“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir...”
(En’am,6/ 61) وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
"Diğer kitapları tahrif edip temel dinî hükümleri değiştiren ve temel mesajı bulanıklaştırıp anlaşılmaz kılan güçlerin insan ve iradesi üzerinde diledikleri baskıyı kurup arzu ettikleri bireysel ve toplumsal değişimi sağlamayı amaç edindikleri aşikârdır. Bireyi değiştirmek, toplumu değiştirmeye başlamanın ilk adımıdır.[1]"
Bunu başarmak için yaptıkları ilk şey, bir şekilde insanları vahiyden uzaklaştırmak, gönderilen vahyin/ peygamberin yabancısı kılmak…
Bugün şu meseleleri ele almak zorundayız:
1-İnsan’ın Kur’an ile ilişkisine mâni olan hususlar nelerdir?
2-İnsan/grupların hakk’ı tekellerine alması, kendilerini hakkın yegâne temsilcisi olarak görmeleri ve kendilerinden başkasını da bâtıl telakki etmelerinin önüne nasıl geçilecektir?
3-Tarikat, cemaat ve grupların eliyle basılan ve insanın yazdığı ve içerisinde hakikatin tamamının olduğu iddiasıyla kutsallaştırılan bu malzemenin vahyin önüne geçirilmesinin önüne nasıl geçilecek?
4-Grup/cemaatlerin ritüeller ve esaslarla kontrol edilebilir bir hayat alanı ihdas etmek için, kendilerine tabi olan Allah’ın kullarını, çeşitli psikolojik harekâtlarla kendi kullarına dönüştürme çalışmalarının önüne nasıl geçilecek?
5-Grupların insanları tek tek etkilerken onlara nefse hoş gelen ama temelsiz kolaylıklar vadeden bir sahte/sun’î bir saadet alanı sunmasının önüne nasıl geçilecek?
6- Grupların insanları, -sanki vahiy ve Peygamber yokmuş gibi- kendileri olmadan kaos ve korku psikolojisine yakalanmakla tehdit etmelerinin önüne nasıl geçilecek?
7- Muhammed Mustafa’nın bile sorgulandığı bir dünyada grupların liderlerinin sorgulanmaz ve hata yapmaz “lâ yus’el” anlayışı nasıl düzeltilecektir. Sadece Rabbimiz olan Allah’a ait olan vasıfların (hidayet verme,her şeyi duyma, her şeyi görme,her şeye gücünün yetmesi,kulları hakkında hüküm vermek vb.) kutsal sayılan insanlarda da görülme safsatasını nasıl düzeltilecek?
“Şeyh uçmaz uçurulur” diye güya kusurun alt tabakaya ihalesi, “uçmak,kaçmak yok! istikâmet üzere Allah’ın gönderdiği vahiy ve Peygamberle Allah’ın istediği şekilde devam edilecek, böyle saçmalık olmaz” diye bu safsatanın önüne geçilemez?
8- “Uyulacak, tâbi olunacak, itaat edilecek en güzel örnek” olarak Allah’ın gönderdiği Muhammed Mustafa (sav)nın bile önüne geçme cüretini binbir türlü sahtekarlıkla gerçekleştiren güya din büyüklerinin (!) önüne nasıl geçilecek?
9- Müslüman dünyada oluşturulan “kutsal din adamı” figürü ile Hristiyanların “azîzleri” arasında ne kadar fark vardır?
10- Allah için ve Allah’a rağmen işlenen nice cürümlerin ve din istismarlarının önüne nasıl geçilecek?
11- Hindistan’ından Afrika’sına, Arap coğrafyasına kadar benzer problemler ümmeti kasıp kavururken, güven ve itibar haşat olmaya yaklaşmışken, âlimlerimiz ya yetersiz ya sesleri çıkmaz ya sesleri cılız ya da kafalarını kuma gömmüşken kangren olmuş hayâtî problemler hakkında kim ne yapacak ve nasıl yapacak?
12- Diyanet İşleri Başkanlığı ve Üniversiteler gerçekten bir hasar tespiti yapıp bir çalışma yapabilecek mi? Yoksa nasılsa bütün bunların sebebi FETÖ yü bulduk, mesele hallolmuştur deyip üzerlerindeki çok ağır sorumlulukla iş hesap gününe mi kalacak?
13- Allah, Peygamber ve vahiy ile insanları aldatan, din tüccarlarının ne yazık ki geçmişten beri en büyük destek aldıkları siyasi kadrolar bu saçmalığa ve büyük vebâle bir son verebilecekler mi?
14- Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav)’e ait olmayan ama O’na dayandırılan iftiralar nasıl düzeltilecek?
15- Bir arkadaş şöyle yazmıştı: “28 şubat diktasına şirin görünmek için kuşa çevirdiğiniz İslam’ın maymun ettiğiniz söylemlerin dünyada bir karşılığı yok! Düşman aldatmak için inanmadan salağa yatarak idari maslahat babında icad ettiğiniz sahte kutsalların zamanla müminleri oldunuz. İcad edip süsleyerek anlattığınız medeniyet irfan söylemleriyle ortaya koyduğunuz söylem ve eylemler peygambere (sav) apaçık muhalefettir.” Bahse konu bu silik, ezik ve uydurma tavır terk edilebilecek mi?
16- “Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.” Diyen Peygamber Efendimize inat kevgire dönmeyi seçen Müslüman ne yapmalıdır?
17- Makalemizin ana konusunu teşkil eden Tevbe Suresi 31.ayet ve tefsiri mahiyetindeki Tirmîzî hadisi bağlamında Müslümanların durumu nedir? Helali haram, haramı helal kılmak sureti ile haham ve papazlarını rab kabul etmek ve onlara ibâdet etmek/kul olmak ile suçlanan Yahudi ve Hristiyanların yanında, sayısı azımsanmayacak kadar çok olan ve Allah’a göstermesi gereken teslimiyet ve itaati şeyh/hoca vb. gösteren ve “Hocamızın bir bildiği vardır diyen” Müslümanlar ne haldeler?
NOT: Tabi bunların hepsini ben cevaplamayacağım ama hepimizin acilen bu sorulara cevap bulması gerekiyor. Tabi yok sayabilirsiniz ama kaçamazsınız… Ben herhangi başka bir sâikle değil, Allah için düşünüyorum ve endişeleniyorum, sadece düşünmenizi istiyorum…Yok arkadaş böyle bir şey, saçmalık bunlar diyenlere de düşünce benim, sorumluluk ta benim ve bunların hesabını Allah’a ben vereceğim. Gerisi size kalmış…
Kur'ân-ı Kerim, helâl ve harâm hükmünü hahamların ve papazların ellerine teslim eden ehl-i kitabı haber verir.
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهاً وَاحِداً لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Allah'tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir." (Tevbe, 9/31).
İslâm hukukunda hukuk düzeninin temel kaynağı vahiy ve kanun koyucu da Allah olduğu için hakkın menşei de Allah'tır. Her şeyin sahibi ve mâliki, tasarrufu elinde bulunduran zat Allah olduğuna göre, hakkın kaynağı da Allah olması gerekir. Çünkü bir şeyi ancak ona sâhip ve mâlik olan verebilir. Kur'an-ı Kerîm'in ifadesine göre yerlerin ve göklerin mülkiyeti Allah'a aittir.( İbrahim 14/2; Nahl 16/52; Meryem 19/65; Tâha 20//6; Enbiyâ 21/19, 56; Hacc 22/64…) Herkes O'na dönecektir.(Bakara 2/156; Âl-i İmrân 3/55; Mâide 5/48, 105; En'âm 6/60; Enbiyâ 21/93…) ve bundan sonra tek söz sahibi O'dur.( Fâtiha 1/4; İnfitâr 82/19.)
Göklerin ve yeryüzünün düzenini sağlayan O Allah, "Hakk"ın ta kendisidir." ( Mü'minûn 23/71.) "Hüküm yalnız Allah'ındır." ( En'âm 6/62; Yusuf 12/40, 67.) "…Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." ( En'âm 6/57.) "Yoksa insanlar cahiliye devri hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim vardır?" (Mâide 5/50.)
"…Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir." (Ra'd 13/41.)
İslâm hukukuna göre şâri, Allah'tır ve Allah'ın hükümleri de Kur'an'dan öğrenilecektir.[2]
وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
“Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar” (Nisâ, 4/14.)
Allah’a isyan edilen yerde kula itâat edilmez.[3] Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«لَا طَاعَةَ فِي مَعْصِيَةِ اللهِ، إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ»
"Allah´a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itâat yoktur. İtâat ancak ma’rufta/Allah’ın iyi/güzel olarak tanımladığı şeylerdedir.” [4]
Şimdi gerçekten bu vahiy bize gelmiş gibi- zaten bize gönderildi- Allah’ın kelamına dikkat kesilelim ve Rabbimiz ne diyor ona bakalım:
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ.{النحل:116}.
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl,16/116.)
Kendi dilinizle uydurup anlattığınız yalan şeylere “bu helaldir” “şu da haramdır” demeyin. Eğer hiçbir delile dayanmadan “şu helaldir, bu da haramdır” deniliyorsa, bu Allah adına yalan uydurmanın ta kendisidir.
“Bu ayet açıkça, haram ve helâli belirleme hakkının sadece Allah'a ait olduğunu gösterir. Veya başka bir deyişle, kurallar koyma yetkisi sadece Allah'ındır. Bu nedenle helâl ve haramı belirlemeye yeltenen herkes O'nun haklarına tecavüz etmiş olur. Elbette ilâhî emri nihai otorite olarak kabul eden bir kimse, belirli bir şeyin veya hareketin haram mı yoksa helal mi olduğunu bundan çıkarabilir. Haramı ve helâli belirleme yetkisini haksız yere üstlenmek iki nedenden ötürü Allah'a karşı yalan uydurmak olur:
1) Böyle bir kimse, Kitab'ı gözönüne almaksızın, kendisinin helâl ve haram dediklerinin Allah tarafından helâl ve haram kılındığını söyler veya:
2) Allah'ın helâli ve haramı belirleme yetkisinden vazgeçtiğini ve insanları hayatlarıyla ilgili hükümler koymada serbest bıraktığını söylemek ister. Tabii ki bu iddiaların her biri Allah'a karşı uydurulmuş bir "yalan" ve bir iftiradır.”[5]
قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْأِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَنْ تُشْرِكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَاناً وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لا تَعْلَمُونَ.{الأعراف:33}.
"De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’raf,7/33.)
Eğer bir kimse, belirtilen hudutları aşar ve hakkının bulunmadığı sahanın içine girerse hak kavramına karşı gelmiş olur. Aynen bunun gibi Allah'ın kulları için çizdiği sınırları aşan, kendi arzusu doğrultusunda giden ve Allah'ın mülkünde başlarına buyruk efendi imişler gibi davranan ve yalnızca Allah'a ait olan haklara utanmadan el atmaya yeltenen herkes Allah'a karşı gelen gerçek asidir.
قال الله تعالى: قُلْ أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَاماً وَحَلالاً قُلْ آللَّهُ أَذِنَ لَكُمْ أَمْ عَلَى اللَّهِ تَفْتَرُونَ. {يونس:59}.
"De ki: “Allah’ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus,10/59.)
“Bu soru, suçlarının ne denli dehşetli, ne denli asice olduğunu vurgulamak için sorulmaktadır. Adeta şöyle sorulmaktadır: "Sizler Allah'ın birer yaratığı iken, Allah'ın size indirdiği bu şeylerin (rızıkların) hilafına kendi kafanıza göre düzenlemelerde bulunmaya ne selahiyetiniz var? Efendisinin kendi hesabına güvence altına aldığı şeylerle ilgili kendince belli sınırlar getirme hakkını kendinde gören ve ona danışma ihtiyacı hissetmeyen köle hakkında ne düşünürdünüz? Size ait tüm şeyleri kafasına göre sarfetme ve kullanma yetkisinin tümüyle kendisinde olduğunu iddia eden bir köleniz olsaydı ne yapardınız?
Bir efendisi bulunduğunu yahut kendisinin bir köle olduğunu ve elinin altındaki mülkün kendisine değil bir başkasına ait olduğunu kabul etmeyen köle meselesini bir kenara bırakalım. Çünkü sözkonusu mesele böyle bir suistimalciyle ilgili değildir. Soru, kendisini bir efendinin kölesi olarak gören ve elinin altındaki mülkün kendisine değil, efendisine ait olduğunu teslim eden köleye (kula) ilişkindir. Böyle bir kölenin tutup, kural ve düzenlemeler getirmek, elinin altındakini dilediğince kullanmak hakkına sahip bulunduğunu iddia ederek, bu hususta efendisine danışma ihtiyacı duymadığını düşünün.
Bu soru efendisine (Rabbına) ait şeyleri kullanmakla ilgili kural ve düzenlemeler getirme hakkını kendilerinde görenleri köşeye sıkıştırmak için sorulmuştur ve yasal herhangi bir yetkiye sahip olmaksızın düzenlemelere giden kimselerin, nisbetleri ortadan kaldırıcı bir tavır takınmalarına dikkat çekme anlamı taşır. Eğer efendi (rabb) bizzat kendisi, kendilerine sunduğu rızıklara diledikleri gibi tasarruf etme hakkını kullarına bahşetseydi, iddiaları o zaman geçerli olurdu. Efendilerinden böyle bir yetki almışlar mıdır yoksa herhangi bir vekalet olmaksızın bu tür hakları kendilerinin mi varsayıyorlar, sözkonusu soru budur. Böyle bir yetkileri varsa göstermeliler, aksi halde hem isyan hem de sahtekarlıktan sorumlu olacaklardır.
وقال تعالى: أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّه. {الشورى:21}.
“Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır.” (Şûrâ,42/21.)
“Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır.”
Yani, bu o kadar büyük bir cürümdür ki, şayet Allah son hükmünü vermeyi kıyamete kadar ertelememiş olsaydı, bunları dünyada da azaba çarptırırdı. Çünkü onlar Allah'ın kulu oldukları halde ortaya bir 'din' atmışlar ve onlara uyanlar da Allah'ın dinini bırakarak onlara tabi olmuşlardır.” [6]
وقال الله تعالى: وَلا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَداً {الكهف:26}.
“Allah, hükmüne/hükümranlığına hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf,18/26.)
وقال سبحانه: إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ. {يوسف:40}.
“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” ( Yusuf,12/40.)
وقال سبحانه: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ. {المائدة:50}
“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (Mâide,5/50)
وقال الله تعالى: إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ. {الأنعام:57}،
“Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hükmedenlerin/hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (En’âm,6/57.)
وقال: وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ. {الشورى:10}.
“Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.” (Şûrâ,42/10)
وقال تعالى: فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً.{النساء:59}.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisâ,4/59)
إن الحكم إلا لله يقص الحق وهو خير الفاصلين) [الأنعام: 57]
“Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (En’âm,6/57.)
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas,28/88.)
(إنما سلطانه على الذين يتولونه والذين هم به مشركون) [النحل: 100]
“Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl,16/100.)
وقوله تعالى: (وإن أطعتموهم إنكم لمشركون) [الأنعام: 121]
“Onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.” (En’âm,6/121.)
وقوله تعالى: (ألم أعهد إليكم يا بني آدم ألا تعبدوا الشيطان) [يس: 60]
“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” (Yâsin,36/60-61.)
Hadisçilerin bir kısmının “hasen” bir kısmını da “sahîh” kabul ettiği ve tefsir alimlerinin[7] de tamamına yakının tefsirinde yer verdiği ve Tirmizi[8], Taberî[9] ve Beyhakî[10]’nin rivâyet ettiği hadiste, bir gün Adiy bin Hâtem, henüz müslüman olmadan önce, hıristiyanken Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelmişti. Peygamber'in bu âyeti okuduğunu duyunca;
{اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ} [التوبة: 31] ، قَالَ: «أَمَا إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ، وَلَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اسْتَحَلُّوهُ، وَإِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ» : «هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ، لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ حَدِيثِ عَبْدِ السَّلَامِ بْنِ حَرْبٍ، وَغُطَيْفُ بْنُ أَعْيَنَ لَيْسَ بِمَعْرُوفٍ فِي الحَدِيثِ» رواه الترمذي وحسنه الألباني
"Onlar, haham ve papazlarına ibâdet etmiyorlar ki?!" demiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: "Evet! Onlar helâlı harâm, harâmı da helâl yaptılar. Hıristiyanlar da onlara tâbi oldular. İşte bu, onların birbirlerine ibâdetidir."[11]
Bu hadis-i şerif, Allah'ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haramın sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini ilah ve rabb ittihaz ettiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rabbler edindiklerini göstermiş olmaktır.
Onların,
a) Allah'a oğullar isnad etmek,
b) Kanunları yapma yetkisini Allah'tan başka kimselere vermekle itham edildiklerine ayrıca dikkat edilmesi gerekir.
Bu iki husus Allah'ın varlığına inansalar bile, onların O'na inandıklarına dair iddialarının inandırıcı olmadığını ispat eder. Allah hakkındaki böyle yanlış bir kavrayış, mensuplarının Allah'a olan inançlarını anlamsız kılar.”[12]
Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; “Bu adamlar, yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre onlar, Allah’ın dinine bağlıdırlar. Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor: Bu adamlar, yüce Allah’ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği inançlarından sonra pratik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek olarak yüce Allah’a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce Allah’ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa’yı ilah edindikleri gibi. Bu tutumları ise yüce Allah’a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir.
Buna göre onlar davranış ve pratik hayat düzeyinde gerçek dini din edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Allah’a inanmış değildirler. Tefsir bilgini Alusi de bu ayeti şöyle açıklıyor; “Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre bu ayetteki ilah edinmekten maksat, Kitap ehlinin din adamlarını evrenin ilahları saydıkları, böyle bir inanç taşıdıkları değildir; buradaki ilah edinmekten maksat, onların din adamlarının kişisel emirlerine ve yasaklarına uymalarıdır.
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Seçkin Deniz, Tarikat-Cemaat Cenderesinde Kul Psikolojisi, 01.09.2009, Sistematik Analizler, 95. Analiz. http://www.sonsuzark.com/2012/11/sa108sd17-tarikat-cemaat-cenderesinde.html
[2] “Âyetler sınırlı, olaylar sınırsız olduğuna göre, her olay hakkında Allah'ın hükmü nasıl öğrenilecektir? İşte burada nübüvvet müessesesi devreye giriyor. Çünkü Allah, Hz. Peygamber'e de hüküm verme yetkisi veriyor ve peygamberine olan itaati kendisine yapılan itaat gibi telakki ediyor: "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur."( Nisa 4/80.) Hz. Peygamber'e hüküm verme yetkisinin verildiğini en açık bir şekilde şu âyetler ortaya koyar: "Allah ve Resûlü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına, işlerinde artık başka yolu seçmek yaraşmaz."( Ahzâb 33/36.) "Allah ve Peygamberine iman eden mü'minler, Peygamber'le birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, O'ndan izin almaksızın gitmezler."( Nûr 24/62.) Hz. Peygamber'in Kur'an hükümleri karşısında temel görevi beyândır. Kur'an'da namaz kılınması, zekât verilmesi, oruç tutulması ve hacca gidilmesi emredilir, fakat bu ibadetlerin nasıl yapılacağı hakkında çok az bilgi sunulur. İşte bu ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini, diğer emir ve nehiylerin şümûlünün ne olduğunu Hz. Peygamber ortaya koyacaktır. İkinci olarak Hz. Peygamber, hakkında Allah'ın hükmü bulunmayan bir konuda müstakil olarak hüküm verme yetkisine de sahip bulunmaktadır. Bu anlamda gerçek şâri Allah olmakla birlikte Hz. Peygamber de ikinci derecede şâri sayılmaktadır. Dolayısıyla Kur'an ve Sünnet, İslâm hukukunun menşe anlamındaki kaynaklarını teşkil ederler. Şer'i hükmün temel kaynakları da Kur'an ve Sünnet'tir. Birinci derecede gerçek şâri insanı yaratan ve insandan daha iyi bilen Allah, ikinci derecede ise Hz. Peygamber'dir. "Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır."( Mülk 67/14.)” (Bk. Prof. Dr. Ali Bakkal, İslâm Hukukuna Göre Hakkın Menşei, Köprü Dergisi, Güz 2006, say 96. http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=803)
[3]Prof. Dr. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 2/331-332 .
[4]Müslim, Kitabul- İmara, bab: 39, H.No: 1840; Ebu Davud, Kitabul-Cıhad, bab: 87 H.No: 2625 .
[5] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, III/66.
[6] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, V/235.
[11] Tirmizî, Tefsîru Sûre, 10, H.No:3095; et-Tefsiru’l-Kebir, Fahreddin er-Razi, Huzur Yayınları,10/152.
[12] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, II/222.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.