4 Ağustos 2017 Cuma

SA4678/KY57-AHCZD32: Kur'an'da İtaat Kavramı

“İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itâat ederse Allah onu, zemininde ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar. İste büyük kazanç budur.” (Nisâ 4/13)


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun. 

KUR'AN'DA İTAAT KAVRAMI

Yazıda sırası ile şu konular işlenecektir;

1-   İtâat Kavramı

2-   Kur’an’da İtaat Edilecekler (Allah, Peygamberler, Ulü’l-Emr ve Vahiy)

3-   Kur’an’da İtaat Edilmeyecekler  (Kafirler ve Münafıklar; Şeytanın dostları; Şirke zorlayan anne-baba; Zanna uyan insanların çoğu; Kötü ahlak sahipleri; Allah yolundan uzaklaştıranlar ve saptıranlar; Ehl-i Kitâb; Yalanlayanlar ve kötü ahlaklılar; Kalbi gâfil ve günahkarlar; Haramı helal yapanlar; Büyüklük taslayanlar.)

4-  Allah ve Rasülüne itaatsizliğin meydana getireceği sonuçlar

5-  Allah ve Rasülüne itaatin mükâfâtı

6-  Hadislerde itaat ilkesi

Her şeyi yaratana ait olabilecek mükemmellikteki kurtuluşumuz olan Kur’an’ın hükümleri,[1] hem yaratılışta hem de indirilen kitapta bir boşluk,( Mülk,67/3; Bakara,2/106; Fussılet, 41/41,42.) şerîk(En’âm,6/163;İsrâ,17/111;Furkân,25/2.) ve çelişki(Enbiyâ, 21/22;Nisâ, 4/82.) olmadığını beyan ettiği gibi, yaratılan ve indirilen arasındaki uyumun da en önemli göstergesidir. Her şeyi yaratan(En’âm,6/101;Furkân,25/2;Mü’min,40/62.) ve yarattıklarının mahiyetini en iyi bilen(Hicr,15/86;Yâsîn,36/81.) Yaratıcı(Mülk,67/14.) da kime itaat edilip kime itaat edilmeyeceğini belirlemiştir. Müslümanın hayatı boyunca karşılaşacağı problemlere en güzel çözümler(İsrâ,17/9.) içeren bu tavsiye ve emirler, Kur'ân'ın bitmeyen güzellikleri(Tirmizî,Fezâilu’l-Kur’ân,14; Dârimî,Fezâilu’l-Kur’ân,1; Ahmed b. Hanbel,el-Müsned,1/91.) içerisinde araştırılıp bulunmayı beklemektedir.

1- İTAAT KAVRAMI

İtaat sözcüğü baş eğmek, emredileni yapmak, söz dinlemek anlamındaki tav’ fiilinden türemiştir.[2] Kur’an’da yüz yirmi dokuz yerde itaat kavramı ve türevleri geçmektedir. İtaat sözcüğü, boyun eğmek anlamını ifade ede “tav’en” kelimesiyle eş anlamlıdır; ancak itaat daha çok “verilen emri yerine getirmek” manasında kullanılmaktadır.[3] Kur‟an-ı Kerim‟de yedisi isim, diğerleri fiil kalıplarında olmak üzere itaat kavramı seksen yedi yerde geçmektedir. [4]Kırk iki ayette de güç yetirmek anlamında istitâat[5] kavramı yer almaktadır..[6]

“Ancak itaat, “emre uymak” şeklinde anlaşıldığında bir emreden, bir de emredilen varlık söz konusu olmaktadır. Buna bağlı olarak itaat eden varsa, bir de itaat edilen var demektir. Fakat Kur‟an, ehl-i kitaba, kâfirlere, münafıklara, sözünde durmayanlara, azgınlara, servetin ve refahın getirdiği aşırılığı yaşayanlara itaat edilmeyeceğini vurgulamaktadır(Al-i İmran,3/100; Furkan,25/52; Ahzab,33/1,48,67; Kalem,68/8.). 

Bununla beraber, Kur’an-ı Kerim, itaat edilmeyecekler arasında farklı varlık (Bakara,2/14) ve davranışları da zikretmektedir. Kötülüğün sembolü olan şeytan ve insanı olumsuz kılan şevhet, heva ve heves gibi davranışlara da itaati Kur’an yasaklamıştır.( Sâd,38/26; En‟âm,6/121; Şuara,26/151.) İtaat kavramı, uyma ve tâbi olma anlamında ki ittiba kavramı ile eş anlamlıdır.[7] Ancak ittibâdaki uyma, sözlü olmaktan çok görme ve örnek alma yoluyla gerçekleşen bir eylemdir. Dolayısıyla söz konusu kelime bu manada itaattan daha hususi bir anlâm ifade etmektedir. Çünkü itaat, sözlü emir ve talimata uymayı kapsadığı gibi, fiili olarak örnek alma yoluyla uymayı da kapsamaktadır.[8] Ancak ıstılahi anlam bakımından her iki kavramın birbirine yakın anlamlar taşıdığı görülmektedir. Kur’an’da itaat kavramına yakın veya aynı anlam çerçevesinde din, islâm, sem’, birr, teba‟a kelimeleri de kullanılmaktadır.( Al-i İmran,3/85, Nisa, 4/125; Enam,6/71; Nisa,4/46; Bakara,2/177; Enam, 6/106.)” [9]

Kur’an-ı Kerim’de itaat kavramı farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bunlar yetmiş dokuz ayette altı farklı anlamda kullanılmıştır.  

1.Gönülden uymak, gönülden bağlanmak 
2. Kabul etmek. 
3. Söz tutmak, söz dinlemek. 
4. İsteyerek yapmak.
5. Gönülden iyilik ve hayır işlemek 
6. Boyun eğmek.[10]

Kur’ân’da itâat kavramının eşanlamlısı olarak şu kelimeler kulanılmaktadır: “ Din, iman, İslâm, ittibâ’, i’tisâm, ibâdet, birr, husû’, kunût, iktidâ.”  İtâat kavramının karşıt anlamlısı olarak olarak şu kelimelerin kullanıldıgı söylenebilir: ”İsyan, kibr, tekebbür,istikbâr,tekzib,sikâk,i’râz”.( Turan, Sebahattin, A.g.e., s. 18-37.)[11]

2- İTÂAT EDİLECEKLER:

Kur’ân’da “sözü dinlenilmesi, kendisine uyulması, itâat edilmesi” gerekenler şu şekilde sıralanmaktadır:

A. ALLAH’A İTAAT

Allah mutlak itâatin makamıdır. O’na itâat etmekte mümin olmanın gereğidir.

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ

“ Şu halde, ne kadar gücünüz yetiyorsa Allah’a karşı o kadar sorumlu davranın/müttakî olun, hem ( O’nu) dinleyin, hem ( O’na) itâat edin.” (Teğâbun 64/16)

“Kuran’ın başlangıç bölümünü teşkil eden Fatiha suresinin her namazda birkaç defa okunmak suretiyle günde yaklaşık kırk defa tekrar edilişinin hikmetlerinden biri, tapınılacak, yardım istenip sığınılacak varlığın sadece Allah olduğunu kişinin gönlüne ve zihnine yerleştirmekten ibarettir. Kainatı yaratıp geliştiren, koruyup yöneten, engin ve sınırsız rahmetle nimetlendiren (rabbü‟l-âlemin, rahman ve rahim) Allah‟tan başkasına kulluk anlamında eğilmek, kendini ona bağımlı hissetmek (ibadet ve istiâne), birçok yaratıktan üstün ve şerefli kılınan (İsrâ,17/70.) insanoğluna büyük bir haksızlıktır. Kur‟an‟ı Kerim, Hz. Lokman‟ın oğluna öğüt verirken söylediği hikmetli sözlerden birini şöyle nakleder:

وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ

“Allah‟a ortak tanıma! Şüphe yok ki O‟na ortak tanımak büyük bir zulümdür.” (Lokman,31/13.) 

Birçok ayette de inançsızlığı (küfür) veya çok tanrıcı anlayışı (şirk), bu zihniyetlerin sahiplerinin kendilerine reva gördükleri bir zulüm olarak niteler.(Bakara,2/54-57; Araf,7/177; Tevbe,9/36-70.) Burada söz konusu edilen zulüm, her şeyden önce insanın kendi şahsiyetini, hürriyetini, şerefini ve dolayısıyla insanlık değerini kendi davranışlarıyla yok etmesi anlamına gelir. Kur‟an, Allah‟ın varlığının insan tarafından benimsenmesini, onun selim yaratılışının gereği saydığı gibi; O‟na itaatin de zatı ve ulûhiyetinin gereği sayar. Ubudiyette Allah‟ın ortağı olmadığı gibi, itaatte de Allah‟ın ortağı yoktur. Göklerin ve yerin otoritesi Allah‟ın olduğu için mutlak itaat O‟nadır.”[12]

هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“O, diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.” (Mü’min,40/65)

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

(Ey Rabbimiz!) Yalnız sana (ibâdet ve itaatle) kulluk eder ve (her hal ve ihtiyacımızda) ancak senden medet umar/yardım dileriz." [Fâtiha,5]

“Bu âyet inananların Allah’a verdiği bir taahhüttür. Bilmemiz gerekir ki Allah’a kulluk, yalnız O’na ibadet etmekle değil, hem ibadet hem de emir ve yasaklarına itaatle gerçekleşir. Çünkü Allah, yalnız ibadet ilâhı değildir. Bunun içindir ki İslâm “lâ ilâhe illallah” ile başlar, “iyyâke na‘büdü” ile yürürlüğe girer. Kur’an’da birçok yerde Allah’a kulluk emredilir. Çünkü insanları, bütün emirlerine itaatte kul etme hakkı ancak O’nundur. Zaten Allah da insanları bunun için yaratmıştır (51/56). 

Çünkü Bir’e kul olmayan bine kul olur; Allah’a kullukta yücelik ve hürlük, kula kullukta ise esaret ve küçülme vardır. Seyyid Kutub, tefsirinde; “Öyle bir zaman gelir ki insanlar, Allah’ı sözde inkâr etmeyebilir, O’na ibadeti de terketmezler ama o ibadeti ya birine gösteriş olarak yaparlar, ya helal ve haramı (serbestlik ve yasakları) tayin ve ilanda, başkalarının İslâm’a aykırı emirlerine istekle itaat ederler, ya da İslâm’a aykırı olarak bir kimseye sığınmak ve ondan bir pâye elde etmek isterler ki (4/139; 35/10) bu durumda onları rab kabul etmiş, onlara tapmış ve kulluk etmiş olurlar (9/31). Böylece ‘müslümanım’ dedikleri halde –Allah korusun– şirke düşerler.” der. “İslâm öncesi Arap müşrikleri de ideolojileri yönünden Allah’ı inkâr etmiyorlar fakat O’nun, hayatlarında hükümleri geçerli olan Rab olmasını kabul etmiyorlardı. İşte Allah’a Rab, Mâlik (Hükümran) ve tek İlâh olarak (112/1-4) inanmamak şirk olur.” (Seyyid Kutub, VIII, 284). [bkz. 2/107, 138; 5/52; 6/102; 12/40, 106; 16/49, 52; 29/25; 39/64, 65; 40/60; 41/30; 43/84; 46/13]”[13]

Kul, ibadetleriyle Allah'a karşı, Allah'ın Rab, kendisinin de kul olduğunun şuuru içinde, "Allah benim Rabbimdir, beni O yarattı, bana her türlü rızkı O verdi, bütün varlığımı O'na borçluyum, öyleyse O'na ibadet etmem gerekir." düşüncesi ve duygusu içinde kulluk borcu olan ibadetlerini ifa eder. Böylece mümin kişi kainattaki yerini belirlemiş olur.

B. PEYGAMBERLER: 

Allah’ın emirlerini insanlara iletmek ve buna uygun bir hayat sürmekle mükellef olan elçiler, temsil ettikleri misyondan dolayı itâat edilmesi gereken kisilerdir.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ

“ Biz her bir peygamberi, Allah'ın izniyle, ancak kendisine itâat edilmesi için gönderdik.” (Nisâ 4/64)

Çoğu zamanda peygamberlere itâat, Allah’a itâatle beraber zikredilmiş, onlara yapılan itâatin aslında Allah’a yapılan itâat anlamı taşıdığı belirtilmiştir.

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

"Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!" (Nisâ, 4/80.) Bilindiği gibi elçiye itaat, elçiyi gönderene itaat olduğundan her kim Allah'ın elçisine itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.( Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1971, II, 1399.)

وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ

"Her kim Allah'a ve Rasûlüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir." (Nûr, 24/52.)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ

"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin"(Enfâl, 8/20.) Yani işitip durduğunuz halde O‟ndan, Allah'dan ve O‟nun Rasûlü'nden yüz çevirmeyin ve onlara itaat edin.( Elmalılı Hamdi Yazır, IV, 2383.)

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ

"De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz) dır. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık seçik duyurmaktır." ( Nûr, 24/54.) 

“Ey Hak Peygamber! De ki: Allah'a itaat ediniz, Resule de itaat ediniz. Yani Peygambere itaat da özellikle Allah emri olduğundan, ona itaat edilmedikçe Allah'a itaat edilmiş olunmaz. Şu halde Allah'ın kitabına yapışmak bir görev olduğu gibi, peygamberin sünnetine yapışmak da özellikle bir görev, bir vecîbedir. Eğer bundan sonra yüz çevirir, yani o haksızlar yine aldırmazlarsa artık onun üzerine düşen, ancak kendisine yüklenendir. Yani Peygambere ait olan görev, ancak ona yükletilen tebliğ yüküdür. Sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir ki, bu da Allah ve Rasulüne itaat görevidir.”( Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1971, V, 3534.)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

"Allah ve Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Şüphesiz Allah Sabredenlerle beraberdir." (Enfâl, 8/46.) 

Allah'a ve Resulü'ne itaat eyleyiniz ve ayrıca aranızda çekişmeyiniz ki, felakete düşersiniz, yani, zayıf, tembel, çekingen ve korkak olursunuz, yılgınlaşırsınız ve rüzgârınız kesilir, havanız söner, ağırlığınız kaybolur, devletiniz elden gider. Sabırlı olunuz. Sabırlı davranınız. Zira Allah, kesinlikle sabredenlerle beraberdir. Beraber olduğu kimselere yani sabredenlere zafer ihsan eder.( Yazır, IV, 2412.)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

"Allah ve Rasûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız" (Âl-i İmrân, 3/132.) 

Allah’ın size yasaklamış olduğu faizi terkedip bu hususlarda Allaha ve Peygamberine itaat edin ki size merhamet edilsin ve böylece azaba uğratılmayasınız. (Taberî, Tefsir, VI, 51-52.)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

"Namazı kılın; zekâtı verin; peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz." (Nûr, 24/56.) 

Cenab-ı Hakk'a ait aydınlatma ile taatin vacip olduğunu, bir görev bulunduğunu tespit eden duyurma ve O'na ait müjde ve sakındırma ile öğüt verip yol göstermiştir ki merhamet edilme ancak O‟na itaatle mümkündür.( Yazır, V,)

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân, 3/31.) 

Muhabbet (muhabbet, sevgi), insan ruhunun yücelik ve güzellik sezdiği bir şeye öyle bir meyil göstermesidir ki, ona yaklaşmak için gerekli bütün sebep ve vesileleri arayıp bulmaya yöneltir. Binaenaleyh sevenin hedefi, sevgilinin rızasına erebilmek ve öfkesinden sakınmak, korunmak olduğundan, sevgi, itaat isteğini ve beraberinde isyan sayılan şeylerden kaçınmayı da gerektirir. Herhangi bir kişi, hakiki yüceliğin ve kemalin ancak Allah'a ait olduğunu idrak edip anladığı zaman, onun bütün sevgisi Allah için, Allah yolunda ve Allah'ın rızasını kazanmak uğrunda olacaktır.( Yazır, II, 1076.)

Her peygamber kendisine itaat edilsin diye gönderilmiştir:

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

"Biz her peygamberi –Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı." ( Nisâ, 4/64.)

Hz. Peygamber‟in gönderiliş sebeplerinden birisi de kendisinden önce gönderilen şeriatları doğrulamak için gönderilmiştir. O Allah katından bir mucize getirerek kendisine itaat edilmesini istemiştir:

وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُم بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَطِيعُونِ

"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin." (Âl-i İmrân, 3/50) 

Rabbım'dan size söylediklerimin doğru olduğuna delâlet edecek bir âyet getirdim. Allah'tan korkun ve O'na itaat edin. Şüphe yok ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Kulluk etmede, boyun eğmede, sizinle benim aramda hiç bir fark yoktur. Doğru yol işte budur.( İbn Kesir, Tefsir, I, 373.)

Hz. Peygamber‟e olduğu gibi diğer peygamberlere de itaat şarttır[14]:

“Peygambere itaatin mutlak manada bir itaat olmadığı Kur‟an bütünlüğü içindeki ayetlerden ve yaşadığı toplumdaki sahabenin algılayışından anlaşılmaktadır.(Hakkâ,69/44-47.) Peygamberin bir beşer olarak her kararının ve düşüncesinin vahye dayanmadığını gösteren ayet ve hadisler vardır. Bu hususta Hz. Peygamber‟in Bedir savaşında esir düşen müşrikleri fidye alıp salıvermesi,( Enfâl,8/67.) Tebuk Savaşı‟na bir bahane ile katılmak istemeyenlere izin vermesi(Tevbe,9/43.) Allah‟ın kendisine helal kıldığı (bal şerbetini) haram kılması,( Tahrim, 66/1.) İbn Ümmi Mektum‟dan yüz çevirmesi,( Abese,80/1-2.) Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selûl‟ün cenaze namazını kılmaya teşebbüs etmesi.(Tevbe,9/80-85; Münafikûn, 63/6.) ilgili ayetlerde Allah tarafından uyarılmış, karalarının ve davranışlarının düzeltilmesi istenmiştir. Yine Peygamberin yaşadığı toplumda sahabenin onu algılayışı da bu bağlamdadır. Hz. Peygamberin döneminde vahiy ile onun şahsi görüş ve düşünceleri bizzat kendisi ve ashabı tarafından birbirinden ayrı konumlara konmuştur. Peygamber, sahabe ile fikri alışverişte bulunmuş, bazen bazı uygulamaları sahabe tarafından düzeltilmiştir. Bedir Savaşı‟nda seçtiği ordugahı bir sahabenin teklifi üzerine değiştirmesi[15] 

Uhud Savaşında Hz. Peygamber‟in savunma savaşı fikrine genç sahabilerin karşı çıkması ve onların meydan savaşı fikrinin kabul etmesi,[16] Hz. Peygamber, Ebû Hureyre‟yi, Allah‟tan başka ilah olmadığına kalpten kesin olarak inanıp şehâdet getirenleri cennetle müjdelemesi için gönderdiğinde, Hz. Ömer onu geri çevirmiş hatta bizzat Hz. Peygamber‟e gelerek. Ey Allah‟ın elçisi böyle yapma. Çünkü insanların buna güvenerek gevşemelerinden korkuyorum. Bırak onları, amel etsinler, demiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber de: Öyleyse bırakın onları (amel etsinler) buyurmuştu.( Müslim, İman, 52, I.s. 59-60; Ahmed, IV, 402-411.) Hz. Peygamber‟in namazlarda yanılması[17] ile hurma ağaçlarının aşılanması(Müslim, Fedail 140,(4/1835).) hakkındaki olaylar ve daha pek çok olay onun beşer olduğu ve yanıldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bunun dışında bizzat kullukla sorumlu olduğu ilahi vahyin emridir.”[18]

Hz. Peygamber hayatı boyunca putperestliğe, şirke karşı mücadele etmiş azizlerin, velilerin diğer peygamberlerin ve en önemlisi kendisinin putlaştırılmasına karşı da ödünsüz bir mücadele vermiştir. Her defasında kendisinin bir kul olduğunu belirtmiş, vefatından sonra kabrini bir put, bir tapınak haline getirilmemesi için Allah‟a dua etmiş, müminlere bu konuda emirler vermiş ve ikazlarda bulunmuştur. “Beni de Meryem‟in oğlu İsa‟yı yüceltip uçurdukları gibi yüceltip uçurmayın. Ben yalnızca bir kulum. Deyin ki Allah‟ın kulu ve rasulü.”( Buhari, Hudud, 31vd.) Peygamberlerin kabirlerini tapınak haline getiren Yahudi ve Hıristiyanlara Allah‟ın lanet ettiğini bildirmiştir.(Buhari, Salât 48, Cenaiz 96, Libas 19; Müslim, Mesacid 19/23.) 

Ne yazık ki bugün, kendisine Ehl-i Sünnet diyen hatta kendisini tek Ehli Sünnet gurubu olarak kabul eden ama bâtinî ve mistik bir düşünce/hayat/hareket tarzını benimsemiş bir büyük sapma ile karşı karşıyayız. Ne Kur’an da ne Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav) hayatında ne de vahyin ilk talebeleri olan ashabı kiram da görülmeyen şeyleri yapan, söylenmeyen şeyleri söyleyen ve bir şekilde kendisini öz/hakiki/orijinal tek örnek Müslüman yegâne Ehli Sünnet olarak pazarlayabilen bir anlayıştan bahsediyoruz. Vahiy dışı, kültürel İslam denilen şeyle yoğrulmuş, keşif/rüya ile konumunu güçlendirebilen, takiyyeci, bâtıni (ezoterik) ve mistik (gizemli) bir inanca sahip, neredeyse çiğnenmeyen bir esas ve hüküm, istismar edilmeyen bir  değerin kalmadığı bir sapmadan bahsediyoruz.

Kur'an ve Sünnet rehberliğinde değil; belli bir “üst akıl” ile sevk ve idare edilen, mesiyanik özellikli, karizmatik ve otoriter kimlikli bir dinî liderliğe dayanan, sıkı bir hiyerarşik yapılanması bulunan, açık teşkilat biçimlerini kullanmakla birlikte gizli, kendine mahsus ve komplike bir iç örgütlenmeye sahip bir yapılanmaya sahip olan, her türlü yolu mübah gören, dini ve dinî duyguları istismar eden; fitne, fesat, yalan ve desiselerle kendine insan ve imkân devşiren; hurufîlik ve cifir ile meşgul olan; kendinde teşrî yetkisi görüp helal ve haram tesis eden; velâ ve berâ kavramlarını hiçe sayan; gelecekte kurtarıcı mehdi/mesih bekleyen bu bâtıni (ezoterik) ve mistik (gizemli) inanç, imanın ve akîdenin sınırlarını zorlar hale gelmiştir.

Allah’la özel bir irtibatı olduğunu düşündükleri liderlerine âdeta peygamberlere tanınan “korunmuşluk” vasfını yükleyen; Dinî kural ve esaslara tamamen ters düşse dahi, verilen emirleri, “mutlaka bilmediğimiz bir hikmeti vardır” ön kabulüyle yöneticilerden gelen her türlü talimatı âdeta “Allah ve Peygamber emri” olarak kabul eden ve “kayıtsız şartsız itaat kültürü” nü dayatan; başlarındaki şahsın, masum, yanılmaz ve seçilmiş olduğu ve “hakkı” temsil ettiğine, hem dinî hem de dünyevî saadeti elde etmenin yolunun ona teslim olmaktan geçtiğine inanan bir anlayıştan bahsediyoruz.

Allah adı kullanılarak çeşitli kişilere, yapılara ve hiziplere yönelik davet, insanları din ve Allah diyerek aldatmaktır. İslam’ın temel bilgi kaynaklarından çok, ilham, rüyalar, keşif, kerâmet, gizemli hikâyeler revaç bulmuş, bunlar aracılığıyla masum kitleler aldatılıp efsunlanmış, hastalıklı bir zihniyet oluşturulmuştur. Herkesin kendi grubuna kutsallık atfettiği, menkıbelerle, abartılı hikâyelerle henüz fıtratları bozulmamış gençlerin o tertemiz duygularını sömürülerek vahiyden uzaklaştırıldığı; Allah’ın yarattığı ve sadece Allah’a kulluk etmeleri istenen insanlardan emre amade robotlaştırılmış ve akletme melekeleri devre dışı bırakılmış müntesiplerin üretildiği bir anlayıştan bahsediyoruz.  
Hâsılı bugün Türkiye de kendisini tarikat ehli olarak tanımlayanların çoğu Ehli sünnet çizgisinde (sünni) değildirler. Yani Ehli sünnet görünümünde bâtınîdirler[19].  

Bugün Kur’an ve sünnet ehliyiz iddiaları artık bâtınî oldukları gerçeğini kapatmaya yetmiyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Kendi konumuna ‘meşruiyet’ kazandırmak için dinin esas, değer ve hükümlerini ‘araçsallaştırmaya’ çalışanlar hep olmuştur ve olacaktır. Bu ümmetin günümüzdeki İslâm görünümlü bâtinî safsatalardan uzaklaşması gerekir. 

Bahse konu bütün bu ayetlerden anlaşılan; peygambere itaat, aynen Allah‟a itaattir. Bizzat Allah, peygamberin emir ve yasaklarını tartışmasız ve muhalefetsiz kabul edilmesini isteyerek ve onlara teslim olunmasını ister. Buradan aynı zamanda peygamberin, ilâhî iradenin, bütün emir ve yasakların tebliğ edicisi olduğu da ortaya çıkıyor. Allah‟ın ve peygamberin hükmü, “mü‟minlerin itaatten başka seçenekleri olmayan en yüksek kanun” olur. Vahyedilen bu kanun karşısında “muhalefet”e mutlak surette herhangi bir imkân yoktur.( Nevin, Abdulhalık Mustafa, İslâm Siyasî Düşüncesinde Muhalefet, trc: Vecdi Akyüz, İstanbul, 1990, s. 140.)

Çünkü Allah‟ın bu konudaki beyanı açıktır:

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yere döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir.” ( Nisa, 4/115.)[20]

C. ULU’L-EMR: 

İtâat sıralamasında yer alan diğer bir makamda “ulu’l-emr” ismi verilen yetki ve emir sahibi yöneticiler ya da ilim ve fikir sahibi otoriteler,uzmanlardır. Bunlara itâat Allah ve Rasûlüne itâatten sonra gelmekte ve bir kısım şartlara bağlanmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

“Ey îmân edenler! Allah'a itâat edin, Peygamber'e itâat edin, sizden olan ulü'l- emre de. Eger bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisâ, 4/59.)

“Dikkate değer hususlardan biri, burada müminlere hitaben "sizden" kaydıdır ki, Müminlerden olmayan idarecilere itaat etmek dinen vacip kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, eğer varsa bir anlaşmaya riâyet etmek söz konusu olacaktır. Fakat itaat etmenin vacib olmamasından mutlaka isyan etmenin gerekli olduğunu anlamaya kalkışmak doğru bir hareket tarzı değildir. İtaatin vacib olmaması, isyan etmenin vacib olmasını gerektirmeyeceğinden itaat mecburiyetinde bulunmamakla, isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark olacaktır. İsyan hakkı başka, isyan etme vazifesi başkadır. Buradan “mümin olmayan bir çevrede (ortamda) bulunan müminlerin şuna buna karşı isyancı ve ihtilalci bir durumda kabul edilmemeleri ve belki müminlerin her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah'a ve Resulüne karşı itaatsizlikten sakınmaları ve aynı zamanda kendilerinden olan idarecilere itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemelerinin gerekli olduğunu anlamak gerekir.”( Elmalılı Hamdi Yazır, II, 1374.)

İslam dininin toplumun tüm fertleri arasında adâleti gerçekleştirmeyi hedef alması, yöneticilerle yönetilenler arasında ilişkiye dair düzenlemeler yapmasını gerekli kılmıştır. Bu çerçevede yöneticilere itaat edilmesi, yönetilenlerin sorumluluk alanına giren önemli bir görev olmaktadır.( Alper, Yusuf, “Sosyal Adâlet”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul, 1990, XXIII, 444-445.) Fert ve toplum arasındaki münasebet itaat bağlamında ele alındığında bunun “mâruf” yani, aklın kabul ettiği, dinin benimsediği, insan tabiatının ve toplumun uygun gördüğü bir fiil ve davranış çerçevesinde olması gerekmektedir.( Alper, XXIII, 444-445.)

Ulu’l-emr, hak ve adaletle hükmeden emirler ve yöneticilerdir.( Burusevî, Tefsîrû Ruhû’l-Beyân, II, 228.) Buradaki ulu‟l-emr‟in sadece Hz. Peygamber‟in görevlendirdiği askeri ve sivil yöneticilerden ibaret olmadığı, daha sonraki yöneticileri de kapsadığı, özellikle “sizden olan” vurgusuna dikkat çekildiğini[21] görüyoruz.

Allah‟u Teala insanlara adaleti emrettikten sonra, onların ulu‟l-emre, hak üzerine olmasını da göz önünde tutarak itaat etmelerini istemektedir.[22]

Ayette ifade edilen itaat silsilesi bazı kimseler değiştirse bile ilahi bir kanun olarak Müslüman insanın siyaset kanunudur.[23]

İlk önce devlet başkanı olmak üzere herkes Allah ve Resulüne itaat edecek, bu çerçevede halk da emir sahipleri denilen devlet başkanına itaati vazife bilecek, aralarındaki ortak hukuku da koruyacaktır.( Yeniçeri, “Asr-ı Saadet’te Devlet Bütçesi”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslâm, III, s. 254.) Devlet başkanına itaat, kendisinin Allah‟ın hukukuna ve halkın hukukuna riayet etmesi şartına bağlıdır. Aksi takdirde kendisine itaat edilmez.( Yeniçeri, a.g.mk, III, s. 254.)

Ayette ifade edilen “sizden” kelimesi Müslümanlardan bir topluluğu kastederek, Müslüman toplumun dışından herhangi bir topluluğa itaat edilmemesinin gerekli olduğunu açıklamaktadır.( Esed, İslam’da Yönetim Biçimi, trc: M. Beşir Eryarsoy, Yöneliş yay., İstanbul 1995, s. 92.) Ayrıca ayet şeriatın tasvip ettiği bir yolla başa gelmiş hükümete itaat etmenin dini bir gereklilik olduğunu hükme bağlamaktadır.( Esed, a.g.e, s. 92.)

Ayrıca ayette, hükümet otoritesinin Kur‟ân‟ı Kerim‟den ve buna ilave olarak Hz. Peygamber‟in (s.) sünnetinden alınması ve bunlara dayanması gerektiği üzerinde duruluyor.( Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, s. 144.)[24]

Muhammed Esed itâatle ilgili hadislere istinaden, itâatin çerçevesini su şekilde çizer:

“1. Mesrû yönetimi temsil eden yöneticiye itâat etmek gerekir, bu onun için bir haktır,

 2. Eğer yönetici İslâmî anlamda açık bir isyan gerektiren emirler de bulunacak olursa bu durumda itâat söz konusu değildir,

3. Kur’an’ın hükümlerine apaçık meydan okuyacak bir tutum sergilerse, bu onun yöneticilikten uzaklaştırılmasını gerektirir.” (Muhammed Esed, A.g.e., s.158-159)

D. VAHİY:

Kur’an insanlardan vahye tâbi olmalarını isterken onların duygularına şöyle hitap etmektedir: 

“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine tâbi olun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (Lokman, 31/ 21). Vahye rağmen ataların izinden gitmek şeytanî bir tutumdur.

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin (onlara başvuralım)!’ denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa, 4: 61).

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin!’ denildiği vakit, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter.’ derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyorlarsa da mı?” (Maide, 5: 104).

3- İTÂAT EDİLMEMESİ GEREKEN KİŞİ VE GRUPLAR

Kur‟an‟ı Kerim‟de itaat edilmesi emredilenler yanında itaat edilmemesi istenen kişi veya gruplardan da söz edildiği görülür. Bunları şu şekilde tanımlamak mümkündür: Kafirler ve münafıklar,(Ahzâp,33/48.) ısrarlı direnişleri ve inatları yüzünden kalpleri Allah‟ı anmaktan alıkonulmuş olanlar, nefsâni arzularına uyup işlerinde aşırıya gidenler,(Kehf,18/28.) kötü ahlaklılar ve günahkarlar,(Kalem,68/10-13.) Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar,(Şuara, 26/151) yönetimleri altında bulunan kimseleri Allah yolundan uzaklaştıran gruplar.(Ahzâb,33/64-68.) Kur‟an bunlara itaati doğrudan bir inanç meselesi olarak ele almakta ve bu hususta yapılan uyarıyı dikkate almayanların durumunu Allah yolundan bir kopuş olarak değerlendirmektedir.( Âl-i İmrân,3/99-104; Enâm,6/116.)

A. KÂFİRLER VE MÜNÂFIKLAR

Müslümanları sahip oldukları iman nimetinden ayırmak isteyen, vahye ve rasullere isyan ederek inkarda inat eden kafirler ve siyaseten Müslümanlarla birlikte görünme ihtiyacı hisseden ancak gerçek niyet ve tutumlarını bir çok olayda ortaya koyan münâfıklar, müminlerin hem ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken, hem de kesinlikle itâat etmemesi gereken zümrelerdir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُواْ خَاسِرِينَ بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ

“Ey îmân edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi gerisin geri döndürürler de sonra hüsrana uğrayanlar olursunuz. Oysa sizin mevlânız Allah'tır; ve O, yardımcıların en iyisidir.” (Âl-i İmran 3/149-150)

Kâfirlere boyun eğilmeyerek onlarla var güçle savaşılır:

فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا

"(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik.) o halde, kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur’ân ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!" (Furkân, 25/52.) 

Hz. Peygamber (s.)‟in kâfirlere itaat etmemesi ve Furkan ile onlara karşı var gücüyle büyük bir cihad yapması isteniyor.( Yazır, V, 3601.)

Korkulacak olan Allah‟tır. Onun için de kâfirlere ve münafıklara itaat edilmez:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللَّهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا

"Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır" ( Ahzâb, 33/1.) 

Buyrularak peygamberin, kâfirlere ve münafıklara itaat etmemesi, onların sözlerine kulak verip de görevini yerine getirmekten çekinmemesi isteniyor.( Yazır, VI, 3868.)

Allah kendisine güvenip dayanan kimseye yardım eder. O halde kâfirler ve münafıklara itaat edilmez:

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا

"Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter." ( Ahzâb, 33/48.) 

Hz. Peygamber (s.)‟e, davet görevini yerine getirirken kâfirlere ve münafıklara dost gibi görünmek, alçaktan almak, tebliğde yumuşak davranmak, uyarıda hoşgörü göstermek yasaklanmıştır. Burada Allah‟ın emirlerini tebliğde bir parça hoşgörü, kâfirlere ve münafıklara itaat etmek manasında anlaşılmıştır.( Yazır, VI, 3911.)[25]

B. ŞEYTANIN DOSTLARI

Seytanlar dostlarına, müminlerle mücadele ederek, onların kendilerine itâatini saglama ve sirke düşmelerini isteme konusunda vahyederler.

وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ

“Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşmuş olursunuz.” ( En’âm 6/121)

Şeytanın adamlarına uymamak gerektiği gibi, adımlarına da uymamak emredilmekte, onun apaçık bir düşman olduğu hatırlatılmaktadır:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ

“Şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 2/168)

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا ﴿٦٦﴾ وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا ﴿٦٧﴾

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, "Keşke Allah'a itaat etseydik, Resulü dinleseydik" diyecekler. Ve ekleyecekler: "Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lanetle.” (Ahzâb 33/66-68)

C. ŞİRKE ZORLAYAN ANNE-BABA:

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Biz insana ana babasına iyi davranmasını emrettik. Ama onlar, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa onlara uyma! Sonunda dönüsünüz yalnız bana olacaktır. İste o zaman, vaktiyle yapmış olduğunuz her seyi önünüze koyacağım.” (Ankebut 29/8)

وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

"Eğer onlar (ana-baba) seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm." ( Lokman, 31/15.) 

Ana babaya teşekkür insana tavsiye edilirken, eğer onlar Allah‟a şirk koşmak için evladı zorlarlarsa ve bu kişinin hakkında hiçbir bilgi olmayan bir iş durumundaysa o vakit kişi onların ikisine de itaat etmeyecek ancak günaha iştirak etmeksizin, şeriatın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektirdiği şekilde onlara yardımcı olacaktır. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarına bakmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarını yapmaktan geri kalma, manasındadır.( Yazır, VI, 3845.)

D.  ZANNA UYAN İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞU

Yeryüzündeki insanların çoğuna uyulmaz. Çünkü onlar zanna tabi olurlar ve yalan söyleyerek Allah yolundan saptırırlar:

وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ

"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." ( En'âm, 6/116.) 

Yüce Allah (c.) peygamberine ikazda bulunarak: Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna itaat edecek, uyacak, onlardan hakem yapacak olursan, seni Allah'ın yolundan, şeriatından saptırırlar. Çünkü onlar hükümlerinde ilme, hak delile değil, ancak zan ve vehme tâbi olurlar. Ne inançlarında kesinlik, ne kanunlarında, ölçülerinde haklılık, ne de hükümlerinde isabet bulunur. Ve onlar başka değil, ancak kendi mızraklarıyla ölçer, kişisel, nefsanî ölçü ve tahminleriyle keyiflerine göre hüküm verir, yalan söylerler(Yazır, III,1891.) diyerek onu uyarmaktadır.

Peygamber gönderildiği topluma tabi olmaz bilakis onlar peygamber‟e tabi olurlar:

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ

"Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." ( Hucurât, 49/7.)

E. ALLAH YOLUNDAN UZAKLAŞTIRANLAR VE SAPTIRANLAR

Kafirler Allah‟a ve rasûlüne itaat etmeme ve kendilerini saptıranlara uymanın cezasını ahirette bulacaklardır:

إِنَّ اللَّهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا

"Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. (onlar) orada ebedî kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov." ( Ahzâb, 33/64-68.) 

Yüzleri, ateşte kızartılan et gibi, bir yönden diğer yöne çevrildiği gün, kaçırmış oldukları fırsatların hasretini çekerek şöyle derler: Keşke Allah'a ve Rasûlüne itaat etseydik de bu horlayıcı azabı çekmeseydik.( Sabunî, Safvetü’t-Tefasir, II, 538-539.)

Firavun‟a boyun eğerek itaat edenler azaba duçar olmuşlardır:

فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ

"Firavun Kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir. Böylece bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk." (Zuhruf, 43/54-55.)

Firavun kavmini küçümsedi ve onları sapıklığa çağırdı. Ama onlar yine kendisine (icabetle) itaat ettiler.( İbn Kesir, Tefsir, IV, 140-141.)

F. EHLİ KİTAP

Allah yolunu eğri göstermeye çalışarak müminleri inkârcılığa sevk eden ehl-i kitaba itaat edilmez:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ فَرِيقًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ

"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler." ( Âl-i İmrân, 3/100.)

G. YALANLAYANLAR VE KÖTÜ AHLÂKLILAR

Hakikati yalanlayanlara ve dünya hayatında mal mülk sahibi kötü huylu olan kimselere malları ve oğulları var diye itaat edilmez:

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ

"Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur. O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. (Rasûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiç birine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, «Öncekilerin masalları!» der." (Kalem, 68/7-15.) 

Hz. Peygamber Allah‟a itaat etmeye ve yalancılara itaat etmemeye çağrılmaktadır. Bu gerçekleri yalanlayan, yalan çıkarmaya çalışarak yalancılık eden ve sonunda kendi kendilerini yalanlayacak olan inkârcıları dinlememeye, tanımamaya, sözlerini tutmamaya davet edilmekte, onların Hz. Peygamber‟i (s.) sokmak istedikleri yanlış yola gitmemesi, haksızlıklarına, isyanlarına rağmen görevine, o yüce ahlâkın uygulanmasına devam etmesi kendisinden istenmektedir. Burada öncelikle ve özel olarak peygambere hitap olmakla birlikte dolaylı olarak akıl taşıyan herkese bir öğüttür.( Yazır, VIII, 5270.)

H. KALBİ GAFİLLER VE GÜNAHKÂRLAR

Aşırı giden, kötü arzuların esiri olmuş ve Allah‟ı anmaktan geri duran kimselere itaat edilmez:

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا

"Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme." ( Kehf, 18/28.) 

Bu âyet-i Kerimenin, Kureyş'in ileri gelenleri hakkında nâzil olduğu zikredilmektedir. Kureyş müşriklerinden ileri gelenler, Resulullah'tan, Bilal, Ammar, Süheyb, Habbab ve İbn-i Mes'ud gibi fakir müminlerle oturup kalkmamasını, sadece kendileriyle oturup kalkmasını istemişler ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olmuş ve Resulullah'ın, dünya hayatını tercih ederek varlıklı müşriklerle oturup kalkması yasaklanmış, fakir de olsalar müminlerden ayrılmaması emredilmiştir.( Taberî, Tefsir, XV, 239.)

Hiçbir günahkâra ve nanköre itaat edilmez; bilakis Allah‟ın hükmüne itaat edilerek sabredilir:

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ تَنزِيلًا فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا أَوْ كَفُورًا

"(Rasûlüm!) Kur’ân'ı sana biz, evet biz indirdik. Artık Rabbinin hükmüne (boyun eğip) sabret; onlardan hiçbir günahkâra yahut hiçbir nanköre boyun eğme." ( İnsan, 76/23-24.) 

Allah (c.) Peygamber‟inden acele etmemesini, Rabbinin hüküm vermesi için sabretmesini istiyor. Aynı zamanda, imtihan ettiği bir takım gayret ve didinmelerin zorluğuna dayanmasını, ilerde vereceği hükmü gözetmesini, çünkü bu çekilen zahmetlerin güzel bir sonunun var olacağını sabırsızlık edip de o insanlar içinden bir günahkâra yani günaha çağıran bir günahkâra veya küfre çağıran nankör bir kâfire itaat etmemesini istiyor.( Yazır, VIII, 5513.)

Kulu Allah‟a yaklaştıran namaz ibadetinden alıkoyan kimseye itaat edilmeyecektir:

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ

"Namaz kılmaktan menedene asla uyma (itaat etme). Sen secde et, rabbine yaklaş." (Alâk, 96/19.) 

Kendini zengin gören, yalancı, cinayetkâr, namazdan alıkoyan azgına itaat edilmemesi istenmektedir. Bilakis kişi Rabbinin emrine boyun eğmekle okuyacak secde edecek ve O‟na yaklaşacaktır.( Yazır, VIII, 5962.)

İ. HARAMI HELAL YAPANLAR

Nahl Suresi 116-118. ayetlerde Allah Teâlâ insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğu için bir takım kurallar ve ilkeler koymuştur. İnsanoğlu bu kurallara uyduğu müddetçe kul olmanın gereği gibi yaşayacaktır. Ancak insanlardan bir kısmı bu kurallara uymak yerine onları kendi isteğine göre şekillendirmektedir. Bu konuda Kur’an’da ayetlerde karşımıza çıktığı şekilde bu işi en çok yapan Yahudilerdir. Allah Teâlâ Yahudilere yenilmesini haram kıldığı yiyecekleri açıkladığı ayette sadece helal olan rızıkların yenilmesini emreder.( En’am,6/146) Allah Teâlâ aynı şekilde Mekkeli müşriklerin de mücerred kendi uydurmaları, kendi görüşleri ve isim koymaları ile helal ve haram kılan müşriklerin yoluna girmeyi yasaklıyor.

Mevdudî bu konuya yalan ve iftira boyutundan bakar: “Haramı ve helali belirleme yetkisini haksız yere üstlenmek iki nedenden ötürü Allah’a karşı yalan uydurmak olur:

1) Böyle bir kimse, Kitab’ı göz önüne almaksızın, kendisinin helal ve haram dediklerinin Allah tarafından helal ve haram kılındığını söyler veya:

2) Allah’ın helali ve haramı belirleme yetkisinden vazgeçtiğini ve insanların hayatları ile ilgili hükümler koymada serbest bıraktığını söylemek ister. Tabi ki bu iddiaların her biri Allah’a karşı uydurulmuş bir “yalan” ve bir iftiradır.( Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an, III, 66)

J. BÜYÜKLÜK TASLAYANLAR

Kur’an-ı Kerim’de dünya hayatının geçiciliği, elde bulunan nimetlerin Allah tarafından verildiği, tüm bu nimetlerin insanoğlu için bir imtihan vesilesi olduğu bildirilir. İnsana düşen görev bu nimetlerin Allah tarafından verildiğinin bilincinde olarak onlara şükretmesidir. Sahip olduklarıyla övünmemesi, büyüklük taslamamasıdır.

Kur’an’ı Kerim’de bu duruma örnek olması için hikâye şeklinde sunulan olayda insanoğlunun nimetin sahibi olarak kendisini görmesi sebebiyle kendine nasıl zulmettiği anlatılır: 

“Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına bir ekinlik koymuştuk. Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık. Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: ‘Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden üstünüm.’ Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: ‘bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” ( Kehf, 18/32-35) 

İbn Kesir bu olaya tefsirinde şu şekilde yer verir: “O, küfrü, isyanı, tekebbürü, azgınlığı, inkârı ve ahreti kabul etmeyişi sebebiyle kendi durumuyla gururlanmış ve gördüğü ekin, meyve, ağaç ve bunun etrafını saran ırmakların ve fidanların yok olmayacağını, tükenmeyeceğini, bir daha ortadan kalkmayacağını zannederek: “Bu bahçenin batacağını hiç sanmam.” dedi. Bu onun aklının azlığından inancının zayıflığından, dünya hayatına ve onun ziynetine tutkunluğundan, ahireti inkârından kaynaklanıyordu.”[26]

4- ALLAH VE RASULÜ’NE İTÂATSİZLİGİN MEYDANA GETİRECEGİ SONUÇLAR

Kişi eğer bunlara itâat etmeyi tercih ederek, Allah ve Rasûlüne itâati terk ederse basına gelebilecek olumsuz sonuçlarda söyle sıralanmıstır:

A. EMEKLERİN BOŞA GİTMESİ, AMELLERİN İPTALİ: 

İman edenler Allah ve Rasûlüne itâatle davranıslarını güzellestirir ve mükafatlarını artırır, tersi bir durum ise amellerin zayi ve iptal olmasına, emeklerin bosa gitmesine sebep olur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ

“Ey îmân edenler! Allah'a itâat edin, Rasûl'e itâat edin ve yaptıklarınızı boşa çıkarmayın.” (Muhammed ,47/33)

B.  İTAATSİZLİĞİN SORUMLULUĞUNA VE SONUCUNA KATLANMA:

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ

“ De ki: "Allah'a itâat edin, Rasûl'e itâat edin." Yine de söz dinlemezlerse onların sorumluluğu kendilerine, sizin sorumluluğunuz de kendinize aittir. Ona itaat ederseniz dogru yolu bulursunuz; Rasûl'e düsen yalnızca apaçık bildirip anlatmaktır.” (Nur 24/54)

C.  CEHENNEM:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, "Keşke Allah'a itâat etseydik, Rasûlü dinleseydik" diyecekler.” (Ahzâb 33/66)

Kur’ân’da âhirette ki mekanlarına ulaşmış olan kimselerin; kendilerine önderlik eden kimselerden sikayetçi olduklarını, yanlış kimselere itâat etmekten dolayı pişmanlıklarını izhar ettiklerini görürüz.

وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, "Keşke Allah'a itâat etseydik, Rasûlü dinleseydik" diyecekler. Ve ekleyecekler: "Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzâb 33/66-67)

Âyette geçen “sâdât” kelimesinin, “ yöneticiler, emirler, melikler” anlamına geldiği belirtilmiştir. “ Küberâ” nın ise bir aşiretin büyüğü, ailenin yaşlı reisi anlamına gelen daha dar bir yönetim alanına hitap ettiği ifade edilmiştir.[27] Ya bugün ki aynı yolu takip edenlerin hali nice olacaktır?

Râzî Allah’a itâat yerine yöneticilerine ( sâdât) itaati, Rasûle itâat yerine de büyüklerine (küberâ) itâati tercih edip; yöneticilerin yöneticisine “seyyidü’sâdât” büyüklerin en büyüğüne “ ekberu’l-ekâbir” itâati terk ettiklerini dile getirir.[28] Allah ve Rasûlü’ne değil de “kendilerini yoldan çıkaran” yöneticilerin ve büyüklerine itâat etmişlerdi. Sonuçta onlar bir halktı ve yöneticileri ne derse onu yapmışlardı. Acaba bu onların üzerindeki sorumluluktan kurtulmalarına vesile olacak bir durum değil miydi?[29]

5- ALLAH VE RASÛLÜ’NE İTÂATİN MÜKÂFATI

Kur’ân’da itâatin mükâfâtından bahsedilmiş ve müjdelenmiştir.

A. MÜKÂFÂT, ECİR.

فَإِن تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا وَإِن تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُم مِّن قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

“Bu çağrıya uyarsanız Allah size güzel bir karşılık verecek.” (Fetih 48/16)
  
B. KURTULUŞ

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Allah'a ve Rasûlü'ne itâat eden, Allah'a itâatsizlikten korkan, O'na saygısızlıktan korunanlar var ya, iste asıl kazananlar bunlardır!” ( Âl-i İmran 3/132)

C. RAHMET VE MERHAMETE NÂİL OLMA

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“ Allah'a ve Peygamber'e itâat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Âl-i İmran 3/132)

D. HAYR VE SONUCU EN GÜZEL OLAN

Allah’a, Rasûlüne ve emir sahiplerine yapılan itâatin sonucu mutlaka iyi ve güzel olacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

“Ey îmân edenler! Allah'a itâat edin, Peygamber'e itâat edin, sizden olan ülü'l- emre de. Eger bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır, hem de en güzelidir.” (Nisâ 4/59)

Mevdûdî bu âyetin “İslâm’ın bütün dini, kültürel ve siyasi temelini teşkil ettiği ve sistemin kurulması içinde ilk ve en önemli düstur” olduğunu belirtir.( Mevdûdî,Tefhim,  I/370.)

E. CENNET

İtâatle elde edilecek sonuçların karsılıgı ebedi mutluluk yurdu cennettir.

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itâat ederse Allah onu, zemininde ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar. İste büyük kazanç budur.” (Nisâ 4/13)

 6- HADİSLERDE İTÂAT İLKESİ

Hz. Peygamber ( s.a.v.)’in hadislerinde itâat olgusuna sık sık vurgu yaptıgını görmekteyiz. Ubâde bin Samit hangi hususlarda bey’at su ifadelerle açıklamaktadır: “Hoşumuza giden ve gitmeyen, kolayımıza gelen ve gelmeyen her konuda dinleyip itâat etmek, verilene uymak üzere bey’at ettik.” Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde Müslümanların yöneticilerine itâat sorumluluğunu hatırlattığını görmekteyiz.( Buhârî, Ahkam 4, Cihad 108; Müslim, İmâre 13,54)

Ancak bu hadislerde itâat olgusunun herhangi bir kayd-ı sarta baglı olmayan mutlak itâat anlamına gelmedigini görüyoruz. Bunlardan ilki itâate medar olacak konunun, hususun “ Allah’a isyan” anlamına gelen bir eylem olmaması gerektigidir: “Allah’a isyan konusunda itâat yoktur.” (Müslim, İmâre 39) Yani itâatin konusu münker olmamalı, ma’ruf olmalıdır. İtâat edilecek husus insanın gücünün yetmeyeceği bir husus olmamalı:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Şu halde, ne kadar gücünüz yetiyorsa Allah’a karsı o kadar sorumlu davranın: hem ( O’nu) dinleyin, hem ( O’na) itâat edin! Ve kendi hayrınıza olmak üzere infak edin.” (Tegabün 64/16)

“Hz. Peygamber ( s.a.v.)’i dinleyip itâat etmek üzere biat ettiğimizde bize söyle diyordu: gücünüzün yettiği konularda” İtaat edilmesi gereken yöneticilerin -Nisa 4/59’da belirtilen “ sizden olan emir sahipleri” vurgusuna uygun olarak- Müslümanların değer dünyasına sahip olmalı. Hz. Peygamber ( s.a.v.) bu vurguyu açıklama sadedinden, kendisine yöneticilere hangi çizgide itaatin devam edeceği sorusuna, “namaz kıldırdıkları müddetçe” cevabını vermektedir. Esed hadiste geçen “namaz kıldırdıkları müddetçe” ifadesini, yalnızca mescidde imamlık yapma veya bu farzı yerine getirme seklinde anlamamak gerektiğini, bu olgunun Bakara suresinin basında belirtilen; kişinin, kamil imana, ona sebep teşkil eden şeylere sahip olması ve buna bağlı amelleri yerine getirmesi olarak anlaşılıp itâati hak etmenin bu özelliklere sahip olmaya bağlanması gerektiği kanaatindedir.[30]

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ardından Müslümanların yönetimi sorumluluğunu üstlenen Hz. Ebu Bekir’in de, hilâfete seçilişinin ikinci gününde yaptığı konuşma; nasıl bir itâat anlayışına sahip olduğunun önemli bir işaretidir:

“ Vazifemi yollu yolunda yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam bana doğru yolu gösteriniz. Ben Allah’a ve Rasulü’ne isyan edersem sizin bana itâatiniz lazım gelmez” [31]

Hz. Peygamber ( s.a.v.) ve arkadaşları itâat anlayışlarının “ ilkelere ve şartlara bağlı “ olduğu âşikardır. Anarşi ve kargaşa anlamına gelen itâatsizlige prim verilmediği gibi, insanı insana kul etme ve sürüleştirme anlamına gelen mutlak itâat anlayısına da prim verilmemiştir. “ Vasat ümmet olmanın gereği” (Bakara 2/143) itâat ilkesinde de ortaya konmuştur.


Ahmet Hocazâde, 04.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları



[1] “Yaratmak da, emretmek yetkisi (tüm buyurma, yasama kudreti) de O'na mahsustur.” A‘râf, 7/54; “Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?” Mâide, 5/50.
[2] İsfahanî, Ebu‟l-Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat fi ğarîbi‟l-Kur‟an, 4. Baskı, Beyrut 2005, s. 311,312,313., İbn Manzur, Lisanu‟l-arab 3. Baskı, Beyrut, 1993/1413, VIII, 219, Fîruzâbadî, Meciduddîn Muhammed b. Yakûp, Kamûsu‟l-muhît, 1375/1925. 2. Baskı, III s. 62.
[3] İsfahânî, age. s. 311-312, İbn. Manzur, age., VIII ,s. 219-220, el-Ezheri, age., III s.103- 105, el-Muncid fi lüğati‟l-arabiyye, Komisyon, 2. Baskı Beyrut 2001, s, 924,925,
[4] Abdulbâki, Muhammed Fuad, el- Mu‟cemu‟l-müfehres li elfazi‟l-Kur‟an, Daru‟l-Hadîs, 2. Baskı, Kahire1988, s. 545,546, 547 .
[5] Abdulbâki, Muhammed Fuad, el- Mu‟cemu‟l-müfehres li elfazi‟l-Kur‟an, Daru‟l-Hadîs, 2. Baskı, Kahire1988, s. 545,546, 547 .
[6] İlgili makaleden istifade edilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Furat Akdemir, KUR’AN’DA İTAAT KAVRAMI ve PEYGAMBERE İTAATİN MAHİYETİ, KELAM ARAŞTIRMALARI 11:1 (2013), s.425.    http://isamveri.org/pdfdrg/D03265/2013_1/2013_11_1_AKDEMIRF.pdf
Geniş bilgi için bkz. Sebahattin Turan, Kur’ân’da İtâat Kavramı ( Yüksek Lisans Tezi), Uludag Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2006, s.14.
[7] İbnu‟l-Esir, en-Nihâye fi ğarîbi‟l-hadîs ve‟l-eser, Beyrut, Tsz. III, 142.
[8] Demirci, Muhsin, Kur‟an ve yorum, Ensar Neşriyat, 1. Baskı İst.2006, s. 38.
[9] Furat Akdemir, KUR’AN’DA İTAAT KAVRAMI ve PEYGAMBERE İTAATİN MAHİYETİ, KELAM ARAŞTIRMALARI 11:1 (2013), s.426-427.
[10] Furat Akdemir, a.g.m.,  s.426-427.
[11]  İlgili tezden istifade edilmiştir. Geniş bilgi için bkz.  Abdullah TURHAN, KUR’AN’DA YÖNETİM KAVRAM VE İLKELERİ, Yüksek Lisans Tezi, Danışman Prof. Dr. İsmet ERSÖZ, Konya–2010, s.107-108. http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/2731/279029.pdf?sequence=1
[12] Furat Akdemir, a.g.m.,  s.440.
[13] http://feyzulfurkan.com/sureler/fatiha-suresi/
[14] Abdurrahman ALTUNTAŞ, KUR'ÂN'DA TEMEL SİYASÎ KAVRAMLAR,  DOKTORA TEZİ, Ankara- 2009, s.172.     acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5643/6327.pdf
[15] İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdu‟l-Melik, es-Siretü‟n-Nebeviyye, Thk. Mustafa es-Saka, İbrahim el Ebyârî, Abdulhafîz Şelebi, Kahire 1995, 2. Baskı, II, s. 620; Vakidî, Muhammed b. Ömer, Kitabu‟l-Megazî li‟l-Vakidî, Tahkik: Dr.Marsden Jones, Beyrut, 1989.
[16] Muhammed Ali, Mevlana, Peygamberimiz, Çev. Ömer Rıza, İstanbul, Hicri 1342, s.130.
[17] İbn Hişam, a.g.e. I, s. 223; Vâkidî, a.g.e. II, s. 478. Müslim, Mesâcid, 92-4, I. 402; Ahmed, I. 379, 420, 424.
[18] Furat AKDEMİR, a.g.m., s. 438.
[19] Bâtınîlik, asırlardır İslâm dünyası içinde faaliyet gösteren fırkaların, grupların ve cereyanların adı olmakla birlikte, İslâm düşünce dünyası içinde de olumsuz izler bırakmıştır. Aklı ve bilimi inkâr ederek yerine her şeyi te’vil eden masum imam teorisini ortaya koymakla imametin arkasına sığınılmış, tenasüh, ibaha, hulul ve mehdî gibi kavramları himayesine alarak dini, ideolojilerine ve siyasî çıkarlarına alet eden insanlardan ibaret bir yapı tesis edilmiştir. Ehl-i sünnet ve Mu’tezile’ye göre ise Bâtınîlik, Sabiîlik ve Mecûsilik gibi eski İran ve Hint kültürleriyle, eski Yunan’dan, Hıristiyan ve Yahudilikten esinlenerek İslâm’ı parçalama gayret ve arzusu ile oluşturulmuş uydurma bir dindir.Bkz. İlyas Yazar, Bâtınîlik Üzerine Bir İnceleme,  http://web.deu.edu.tr/ilyas/yayinlarim/batinilik.htm
[20] Abdurrahman ALTUNTAŞ, KUR'ÂN'DA TEMEL SİYASÎ KAVRAMLAR,  s.174. 
[21] Kösoğlu, Nevzat, Devlet, Ötüken yay, İstanbul, 1997, s.117.
[22] Beydavî, Kadı Nasıruddin Ebî Said Abdullah b. Ömer, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vil, tah:Mahmut Abdulkadir el-Arnavut, Beyrut, 2001, I, 224.; Bkz. Abdurrahman ALTUNTAŞ, KUR'ÂN'DA TEMEL SİYASÎ KAVRAMLAR,  DOKTORA TEZİ, s.175. 
[23] İhsan S.Sırma, “Asrı Saadet’te Devlet Başkanlığı”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslâm, s. 38.
[24] Abdurrahman ALTUNTAŞ, KUR'ÂN'DA TEMEL SİYASÎ KAVRAMLAR,  s.176. 
[25] Abdurrahman ALTUNTAŞ, KUR'ÂN'DA TEMEL SİYASÎ KAVRAMLAR,  s.182. 
[26] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, IX, 4987; Suyutî, Durru’l-Mensur, V, 390; Zemahşerî, Zadu’l-
Mesir, V, 586.
[27] İbn Kesîr, (v.774/1372) Tefsiru’l Kur’âi’l- Azîm, Dâr’ul- Kur’ânü’l-Kerim, Beyrut 1401. III/116.
[28] Fahruddin er-Râzî (v.606/1209), Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’t-Tabaatu’l-Amire, İstanbul 1307. VI/801.
[29] Abdullah TURHAN, KUR’AN’DA YÖNETİM KAVRAM VE İLKELERİ, s.117.
[30] Muhammed Esed,  Kur’ân Mesajı ( Çev. Ahmet Ertürk, Cahit Koytak), İşaret Yayınları, İstanbul 1996, A.g.e., s.158.
[31] en-Nedvî, Ebu’l-Hasen Ali el-Hasenî, İslam Tarihi. ( Çev. Ali Genceli). Çeltül matbaası,
İstanbul 1967, I/181.




Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı