"Kırmızı
ayaklı, uzun bacaklı, uzun gagalı, beyaz tüylü leylek bizim hayatımız işte...
öğren artık bunu; yükseklerden uçar, yükseklere yuva yapar çamurda nimet
ararız, bazen tek bazen sürüyle yaşarız."
Gözlerim
ekrandaki yaşlı adama takıldığında, gördüğüm şey beni durdurdu, kumandanın tuşlarında
gezinen parmaklarım hareketsiz kaldı, onu dikkatle izlemeye ve anlattıklarını
dinlemeye karar verdim. İzledikçe ve dinledikçe gülümsemeye bir süre sonra da
kahkahalarla gülmeye başladım.
Akla gri
arası, geriye taranmış sık olmayan, uzunla kısa arası saçları, konuşurken sık
sık sağa sola çevirdiği başı, bazen kapalı gözkapaklarının arasından geriye
doğru, geçmişine, çocukluğuna uzattığı, bazen de beş yaşındaki çocuk heyecanı
ve bilumum duyguları ile program sunucusu kadına yöelttiği bakışları ve en çok da
birdenbire geçmişe gömülüp kesilen, duran ve sonra ağır ağır, kelime ararcasına
dağılan, ama sonrasında büyük bir vakarla yükselen sesi... şöyle diyordu:
"Hayatta ben ne istediysem olmadı, Allah buna izin vermedi."
Yaşlı
adam yetmiş yaşında bir profösördü, felsefe profösörü ve beni kahkahalarla
güldüren de bu cümlesiydi: "Hayatta ben ne istediysem olmadı, Allah buna
izin vermedi."
Söyleme
biçimindeki içtenlik, "Allah buna izin vermedi" deyişinde fark
ettiğim Allah'la kurduğu sıcak diyaloğun izleri ve biraz kırgınlık biraz da kul
aczi ile kabullendiği gerçek ve en fazla bu hususta benzeşen hayatımızdı bana
kahkahalar attıran...
Evet
yaşlı dostum, Allah aklını kullanarak iman edenlerle böyle bir çerçevede kendisiyle
'ilgi' yaratır, onları böyle sınar ve zekanın, bilgiyle donanarak yükseldiği
yerde onları bir çocuk kadar saf, samimi, dosdoğru bir noktada tutarak, onlara
onların istediklerini değil, yüklendikleri yükün gereklerini yerine getirmeleri
için gerekli olanları verir... ve evet; emin ol bunu kendisi istediği için
değil, biz istediğimiz için bize verir, yani açıkçası ne senin ne benim ne de
benzerlerimizin "Hayatta ben ne istediysem olmadı, Allah buna izin
vermedi" demesi de yine bir tür kaçıştan başka bir şey değil; bu gerçekten kaçış... bizi derinden
istediklerimizle, dışavurmadıklarımızla donatıyor Allah ve tabi ne istediğimizi bilmediğimiz yahut
daha net olarak istediğimizin sonuçlarının neler olabileceğini düşünemediğimiz
için zannediyoruz ki olanlar istediklerimiz değil de istemediklerimiz...
Hangi
bir gün bu yaşadıklarımızı yaşamayı reddedip gittik ki? Gitmedik, gidemedik...
Bu yükü yüklenmeyi biz
istedik ve Allah da istediklerimizin gerçekleşmesi için gerekenleri bize verdi,
ama biz beğenmedik bu sonuçları, beğenmeyince istediklerimizi vermedi diye
sitem edebiliyoruz Allah'a... hepsi bu, sadece bu.
Kim bize
her şeyi didik didik ederek düşünmemiz gerektiğini salık verdi ki ta çocukluktan?
Niye denize ve ufuklara ya da dağa, ormana ve akarsulara vurgundun ki çocukken
benim gibi... kaç çocuk merak eder ötesini, kaç çocuk kötülüğe kapatır
kendisini bu kadar çok.... ve kaç çocuk babasına, büyüklerine itaati sorgusuz
kabul eder, söylesene? Ve sonra fırsatını bulduğu en olmaz zamanda kararlarını
verir?
Ünlüydün,
ama ben ilk kez gördüm seni ekranda, sen o çocuktun konuşurken, anlatırken
büyüdün gençleştin... ama asla yetmiş
yaşına gelemedin anlattıklarınla... ve işte sitemkâr sen anlatıyorsun
öğrendiğin bir sürü bilgiyle arandaki ilişkinin sana kazandıramadığı esası...
ve evet kaderci geçiniyorsun sana verilen akla aykırı bir düzlemde, hâlâ çocuk
hâlâ isyankâr olamayan itaatkâr bir çocuk... ve sen anlatırken dinledim, ikimiz
de hayatın köşe başlarında hep kendi kararlarımızı verdik -diğer ayrıntılarda
hükümdâr olamasak da- o kararların sonuçlarını yaşadık.
Gel bak,
kırmızı ayaklı, uzun bacaklı, uzun gagalı, beyaz tüylü leyleklere uluslararası
festival yapacaklarını söylüyorlar birileri... ben geriye gittim çokça uzun
zaman öncesine, çocukluğuma, gökte leylek sürüsünü izlediğim zamanlara...
Gel, yağmur
sonrası yumuşamış topraklara inerek solucan arayan o kırmızı gagaların
hareketlerini, kırmızı parmakların çamura batışını ve en çok en yükseklerde
yuva kuran o muhteşem zarafetin yukarıdan aşağıya süzülürken çamura ve solucana nasıl muhtaç olduğunu birlikte
izleyelim. Onu çocukken yakalayıp dikkatle incelemek ve sevmek isterdik değil
mi?
Leyleğe
benziyor muyuz sence?
İşte bak,
Leylek elimizde, bu Leylek hayatımız, onu sevebiliyor muyuz?
Kırmızı
ayaklı, uzun bacaklı, uzun gagalı, beyaz tüylü leylek bizim hayatımız işte...
öğren artık bunu; yükseklerden uçar, yükseklere yuva yapar, çamurda nimet
ararız, bazen tek bazen sürüyle yaşarız.
Üzme daha fazla kendini...
Not: Yazıda bahsedilen yetmiş yaşındaki adam Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı'dır, program ise 07.07.2017 cuma günü 21:10'da 24 TV'de yayınlanan 24 Portre programıdır.
Doğa Toprak, 08.07.2017,
Sonsuz Ark , Kırlangıç Zamanları,
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.