Bir ses, içinin derinliklerinde cılız bir ses yankılanıyordu Sacit’in ‘Ne duygularım kör, ne kalbim ölü!’
Bölüm Dört
SONSÖZ
Birden içteki vaiz Sacit’in sesi kesildi. Dadaş Sinemasının ön kapısı açılmış, birer birer, ikişer ikişer dershane öğrencileri çıkmaya başlamıştı. Sacit’in kalbi duracaktı neredeyse, neredeyse kalbi durmuş diyecekti görenler, neredeyse nefesi kesilecekti. Kesilmişti neredeyse. Neredeyse dizleri üstüne çökecekti bedenine kurşunlar saplanan Mahmut gibi Durmazpınar gibi yüzüstü kapaklanacaktı yere ve fakat işte durmadı kalbi. Ve kesilmedi nefesi de. Ve dizleri üstüne çökmedi ve yüzüstü kapaklanmadı yere.
Füsun kapıda henüz belirmemişti daha. Birazdan belirecekti belki o belirdiğinde duracaktı kalbi. ‘Kalbi durmuş!’ diyecekti görenler belki de. Trafik uyarı levhasının direğine yaslanıp kaskatı kesilecek, görenler ‘Yazık, soğuktan donmuş bir meczup!’ diyecekti belki de. Ve işte belirmişti.
İçinden geçirdiği kara düşüncelerden bir teki bile gerçekleşmedi. Ne kalbi durdu, ne kaskatı kesildi, ne soluk alamaz bir haldeydi ne dizleri titremekteydi. İşte cam kapıyı itmiş ve çıkmıştı binadan Füsun. kendinden emin, kendine güvenir bir tavırla yalnız başına merdivenlerden inmeye başladı.
Sacit’in ilk gördüğü –yani fark ettiği- günkü kıyafetleri vardı üzerinde. Bu kere başında yünden bir kadın şapkası –hani şu siyah beyaz filmlerde kış sahnelerinde kadın kahramanın hafif sola yatırdığı yünden şapkalar olur ya işte onlardan ve fakat onlar gibi hafif yana yatırmış değil- vardı ve şapkadan fışkıran siyah saçlar daha bir çarpıcıydı nedense. Nedense Sacit’in gözüne öyle gelmişti. Bir başkalık olmasa da bir başkalık bulmak Sacit’in işiydi. Bulurdu. Hem zorlanmadan bulurdu. Bulduklarının kendi icadı olduğunu bile bile öyle olduklarına başkalarını –özellikle Öteki’ni- inandırmak için çırpınırdı. Şimdi Öteki yanında olsa kesin sık boğaz eder, şapkadan taşan saçların görkemi üzerine abuk-sabuk savlar ileri sürerdi. Allah’tan Öteki burada yok da biz de bu sıkıntıdan kurtulmuş oluyoruz.
Füsun merdivenlerden indi sağa sola bakmadan, başı önünde sağa döndü ve dikkatli adımlarla yürümeye başladı. Tali yolu geçince nirengi noktası olarak adlandırılan yerde kımıltısız duran Sacit hemen fırladı yerinden. Füsun’u yakalayacak ve ne söylemesi gerekiyorsa söyleyecekti. Kesin kararlıydı. Bu karar kalbinin şiddetli bir çarpıntıya düşmesine neden olmuştu ve fakat Sacit bunu umursayacak değildi. Hoş umursanacak bir şey de değildi. Hemen hemen yetişmişti Füsun’a aralarında belki beş belki on adım ya var ya yoktu.
Daha da yaklaştı beş adım. Üç adım! Daha kaç adım kaldığını saymasına fırsatı olmadan, hiç ummadığı, hiç ummayacağı, hiç beklemediği, hiç beklemeyeceği, hiç kondurmadığı, hiç konduramayacağı, hiç düşünmediği, hiç düşünemeyeceği, aklının ucundan dahi hiç geçirmediği, hiç geçiremeyeceği o meşum, o uğursuz, o ilençli, o lanetli, o mide bulandırıcı sesi duydu. Füsun öyle böyle değil bayağı hem de oldukça güçlü bir sesle yellenmişti ve utanmıştı. Ayağını yere sürterek yellenmeye benzer bir ses çıkarmaya çalıştı kabahatini örtmek için. O esnada yanından geçip gitmekte olan orta yaşlı bir adam tiftik eldivenli ellerinden birini –sanırım solak olduğu için sol elini- burnuna götürdü ve;
- Hadi sesinin hale yola koydun da ya kokusunu ne yapacaksın? dedi alayla, Füsun adamın söylediğini duymazdan gelip adımlarını hızlandırdı. Bir an önce suç mahallini terk etmeye çalışan her hangi bir suçlu gibiydi yürüyüş tarzı. Sacit olduğu yerde kalakalmıştı. Kuma saplanıp kalan bir aygır gibi zınk diye durmuştu olduğu yerde. Füsun’un peşinden koşup teselli etmesi gerektiğini söyleyen içindeki Sacit’lerden bir Sacit’in yalvarışını duymadı bile.
Koşup gitmeli, ‘Sen o densizin söylediğine kulak asma! İnsanlık hali! Herkesin başına gelebilir! Üzülme!’ demesi gerekiyordu. Gidip yapabilir miydi o denileni? Kızı daha da utandırmaz mıydı? Kız kızıp bir de tokat aşketmez miydi donmuş sağ yanağına –Füsun solaktı- böyle olur muydu? Bilmiyoruz. Eğer Sacit olduğu yerde donup kalmasaydı iç sesini dinleseydi, gidip kızı teselli etseydi biz de öğrenirdik ne olacağını. Olmadı.
Bir ses, içinin derinliklerinde cılız bir ses yankılanıyordu Sacit’in ‘Ne duygularım kör, ne kalbim ölü!’
Cemal Çalık, 16.06.2017, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.