"Darbeci, sisteminin ne pahasına olursa olsun korunmasına inanmış vesayetçidir! Darbeci, hepimizin yakından bildiği, gündelik hayatta örneğini çokça gördüğümüz bir kişiliğe sahiptir. En öne çıkan özelliği, her şeyi kendisinin bildiğini, toplumun güdülmesi gereken bir sürü olduğunu düşünmesidir."
Cumhuriyetimizin meşruiyeti kesinlikle tartışmasızdır. Ama bu gerçek, kuruluş felsefemizde bir açmaz olduğunu söylememize mani değil. Bir yandan hem egemenliğin kayıtsız şartsız milletle olduğu ileri sürülüyor bir yandan da vesayetçi bir sistem öngörülüyor, cumhuriyetin ancak asker-sivil bürokratik vâsiler aracılığıyla sürdürülmesinin zorunluluğu kaziye olarak kabul ediliyordu. Tamamen topluma güvenilemezdi zira onu yönlendiren düşünce ve inançlar, geri kalmamızın esas nedeni olarak görülüyordu. Bir an önce asrın icaplarına uyum sağlanarak toplumun içine düştüğü gerilikten kurtarılması gerekir diye akıl yürütülüyordu.
Cumhuriyetimizin bir vesayet sistemi olarak kurulmasındaki bir başka sosyopsikolojik unsur, bölünme korkusu ve beka kaygısıydı ve bunu anlamak da zor değildi. Cumhuriyet dönemi boyunca vasiler, kendi şüpheci ruh hallerinden kaynaklanan korku ve kaygıyla dış ve iç düşmanlar saptadılar, topluma hep bu “öcü”leri göstererek siyasal algıyı şekillendirdiler. Onlar için millet, istek ve ihtiyaçları, belirli bir tarihe ve geleneğe yaslanan kimlikleri olan hür insanlardan müteşekkil ergin bir topluluk değil, “komünizm”, “bölücülük”, “irtica” gibi tehlikelerden korunması gereken bu nedenle resmî ideolojiden hiç dışarı çıkmaması gereken bir çocuk kitlesiydi.
Rejim, çocuğun ebeveynine bağlılığına benzer bir psikolojik manevrayla ayakta tutulmaya çalışıldı; topluma sürekli olarak “dışarıda o kadar çok tehlikeler var ki, benden habersiz sokağa bile çıkma” denildi. Tıpkı “ne yapıyorsam senin için yapıyorum” diyen baskıcı ebeveynin yaptığı gibi toplumun maruz bırakıldığı baskılar meşrulaştırıldı.
Ama bunlar meselenin yalnızca bir yüzü, cumhuriyetimizin siyasal tarihinin bir de demokratik yüzü var. Bu iki kesim arasındaki mücadele hep süregeldi. Demokrasiden yana olanlar, çok-partili sistem ve toplumun çağdaş bir dünyanın icaplarına uygun ileri bir demokrasi için çabalarken, gerçek bir vesayet sisteminden yana olanlar toplumumuzun demokrasi mücadelesi yol aldıkça vesayetçiliklerini darbeciliğe çevirmekte bir beis görmediler. Vesayetçilik ve darbecilik zaten birbirinin mütemmim cüzleriydi.
Darbeci, sisteminin ne pahasına olursa olsun korunmasına inanmış vesayetçidir! Darbeci, hepimizin yakından bildiği, gündelik hayatta örneğini çokça gördüğümüz bir kişiliğe sahiptir. En öne çıkan özelliği, her şeyi kendisinin bildiğini, toplumun güdülmesi gereken bir sürü olduğunu düşünmesidir.
Darbeciler, ülkenin nasıl kurtulacağının yegâne reçetesinin kendi kafalarının içinde olduğu saçmalığına inanacak kadar kendilerine ve güce tapınırlar. Bu “her şeyi ben bilirim”cilikleri, toplumu küçümseyen tavırları onları sevimsiz, ruhsuz bir çehreye büründürür.
Darbecilerin ikinci özellikleri, şüpheci ve vicdansız oluşlarıdır: Herkesten kendilerine karşı oldukları konusunda şüphelenirler –ki aslında haklıdırlar, kimse onları gerçekte sevmemektedir- ve şüphelerini yatıştırmak için olmadık zulümlere başvururlar ve yaptıklarından asla suçluluk ve vicdan azabı duymazlar, zulümlerini hep meşru görürler.
Zihniyet dünyalarındaki benzerliğin yanı sıra bu ruhsal yapı tüm darbeciler silsilesinde görülür. Darbeci kişiliğin kendine ve güce tapınan ben bilirimciliği, şüpheciliği ve despotluğu, tüm darbeciler için söz konusudur. Hepsi de toplumu küçümseme, aşağılama, çocuk olarak algılama konusunda hemfikirdirler. Darbecilerin tamamı, dar kafalı, demokrasi ve toplum düşmanı ideolojik fanatiklerdir.
Doğru, 15 Temmuz darbesi, öncekilerden epeyce farklar içeriyor. Bunların dinamosu “Fetö” denilen, kendini güya yüce dinimize nispet etmeye çalışan, spritüel bir cinnet topluluğu. Bu darbeyi planlayan esas aklın, başarıdan ziyade ülkeyi Suriye benzeri bir iç savaşı hedeflediği de ayan beyan. Ama farklılıklar, sadece görünüşte. Bu spritüel cinnet darbecileri ile önceki darbecileri aynı kumaştan dokunmuşlar. O yüzden Genel Kurmay Başkanı’nı kendileriyle birlikte olmaya çağırırlarken sordukları soru “: Kenan evren olacak mısın?”dır!
FETÖ, diğer darbecilerle aynı kumaştan ama aralarındaki mühim bir fark da kesin “İhanet” noktasında.“İhanet” ve hain” sözlerinin iktidara ve şartlara bağımlı olduğunu bildiğimden elimden geldiğince bu sözleri kullanmamaya gayret ederim ama FETÖ olgusu, bize başka yol bırakmıyor. FETÖ’yü “ihanet”ten başka ifade edebilecek bir söz yok. “Militan ezoterizm” ve “spiritüel cinnet” gibi kavramlarla formüle etmeye çalıştığım bu yapının, aslında en net tanımlayıcısı, “ihanet”. Bu toplumu bir arada tutan ne varsa yıkmaya, “maya”yı bozmaya, ortak aklın simgesi olan devleti gayri-meşru ve gayri-ahlaki yollarla ele geçirmeye, devletin silahını halka çevirmeye ve milleti birbirine düşürmek için ne gerekiyorsa yapmaya dönük faaliyetlerine yakışan bir başka kavram daha bilmiyorum.
Darbecilik üzerine çok düşünmeliyiz ama FETÖ ihanet şebekesi, nasıl bu topraklardan, içimizden ortaya çıktı bunu daha çok düşünmek zorundayız.
Erol Göka, Prof. Dr, 23.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları
Takip et: @erolgoka
Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına 'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017
İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz