"Sadece alfabe değil şehir de hatırlar."
Hanımefendileri Samiha Ayverdi anlattı, sarayı Reşat Ekrem Koçu; eksik kalanları ise bazen Halide Edip’ten okuduk bazen Namık Kemal’den. Resmi tarihin sayfalarını gölgeleyen yalanları da Necip Fazıl’dan, Kadir Mısırlıoğlu’ndan, Mustafa Müftüoğlu’ndan okuduk. Dilencileri, kalpazanları, haraç yiyenleri, kahvede sabahlayan sorumsuz gençliği, trolleri, sokak çocukları ve kara bahtlı kadınları yok muydu Osmanlı toplumunun…
Laisist Cumhuriyetçilerin ısrarlı ve toptancı Osmanlı nefretindeki ölçüsüzlüğü, başka türlü açıklamaların arayışına zorluyordu tabii. Ali Fuat Bilkan “Fakihler ve Sofuların Kavgası/17. Yüzyılda Kadızâdeliler ve Sivasîler”de başka bir açı ortaya koyuyor. Tartıştığımız, ayak bağımız haline gelen pek çok konu yerden bitmedi. Bugünkü birçok sıkıntımızın kökenini geçmişte bulabiliriz.
Serpil Çakır Osmanlı Kadın Hareketi’ni yazmasaydı 90’larda, tarih kitaplarında tasvir edilen kadın dernekleri ve gazetelerinden yoksun bir Osmanlı çağı yorumları etkisini koruyacaktı okur yazar kesimlerde. Ulusalcıların abartılı yergisi abartılı övgüde karşılık buluyordu. “Harf Darbesi”nin oluşturduğu duvarın arkasında uzayıp giden yüzyıllar pürüzleri atlanarak yüceltiliyordu. Her şey kuşkusuz kötüye gidiyordu şimdiki zamanda.
Cumhuriyet, gri kamu bloklarıyla hafızası alınmış şehirler inşa etmeye çalışmıyor muydu? Kolay, ucuz ve esnek yapı malzemesi beton, içine yerleştirilmiş metallerle birlikte maziyi ve tabiatı silip geçiyordu. Sadece alfabe değil şehir de hatırlar. Bugüne yabancılığını korumak unutmamanın bir yoluydu ve yersiz yurtsuz kılıyordu sahibini. Hafızası alınmış kentlere yerleşmek mümkün olabilir miydi zaten?
Demek ki betonlaşmayı sadece Kemalistler gerçekleştirdiği için eleştiriyormuşuz, soğuk halkevi binalarını da, üsluplarında yaşayacak olanlara dair hiçbir işaret bulunmayan -Bauhaus imzalı- kübik evleri de… Bir tarafta televizyonda Huzur Sokağı dizisi apartmanlaşmayla kaybedilen mahallenin hüznünü tasvir ederken, diğer tarafta buldozerler Miami tarzı siteler için oturmuş dokuları sağlamına çürüğüne, ağacına bahçesine bakmadan yıkıp geçiyor. Harvey “kent hakkı”ndan söz etmeden önce, komşunun komşu üstünde hakkı vardı. Gökdelen alıp başını gidemez sanırdık, manzaranın gaspı kul hakkına girmez miydi…
Nuri Pakdil’in “Putyapımevleri”, yüksek modernist mimarinin amaçlarına karşı radikal bir eleştiri içerir. Şimdilerde Pakdil adına sıklıkla programlar yapılsa da bu önemli eserinin bahsi geçmiyor bir platformda. Sanki, maddi kaynağa ihtiyaç duyulduğundan şimdilik işler böyle yürüyebilir, eski çeşmelerin çınar ağaçlarıyla gölgelenmiş labirent sokakları, bir semte kişiliğini veren koruluklar, zorunlu olmayan projeler hesabına tarihe karışabilir.
Geçmiş hala nostaljiyle anılırken şimdinin özlem ve ihtiyaçları için bir kez daha yeniden tasvir ediliyor, dizilerle, popüler tarih anlatılarıyla. Marmaray panolarında ise gökdelenleri değil kadim İstanbul siluetlerini görüyorsunuz.
Kuzey ormanlarının yok edilmesinin üzüntüsü nasıl olur da sadece hükümete kör muhaliflikle açıklanabilir, Cahit Zarifoğlu’nun “Ağaçlar” şiiri okunurken?… Kuşkusuz tarihi birçok açıdan okuyup yorumlamaktan uzak durmanın getirdiği bir hazırlıksız yakalanma halinden mustaribiz.
Bu yaşananlar kalkınma amacına yoğunlaşmanın getirdiği bir duyarsızlaşmayı mı gösteriyor yoksa henüz tanımlanamayan durumun adını koyma çabasından söz edilebilir mi? İslami kesim çevre eleştirisini süreç içinde “öteki” saydığı kesimlere bıraktı. AK Parti iktidarı yıllarının kalkınmacı uygulamalarının yol açtığı yıkımların bir sonucu, nostalji nöbeti değişimi.
Şimdiki zaman, geçmişin birikmiş umutlarını tüketen bir değirmen gibi olduğundan, idealistler kolaylıkla karamsarlığa kapılıyor. Şimdinin hakim söylem ve icraatlarının kabul edilemezliği nispetinde seçilen sahneleriyle bir sığınağa dönüşüyor mazi, bir kez daha. Dünün betonlaşma sorgulaması yapan kesimleri bugün ormanlık alanlarda seçkinler için hazırlanan villalar karşısında nasıl bir cümle kuracağını bilemediği için de iyilik veya acılarla dolu mazi hala güncel atıf zemini.
Şimdilerde tahripkar çevre politikalarını eleştiren kimi yazarlar, betonlaşma konusunda endişelerini dile getirirken eskiden muhafazakar kesimin gündeminde yer tutan “gravürlerde kalan güzel şehir” yorumlarını sahipleniyorlar. Bu tür yazılarda eskiye göre daha tahammülsüz, kavgacı, saygısız, öfkeli, hırçın ve kindar olduğumuza dair tespitler de yer alıyor. Bu belki bir açıdan doğru, ancak başka bir açıdan da bir “öteki kesim” körlüğü ifade eden bir tespit. Rövanşlarla yol alan toplumda çeşitli iktidarların seçkinleri ötekinin sesini duyma konusunda genellikle bahanelere sığınıyorlar.
Birbirimizin tecrübelerinden yararlanmaya izin vermeyen bilinçli sağırlık nedeniyle nostalji nöbeti aramızda dolaşıyor. Bugüne dönük reddiye geçmişi yüceltmeye götürürken tarihi doğru anlamanın da bir engeline dönüşüyor. Gerçek bambaşka bir yerde oysa, bugün ile dünün doğru dürüst okumalarından ve yaşantılarından çıkarılan derslerin muhasebesinde. Bu derslerin öğrenciliğini sürdürmek ise bugünden düne kaçışa izin vermeyecek bir hakikat saygısıyla olası.
Cihan Aktaş, 10.06.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.