Ey iman edenler, Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam mânasıyla sapıtmıştır" (en-Nisâ 4/136)
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.
KİTAPLARA İMAN
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي أَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ …
“Ey îman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba îman edin" (Nisa, 4/136.)
وَالَّذينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
“Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” (Bakara, 2/4.)
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِه وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bakara, 2/285.)
A- KİTAPLARA İMAN
1- İlâhî Kitap Kavramı ve Kitaplara İman
Kitap, sözlükte "yazmak ve yazılı belge" anlamına gelir. Terim olarak ise, Allah Teâlâ'nın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberine vahyettiği sözlere ve bunun yazıya geçirilmiş şekline denilir. Çoğulu "kütüb"dür. Hıristiyan ve yahudilere ilâhî kitap olarak İncil ve Tevrat verildiğinden onlara "Ehl-i kitap" denilmiştir. İlâhî kitaplara Allah katından indirilmiş olması sebebiyle "kütüb-i münzele" veya "semavî kitaplar" da denilir.
Kitaplara iman, Allah tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların içeriğinin tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah Hz. Peygamber'e, "İşte onun için sen (tevhide) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum..." (eş-Şûrâ 42/15) diye hitap etmiş, müminlere de "Ey iman edenler, Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam mânasıyla sapıtmıştır" (en-Nisâ 4/136) buyurarak, kitaplara inanmanın bir iman esası olduğunu belirtmiştir.
İslâm'da iman esasları birbiriyle bağlantılı ve birbirinden ayrılmaz olduğu için kitaplara iman diğer esaslardan ayrılmaz. Allah'a inanmak, bizi O'nun birer yol gösterici olan peygamberler gönderdiğini kabul etme sonucuna götürür. Peygamberlere iman da onların Allah'tan getirip tebliğ ettiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Peygamberlerin tebliğ ettikleri şeyler de Allah'ın kitaplarıdır.[1]
2- İlâhî Kitaplar
İlâhî kitaplar Allah kelâmı olmak bakımından aralarında farklılık bulunmamasına rağmen, hacimleri ve hitap ettikleri kitlenin büyüklüğüne göre, suhuf ve kitap olmak üzere ikiye ayrılırlar.[2]
Allah (c.c), tarih boyunca birçok peygamber göndermiş ve mesajlarını onlar aracılığıyla insanlığa iletmiştir. Kur’an’da, söz konusu mesajların bazıları Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an gibi özel isimlerle anılmaktadır.
Allah (c.c) ilk insan Hz. Âdem’den (a.s) son Peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v) kadar ilahi mesajları insanlara tebliğ etsinler diye pek çok elçi göndermiştir. Kur’an’ın beyan ettiğine göre, bunlardan bir kısmına dair bizlere bilgi verilmişken, bir kısmı ile ilgili herhangi bir bilgilendirme yapılmamıştır. (Mümin 40/78.)
Söz konusu elçilerin getirdiği ilahi mesajların hepsi özünde daima aynı hakikati dile getirmiş olsa da anladığımız kadarıyla zaman ve zemin özellikleri, hitap kitlesi gibi faktörlerle bu mesajların kemiyet ve keyfiyetinde bazı farklılıklar görülebilmiştir. Binaenaleyh bazı peygamberler, müstakil kitaplarla toplumları hidayete çağırırken bazıları da “suhuf” denilen ilahi mesajlarla muhataplarına ulaşmaya çalışmışlardır. İslam geleneği içinde telif edilmiş pek çok kaynak, kendisine kitap ve suhuf verilen peygamberleri şu şekilde eşleştirmiştir:
Dört büyük kitaptan Tevrat[3] Musa’ya (a.s), Zebur[4] Hz. Davud’a (a.s), İncil[5] Hz. İsa’ya (a.s), Kur’an[6], Hz. Muhammed’e (a.s) verilmiş olup, sahifelerden onu Hz. Âdem’e (a.s), ellisi Hz. Şit’e (a.s), otuzu Hz. İdris’e (a.s), onu da Hz. İbrahim’e (a.s)[7] indirilmiştir.[8]
Şu ayet-i kerime bağlamında da müfessirler bu tasnife işaret etmişlerdir:
“Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. (Oysa ki) peygamberleri onlara açık mucizeler, sahifeler (zübür) ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi.”[9]
Kur’an’ı Kerim’de “Tevrat” kelimesi on sekiz defa geçmektedir. Kelime, Al-i İmran suresinde altı, (Al-i İmrân 3/3; 48, 50, 65, 93.) Mâide suresinde yedi,( Mâide 5/43, 44, 46, 66, 68, 110.) Araf suresinde bir,( A’raf 7/157.) Tevbe suresinde bir,( Tevbe 9/11.) Fetih suresinde bir,( Feth 48/29.) Saf suresinde bir(Saf 61/6.) ve Cuma suresinde bir defa geçmektedir. (Cum’a 62/5.)[10]
“Suhuf” kelimesi, bir şeyin açılıp, genişlemesine delalet eden s-h-f kökünden gelmektedir.[11] “sahâif”, “suhuf” ve “suhf” olmak üzere birkaç şekilde de gelebilir.[12] Zemahşerî kelimeyi, üzerine yazı yazılan deri ya da sayfa parçası diye açıklamaktadır.[13] Kelime, müfret haliyle Kur’an’da yer almamakla beraber sekiz yerde “suhuf” şeklindeki çoğul haliyle geçmektedir. Kur’an’ın diğer yerlerinde ise söz konusu kavramla amellerin yazılı olduğu defterler(Tekvîr, 81/10.), önceki kitaplar(Taha, 20/133.), Kur’an(Abese 80/13; Beyyine 98/2.) kastedilmiştir.[14]
Bazı müfessirler, “zübür” kelimesi ile kitap kelimesi arasında bir fark gözetmezken[15] bazıları ise ayet-i kerimede geçen ‘zübür’ kelimesiyle hikmetli kitap anlamındaki ‘zebur’ kelimesinin çoğulu olarak ‘sahifeler’ kastedildiğini söylemektedir.[16] Dolayısıyla ‘zübür’ kavramıyla diğer peygamberlere verilen sahifeler, kitap ile de Tevrat ve İncil kastedilmiştir.[17] Bazılarına göre ayette ‘zübür’ ile ‘kitab’ın ayrı ayrı getirilmesi, Kur’an’a göre “kitab”ın, şeriat ve ahkâm içermesindendir. Bu durumda zebur/zübür’den hikmet ve mevaiz içeren suhuf anlaşılmalıdır.[18] Nitekim Davud Peygambere verilen Zebur içinde mev’izalar çok bulunduğu için bu ad verilmiştir.( Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, IX, 451.) [19]
B- KUR’AN’DA YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR
Allah’ın gönderdiği dîni tahrîf eden, ihânet eden, sapan ve gazaba uğrayan Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik İslâmî eleştirilerin Kur’ân-ı Kerim’le başladığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Kur’ân, Yahudiler’e karşı, bozgunculuk yapmak, inkarcı olmak, kibirli olmak, peygamberleri öldürmek, Müslümanlara ve Hz. Peygamber’e karşı düşmanlık etmek ve Allah hakkında kötü söz söylemek1 gibi pek çok ithamlarda bulunurken[20] ; Hıristiyanlar, “Allah çocuk edindi”, “Allah üçtür”, “İsa Allah’ın oğludur”, “İsa Allah’tır” dedikleri için eleştirilmiş; bu tür düşünce sahiplerinin kâfir oldukları açıklanmıştır[21] . Hıristiyanlar, cennete sadece Hıristiyanların gireceğini iddia etmeleri, kendilerine yapılan uyarılara kulak asmamaları ve kendilerini Allah’ın sevgili kulları olarak görmeleri sebebiyle de Kur’ân’da eleştiri konusu olmuşlardır[22] .
Ancak Kur’ân, Hıristiyanlara karşı tamamen olumsuz bir tavır takınmamaktadır. Söz gelimi, “Ehl-i Kitap içinde geceleri kalkıp Allah’ın âyetlerini okuyan, secdeye kapanan “iyi” insanlar vardır ve onların yapacakları hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmayacaktır”[23] ; “Müslümanlara sevgi bakımından en yakın dinî grup, içlerinde büyüklük taslamayan keşiş ve rahiplerin bulunduğu Hıristiyanlardır” (Mâide, 5/82.) şeklindeki ifadeler bu tavrın göstergesidir.
Kur’an-ı Kerim’in, kutsal kitapları konusunda Yahudi ve Hıristiyanlara yönelttiği eleştiriler, daha ilk dönemlerden itibaren İslâmî literatürde çok geniş bir tahrîf polemiğinin oluşmasına neden olmuştur.[24] Bununla birlikte, tahrîfle ilgili eleştiriler tek yönlü ve tek sesli değildir.
C- KUR’ÂN’DA TEVRAT VE İNCİL [25]
Tevrat kelimesi Kur’ân’da, çoğu Âl-i İmrân ve Mâide sûrelerinde olmak üzere, on altı yerde geçmektedir. Âl-i İmrân sûresindeki âyetlerde, Allah’ın Kur’ân’dan önce Tevrat ve İncil’i inzâl ettiği; İsa’ya Tevrat ve İncil’in öğretildiği; İsa’nın Tevrat’ı doğrulamak üzere gönderildiği belirtilmekte ve “Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrat’ı getirip okuyun” diyerek Yahudilere meydan okunmaktadır.[26]
Mâide sûresinde ise, Tevrat’ta Allah’ın hükmünün, rehberlik ve nurun, kısas emrinin bulunduğu; İsa’nın Tevrat’ı doğrulamak üzere gönderildiği ve kendisine Tevrat’ın öğretildiği; İncil’in, Tevrat’ı tasdik ettiği açıklanmaktadır. Yine aynı sûrede, Ehl-i Kitab’ın, kendi kutsal kitapları olan Tevrat ve İncil’i uygulama noktasında zafiyet gösterdikleri belirtilmektedir. Ehl-i Kitap için önerilen tek çıkar yol, Tevrat, İncil ve Rablerinden kendilerine indirileni uygulamaktır[27].
Tevrat kelimesinin geçtiği diğer âyetlerde, inananların Tevrat’ta nasıl tasvir edildikleri, İsa’nın Tevrat’ı doğruladığı ve Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu açıklanmaktadır[28].
İncil kelimesi Kur’ân’da on iki yerde geçmektedir. Âl-i İmrân sûresinde Allah’ın, Tevrat, İncil ve Furkân’ı inzâl ettiği; Kur’ân’ın ise önceki kitapları tasdik etmek üzere tenzîl edildiği açıklanmaktadır(Âl-i İmrân, 3/3.). İncil kelimesinin en çok zikredildiği Mâide suresinde, içinde hidayet ve nur bulunan İncil’in, Tevrat’ı tasdik ettiği ve İsa’ya verildiği belirtilerek, İncil’e inananların ona uymaları gerektiği vurgulanmaktadır. Böyle yapmazlarsa, onların fâsık olacakları da söylenmektedir (Mâide, 5/46-47.). Yine Mâide suresinde Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni tam olarak uygulamadıkları için uyarılan Ehl-i Kitab’ın, bu şekilde devam ettikleri müddetçe doğru yolda olamayacakları belirtilmektedir(Mâide, 5/66, 68.).
A’râf suresinde tebşîrât meselesine değinilmekte ve Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde Yahudi ve Hıristiyanların ellerinde mevcut olan Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed ile ilgili işaret ve cümlelerin bulunduğu ifade edilmektedir(A’râf, 7/157.). Saff suresinde yer alan benzer bir âyette de Hz. İsa’nın, kendisinden sonra gelecek ve ismi Ahmed olan bir peygamberi müjdelediği açıklanmaktadır (Saff, 61/6.). Tevbe ve Fetih surelerinde Tevrat, İncil ve Kur’ân’da yer alan ortak mesajlardan bahsedilmektedir[29]. Kur’ân-ı Kerim, İsa’ya bir kitap verildiğini de açıklamaktadır[30].
“Kur’ân-ı Kerîm’de Tevrat ve İncil kelimelerinin geçtiği âyetlerde tahrîfle ilgili ifadeler bulunmamaktadır. Bu durumda, Tevrat ve İncil’in tahrîfine ilişkin Kur'ân yaklaşımını ortaya koyabilmek için Ehl-i Kitab’a yönelik tahrîf ithamlarını içeren âyetleri ele almak ve bu âyetlerde kullanılan kelime ve ifadelerin anlamlarını ortaya çıkarmak gerekmektedir.”[31]
Kur’an-ı kerimde yer alan tahrifle ilgili kavramlardan hareket eden birçok İslam bilgini yazmış oldukları eserlerde tahrifin mahiyeti ve boyutunu ortaya koymaya çalışmışlardır. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim, Hıristiyanları ‘’Allah çocuk edindi’’ (Bakara,2/116.) ‘’İsa Allah’ın oğludur’’ (Maide, 5/17,72,73.), ‘’Allah üçtür’’(Nisa, 4/171.), ‘’İsa Allah’tır’’(Tevbe, 9/30.) dedikleri için de eleştirmiş bu düşüncelerinden dolayı suçlayıp kâfirlikle nitelendirmiş,( Yunus, 10/60.) Hz. İsa’nın getirdiği İncil’le hiçbir alakalarının olmadığını(Maide, 5/68.) beyan etmiştir.
Yine Kur’an, onların cennete sadece Hıristiyanların gireceğini iddia etmeleri, kendilerine yapılan uyarılara kulak asmamaları ve kendilerini Allah’ın sevgili kulları olarak görmeleri sebebiyle de eleştirmiştir (Bakara, 2/111, Maide, 5/14, 18.). Kur’an-ı Kerim’in tahrif ithamı daha çok yerleştirmek istediği tevhit inancının dışındaki inanç sistemlerinin Hıristiyanlar arasında yaygın oluşu ile ilgilidir. Kur’an ile mevcut İnciller arasındaki ortak konularda esasa ilişkin birçok farklılıklar mevcuttur.
İsa’nın uluhiyeti, teslis inancı ve İsa’nın İnsanların günahlarına kefaret olmak üzere çarmıkta can vermesi gibi İncillerde yer alan Hıristiyanlığın temel inançları, Kur’an açısından kabulü mümkün olmayan hususlardır. Allah tarafından gönderilen bir kitapta olmaması gereken bu tür ifade ve yaklaşımlar erken dönemden itibaren Müslümanlarca tahrifin sonucu olarak değerlendirilmiştir[32]. [33]
Ehl-i Kitab’ı gerçekleri gizlemek (kitmân) ve unutmakla (nisyân) suçlayan Kur’ân âyetleri de[34] bize tahrîfin mahiyeti hakkında bazı ipuçları vermektedir. Tahrîf[35] konusunda, Kur’ân’da Ehl-i Kitab’a yöneltilen “Allah’a verdikleri sözleri ve yeminleri satıyorlar” ifadesinin de ele alınması gerekmektedir(Âl-i İmrân, 3/77.).
Bu ifade, Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir bedel karşılığında değiştirenlerin âhirette hiçbir payının bulunmadığını; Allah’ın kıyamet gününde bu kimselerle konuşmayacağını açıklamaktadır. Kur’ân’ın Yahudilere yönelttiği bir başka eleştiri, elleriyle yazdıkları kitabı, “Bu, Allah’tandır” diyerek satmaları ve bunun karşılığında da para almalarıdır.( Bakara, 2/79.)[36]
Sonuç olarak denilebilir ki, Müslümanlara göre hem Tevrat hem de İnciller tahrîfe uğramış kitaplardır. Tevrat ve İncil’in tahrîfi kısmî bir tahrîftir. Tevrat’ta Allah’ın hükmünün bulunduğunu belirten âyetin (Maide, 5/43.) yanı sıra, Ehl-i Kitab’ı tasdik etmeyi de yalanlamayı da yasaklayan hadis[37], bu kitapların tamamının tahrif[38] edilmediğini göstermektedir.
Bununla birlikte, Tevrat ve İnciller’in ne kadarının muharref, ne kadarının sağlam olduğunu belirleyecek objektif bir mihenge sahip değiliz. Dolayısıyla önceki kitapların tahrîfi, bir inanç meselesi olarak kalmaya devam edecektir. Müslümanlar açısından bakıldığında Tevrat ve İnciller’in sahihliği, Kur’ân’ın mesajına ve ruhuna uygun olmalarıyla sınırlıdır.[39]
SON SÖZ
Resulullah’a has olan vasıfların ümmet içerisinde bazı insanlara ve zümrelere mutlak olarak tanınması neticesinde yeni (korsan)[40] dini meşruiyetlerin ihdas edilmesi meselesi önem arz etmektedir.
Peygamberlik konusunda, sûfîlerdeki[41] ‘velâyet[42]’, Şia’daki ‘imâmet’[43] ve felsefedeki ‘filozof’[44] kavramlarının peygamberlikle kıyaslanması ve ortaya çıkan bâtini yorumlar ortadadır. Kendini nübüvvet makamında olmasa da –henüz- alanı zorlamaktadır. İnsan-ı kâmil ya da filozof bazılarına göre[45] nübüvvet makamını da geri de bırakmıştır. Bu bâtinî, çarpık nübüvvet anlayışının yanında, bazı kişilerin kendilerinden geçerek, kitaplarını kendilerinin yazmadıklarını, bilakis Allah tarafından kendisine yazdırıldığı söylemleri takip etmektedir.
Bugün Türkiye de kendisini tarikat ehli olarak tanımlayanların çoğu Ehli sünnet çizgisinde (sünni) değildirler. Yani Ehli sünnet görünümünde bâtınîdirler[46]. Bugün Kur’an ve sünnet ehliyiz iddiaları artık bâtınî oldukları gerçeğini kapatmaya yetmemektedir.
Bu anlamda CNN Türk televizyonunda Taha Akyol’un sunduğu Eğrisi Doğrusu programına katılan eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Bâtıni (ezoterik) ve mistik (gizemli) bir inanca sahip olan “İbn-i Arabi[47], Said Nursi[48] ve F. Gülen… Üçünün de ortak noktası; kendi yazdıklarının Allah tarafından yazdırıldığını iddia etmeleri… Böyle din anlayışı olur mu?” diye haklı olarak bâtinî[49] bakışa[50] tepki olarak böyle bir şeyin olamayacağını ifade etmiştir.[51] Ayrıca, Mesnevi’de de benzer yaklaşımlar fazlası ile bulunmaktadır.
Ahmet Hocazâde, 17.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
Takip et: @hocazadem
[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, İlmihal, “Kitaplara İman”, s.99. https://diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf
[2] Diyanet İşleri Başkanlığı, İlmihal, “Kitaplara İman”, s.101.
[3] Geniş bilgi için bkz. Baki Adam, TEVRAT, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXXXI/44.
[4] Geniş bilgi için bkz. Salime Leyla Gürkan, ZEBUR, DİA, XXXXIV/171.
[5] Geniş bilgi için bkz. Ömer Faruk Harman, İNCİL, DİA, XXII/270.
[6] Elmalılı Hamdi Yazır, bundan sonra, "El-Kitâb"ı şöyle tarif etmıştır: "Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallabu aleyhi vesellem Efendimize inzal edilmiş olup, her bir suresi i'caz ifade eden ve ondan bize tevatüren menkul ve o suretle Mushaflarda mektûb bulunan nazmı beliğ ki, hem mecmuuna, hem ba'zına ıtlak olunur.” Hamdi Yazır, Hak Dini Kur' an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979, I/162.
[7] Yrd. Doç. Dr. Recep Orhan ÖZEL, Kur’an “Tevrat”la Neyi Kastediyor?, s.26.
http://www.usuldergisi.com/img/USL20102_2_%20Kuran_Tevratla_neyi_kastediyor.pdf
[8] Rivayet edildiğine göre Ebu Zer (r.a) Hz. Peygambere (a.s), “Allah kaç kitap indirmiştir?” diye sorunca, o da “Onu Hz. Adem’e, ellisi Hz. Şit’e, otuzu Hz. İdris’e, onu Hz. İbrahim’e ayrıca Tevrat, Zebur, İncil ve Furkan indirilmiştir” diye cevap vermiştir. Bkz. Süyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman, ed-Dürru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.), VIII, 489. Ayrıca bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa, (İstanbul: Bedir, 1966), I, 17; Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, (İstanbul: TDV, 2005), I, 19.
[9] Âl-i İmran, 3/184; Fâtır 35/25. Bkz. ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf An Ğavâmidı’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, 1407/ 1983), I, 448.
[10] Yrd. Doç. Dr. Recep Orhan ÖZEL, Kur’an “Tevrat”la Neyi Kastediyor?, s.32.
[11] el-Kazvînî, Ahmet b. Fâris b. Zekeriyya er-Râzî Ebu’l-Huseyn, Mu‘cemu Makâyîsi’l-Lüğa, thk. Abdüsselam Muhammed Harun, (yy.: Dâru’l-Fikr, 1979), III, 334.
[12] İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrem b. Ali Ebu’l-Fadl Cemalüddîn Muhammed, Lisânü’lArab, IX, 186, Beyrut: Dâru Sâdir, 1414/1993; Rağıp el-İsfehânî, el-Müfredât, s.476.
[13] Zemahşerî, Esâsü’l-Belâğa, (Beyrut: Dâru Sâdir: 2009), s.349.
[14] Recep Orhan ÖZEL, Kur’an “Tevrat”la Neyi Kastediyor?, s.40-41.
[15] Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi’ul-Beyân An Te’vîli’l-Kur’an, thk. Ahmed Muhammed Şakir, (yy: Müessetü’r-Risâle, 2000), III, 539.
[16] İbn Kesîr, İmâdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm, thk. Sâmî b. Muhammed Selâme, (yy.: Dâru Taybe, 1999), I, 342; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 229.
[17] Râzî, Fahruddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer, Mefatîhu’l-Ğayb, (Beyrut: Dâru İhyâi’tTürâsi’l-Arabî, 1420/199), IX, 451; Râğıb el-İsfehânî Ebu’l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed, thk, Safvan Adnan Dâvudî, el-Müfredât Fi Garîbi’l-Kur’an, (Cidde: Dâru Sadr, 1997), s.377
[18] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (İstanbul: Eser, 1361/1942), II, 1242.
[19] Yrd. Doç. Dr. Recep Orhan ÖZEL, Kur’an “Tevrat”la Neyi Kastediyor?, s.26.
[20] Kur’ân’da Yahudilere yönelik eleştiriler ve Yahudi karakterinin analizi hakkında geniş bilgi için bkz. Sayar, Süleyman, “Yahudi Karakteri (Tarihî ve Sosyo-Psikolojik Bir Yakla- şım)”, UÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 9, sy. 9, Bursa 2000, s. 307-324; Kesler M. Fatih, Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler ve Hıristiyanlar, Ankara 2001; Ulutürk, Veli, Kur’an’da Ehli Kitap, İstanbul 1996.
[21] Bakara, 2/116; Nisa, 4/171; Mâide, 5/17, 72, 73; Tevbe, 9/30; Yûnus, 10/68.
[22] Bakara, 2/111; Mâide, 5/14, 18.
[23] Âl-i İmrân, 3/113-115.
[24] Geniş bilgi için bkz. Aydın, Mehmet, Müslümanların Hristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Ankara 1998.
[25] Muhammet TARAKCI, Tevrat ve İncil’in Tahrîfi ile İlgili Kur’ân Âyetlerinin Anlaşılması Sorunu, Usûl İslam Araştırmaları, Sayı: 2, Temmuz-Aralık 2004,s.35-36.
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02671%5C2004_2/2004_2_TARAKCIM.pdf
[26] Âl-i İmran, 3/3, 48, 50, 93. Ayrıca bkz. Âl-i İmran, 3/65.
[27] Mâide, 5/43-46, 66, 68, 110.
[28] Fetih, 48/29; Saff, 61/6; Cuma, 62/5.
[29] Tevbe, 9/111; Fetih, 48/29. İncil kelimesinin geçtiği diğer âyetler için bkz. Âl-i İmrân, 3/48, 65.
[30] Meryem, 19/30.
[31] Muhammet TARAKCI, Tevrat ve İncil’in Tahrîfi ile İlgili Kur’ân Âyetlerinin Anlaşılması Sorunu, Usûl İslam Araştırmaları, Sayı: 2, Temmuz-Aralık 2004,s.35-36.
[32] Ömer Faruk Harman, ‘’İncil’’, DİA, İstanbul 2000, c. XXII, s. 275.
[33] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Göregen, Ahmed Mithat Efendi’nin Hıristiyan Kutsal Kitabı’nın Tahrifi Mes’elesine Bakışı, SİİRT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, CİLT: 1, SAYI 1, s.45.
http://ilahiyat.siirt.edu.tr/dosya/personel/201641114551791.pdf
[34] Bakara, 2/42, 146, 159, 174; Âl-i İmrân, 3/71; Mâide, 5/13, 15, En’âm, 6/91.
[35] Geniş bilgi için bkz. Muhammet Tarakçı, “Tahrif”, DİA, c.39, s.422-423.
[36] Muhammet TARAKCI, a.g.m.,s.43.
[37] Buhari, “Şehadat”, 29; “İtisam”, 25; “Tevhid”, 42. Bu ve ilgili diğer hadislerin analizi icin bkz. Karacabey, Salih, “İsraliyyatı Belirleme Kriterleri Cercevesinde İlahi Mesajın Birliği Meselesi”, UU. İlahiyat Fakultesi Dergisi, c. 12, sy. 1, Bursa, 2003, s. 71-104.
[38] Tevrat’ın tahrifi için bkz. Dr. Baki Adam, Tevrat'ın Tahrifi Meselesine Müslüman Ve Yahudi Cephesinden Bir Bakış,s.366. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/781/10030.pdf
[39] Muhammet TARAKCI, a.g.m.,s.54.
[40] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ünverdi, Hz. Peygamber’in Ayrıcalıklı Yönlerinin Tevarüs Etmesinin İmkânı (İsmet Sıfatı Örneği), Kelam Araştırmaları 13:1 (2015), s.374.
[41] Bkz. İbn Teymiyye, Mecmûatü’l-Fetâvâ, c. XI, s. 223, 366, 373; Risâletün fî Hakikati Mezhebi’l- İttihâdiyyîn (Mecmûatü’r-Resâil), c. IV, s. 61.; İbn Teymiyye, Mecmûatü’l-Fetâvâ, c. XI, s. 223, 366; Risâletün fî Reddi alâ İbn Arabî, (Câmiu’r-Resâil), c. I, s. 206; Risâletün fî Hakikati Mezhebi’l-İttihâdiyyîn (Mecmûatü’rResâil), c. IV, s. 61, 62.
İbn Teymiyye’ye göre Kur’an’da mü’minlerin kemal yolundaki mertebeleri efdaliyyet sırasına göre‚nebiler, sıddîkler, şehidler ve sâlihler‛ (Nisa 4/69) şeklinde sıralanmışken kâmil bir filozofu nebîden üstün sayan mülhid filozofların yolunu tutan bazı sûfiler, velilerin nebilerden üstün olduğunu iddia etmişlerdir. Bk. Mecmûatü’l-Fetâvâ, c. XI, s. 223, 363, 373; İbn Teymiyye, er-Reddu ale’l-Mantıkıyyîn, Dâru Tercümân, Pakistan 1976, s. 511.
[42] İbnü’l-Arabî taraftarları ile muârızları arasında süregelen bu polemiğin ayrıntıları ve literatürdeki iz düşümü hakkında detaylı bilgi için bk. Alexander Knysh, Ibn ‘Arabî in The Later Islamic Tradition, State University of New York Press, New York 1999.
[43] “Şia’nın kabul ettiği imamet anlayışı yani egemenlik/ hükümranlık hakkının Allah tarafından nass ile belirlenen bir zümreye verildiği ve bu zümreye mensup olan bireylerin de masum (günahsız) oldukları inancı teokratiktir. Onlara göre imamların günahsızlığı ya da hatasız oluşları, egemenliği Allah adına kullanıyor olmalarından kaynaklanmaktadır.” Bkz. Kösoğlu, Nevzat, Şia’da Egemenlik Anlayışı ve Tarihî Gelişmeler, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Türk Yurdu Yay. Ankara, 1997, s.73.; Doç. Dr. Selim ÖZARSLAN, Şia’nın Dinî Otorite Anlayışı Ve Günümüze Yansımaları, Kelam Araştırmaları 3:1 (2005),s.43.
İlk dönem Şiî bilginlerinden Şeyh Saduk lakabıyla bilinen el-Kummî (ö.381/991), Şia’nın itikat/ inanç esaslarını kaleme aldığı Risaletu’l-İ’tikâdâti’l- İmamiyye isimli meşhur eserinde hüccetleri yani imamları, nebiler ve resullerle aynı kategoride değerlendirerek onların meleklerden daha üstün olduklarını belirtir. Şeyh Sâduk, Ebû Câfer Muhammed b. Ali İbn Bâbeveyh el-Kummî, Risaletu’l- İ’tikâdâti’l-İmamiyye (Şiî –İmamiyye’nin İnanç Esasları), çev. E.Ruhi Fığlalı, Ankara, 1978, 104; Eş’arî, imamların peygamberlerden daha faziletli olup olmadıkları hususunda Rafizilerin üç ayrı görüşte olduklarını belirtir. Birinci gruba göre, imamlar peygamberlerden daha efdal olamazlar ancak meleklerden üstün olabilirler. İkinci gruptakiler imamların peygamberlerden ve meleklerden daha faziletli olduklarını söylerken sonuncular ise peygamberlerin ve meleklerin imamlardan daha faziletli olduklarını çünkü imamların onlardan daha efdal olmaları caiz değildir demişlerdir. Bkz. el-Eş’arî, Makâlâtü’l- İslâmiyyîn, I, 120.; Doç. Dr. Selim ÖZARSLAN, Şia’nın Dinî Otorite Anlayışı Ve Günümüze Yansımaları, Kelam Araştırmaları 3:1 (2005),s.46.
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D03265/2005_1/2005_1_OZARSLANS.pdf
Dr. Hasan ONAT, Şîi İmamet Nazariyesi, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/776/9925.pdf
[44] Örneğin Farabi nübüvvet nazariyesini, Aristo ve onun talebelerinin Ruhbiliminin verileriyle ve O'nun rüyalar ve kehanet konusunda ortaya koyduğu helenistik malzemeyi kullanarak ele aldığı söylenir. Fazlurrahman, İslam, çev. Mehmet Dağ Mehmet Aydın, Selçuk, 4. bsk. s. 168; Emiroğlu, İbrahim, İslam Felsefesi Tarihi Ders Not/an, s. 51; Aydınlı, Yaşar, Farabi'de Tann-İnsan İliş kisi, İz, İstanbul2008, s. 82,90.; Bkz. Salih Aydın, Farabi'nin Sisteminde Nübüvvet Ve Filozofi, Cumhuriyet Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, Cilt: XV, Sayı: 2,s.288.
İbn Sina' da nübüvveti insani kemalin zirvesi olarak kabul etmektedir. Bkz. İbn Sina, "Peygamberliğin İspatı ve Kullandıklan Sembol ve Örneklerin Yorum u Hakkında Risale", Risaleler, çev. Alpaslan Açık genç-M. Hayri Kırbaşoğlu, Ankara 2004, s. 38.
[45] Fârabî’ye göre en mükemmel insan Aristo’dur (Muallim’ul Evvel) ve Ona göre filozoflar peygamberlerden üstündür. O, filozof - peygamber karşılaştırması yapar ve üstünlük önceliğini birincisine verir-. Bu görüşündeki delili de peygamberin, isteği ve arzusu olmadığı bir durumda vahiy aldığı, halbuki filozofun çalışıp, gayret sarf ederek İlâhi bilgiyi (hakikati) elde ettiği, bu nedenle çalışanın çalışmayandan her zaman üstün olacağı biçimindedir.” (Hatem'ül Evliya)(Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, Pınar Yy.,İstanbul 1991,s.127-128,130.)
İbnü’l-Arabî’nin Fusûs’taki ifadesinde “veliyi nebiden üstün görür”: (Hâtemü’l-evliyâ) peygambere vahiy getiren meleğin aldığı mâdenden alır.‛( Bk. İbnü’l-Arabî, Fusûs, s. 63.)
[46] Bâtınîlik, asırlardır İslâm dünyası içinde faaliyet gösteren fırkaların, grupların ve cereyanların adı olmakla birlikte, İslâm düşünce dünyası içinde de olumsuz izler bırakmıştır. Aklı ve bilimi inkâr ederek yerine her şeyi te’vil eden masum imam teorisini ortaya koymakla imametin arkasına sığınılmış, tenasüh, ibaha, hulul ve mehdî gibi kavramları himayesine alarak dini, ideolojilerine ve siyasî çıkarlarına alet eden insanlardan ibaret bir yapı tesis edilmiştir. Ehl-i sünnet ve Mu’tezile’ye göre ise Bâtınîlik, Sabiîlik ve Mecûsilik gibi eski İran ve Hint kültürleriyle, eski Yunan’dan, Hıristiyan ve Yahudilikten esinlenerek İslâm’ı parçalama gayret ve arzusu ile oluşturulmuş uydurma bir dindir.Bkz. İlyas Yazar, Bâtınîlik Üzerine Bir İnceleme, http://web.deu.edu.tr/ilyas/yayinlarim/batinilik.htm
[47] “Tâki Tanrı erlerinden ona vakıf olacak kimseler gerçek bilgiye ersinler. Çünkü bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesat karışmamış olan en kutsi makamdan indirilmiştir.” Muhyiddin-i Arabî, Fusus ül- Hikem, Çeviren: Nuri Gençosman, M.E.B İstanbul 1992, s. 20.
“Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi. O, bana imla ediyor ve ben (bunları ) kendi elimle yazıyordum. Benim lisanım, Hakk’ın lisanıdır. Sözüm onun sözüdür.” Muhyiddin İbn-i Arabî, El-Futuhat El-Mekkiiyye, Kültür Bakanlığı, Çvr. Nihat Keklik, s. 455, 1184, divandan nakille…
[48] Bkz. Said Nursi, Bediuzzaman Cevap Veriyor, Medeniyet Matbaası, Ankara 1960, s.122; Said Nursi, Emirdağ Lahikası,s.79; Said Nursi,Sönmez Risalesi, s.29. http://mulkiye.org.tr/wp-content/uploads/2015/09/21.pdf
[49] İlyaz Yazar, BÂTINÎLİK ÜZERİNE BİR İNCELEME, http://web.deu.edu.tr/ilyas/yayinlarim/batini-derginet.pdf
[50] Doç. Dr. Ramazan Biçer, Heretik Bir New Age Tarikatı Dünya Kardeşlik Birligi Mevlana Yüce Vakfı, Ekev Akademi Dergisi Yıl: 10 Sayı: 29 (Güz 2006),s.27-50.
[51] https://www.youtube.com/watch?v=44UHztFfyPg
http://www.haksozhaber.net/ali-bardakoglu-fethullah-gulen-ibn-i-arabi-ve-said-nursinin-ortak-ozelligi-81104h.htm
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.