12 Temmuz 2017 Çarşamba

SA4570/KY26-CA140: Kusuru Halkta Aramasın Kimse

"Yoksullukla küfür arasında bir ilişki kurulur bazen, umutsuzlukla küfür arasında bir bağ var asıl." 


Dönemin yaygın “aydın” ruh hali, umutsuzluk. 2000’li yılların söylemlerinde ağırlık kazanan iyimserliğe karşılık şimdilerde kötümser bir ruh hali hakim toplantı ortamlarına. Her kesimde okur yazarların çoğunluğunun kıssadan hissesi, toplumsal kifayetsizliğimiz.  

Kusuru kendinde aramama hali ise bu umutsuzluk dalgasını Kierkegaard’vari bir “geçiş” eşiği olmaktan uzaklaştırıyor. Sözde umut adına sığınılan avuntular ise alıkoyuyor İslamcıları ihtiyaç duyulan muhasebelerden. 15 Temmuz darbe girişimi konusunda da benzeri bir muhasebe kıtlığından söz edebiliriz pekala. Kendi sorumluluk payımızla yüzleşmeyi nereye kadar geciktirebiliriz?

Geçmişten ders alan bir toplum olmadığımız doğru. Ancak bu ders alamama zaafında ilk sorumlunun söylemleri oluşturan aydınlar olduğu göz ardı edilmemeli. Aydın grupları olguları tanımlamakta zayıf kalıyor, dönemi genellikle geriden okuyor ve bu da siyasete yansıyor elbette. Bu zayıflığın beş on yılın meselesi olduğunu da kimse iddia edemez. 

Şimdilerde geniş özgürlükleri savunan birçok isim geçmişte başörtüsü yasağını savunmuştu. Gerçi geçmişte başörtüsü yasağını eleştiren birçok isim de bugün benzeri gerekçeler ileri sürerek özgürlüklerin kısıtlanmasını savunabiliyor. Tabii 15 Temmuz’u yaşadık, bu nedenle de birçok özgürlük darbe girişiminin sebep ve amaçlarıyla izah edilebiliyor. Ancak sözünü ettiğim daha yapısal bir sorun. Kısıtlama hali istismarlar üzerinden kalıcı bir huya dönüşmeye veya zaten bu huya sahip kesimlerin söylemlerinin ortama hakim olmasına çok açık sonuçta.

Yoksullukla küfür arasında bir ilişki kurulur bazen, umutsuzlukla küfür arasında bir bağ var asıl. Mümin iyimserdir, ancak bu kendi kendini kandırmakla aynı şey değil. Umut, kötü tesellilerle kendini ve başkalarını kandırmaktan farklı bir olgu. Bir sürü şey geldi başına ama hala aynı yerdesin, aynı cümleleri kuruyor ve kusuru başkalarında arıyorsun;  bu, sebat hali değil, sadakat de değil.

“Her türlü etiğin ön şartı özgürlüktür” diyen Aliya’ya sık sık atıfta bulunan okurları, bu sözün aslında mümine özgü umudu koruma hassasiyetini yansıttığını düşünebilse keşke. Mümin, inancını yaşatma çabasında var eder kültürünü, siyasetini, hayat tarzını ve ahiretini.

Şimdiki zamanın çığırından çıkmışlığı bütün dönemlerin şikayeti. Sürekli haklı olduğunu düşünen de hatasıyla yüzleşmek istemiyor. Dahası, hata bir zaaf, hatanın ifadesi ihanet gibi algılanıyor. İnsan olmak her zaman farklı çıkış yolları olduğunu ortaya koyabilmek oysa.

Biz Kur’an’daki peygamber kıssalarını hangi gözle okuyoruz acaba? Orada anlatılanlar, anlam itibarıyla geçmişe karışmadı.

Hz. Yunus tebliğde bulunduğunda Ninova halkı uyarılarına ve öğütlerine itibar etmedi. O da tebliğinin radikal reddi karşısında umutsuzluğa kapıldı. Beni dinlemiyorlar, nasılsa yine anlamayacaklar, diye düşündü. Aslında tebliğinin sonuçlarını görmeye bile sabretmedi. Kendi halkını terk etti, uzaklara gitmek için bir gemiye bindi. 

Gemi fırtınaya yakalandığında yükü azaltmaya karar verdi yolcular. Hafiflemek (veya gemideki varlığıyla fırtınaya sebep olduğu düşünülebilecek bir yolcudan kurtulmak) için bir kişiyi denize atmaları gerekiyordu. Kur'a çektiler nihayet ve kur'ada Hz. Yunus’un ismi çıkınca, kişiliğine hürmeten onu atmak istemediler. İkinci ve üçüncü kuralarda da onun ismi çıkınca, çaresizce denize attılar Hz. Yunus’u. Sonra işte, büyük bir balık yuttu Peygamberi. 

Balığın karnında dünyevi vesveselerin uzağında umut ve kötümserlik, avuntu ve hakikat, dolayısıyla tebliğin mantığı üzerine tefekkür etme zamanına sahipti. Gerektiği gibi konuşmamış mıydı, eksik olan neydi… Balık bir müddet sonra getirip sahile attı Yunus Peygamberi. Kasabasına döndüğünde, halkın Allah’a ibadet ettiğini gördü. Ümitsizliğe kapılmasına sebep olan halka sözleri ulaşmıştı demek ki…

Peygamberleri dinlemediği için çeşitli kavimler cezalandırılırken Hz. Yunus örneğinde peygamber cezalandırılıyor. Niye bırakıp gitti akıllarını kullanmadığı için suçladığı halkı? 

Kur’an’ın “mustazaflara dönük” zafer müjdesi bu konuda düşülen ümitsizliğin bir yergisi olarak da okunabilir. Hz. Muhammed (sav) de ümitsizliğe kapıldığında Allah-u Teala, “Sen yalnızca doğru yola çağırmakla mükellefsin” diye buyurdu.

“Adam olmazlar, anlamazlar, cahiller…” Ümitsizliğin oluştuğu yer sıfır noktalarına özgü sıçrama imkanı olabilecekken türlü avuntularla orada yerleşip “cahil ve gafil” bilinen lanetleniyor.

Bu yüzden bir sağırlıktan başka bir sağırlığa, bir hain söyleminden başka bir hain söylemine savruluyoruz. Bir çeteyi çözümlemeye çalışırken başka çetelerin oluşumuna zemin hazırlıyor, geçmişin tecrübelerini soğukkanlı düşünmekten alıkoyan savrulma paniği. 

Ümitsizliğin zemininde yerleşip kalmak, adı ne konulursa konulsun nihilizme düşmek değil mi?…


Cihan Aktaş, 12.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Haberiyat





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı