"İman ederek gerçek insanlığa yükselen insan, bu imanın kıymetini bilmeli ve bu imana kesinlikle küfür, şirk ve nifâkı bulaştırmamalıdır."
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.
ALLAH’A İMAN[1]
Ayet-i kerimede, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süs yapmıştır[2].”( Hucurât 49/7.) İman bir gönül süsüdür. İnsanın tabiatında bu vardır ve birey gönül süsünü taşımak durumundadır. Bilgi sahibi, tercih sahibi insanların taşıması mecburdur. Ama taşımak istemeyenler taşımayacaklardır. “Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir.” ( Hucurât 49/7.)
Yani insanın yaratılışında, tabiatında, mayasında imanı, hakkı güzel görmek, bâtılı, zulmü, küfrü, isyanı kötü görmek gibi bir haslet vardır. İman etmiş insandan Kur’ân’ın istediği, Allah’ın emirlerine boyun eğmesi, yasaklarından kaçınmasıdır; yasaklarını severek, isteyerek yapmamak, emrettiği şeyleri severek ve isteyerek, gönül hoşnutluğu içinde yapmak bir iman göstergesidir.[3]
Mü’minin, inandığı ve her zaman tekrar ettiği Allah en büyük, en değerli ve ibadete layıktır, (Allahu Ekber) diye ifade ettiği bir ilâhı vardır. Bunun haricinde hiç bir varlığı büyük olarak kabul ve telakki etmez, ululuğu layık görmez. İbadete değer bulmaz. Diğer bütün önem atfettiği şeyleri değerler dünyasının herhangi bir yerinde, o mevkie getirmez.[4]
Mü’min başka dinlerin tanrılarını değerler dünyasında, kalbinde bir yere getirmez. “Ey Kâfirler! De. Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” ( Kâfirûn 109/1–6.)
İman[5] içerisine herhangi bir şey de karıştırmamalıdır. Çünkü iman o kadar net ve berraktır ki, içinde zararlı olan herhangi bir hususu; küfrün, nifakın,[6] zulmün herhangi bir katresini barındırmaz, barındırmamalıdır. Aksi takdirde bugün tenkide ve kötülemeye maruz kalan mü’min niteliğini kazanmış olur. Bu günün mü’minleri, hayatlarında birçok olumsuz şeyi barındırıyorlar. Rabbimiz: “ İnanıp da imanlarına bir zulüm bulaştırmayanlar var ya işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” (En’âm 6/82.) buyurmakla inançlarına herhangi bir olumsuzluk; şirk[7], nifak ve inkar[8] gibi bir hususu eklemlendirmeyen insanları muteber mü’min saymaktadır.[9]
Allah’a iman eden “mü’min” olan kişi, kendisine güveni olan kişidir. Bir de başkasına güven veren insandır. Korkmamak, korkacak hiç bir şeyi olmamak mü’minin en önde gelen niteliklerindendir. Bu sebeple inançları adına içinde olanı olduğu gibi itiraf etmektir. Bütün bu anlamları bünyesinde toplayan bir anlamlandırmayla mü’min; güven ve itimat telkin eden kişidir. Onun için peygamberimiz: “Mü’min elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir.”[10] buyurmuşlardır.
Kur'an-ı Kerim’in ifadesiyle “önüne, hangi tür engel çıkarsa çıksın yoluna devam etmek için bu engelleri tanımayan” insan tipine mü’min denir. Bunun için birçok engelin olduğu bir gerçektir. Onların en belirgin bir tanesini söylemek gerekirse: “Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yûsuf 12/ 105–106.) buyurulmaktadır. İman sahibi için yolun ne kadar açık olduğu vurgulanmak suretiyle engellere takılıp kalmamanın gerekliliği üzerinde durulmaktadır.[11]
Kur'ân, iman kavramının hayatın bütün yönlerini kapsadığını açıklamaktadır. Kur'an-ı Kerim, herkesin iman yönünde tercihte bulunmasını ve hayatını iman ettiği prensiplere göre ayarlamasını emreder. Kur'an-ı Kerim’de insanlara, “Ey İman edenler!” diye sevk edilen ayetler dikkatlice gözden geçirilirse bunlar, insanın ya iman yönünü, ya amel yönünü yahut da ahlâk yönünü tamir edici, erdemli davranışa yönlendirici olduğu fark edilir.( Bakara 2/177; Mâide 5/3-5; Hucûrât 49/11-12.)
Onun için Kur'an-ı Kerim’in insanlara sevk ettiği emir ve nehiyler mü’minler tarafından dikkatlice tetkik edilmeli ve üzerine gerekli olan bütün görevlerin istekle hayata aktarılması yönünde çaba gösterilmesi istenmektedir.[12]
Mü’min zarurat-ı diniyyeden[13], yani subûti ve manaya delâleti kat’i olan Kur'an ve mütevatir sünnetten hiçbirini inkâr, tahkir etmemeli ve müstehzi tavırlarla onları alaya almamalıdır. İnandığına sahip çıkmalıdır. Zarurat-ı diniyyeden olan şeylerin hiç birini inkâr etmemelidir. Zaten birini inkâr eden tamamını inkâr etmiş olur. Onlardan herhangi birini yalanlamamalıdır. Yine onlardan herhangi birini yalanlamaya alamet sayılabilecek bir davranış içine girmemeli, hem inanç esaslarını gönülden benimsemede hem de onları günlük hayatında yansıtmada bir zaaf göstermemeli iç dünyası ve dış görüntüsü ile de mü’min olmalıdır. Dini hükümlerin hepsini bir bütün olarak algılamalıdır. Bölüp, parçalayıp, ondan sonra bir kısmını kabul edip bir kısmını ret, bir kısmını istihza sadedinde dinin paramparça edilmesine yol açmamalıdır.[14]
Özetle iman, Allah’ın varlığını, birliği(tevhid)ni; Elçisini ve O’na getirilenlerin doğruluğunu âyetlere/delillere dayalı olarak onaylamak demektir. Kur’an’da geçen iman konuları; Allah’a, peygamberlere, kitaplara, meleklere ve ahiret gününe imandan oluşur (Bakara, 2/177, 285.) Bunlara inananlara “mümin” denir. Esasen imanın bu kavramsal tanımı, kelimenin sözlük anlamına da uygun düşmektedir .( Yûsuf, 12/17.)[15]
ALLAH İNANCI
Allah inancı İslâm öğretisinin temelidir. Allah bilgisi ve O’na iman bir Müslüman için dini yaşantısının odak noktasını oluşturan bir kavramdır (İbn Teymiyye, 1987; el-Muhasibi, 2003; Havva, 1986). İslâm düşüncesinin merkezinde, Tek, Mutlak ve Sonsuz, Rahman ve Rahim olan, hem aşkın hem de içkin olan, kavrayabildiğimiz ya da hayal edebildiğimiz şeylerin hepsinden daha büyük olan, yine de İslâm’ın kutsal metni Kur’an’ın beyan ettiği gibi, bize şah damarımızdan daha yakın olan, mevlâmız, âlemlerin Rabbi olan Allah hakikati bulunmaktadır (Kaf 50 / 16; Nasr, 1987: 311-314; Nasr, 2002: 17). Arapça ismiyle Allah olarak bilinen tek ilâh/tanrı, bütün veçheleriyle İslâm’ın merkezi hakikatidir; tevhid olarak adlandırılan bu birliğe şahadet etmek de, İslâmi olan her şeyin etrafında döndüğü eksendir.[16]
İslâmî dini yaşantının özünde, tek olan ve iradesinin bütün yaşam için zorunlu ve yol gösterici olduğu Allah vardır. Kur’an’a göre O her şeyin başlangıcı ve sonudur. O evreni yaratan ve düzenleyendir. Hem hayatı hem de ölümü veren O’dur. Her şey O’na dönecektir. Güzellik, iyilik ve güç gibi kâinatta gözlemlediğimiz bütün olumlu nitelikler O’ndan gelir ve O yalnız kâinatın varlığının değil, aynı zamanda O’nun bütün niteliklerinin de kaynağıdır. İnsana hidayeti veren ve rahmetle yoğrulmuş adaleti insanlara dağıtan yine O’dur. Kur’an’ın Allah anlayışı, düzenli yaratma, rızık verme, hidayet, adalet ve rahmet kavramlarını içeren organik bir bütün teşkil etmektedir.[17]
Kur’ân-ı Kerîm davetini bütün insanlara açarken imanın ilk konusu olarak Allah’ın varlığını ve birliğini gündeme getirmiştir. Eksik sıfatlardan münezzeh, kâmil sıfatlarla mücehhez Rabbimiz kendisine imanın gereğini hikmetli beyanlarıyla açıklamıştır. Öyle ki insan bu imanın mayasını kendinde, delillerini hem kendisinde hem de tüm evrende bulacaktır. İnsan kendini bildiklerinden soyutlayarak mücerret hakikati anlayamaz. Bu itibarla imanına konu olan varlığın işaretlerini kendinde ve kâinatta aramalıdır. Kur’ân-ı Kerîm başta Allah’a iman konusunda, sonra peygamberlere ve âhirete imanda bu yolu göstermektedir. Bu sebepledir ki insana Kur’ân’ın ifadesiyle “apaçık âyetler” sunulmuştur. Kur’ân’da Allah’ın varlığı için söz konusu edilen beyanların yanı sıra mukayeseler, örneklemeler, tanımlamalar da söz konusudur. [18]
Allah inancı, İslâm’ın ve bütün –tahrîf[19] edilmiş- ilâhi dinlerin temelini oluşturur. Semavi dinlerin hepsinde inanılması gereken ilk esas Allah’ın varlığı ve birliğidir. İlâhi dinler bütünüyle Allah’a iman esasına dayanır. Allah’ın varlığı ve birliğine inanmadan diğer iman esaslarını kabule imkân yoktur. Çünkü Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere (Sonsuz Ark'ın notu; Bahse konu kaza ve kader kavramlarına dair Kur'an'da herhangi bir ayet bulunmamaktadır) inanmak Allah’ın bildirmesine, dolayısıyla Allah’a imana bağlıdır.( Al-i İmran, 3/181.)[20]
İslam inancının sözlü ifadesi olan şahadet kelimesi şunu ortaya koyar: “Allah’tan başka kulluk edilecek/tapınılacak ilâh yoktur.”[21] Kelime anlamı birleme, tekleştirme demek olan tevhit, tek yüce otorite olarak Allah’ı kabullenme demektir. Allah tektir, mutlak, yüce, yaratıcı, hiçbir şeye benzemez, her şeyin sahibi ve yaratıcısıdır. Kendisine tapınmaya, ibadet edilmeye layık tek varlık Yüce Allah’tır. Müslümanın düşünce ve davranış merkezinde yalnızca Allah vardır. Allah, her Müslümanın bilincini ve hayatını bütünüyle doldurur. Allah’a denk, benzer, ortak hiçbir varlık yoktur. [22] O, kendi varlığı ve eylemleri bakımından eşsiz, gücü sonsuz, başka hiçbir şeye muhtaç olmayan mutlak tamlık ve yetkinliğe sahiptir. [23]
Allah kesin mutlak olan varlıktır. Ve yaratılmış olan her şeyin yaratıcısıdır. Tanrı her şeyi özgür olan iradesi ile tasarlamıştır. Onun özgür iradesi dışında hiçbir varlık kendiliğinden var olamaz. Çünkü Allah muharrik sebeptir. Canlı ve cansız bütün varlıklar onun emri ile hareket ederler. Diğer taraftan bütün varlıklar Allah’ı tesbih ederler. Aslında bu durum yaratıcı gücün yaratılanlar tarafından kabul edilmesidir.[24]
Allah ismi, güzel isimlerinin tüm anlamlarının hepsini karşılamakta, bütün güzel isimlere özlü olarak delalet etmektedir ve onun özel ismidir. Güzel isimler, ilahlık, Allah isminin kendilerinden çıktığı sıfatlarının ayrıntı ve açıklamalarıdır. Allah ismi Allah’ın ilâh ve ma’bud olduğunu, insanların sevgi, saygı ve huşu ile umut besleyerek, ihtiyaçlarını ona götürüp, sıkıntı, keder ve korkularında O’na sığınıp güvenerek O’nu Rab edindiğini gösterir.[25]
Tevhit inancı[26] ve anlayışı, hakikat, dünya, zaman, mekân, insanlık tarihi ve kader gibi her şeyi kuşatan genel bir bakıştır. Bu anlayışa göre gerçeklik, iki ana bölüme ayrılır: Allah ve diğer varlıklar; yaratıcı ve yaratılmışlar. Allah tektir, yaratıcıdır, ölümsüzdür ve her şeyden yücedir. O, sonsuza kadar mutlak tek olarak, ortak ve yardımcıdan uzak kendi kendisi olarak kalacaktır. Bütün diğer şeyler, bitki ve hayvanlar, cinler, melekler ve insanlar, yeryüzü ve gökler, cennet ve cehennem, bunların hepsi Allah’ın eseridir. Varlıklarını Allah’a borçlu olup her durumda ona muhtaçtırlar. Allah dilerse bunları yok eder, değiştirir ya da ömürlerini uzatıp kısaltır. Tabiat olaylarını ve insan davranışlarını belli kanunlara bağlar. Her şeye bir amaç ve hedef belirleyerek, evrensel ve uyumlu bir düzene hayat verir.( Âl-i İmrân, 3/191; Secde, 32/7; Gâfir, 40/64; Mülk, 67/3.)[27]
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı tanıyan mü’minler, İslam dinine, Allah'a gerçekten inanarak ve teslim olarak ibadetlerini, dualarını, şükür ve şikâyetlerini Allah'a yapmışlar ve her türlü put[28] sevgilerini ve saygı gösterilerini iman (Yusuf, 12/106) ve amellerine şirk karıştırmamak (Kehf 18/110) için terk etmişlerdir.[29]
Rabbimiz, İlâhımız ve Mevlâmız olan Allah, varlık ve güç düzeninin hem başı hem de sonudur; ondan başka her şey fânidir.( Kasas, 28/88.) Dolayısıyla bütün tapınma, ilgi ve yönelişlerin durduğu son nokta Allah’tır. Her şey bir başka şeye, aynı şekilde o da bir üçüncüye muhtaçtır ve bu zincir en son sınıra kadar böylece sürüp gider, işte Allah, her şeyin kendisine varıp dayandığı en son dayanak ve duraktır. O, her dileğin, arzu ve isteğin son hedefidir. Allah dışında bir başka varlık ya da insana kendiliğinden bir güç ve yetki atfetmek, büyük bir sapıklık kabul edilir. Bu bakımdan Allah’ın mutlak birliği ve aşkınlığını karartan “baba”, “kurtarıcı”, “oğul”, “aracı” gibi kavramların İslam’da yeri yoktur. Hiçbir insan ya da varlık, kendisinin Allah’la herhangi bir akrabalığı olduğu[30] ya da –sadece- Allah’a ait olan özelliklerden bazılarına kendisinin/başkasının da sahip olduğu iddiasında bulunamaz.
Allah’la diğer varlıkları ayıran bir sınır çizgisi vardır. Bütün yaratıklar, yaratılmış olmak bakımından Allah’a bir diğerinden daha yakın kabul edilmez. Allah’a yakınlık, ancak dinî ve ahlaki saflık ve samimiyet- takvâ- derecesine göre değişen bir durumdur.( Hucurât, 49/13; Enfâl, 8/34.) Bu da insan kalbini meşgul eden bütün diğer arzu ve yönelişlerin yok edilmesinden sonra, orada Allah’ın tek olarak bulunmasıyla sağlanır. İslam inancına göre Allah inancı, insanlığa sonradan aşılanmış bir şey olmayıp insanın kendisiyle birlikte doğan, insan ruhunun fıtrî bir özelliğidir. Allah, bütün insanları, kendisinin aşkın ve yüce olan varlığını ve birliğini tanıma yeteneğine sahip biçimde yaratmıştır. Bu, tüm insanlarda ortak olan bir doğal kabiliyet ve fıtrattır. Kısacası her insan doğarken Allah duygusu ile doğar ve sonra da Allah’ı içinde hisseder. Başkalarının tesiri altında kalmayan, selim akıl taşıyan bir insan bizzat kendine ve etrafına dikkatle bakacak olursa, o yüce varlığın mevcudiyetini kolayca kavrar ve iman eder. Böyle bir insana çocukluğunda doğru dini bilgiler verilirse, ruhundaki Allah mefhumu olgunlaşır. Dini bilgi ve terbiyeyi çocukluğunda almayan kimselerde ise bu duygu zaman ve çevrenin tesiriyle körelir, hatta sürülmeyen tarlayı yaban otlarının kapladığı gibi bu duyguların yerini bir takım yanlış fikirler almaya başlar.[31]
Bir de Kur'an-ı Kerim’in haber verdiği, Allah’a inanmayanlar vardır. Bunlar, hep büyüklük taslayan, malına mülküne güvenen insanlardır.( Hümeze 14/2-3; ayrıca bkz. Alak 96/7-8.) İnandığında Allah’a azamet ve kuvvet kazandıracağını düşünen insanlardır. “İnanmazsam bu din zayıflar, Allah’a zarar veririm”, diye düşünen insanlardır. Dolayısıyla şöyle düşünmez; “benim elimde avucumda olan şeylere ben ne derece malikim ve bunları kazanmada ne derece güç sarf ediyorum?” Hâlbuki esas düşünmesi gereken hususlar bunlardır. Yine inanmama sebepleri olarak göz göre göre azap yok ya ortada derler. Emniyet içinde yaşamak insanları rehavete sevk etmektedir. Nasıl olsa arayan yok, soran yok, bize herhangi bir ceza veren de yok, diye düşünürler. Bundan dolayı inanma ihtiyacı hissetmezler. Rahatlık da küfür sebeplerinden biridir.[32] Peygamberlerin esasen üstünlük elde etmek, mal mülk kazanmak, insanların üzerinde kral gibi görünmek için gönderildiklerini zannederler.( Mü’minûn 23/33, 24.) Bunlar insan tabiatından çıkarılmakta ve Kur’an’da inkâr sebepleri olarak zikredilmektedir.[33]
Allah’ın varlığı konusunda ortaya çıkan şüpheci veya inkârcı yaklaşımlar İslam’a göre, eğitimden veya tarihî ve kültürel gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Yani bu tür sapmaların sebebi şuursuzca ataları takip, inat, unutkanlık, şartlanmışlık, zihnî tembellik, kibir, tuğyân, hırs, çıkar vb. hususlardır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de Allah’tan bahseden ayetlerin çoğu, onun sıfatlarını konu edinmektedir. Bu ayetlerde özellikle Allah’ın varlığı ve birliği (tevhit) inancı üzerinde durularak, Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı ısrarla vurgulanır.
Allah’ı biricik tanrı, Rab ve otorite olarak tanımak, her çeşit ortağı ondan uzak tutmak ve birliğini kararlı şekilde doğrulamakla gerçekleşen tevhit, İslam dininin en önemli özelliğidir. İslam bu özelliğiyle hem İslam öncesi (cahiliye) putatapıcılığından, hem Yahudilik ve Hristiyanlık[34] gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramış şekillerinden, hem de Mecusilik’ten ayrılır.[35]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah’ın varlığına dair bilgi ya da Allah inancı, prensipte zorunlu ve yaratılıştan gelen bir özelliktir. Bununla birlikte İslam bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Allah’ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek onun varlığına ulaşmak durumundadır. “Gözler onu görmez ama o, gözleri görür.”( En'âm, 6/103.) ayeti, Allah’ın doğrudan doğruya duyu organlarıyla algılanamayacağını ifade etmektedir. Ancak duyular, Allah’ı tanıyacak olan akla, gönle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir; evrenin ahenk ve düzenidir. İnsan, aklı ile bu iz, belirti ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu, bir ayette şöyle ifade edilmektedir: “İnsanlara dış dünyada ve kendi içlerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun.”( Fussilet, 41/53. Ayrıca bkz. Mü'minûn, 23/12-14; Furkân, 25/47; Rûm, 30/20-22; Yâsîn, 36/37-40; Kâf, 50/6-10.)
Mü’min, inandığı, var ve bir olduğunu tasdik ettiği Allah’ı daha yakından tanımak, bilmek ister. Allah’ı bilmek ise O’nun isim ve sıfatlarını bilmekle mümkündür. Hiç kimse Cenab-ı Hakk’ın zatını idrak edemez, kavrayamaz. Çünkü insanın duyu organları da aklî idraki de sınırlıdır. Allah’ın zatı ve sıfatlarının hakikati ise aklın hudutları dışındadır. Bu sebepledir ki, insan Allah’ın varlık ve birliğini bilmekle mükellef olduğu halde, O’nun yüce hakikatini, ilahi hüviyetini araştırmak ve öğrenmekle mükellef değildir. Biz Cenab-ı Hakk’ı ancak O’nun bize bildirdiği isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz.[36]
Mü’min bilir ki Allah’a iman, soyut bir kavram şeklinde hayatla ilgisi olmayan bir inanış değildir. O, insanı amelî/ahlâkî açıdan her an canlı tutan ve onun sürekli iyi yönde hareket etmesini sağlayan önemli bir güç durumundadır. Çünkü Allah’ın varlığı kabul edilince O’nun vahyinin, dolayısıyla emir ve yasaklarının da kabul edilmesi gerekir. Zira Allah Teâlâ, hem varlığın hem de dini/ahlâkî değerlerin kaynağıdır.[37]
İslam’a göre, insan Allah’ın emrettiklerine itaat etmedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz. İslam böylece bilgiyi nazari olmaktan çıkarmakta, pratiğe yöneltmektedir. Kur’an bize, Peygamber’in davranışlarında bilgiyi nasıl tatbik ettiğini, onun hayatının bize örnek olduğunu belirtmek suretiyle anlatır: “Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasulullah en güzel bir örnektir.” ( Ahzab, 33/21.) Ayette belirtildiğine göre, Rasulullah İslam’ı sadece teorik olarak öğretmemiş, aynı zamanda hayatın bütün safhalarında; savaşta, barışta, sosyal hayatta, ne şekilde tatbikata konacağını davranışları ile göstermiştir. Böylece kendisi canlı bir örnek olarak Müslümanlara ders vermiştir.[38] İşte bu örnek davranışlar, ashabın İslamı daha kolay anlamasına ve tatbik etmesine yol açmıştır. Kur’an bu gerçeği belirtmekte ve İslam’ı anlamak isteyenlere Hz. Peygamber’in hayatını örnek göstermektedir.[39]
İman ve davranış (amel/ahlak) ilişkisini ortaya koyan ve bunun bir hayat düsturu olması gerektiğini gösteren ayetlerden biri de şudur: “Allah’a ibâdet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, malik bulunduğunuz kimselere iyilik edin. Allah kendini beğenip öğünen kimseleri elbette sevmez.[40]” (Nisa, 4/36.)
İslâm’da Allah-insan arasındaki ilişkiyi betimleyen en önemli kavramlardan birisi Allah’a sarılma-i’tisam kavramıdır. Ayetlerde geçen sarılma; Allah’a sarılma ve Allah’ın ipine sarılma olarak iki boyutlu gerçekleşir.
“Allah’a iman edip O’na sarılanlara gelince; onları kendinden bir rahmetin ve bir lütfun içine sokacak ve kendisine varan dosdoğru bir yola iletecektir.” (Nisa 4/175).
“Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa muhakkak doğru yola iletilmiştir.” (Âl-i İmran 3/101).
“Allah’a sarılın; sahibiniz O’dur. O ne güzel sahip ve güzel yardımcıdır.” (Hacc 22/78).
“Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmran 3/103).
Bu ayetlerde geçen sarılma-i’tisam kelimesi, kişinin kendisini koruyan, sakınılması ve korunulması gereken şeyden uzak tutan bir şeye tutunmak anlamına gelir. Buna göre dünya ve âhiret mutluluğu ve olumlu bir ruh sağlığı Allah’a ve Allah’ın ipine sarılmaya bağlıdır. Bu iki koruyucuya sarılmadan insanların kurtuluşa ulaşmaları mümkün görünmemektedir. Allah’ın ipine sarılmak rahmet ve hidayete götürür ve kişiyi delalete-kötü yola düşmekten sakındırır. Allah’a sarılmak ise kişiye güç, erzak ve içgörü sağlayarak, Allah’a ulaşma ve merhamete kavuşmak için ne gerekiyorsa onlara ulaştırır.[41]
İbn Kayyim’e göre İslâm inancında “Allah’ı tanıma, sevme, O’nunla yalnızlığını giderme, O’nunla buluşmak için can atma, O’nunla huzur bulma, O’ndan ve O’nunla beraber olmaktan hoşnut olma; kişinin benliğinin-ruhunun bu dünyadaki sığınağı ve yurdudur.”[42] Zaten Kur’an’da da “İyi bil ki Allah dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar ki inandılar ve sakınmaktadırlar. Dünya hayatında da ahirette de müjde onlara, Allah’ın kelimeleri değişmez. İşte büyük kurtuluş budur.” (Yunus 10/62–64) buyrulmaktadır.[43]
Netice olarak; gerek maddi ve bedenî, gerekse ahlaki ve ruhi meziyetlere sahip olarak, diğer varlıklara üstün kılınan ve en güzel biçimde yaratılan (Tîn, 95/4.) insanın yaratılışındaki gaye sadece Allah’a kulluk etmesidir.( Zâriyât, 51/56.) Çünkü İslam inancına göre, insanın var oluş gayesi Allah’ı tanıyıp O’na ibadet etmektir. Bu bakımdan insan, gerçek insanlığa ancak Allah’a imanla yükselir.[44]
İman ederek gerçek insanlığa yükselen insan, bu imanın kıymetini bilmeli ve bu imana kesinlikle küfür, şirk ve nifâkı bulaştırmamalıdır.
Ahmet Hocazâde, 03.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, İslam’ın Kavramları: Kur’an Allah’ı Nasıl Anlatır (I/II), Sonsuz Ark.
[2] وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ
[3] Doç. Dr., Tevfik Yücedoğru, Kur’ân’da İman Kavramı, s.7.
dergipark.ulakbim.gov.tr/uluifd/article/download/5000017892/5000018182
[4] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.8.
[5] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, İman, İslam ve İhsan Kavramı, Sonsuz Ark.
[6] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, İslam’ın Kavramları: Nifâk, Sonsuz Ark.
[7] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, İslam’ın Kavramları: Şirk.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4348ky57-ahczd5-islamn-kavramlar-sirk.html
[8] Geniş bilgi için bkz. İslam’ın Kavramları: Küfür.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4360ky57-ahczd6-islamn-kavramlar-kufur.html
[9] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.10.
[10] Buhârî, İman, 3; Müslim, I, 65.
[11] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.10.
[12] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.11.
[13] Zarûrât-ı dîniyye terim olarak “dinden oldukları sübût ve delâlet açısından kesin bir delille belirlenmiş hususlar” şeklinde tanımlanabilir. Bkz. Mahmet Çınar, Zarûrât-ı dîniyye, DİA, XXXXIV/138.
[14] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.11.
[15] Muammer Esen, İman Kavramı Üzerine, AÜİFD, XLIX (2008), sayı I, s. 91.
[16] Akif HAYTA, Anneden Allah’a: Bağlanma Teorisi ve İslâm’da Allah Tasavvuru, s. 44.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/302538
[17] Bekir Topaloğlu, Allah, DİA, c.2. İstanbul: TDV Yayınları, 1989: 477-478; Afifi, 2000; Farukî, Tevhid (çev. Dilaver Yardım). İstanbul: İnsan Yayınları,1987; Özler, İslâm düşüncesinde tevhid. İstanbul: Nun Yayınları, 1995.; Akif HAYTA, a.g.m., s. 44-45.
[18] Dr. Hülya TERZİOĞLU, Kur’ân’da İnanç Esaslarının Aklî Yöntemle Temellendirilmesi, Kelam Araştırmaları 10:2 (2012), s.211.
[19] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, Hastalıktan Kopuş Fırsatı, Sonsuz Ark.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4371ky57-ahczd7-hastalktan-kopus-frsat.html
Ayrıca bkz. Ahmet Hocazâde, Diyanet’in “Olağanüstü Yüksek Şura Kararları”nı Tekrar Düşünmek, Sonsuz Ark.
[20] Mustafa ACAR, Allah’a İmanın Ahlâki Boyutu, Konya 2012, Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Süleyman TOPRAK, s.71.
http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/1502/308795.pdf?sequence=1
[21] Geniş bilgi için bkz. İslâm'ın Kavramları: Kelime-i Tevhid.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4318ky57-ahczd3-islamn-kavramlar.html
[22] Saim Kılavuz, İslam’a Giriş, DİB Yay., İstanbul, 2007, s. 199.
[23] Mustafa ACAR, a.g.e., s.71.
[24] Hasan Tahsin FEYİZLİ, Kur’an Perspektifinden Put Edinme ve Putlaş(tır)ma Psikolojisi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2015/1, Sayı:21, s.278-279.
[25] İbn Teymiyye, el-Akidetü’l-vasıtıyye ve şerhi (şerh: M. Halil Herras; çev. M. Beşir Eryarsoy). İstanbul: Guraba Yayınları, 2000; İbn Kayyim, 1990, c.1: 38-39; İmam Rabbanî, 2006: 18-22.; Akif HAYTA, a.g.m., s. 50.
[26] Geniş bilgi için bkz. İslam’ın Kavramları: Kelime-i Tevhîd.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4318ky57-ahczd3-islamn-kavramlar.html
[27] Mustafa ACAR, a.g.e., s.72.
[28] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazâde, İslâm'ın Kavramları: Putperestlik ve Günümüze Yansımaları.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4327ky57-ahczd4-islamn-kavramlar.html
[29] Hasan Tahsin FEYİZLİ, a.g.m., s.299.
[30] Mustafa ACAR, a.g.e., s.72.
[31] Şerafettin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, s. 157.
[32] Kehf 18/55.
[33] Tevfik Yücedoğru, a.g.m., s.3.
[34] Geniş Bilgi için: Ahmet Hocazâde, Kur’an’da Sapanlar ve Gazaba Uğrayanlar, Sonsuz Ark.
[35] Mustafa ACAR, a.g.e., s.73.
[36] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 207.
[37] Mustafa ACAR, a.g.e., s.77.
[38] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, tsz., VI, 304.
[39] Bayraktar Bayraklı, İslamda Eğitim, İstanbul, 1980, s. 159.
[40] وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
[41] İbn Kayyim, Medaricu’s sâlikîn: Kur’anî tasavvufun esasları (çev. Ali Ataç vd.) c.1-3. İstanbul: İnsan Yayınları, 1990, c.1: 359.; Akif HAYTA, a.g.m., s.56.
[42] İbn Kayyim el-Cevziyye, Ed-Dau Ve’d-Deva: Kalbin ilacı (çev. Savaş Kocabaş). İstanbul: Karınca Kitap Yayınları, 2003, s.248-249.
[43] Akif HAYTA, a.g.m., s.57.
[44] Mustafa ACAR, a.g.e., s.76.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.