"Dişi ve pençesi sökülen aslan yaşayamadığı gibi; kuzuyu meleten de postu değildir. İslam alemi karanlıkta kaybettiğini, lambanın altında aramaktadır: Faizsiz bankacılık sistemi tasarlamak mümkün değildir. Tasarlanması mümkün ve İslam’ın özüne uygun olan; özel hukuku kurulmuş, likit, teminat altına alınabilir, cari finansal enstrümanlara entegre sermaye ortaklığı sistemidir."
Hayrettin Karaman saygı duyulan bir din alimidir. Nitekim kısa süre önce GES senetlerinin faiz içerdiği ve katılım bankalarının portföylerinde bulundurmaması gerektiği yönünde bir fetva verdi. Bu fetvanın medyada yer alması üzerine, gazete haberlerinde "katılım bankaların en tepedeki danışmanı" sıfatı ile anılan Hayrettin Karaman'a 2008 yılında attığım mailleri hatırladım ve blogumda yayımlamaya karar verdim.
3 Nisan 2008 de kendisine attığım mailin ardından Hayrettin Karaman, bu mailden bazı alıntılar ve cevaplar içeren iki köşe yazısı yayımladı. Yazılarına itirazlarımı içeren ikinci mailime ise bir yanıt alamadım.
Kendisine attığım mailleri ve köşe yazılarının linklerini, yadırgadığımı ifade etmekten başka yorum yapmadan veriyorum.
Ancak sizlerin kıymetli yorumlarınızı paylaşmanızdan memnuniyet duyacağımı bilmenizi istiyorum.
Saygılarımla.
İlk Mail:
Selam ve saygılarımla,
Sayın Karaman,
Malumunuz olduğu üzere, Türkiye'de faizsiz bankacılık yaptıkları iddiasında olan bankalar var. İddia eden diyorum çünkü ben, dini ve bu bankaların mevzuatları hakkındaki sınırlı bilgilerimle sundukları finansal hizmetleri incelediğimde, bazı hususlarda sorunlar tespit ediyorum. Aşağıda tespit ettiğim sorunları da sizinle paylaşacağım. Fakat bilginizi rica edeceğim konuyu peşinen aktarayım: Eğer bu bankaların faaliyetleri, gerek ticari yaklaşımları, gerek cari mevzuattan kaynaklanan sebepler ile İslam fıkhına göre tam manada faizsiz değilse; bu bankalara faizsiz bankacılık yapıyorlar demek, önemli mahsurlar taşımaz mı?
Mesela;
Bu bankalara faizsiz demek; hele de sizin gibi İslam alimleri tarafından söyleniyorsa, en azından zımnen bu bankalara, "İslami Banka" demek olmaz mı?
Dünya finans sisteminin faiz üzerine kurulmuş olması, finansal hizmet veren kurumların bu sisteme entegre olma mecburiyeti sebebiyle bir zorunluluk hali söz konusu olabilir. Zorunluluk hali ile İslami sınırlar içerisinde kalan kurumların, bu hallari ile İslami olduklarını kabul etmek; kamil manada İslami bir finans sistemi arayışlarını bizatihi engellemez mi?
Eğer böyle bir zorunluluk hali varsa, bankacılık ve finans işlemlerinin, mevcut faizli sistem içinde hangi sınırlar ve kurallar içinde yapılmasının daha uygun olacağını tarif etmek, doğru olmaz mı?
Faizsiz olduğu iddia edilen bankaların sundukları finansal hizmetler ile; Cenab-ı Allah'ın, faizi haram kılmakla emrettiği, ekonomik sistem değişikliği sağlanmış oluyor mu? Doğru ifade edebilmek için teşbih edersem ki, teşbihteki hatamı mazur göreceğinizi umuyorum; kız çocuklarını diri diri gömerken bu kere bilinen "en merhametli" yöntemle öldürüp, İslama uygun bir cenaze merasimi ile gömmüş olmuyor muyuz?
Parasını hiçbir nam altında nemalanmadan tutmak ve finansman temini için hiç bir nam altında faiz ödememek zorunda olan insanlar bir araya geldiklerinde; İslami ve daha doğru bir takım yöntem ve işler bulmazlar mı? Sat Yap inşaat yönteminde olduğu gibi, diğer üretim alanları için de benzer modeller geliştirmezler mi? Acaba Allah'ın faizi haram kılmasının hikmetine daha yakın olan bu olabilir mi?
Kamil manada İslami olmayan bir uygulamayı, nispeten daha iyi olması sebebi ile İslami olarak nitelendirmek; istismar ve haksız rekabet gibi sebeplerle uzun vadede daha büyük tahribata yol açmaz mı?
Müsade ederseniz mesajımın başında sözünü ettiğim sorunlu uygulamalara değinmek istiyorum:
1. Mevduat toplamak üzere diğer banklar ile rekabet etmek zorundalar. Yani dönemsel olarak dağıtıp açıkladıkları kar payı oranlarının, cari mevduat faizi oranı ile rekabet edebilir olması gerekiyor. Cari faiz oranları çok büyük ve derinliği olan piyasalarda belirlendiğinden dolayı, pratikte faizsiz bankacılık yapan bankalar, sundukları hizmetlerin fiyatını, dönem sonunda cari faize denk getirecek şekilde belirliyorlar. Hatta bir miktar da temkin payı ilave ediliyor.
2. Faizsiz bankacılık yaptıklarını iddia eden kurumlar da bütün bankalar gibi, kredi kartı, tüketici kredisi, konut kredisi, otomobil kredisi vs veriyorlar. Şu farkla ki; faiz oranından değil, fiyat oranından bahsediyorlar. Ödemeler düzenli yapıldığında, diğer bankalar ile arada fark bulunmuyor. Ancak geri ödemenizi yapamadığınızda, diğer bankalardan farklı olarak; kredinin türüne göre değişen kısa bir süre herhangi bir faiz uygulamadan bekliyorlar. Belirlenen süre aşıldığında yine vade farkı (cari gecikme faizi oranı + temkin payı ile belirlenen) uygukanıyor. Dikkat ederseniz gecikme önceden tespit edilen süreyi geçtiğinde borçlu en iyi ihtimal ile diğer bankaların gecikme faizini ödemek zorunda kalıyor. Önceden tespit edilen süre içerisinde kalındığında ise; banka açısından maliyet artışına sebep olduğu için bu maliyetin fiyata önceden yansıtılması gerekiyor. Zaten faizsiz bankaların kredi fiyat oranlarını, diğer bankaların faiz oranları ile mukayese ettiğinizde tüm kredi türleri için diğer bankalardan yüksek olduğunu da görüyorsunuz. Bu şu demek oluyor; eğer bu bankaların faizsiz olmaları sebebi ile İslami olduklarını düşünüyorsanız, borcunuzu da düzenli olarak ödüyorsanız ki, öyle olması da beklenir; daha pahalıya kredi kullanmış olduğunuz gibi, gerçekten İslam'ın adalet ve merhametine ihtiyaç duyacağınız bir durum hasıl olduğunda; bu merhametten de mahrum kalmaya devam ediyorsunuz.
3. Büyük miktarlardaki mevduatları yatıracağınızı söylediğinde, faizsiz banka müdürleri ile kar payı pazarlığı yapıldığı söyleniyor. Buradaki söyleniyor lafını tamamen söylenti olarak almayın lütfen sadece size ispat edemem.
Sayın Karaman, yazdığım mesaj, sahsınızı eleştiriyor gibi algılanabileceği için amacımın bu olmadığını özellikle belirtmek isterim. Kıymetli vaktinizi aldığım için özür diler, ilginize şimdiden teşekkür ederim.
Saygı ve selamlarımla,
İlker Erinç
Hayrettin Karamanın Yazıları:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/katilim-bankalari-ve-faiz-10555 25.04.2008
http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/katilim-bankalari-ve-faiz-2-10599 27.04.2008
Yanıtsız Kalan İkinci Mail:
Selam ve saygılarımla,
Sayın Karaman,öncelikle daha önceki sorularıma vakit ayırarak cevap vermenizden dolayı teşekkür etmek isterim. Ancak tatmin olamadığım bazı konular hakkında, tekrar bilginize baş vurma ihtiyacı duyuyorum. Benimle aynı çelişkileri yaşayan yüzbinlerce kardeşimin varlığı ve omuzlarımda hissettiğim sorumluluk hissi ile kıymetli vaktinizi tekrar aldığım için özür dilerim.
1. Ödemelerin gecikmesi halinde karın karı alınmak zorundadır:
Katılım bankalarının çoğunun uyguladığı iki formülden söz ediyorsunuz:
Bir. “Daha başta akdi yaparken belli bir vadeyi kesinleştirmeyip vadeli satım listesi üzerinde anlaşmak ve fiilen ödeme zamanındaki vade farkını “akdin gereği olarak” uygulamak.”
Bu uygulama, dört mezhebe göre de haram değil mi?
İki. “Ödemenin yapılmadığı dönemde kurumun ne kazandığı kesin ve sabit (böylece uğranan zarar da sabit) olduğundan bu zararın tazmin yoluyla tahsili.”
Peki bu formülü, bütün tüccarların vadesinde ödenmeyen alacaklarına uygulaması caiz midir? Yoksa katılım bankalarına özel bir ruhsat mıdır? (1 Mayıs 2008 tarihli yazınızda bu konu ile ilgili; “Vade dolduğu halde borç ödenmez, aradan bir süre daha geçer ve bu arada para değer kaybına uğrarsa bunun da (enflasyon farkının) ödenmesi gerekir” demişsiniz.)
Madem katılım bankaları, peşin alıp vadeli satmak şeklinde meşru bir ticaret yapıyorlar; niçin onlara özel bir ruhsat veriliyor? Üstelik peşin alınıp vadeli satılan malın; borcun vadesindeki ve gecikmiş ödemenin yapıldığı tarihteki fiyatları da belli olduğundan, değer kaybının (enflasyonun) kesin olarak hesaplanması mümkündür.
Fakat katılım bankaları da diğer ticari müesseseler gibi vadesinde ödenmeyen alacaklarına yalnız enflasyon oranında vade farkı uygularlarsa; diğer “faizci bankaların” faiz oranları nispetinde kar payı dağıtabilmeleri için, onlardan çok daha yüksek kar payı oranları ile kredi vermeleri gerekir; yani veremezler.
Sebebi ise açıktır: Katılım bankalarının, alım satım işinden yani, işin ticaretinden karları yoktur. Yani ortada bir ticaret olmadığından, diğer bankalar gibi sadece paradan para kazanırlar.
Şu hususu tespit edelim ki; katılım bankalarının var olabilmeleri için diğer tüm bankalar gibi, vadesinde ödenmeyen alacaklarını, katlayarak; yani faizin faizini (karın karı mı diyelim?) alarak büyütmeleri gerekir. Paradan para kazanmanın başka yolu yoktur.
Borçlunun yükümlülüğü; alacaklının anapara üzerinden sonradan etmesi muhtemel karını da kapsayacak şekilde genişletilemez. Yalnız ödemesi geciktirilen ana paranın, ödeme yapıldığı dönemdeki değerinin korunması ile sınırlı olmalıdır.
Peki bir alış verişte tüm risk ve yükümlüğün; tamamen, üstelik alacaklının bu alışverişten sonraki olası karı hata ve hatta olası karın da karı, onun da karı hesabı ile hiçbir üst sınır olmaksızın, yalnızca borçluya yüklenmesi caiz midir?
Kaldı ki; kurumun ödeme yapılmayan dönemde ne kazandığı kesin ve sabit değildir, olamaz da: Yapılan herhangi bir vadeli satımda; tüm taksitler ödenmeden karın; kaç taksitin ne kadar aksayacağı bilinmeden zararın; taksitlerin bir süre düzenli ödenmiş olması ile gelecek taksitlerin de düzenli ödeneceğinin; kesin olarak bilinmesi söz konusu olamaz.
2. Katılım bankalarının ortaklığa ağırlık vermemeleri:
“Faizsiz bankalar ağırlığı ortaklığa verirlerse “emredilen ekonomik sistem”in önemli bir bölümü gerçekleşmiş olur. Bu bankalar potansiyel ve ilgili mevzûat bakımlarından buna müsait durumdadırlar. Engel, toplum ahlakındaki arızadan geliyor” diyorsunuz:
Potansiyeli ve mevzuatı müsait olmasına rağmen, aradan geçen bunca seneye rağmen hala ortaklığa ağırlık verilmemesi; katılım bankalarının sahipleri ve yöneticilerinin de kolayına geliyor yada onların da ahlaki arızalarından kaynaklanıyor olabilir mi?
Gerçek manada ve meşru bir ortaklık yapılabilmesi için katılım bankalarının da uzmanlık bankaları şeklinde tasarlanmış olması gerekir. Bu yönde herhangi bir girişimi olmayan katılım bankaların, böyle bir niyetleri olmadığını düşünmek; herhalde suizan kabul edilemez.
Ahlaki arıza kimden kaynaklanırsa kaynaklansın; tedavinin ilk aşaması, teşhis edilmesi değil midir?
3. Kar payı oranı ile cari faiz oranının eşitliği:
Açıklamanızda verdiğiniz bakkal tefeci örneğinden, meramımı doğru anlatamadığım sonucunu çıkarıyorum. Katılım bankaları, diğer bankalarca oluşturulan cari faiz oranlarına ulaşmayı hedef alarak, kendi kar payı oranlarını belirliyorlar. Yani tesadüfi bir durum değil; aslında izinden gitme yada birlikte hareket etme durumu söz konusu. Bu noktadan yola çıkarak bir aidiyet sorununa dikkatinizi çekmek istiyorum:
Şöyle teşbih edersek; aslan, ayı yada akbaba ile koyun, papağan ve balığın farklı tasnif edilmesi önemlidir. Katılım bankalarının halihazır faaliyetleri göz önüne alındığında, diğer bankalar ile aynı grupta yer aldıkları, aynı amaca uygun stratejiler ile hareket ettikleri ve tehditler karşısında benzer refleksler geliştirdikleri açıktır. Zaten sizin ifadenizle “faize yaklaşmalarındaki zaruret”, son tahlilde; dahil oldukları grubun, hakim özelliğidir, alametidir.
Katılım bankalarının iştigal konularının, ortaklık, kiralama, peşin alıp vade farkı ile satmak olarak belirlendiği, kağıt üzerinde doğru olsa da uygulama farklıdır: Kiralama işlemleri, itiraz etmediğim, zaten Türkiye’deki vergi mevzuatı sebebiyle son derece sınırlı gerçekleştirilen bir faaliyet olarak konumuz dışında tutulmalıdır. Fakat, ortaklık ve peşin alıp vade farkı ile satma işlemleri sorunludur:
Katılım bankalarının kar zarar ortaklığı ile bankanın herhangi bir ticari faaliyete ortak olarak; bu faaliyetin karına zararına ortak olması birbiri ile karıştırılmamalıdır. Katılım bankalarının kar zarar ortaklığı; bankaya mevduat yatıran mudiler ile bankanın, pratikte sadece peşin alıp vadeli satma işleminin karı ve zararı ile sınırlı bir ortaklığıdır.
Borçlunun, alım satım bedelinin üzerinde teminat verdiği; borçlar ve bankalar kanunlarının ilgili hükümleri ile verdiği teminatın yanında, tüm mal varlığı ile de sorumlu olduğu; üstelik borcun, karın karını da kapsayacak şekilde tanımlandığı bir “ticaret”te katılacak bir zarar ihtimali yoktur. Bu durumda kar ve zarara katılım da söz konusu değildir. Olsa olsa karın, küsurat bazında belirsizliği söz konusudur.
Katılım bankalarının kar payı oranlarının, mevduat bankaları ile daima aynı seyretmesi; kimin kimle ortaklık yaptığının işareti olması bakımından ayrıca anlamlıdır.
Değilse; katılım bankalarının kar payı oranlarının, ortaklık yapılan sektörün karlılığına uygun olarak değişkenlik göstermesi; sıklıkla mevduat faizinin oldukça üzerinde seyretmesi, zaman zaman da ekonomideki olumsuz gelişmelerden etkilenerek zarar edilmesi gerekirdi. Oysa kendilerinin de iftihar ile belirttikleri gibi katılım bankaları, finans kurumu statüsünde faaliyet gösterdikleri dönemden beri hiç zarar etmedikleri gibi; elde ettikleri karlar, her zaman cari faiz oranı ile neredeyse aynı, gerçekleşmiştir.
Baştaki teşbihe geri dönersek; katılım bankaları, genleri ile oynanmış; koyun postlu aslanlar, papağan tüylü akbabalar gibi hilkat garibeleri olarak tasavvur edilmeli; tasnif edilirken ayrı bir dikkat gösterilmelidir. Koyun ağılına sokulan aslan, ormandaki aslandan çok daha tehlikelidir.
O halde kanımca; peşin alıp vadeli satma işlemi olarak adlandırlan faaliyetler de bu bakış açısı ile yeniden değerlendirilmeli, postuna tüyüne değil; özüne, sonucuna bakılmalıdır:
Eğer bu bankaların peşin alıp vadeli satma işlemi, bilindik ve helal bir ticari işlem olsaydı; her ticaret gibi, ekonominin canlı olduğu dönemde karlılığı yüksek, ekonominin sorunlu olduğu dönemlerde karlılığı düşük olurdu. Oysa ve ne hikmetse; katılım bankalarının kar payı oranları, ekonominin bozuk, cari faiz oranlarının yüksek olduğu dönemlerde yüksek; ekonominin canlı, faiz hadlerinin düşük olduğu dönemlerde düşük seyretmektedir. Ticaretin işleyişine ters; faiz ve bilindik banka işleyişine birebir uygun!
Kar payı oranlarının, ekonominin durgun olduğu dönemde, cari faiz oranlarına uygun olarak yüksek tespit edilmesi, ki bu durum tesadüfi değil, tasarlanmış bir durumdur; işte bu noktada çok önemlidir:
Dinimizce meşru kabul ve teşvik edilen gerçek ticaret ve üretimin, kriz dönemlerinde ihtiyaç duyduğu ekonomik canlılığın (alış veriş) önü, yüksek kar payı oranları verilmesi sebebi ile kesilmektedir. Yani yüksek kar payı alma imkanı oluşturulduğunda; Müslüman mudiler de (hem de gönül huzuru ile) bir yandan alış verişi keserek paralarını mevduata yatırken, diğer yandan darda kalanların mallarını zararına sattıracak şartların oluşmasını beklediğini açıkça ifade eden örnekler de görülmektedir. Çünkü; menfaat ve tehdit uyumunun, davranış kalıplarını belirlemesi kaçınılmazdır. İşte size papağan tüylü akbaba!
Tersi gerçekleştiğinde, yani piyasa canlanıp, alış veriş arttığında; düşen kar payı oranları, tasarrufu değil, tüketimi (hatta Türkiye gerçeğinde israfı) teşvik etmektedir. Menfaat ve tehdit uyumunun şekillendirdiği bir başka davranış kalıbı; buyurun size koyun postunda aslan!
Katılım bankalarının sahipleri ve büyük sermayedarları açısından baktığınızda şu gerçeği görürsünüz ki; mevcut işleyişleri göz önüne alındığında, diğer bankalar ile aynı tehdit ve çıkar algılamalarına sahiptirler. Yani aynı korunma reflekslerini sergileyip aynı ticari politikaları uygularlar. “Ayıdan dost olamaz” nasihati ile biten bir kıssa vardır; işte tam da öyle!
Sizce bunlar Müslümanlara; yani İslam’a uygun davranış kalıpları mıdır?
Özür dileyerek gündemi işgal eden olayı hatırlatmak istiyorum; ondört yaşındaki kızcağıza imam nikahı kıyılmış ve şekil şartları yerine getirilmiş olsaydı; bu iğrenç olayın, İslami olarak nitelendirmesi mümkün olacak mıydı?
4. Diğer bankaların uygulamaları:
Katılım bankaları ile diğer bankaların konut, iş yeri, ve otomobil kredilerinin; İslami merkezden aynı uzaklıkta ve zorunluluk hali ile İslami sınırlar içinde kaldıkları niçin söylenemez?
5. Sonuç:
Kanımca;
Dişi ve pençesi sökülen aslan yaşayamadığı gibi; kuzuyu meleten de postu değildir. İslam alemi karanlıkta kaybettiğini, lambanın altında aramaktadır: Faizsiz bankacılık sistemi tasarlamak mümkün değildir. Tasarlanması mümkün ve İslam’ın özüne uygun olan; özel hukuku kurulmuş, likit, teminat altına alınabilir, cari finansal enstrümanlara entegre sermaye ortaklığı sistemidir.
Bu sistemin kurulması zor değildir. Zor olan; hörgücü, deve hörgücü; boynu, deve boynu; ayağı deve ayağı diye tarif etmeyi bırakıp; deveye, deve demektir.
Zaruret hali ile bankacılık sistemini İslami sınırlar içine sokmaya çalışmak yerine; zaruri olanın, doğru tasarlanmış sermaye ortaklığı sistemini kurmak olduğu kabul edilmelidir.
Sayın Karaman, ilginize, sabrınıza ve hoşgörünüze teşekkür ederim.
Saygı ve selamlarımla,
İlker Erinç, 03.06.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Figürler ve Düşünceler
İlker Erinç Yazıları
Takip et: @ilkererinc
İlk Yayınlandığı yer:
http://ilkererinc.blogspot.com.tr/2012/03/hayrettin-karaman-ve-katlm-bankalar.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.