalışır, bütün işleri kendi sorunuymuş gibi hallederdi. O benden önce tayin olup gitti. 95’te tekrar bir araya geldiğimizdeyse, yepyeni bir heyecanı vardı. Eşiyle yeni tanışmış, evlilik programları yapıyordu.”
Tipik Mustafa tarzı bir çalışma
Okul hayatında çalışkanlığı ile öne çıkan bir insanın meslek hayatı da az çok tahmin edilebilir elbette. Nitekim meslek hayatının başları hep zorlu yerlerde geçer. Stajının tamamlanmasıyla birlikte Konya/Ereğli, Muş/Varto, Afyonkarahisar/Dazkırı, Çanakkale Cumhuriyet Savcılıkları; ancak Çanakkale’ye tayin edildiğinde oradaki performansıyla kendisini gösterebilir ve İskenderun Başsavcılığı’na gönderilir. İskenderun’da bütün faili meçhul dosyaları tek tek okuyup ele aldığını söylüyor Bıkmaz:
“Başsavcı olarak bunları yaparken zorlanmıyor musun demiştim ona. ‘Bölgemde böyle olay istemiyorum, bunlar çözülsün. Faili meçhuller bizim de başımıza gelebilir’ diyerek çok başaralı başsavcılık yaptı. Oradan da Van’a geçti zaten. Van’da durumlar karışıktı. Mustafa, hoş görüsüyle, organizasyon yeteneğiyle, çalışkanlığı ile burayı daha iyi yapar düşüncesiyle vermişlerdi. Çok güzel bir çalışma döneminden sonra, FETÖ yapısı onu olmayan istinaf mahkemesine başsavcı yaptı.”
Devletini seven, milliyetçi yapısı ağır basan, muhafazakar, dindar ve milli düşünen bir insan olduğunu söylüyor onu tanıyanlar. FETÖ’nün kullanamayacağı bir insan olduğu için pasifize ettikleri belli. Van depreminde zorlu süreçlerden geçen Başsavcı, yine de tayin talebinde bulunmaz. Paralel yapının etkinliği kırılınca, Malatya başsavcılığına gönderilir, Malatya’dan da Denizli’ye. Denizli’deki heyecanını herkes biliyor zaten. Denizli’ye gittiğinde fiilen çalışabileceği savcı sayısının 3’te bir olduğunu söylemiş Bıkmaz’a.
“Çoğuna dosya veremeyecek boyuttayım, kendim savcılık yapıyorum, dosyaları bizzat kendim inceliyorum. Diğerleri grup şeklinde hareket ediyorlar. Nerde ne yapacağını kestiremediklerime dosya vermemeye çalışıyorum. Bu da bizim iş tempomuzu üç katına çıkartıyor” demiş. 15 Temmuz’da ilk iddianamenin Denizli’de düzenlenmesine hiç şaşırmadığını söylüyor Bıkmaz, “Tipik Mustafa’nın çalışma tarzı” diyor.
Van’da FETÖ darbesi
Arkadaşlarının çok zor bir dönem olarak işaret ettikleri Van görevi sırasında neler yaşamış, henüz FETÖ’cülerin yaptıkları bilinmezken, onlarla nasıl mücadele etmiş, kendisiyle aynı dönemde Van’da dört yıl boyunca valilik yapan Antalya Valisi Mustafa Karaloğlu anlatıyor. Hukuk nosyonu olan, kaliteli bir hukukçu olduğunu herkes gibi dilinden düşürmeyip, insanların hakkına girmekten korkan bir yapısı olduğunu vurguluyor. Karaloğlu’ndan yazı yazdığını da öğreniyoruz ayrıca. Yazdıklarını bir yerde toplayıp toplamadığını bilmiyor ama “inşallah değerlendirilir” diyor:
“Mustafa Bey Van’a geldiğinde adliye darmadağındı. Kamuoyunu meşgul eden Yaşar Büyükanıt’la ilgili dava, Hakkari üzerinden yürütülen Yüksekova davaları vardı. Bir sene içerisinde adliyeyi toparladı, fakat sürpriz bir şekilde bir sene sonra onu bölge istinat mahkemesi dediğimiz göreve verdiler. Kızak bir görevdi onun için. Rahmetlinin bu davaları takip etmesini istemedi FETÖ’cü yapılar. Bölgeye verildiğinde adliyenin içerisinde oda bile vermediler. Biz ona valiliğe ait yerlerden tahsis ettik. Çok eziyet ettiler rahmetliye. Kimin kim olduğu çok da belli değildi o zamanlar. Bir ağır ceza reisi vardı, herkes onu YARSAV’ın sol kesiminin temsilcisi olarak görüyordu. HSYK’nın yapısı değiştiğinde onu çok iyi bir ile ağır ceza başkanı olarak verdiler. Biz çok şaşırmıştık. Mustafa Bey’e bu şaşkınlığımı ifade ettiğimde kendisinin de anlamadığını söylemişti. Bir ay sonra Yargıtay seçimleri olduğunda şaşkın bir şekilde odama geldiğini hatırlıyorum. ‘Sayın valim, kusura bakma biz böyle diyorduk, ama bu vatandaş demek ki YARSAV’daki paralel yapının temsilcisiymiş, bunu seçtiklerine göre’ demişti. Şimdi o vatandaş da meslekten ihraç edilenler arasında.”
Fakir çocuklar dayanışması
Sağlık Meslek Lisesi’nden mezun olan, sağlık memuru olarak çalışırken Hukuk Fakültesi’ni okuyan kendisi gibi birçok arkadaşı vardır Başsavcı’nın. Av. Murat Zengin de onlardan biri. Her yönüyle örnek gösterilen biri diye anlatıyor Başsavcıyı. Yaşları aynı olmasına rağmen “abi” derlermiş ona hürmeten. Alttan gelen öğrencilere de onu örnek gösterirlermiş. Her zaman, herkese nasıl yardımcı olabilir ki bir insan? Olurmuş işte. O yüzden hep çok sevilmiş, hep çok sayılmış. Kırklareli 60. Yıl Sağlık Meslek Lisesi, işte böyle bir insan yetiştirerek vatana millete armağan etmiş. Lise yıllarında da birlikte olduğunu söylüyor Zengin:
“Ben üniversiteyi kazandığım zaman Mustafa 2. sınıfa geçmiş, sağlık memuru olarak da çalışıyordu. Okul başlamış ama sağlık memuru olarak tayinimiz Ankara’ya çıkmamıştı henüz. O dönemde fakir aile çocuklarıyız, gelirimiz yok. O şekilde okula gitmeye çalışıyoruz. Bir gün bir arkadaşımızla kaldığımız eve doğru giderken, yolda Mustafa’yla karşılaştık, maaşını yeni almış. Öyle yüksek bir maaşı olmamasına rağmen, hiçbir talebimiz olmadan bize 10’ar bin lira çıkarıp vermişti. Bizim için büyük paraydı bu. Kendisi de fakir aile çocuğuydu zaten. O anıyı cenazesinde birbirimize hatırlatınca gözlerimiz doldu. Vefatını duyduğumda saatlerce kendime gelemedim. Hastanede çalıştığımız için normalde çok ölümle karşılaştığımdan ölümler beni etkilemez, ama Mustafa’nın ölümüyle şok oldum. Seyrek de görüşsek aramızdaki bağ o kadar sıkı ve kardeşten öte ki, sanki hiç ara vermemişiz gibi bir samimiyet her zaman için vardı.”
Her konuda abilik, ustalık
Çok güzel hobileri var diyor ya arkadaşları, balık tutmaya devam ettiğini Aydın Ağır Ceza Başkanı Mustafa Ümit’ten öğreniyoruz. Kazadan 11 saat önce Başsavcı’yla telefonda konuşup, hafta sonu balık tutmak için sözleşmişler. En son ne zaman sabaha karşı bir canlının hareketini görmüştür? Sabah kaza haberini alınca şok olduk diyor Mustafa Ümit:
“Ben kendisini çok severdim, haberi alınca çok üzüldüm. Çok büyük bir değeri kaybettik. Yaşı benden büyüktür, bize her konuda abilik, ustalık yapardı. Hukuk Fakültesi’nde okurken, Numune Hastanesi’nde de sağlık memuru olarak çalışırdık. Numune Hastanesi beş-altı bloktan oluşan büyük bir hastane, yemekhaneyi dahi bulamıyorduk. Hem fakülteyle ilgili hem de hastaneyle ilgili her konuda bize yol gösterirdi. Haksız yere zarar verici bir davranışını görmedim. Hastanede hastalara veya ailelerine karşı ilgisi çok hoştu. Genelde hastanelerde kavgalar filan çok olur, Mustafa tam tersi, hasta yakınlarını sakinleştiriyordu. En son Çeşme’den bir toplantıdan dönüyorduk. Onu evine bıraktım. Takım elbiseli haliyle, ısrarla semaverde çay demlemesini unutamam. Misafirperverliği de çok üst düzeydeydi.”
1969 yılında başlayıp, 2017 yılında sonlanan bir hayat ne kadar kısa ve ne çok şey barındırmış içinde. İki çocuklu “baba” Mustafa’yı anmadan olmaz, eşi de kendisi gibi hukukçu olan Hakime Hatıran Alper’in acısına dokunmadan. Evi, işi ve vatanı vardı onun, bir de ardında bıraktığı iyilik anıları. Bu kubbede hoş bir seda bırakanlar gibi rahmetle anıyoruz.
Sevda Dursun, 24.05.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.