"Tahran’ın Yaftabad semtinde, cadde kıyısında oturmuş resim yaparak hayatını kazanan 80 yaşındaki Senuber Mehdur çok daha sahih, anlamlı, hayatın seslerine karşılık geliyor Neşat’ın yanında, söz konusu İranlı kadın ressamlar, sanatçılar olduğunda..."
İki yönlü bir mücadele verdiğini savunuyor bir videoda: Bir taraftan İslam âleminin Müslümanlık adına kadını kapatan rejimlere, diğer taraftan ise önyargılı bakışlarıyla Müslüman kadın imajlarını çarpıtan Batılı yorumculara karşı.
Farkında olmadığını hiç sanmıyorum: Desenleri, Müslüman kadının varlığı üzerinde hegemonya kurmayı amaçlayan yorumcuların metinlerine ilham veriyor. Zaten öyle değil miydi hegemon; buyuran, çekip çeviren ve yöneten… Onun desenlerinde Müslüman kadını egzotik imgelerle tanımlayan Batı ressamlarının imgeleri yeni bir vücut kazanıyor. Özellikle 1990’larda bu desenlere kapılabilecek sanat çevreleri az değildi, ne var ki günümüz sanat çevreleri eskisi kadar kolay ikna olmuyor sahihlik konusunda.
İran’da üniversitede ders verdiğim yıllarda öğrencilerimle tartışırdık Şirin Neşat desenlerinin karşılık geldiği şeyi. Özellikle genç kuşaklar onu “yabancı” gibi algılıyor. “Bize uzak bu desenler, evet estetik geliyor, ama içi boş” demişti, genç bir video sanatçısı da. Sanatı, Batılılara egzotik geldiği gibi, bu gençlere de egzotik geliyor; ancak onlar bu egzotik parantezin genellemesine itiraz ediyorlar. Kastettiği hangi kadının bedeni tam olarak?
Şirin Neşat, kapatılmasına isyan ettiğini öne sürdüğü Müslüman kadın bedenini bu kez kendi kişisel kadın tarihi üzerinden –ürpertici bir cüretle- başka türlü imgelerin körlüğüne hapsediyor. Bunu fütursuzca yapabiliyor, çünkü onun kafasındaki İranlı kadın mevcut değil, büyük bir genellemeye dayalı bir tasarım, romantikleştirilmiş bir kurgu. O yüzden oryantalist bakışı zaten. İranlı kökeni Batı’da bu konuda söz sahibi olmasını kolaylaştırıyor.
Haddizatında İranlı kadınların örtünme mecburiyetiyle ilgili olarak yaşanan sayısız trajikomik olay ve sahne, faaliyetinin meşru atıfları oluyor. Bu açıdan İran’da başörtüsü mecburiyetinin yol açtığı acıklı sahneler eşliğinde okunuyor faaliyetleri. Desenlerinin hemcinslerinin yaşadığı hukuksuzluklara ilişkin anlamını yan etkinliklerle sürekli açıklaması gerekiyor; aksi takdirde mevcut olmayan bu kadınların karşılık geldiği probleme ulaşmak kolay olmazdı izleyici açısından. Tabii beyaz feminizmin kredisini de kullanıyor.
Geleneksel veya değil, Müslüman bir kadının bedeninin Batı beğenisine uygun sunumlarla tuvale dönüştürülmesi, bir tür nesneleştirme. Bu nesneleştirmenin özgürleştirme olarak sunulmasının İran’da bir karşılığı yok. İranlı kadınlar sistem, siyaset, velayeti fakih veya başka herhangi bir yetke tarafından maruz kaldıkları sınırlamalar karşısında kendileri daha gerçekçi ve sahih sanatsal üsluplarla cevap üretebiliyorlar.
Rejim konusunda sorgulamaları olan muhalif, aynı zamanda İran’da yaşayan kadın sanatçıları hiç az değil. Newsha Tavakkolian, Maryam Hashemi, Simin Kerameti, Fahime Salihi Firooz, sadece birkaçı.
Neşat’ın desenlerinden söz edilirken “sürgündeki sanatçı” vurgusu mutlaka yapılıyor. Konumunu romantikleştiren bu atfın gerçekten de sürgünde yaşayan sanatçılara hakaret olduğunu düşünüyor, İran rejimine muhalif sanatçılar. İran’da çok az yaşamış çünkü ABD’de geçmiş ömrü. Yukarıda beyaz feminizmin kredisinden söz ettim ya… Muteber bir geleneğin imtiyazlarına yaslanırken de içini boşaltmayı deniyor bütün birikimlerin. Farsça yazıyor metinlerini, Furuğ mısralarını kullandığı desende Kerbela kaynaklı terkipler yer veriyor. Ne var ki siyah çarşaflı kadınların el ve yüzlerindeki Farsça yazılar Batılı bakışa önce İslami hat sanatını çağrıştırıyor.
Irvin Cemil Schick “Bedeni, Toplumu, Kainatı Yazmak”ta irdelemişti hattın “içsel doğa” ile ilişkisini. Yazı-resim sanatı basit bir “hile-i Şeriyye”den ibaret olmak şöyle dursun, “cismani evrenin ruhani altyazıları” işlevini görmüştür İslam âleminde.
İran’ı Batı zevkine uyarlanmış Şehname imgeleri üzerinden okuyor Neşat. Antik mitolojilerle günümüz arasında kurduğu bağlantıların soluk alıp almadığı yoruma açık elbet. Onun kadınlarının bakışlarından vesayete ihtiyaç duyduğunu gösteren bir acziyet akmalı.
Dilsiz olduklarını varsaydığı, baskılandığını öne sürdüğü hemcinslerinin bedenlerine çizdiği desenler, eril hegemon bir bakışın tezahürü aslında. Onları tanımıyor, dünyalarını bilmiyor, Delacroix tablolarında olduğu gibi harem sessizliği içinde durağan bir hayat sürdürdüklerini var sayıyor. Kuşkusuz bunu yaparken bir bakıma İran devriminin gerçekleştiği çağda benimsediği jakoben tonu kendi “Fransız” ekolü içinde yeniden üretiyor. Aksi takdirde İran için düşünürken devrim öncesi dönemden Asrı Saadet tabloları çıkarmakta zorlanırdı. Bu bağlamdaki çelişkileri görünüşte modernlerle bütünleşiyor. Festivallerde ödülleri niye toplamasın, Davos’ta niye ödüllerle ağırlanmasın? Siyah çarşafı eleştirirken kadınlar için ideal olarak “Avrupai kadınlar”ı gösteriyor. Bu da ülkesindeki kadın meselelerine ne kadar bigâne olduğunun ifadelerinden biri. Oysa Müslüman kadınların kurtuluşu ve özgürleşmesi, onun tanımlamaya çalıştığı açıya herhangi bir formül borçlu değil.
Tahran’ın Yaftabad semtinde, cadde kıyısında oturmuş resim yaparak hayatını kazanan 80 yaşındaki Senuber Mehdur çok daha sahih, anlamlı, hayatın seslerine karşılık geliyor Neşat’ın yanında, söz konusu İranlı kadın ressamlar, sanatçılar olduğunda...
Cihan Aktaş, 05.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Haberiyat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.