"TEOG’un kırsal kesim şampiyonları, eski kırsal dünyasına denk gelen yeni kent yaşantıları üzerine de düşündürüyor. Kırsal mahrumiyet aramızda, kent madunlarının çalışma düzeninde kendini gösteriyor şimdi."
Yaz başında mevsimlik işçilerle ilgili haberlerde bir artış baş gösteriyor. Aileler Urfa’nın bir ilçesinden çoluk çocuk kalkıp Erzincan’a tohumlama, yabani ot ayıklama, çapalama ve hasat işleri yapmak için gidiyorlar. 5 ay boyunca çadırda yaşıyor, 30 lira yevmiye karşılığında günde 12 saat çalışıyorlar. Bu şartlar altında mevsimlik işçinin çocuğunun ilkokul bitirebilmesi bile mucize eseri olur. Bulundukları yerde iş bulabilseler yollara düşmezlerdi.
Mevsimlik işçi elbet yeni bir olgu değil; yeni olan, eğitim seferberliklerinin göz önünde bulundurmadığı hayatların boşlukta sallanmaya terk edilen hayalleri. Mevsimlik işçinin çocuğu ya mevsimlik işçi olarak yaşayacak ya da başka bir alanda işçilik yapacak.
Bu mesele hurdacıların hayatının da acımasız bir gerçeği. Hurdacılık çoluk çocuk birlikte yapıldığından, çocuklar da aynı iş dairesine mahkum oluyor. Bu konuyu Esenler’in Karabayır Mahallesi’nde, Şahin Kıraathanesinde konuştuk mahalle halkıyla önceki hafta.
Karabayır’ın kıdemli sakinlerinden Fikri Yolcu 1960’da ailesiyle birlikte Tokat’tan İstanbul’a göçtüğünde, önce Merter’de yaşadı, beş sene kadar. Bir müteahhitin yanında çalışıyor; Davutpaşa, Yüzyıl, Atışalanı Mahallesi ve Beşyüzevler çevresine elektrik teli çekiyordu. 15 sene bir çadırda kiracı hayatı sürdürdü. Horasan kökenli Roman bir ailenin çocuğuydu. Çadırda geçmişti çocukluğu ve ilk gençliği. Atışalanı’nın merası olan Karabayır’ın uzayıp giden boşluğu dikkatini çekti. Köye gelip bir emlakçıdan metrekaresi 75 kuruşa arsa aldı. Her ay 25 kuruş taksit ödüyordu.
Para kıtlığında kağıt teneke toplayarak üç katlı yığma, 120 metrekare genişliğinde bir ev yaptı Fikri Bey 1971’de, eşi Şeker Hanım’ın desteğiyle. “Rahmetlik” Şeker Hanım ufak oda sevmiyor, şurası şöyle geniş olsun diye tarif ediyordu. Sırtında beton çekti. Aksaray’a gidip ucuz malzeme aradı Fikri Bey. İki ay içinde tamamlandı zemin kat ve yerleştiler. Bu arada Tokat’tan önce 15, altı ay sonra ise 30 akraba aile taşındı Karabayır’a. Hepsi de at arabalarıyla Güngören, Bağcılar, Tabya, Küçük Çekmece civarında hurdacılık yapıyorlardı. Yıllar akıp giderken at arabalarının yerini kamyonetler aldı. Nerede bir imalat sanayii var, oraya çıkıyorlardı. Gece işiydi hurdacılık; “her türlü pislik gece çıkarılır orta yere.” Grup halinde, ailece, eş, çoluk-çocuk birlikte çalışmaları gerekiyordu. Çocuk ya hurdaya gidecek ya aç kalacak; o yüzden okuyamıyor Romanlar’ın çocukları. Çocuk kendine gelinceye kadar yaşı 20’yi buluyor. Ondan sonra da okuyamıyor; bu, Roman çocuklarını hurdacılığa mahkum eden bir kısır döngü.
Paul Willis’in “İşçiliği Öğrenmek-Sınıf, İşçilik ve Eğitim: İşçi Çocukları Nasıl İşçi Oluyor?” başlığını taşıyan kitabı bu kısır döngüyü irdeliyor. “Okulsuz Toplum” kimisi için romantik veya hikmetli bir ideal, kimisi için ise işçi çocuğunu işçiliğin sınırlarında tutan bir şiar.
4+4+4 şeklinde formüle edilen zorunlu eğitimle çocuk işçi nüfusunun bir hayli azaldığı muhakkak. Esenler’de konuştuğum bir tekstil atölyesi sahibi, 18 yaşına gelen gencin öyle kolay çıraklık eğitimi şartlarına uyum gösteremeyeceğini söylemişti. Çöküş sürecine giren tekstil atölyelerini Suriyeli işçi aileleri kurtardı. Düşük ücretle ve sigortasız çalıştıkları için ayrıca tercih ediliyor Suriyeli işçi. Bütün bunlar şehirlerin bodrum katlarında ya da fabrika çevrelerinde yeni bir kırsal oluştuğunu düşündürüyor. Ailelerinin yazgısına bağlı olarak kendi kaderlerine terk edilmiş Roman çocuklar hurdalık alanlarda geçirilen gecelerin ardından nasıl okul sıralarına yerleşebilir?
Willis’in kitabındaki tartışmalar, İngiltere’nin merkezinde yer alan büyük bir kentin bitişik bir parçası olan ve kendisinin Hammertown olarak adlandırdığı bir kentte, işçi sınıfı karakterine sahip sosyal konutların bulunduğu, işçi çocukları yanı sıra göçmen çocuklarının da devam ettiği bir okulda, on iki erkek çocuğuyla oluşturduğu bir grup çalışmasına dayanıyor.
“İşçiliği Öğrenmek” kitabı, işçi çocuklarının işçi olarak kalmasını getiren hayat uzamını da irdeliyor. Orada çocuk için başka bir imkanın önünü kesen okul ortamından uzak kalmak değil sadece, bilinci ele geçirirken derin bir öfke kaynağı haline gelen “işçi dünyası”nın sınırları. Sınırlar ise imkana dönüşmüyor bu uzamda: Kentin veya mahallenin değişmeyen imgeleri değişmeyen bir yazgıyı yüceltmeye sevk ediyor.
TEOG’un kırsal kesim şampiyonları, eski kırsal dünyasına denk gelen yeni kent yaşantıları üzerine de düşündürüyor. Kırsal mahrumiyet aramızda, kent madunlarının çalışma düzeninde kendini gösteriyor şimdi. Hiç değişmeyecekmiş gibi görüneni yazgı gibi benimsemekten kurtaramayan eğitim sistemi, bu kısır döngünün asıl sorumlusu.
Cihan Aktaş, 14.05.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Haberiyat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.