"Ahıska Türkleri, Sovyet yönetimi tarafından rehabilitasyon edilemeyen tek halk unvanını taşıyor. Uzun yıllar süren mücadele boyunca bu yönde hiçbir hak elde edemediler. Gürcistan hükümeti Stalin tarafından sürülen Ahıska Türklerini vatanlarına almamak için hala direniyor."
Ahıska Türkleri 1
Ahıska Türkleri sayıca fazla kalabalık olmayan, son derece trajik bir kadere sahip bir halktır. SSCB oluşturulduğu zaman Ahıska Türklerinin ikamet ettiği topraklar Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti sınırları içindeydi. Oranın yerli halkı olarak Gürcistan’ın güneyinde yaşıyorlardı. 1920’li yılların sonuna doğru bu bölgede beş yeni ilçe oluşturuldu: Adigon, Ahıska, Aspinza, Ahıkelek ve Bogdanovka. Adigon ilçesinde Türkler nüfusun yüzde seksenini, Bogdanovka’da yüzde yetmişini, Aspinza’da yüzde altmış altısını, Ahıska’da yüzde elli birini oluşturuyordu.
Belgelerden Türkleri bu bölgelerden sürme planının sürgünden çok daha önce yapıldığı anlaşılıyor. Bu amaçla savaşın daha ilk yıllarında Borjomi’den Vale’ye 70 kilometrelik bir demiryolu hattı döşendi. Türkleri sürgün kararı 31 Temmuz 1944 yılında alındı, 20 Eylül’de ise 001176 No’lu NKVD emri verildi.
Sürgünden önce Ahıska Türklerine nüfusa Gürcü olarak kaydolmaları için baskılar yapıldı. Halk bu baskılara boyun eğmedi ve kökenlerine sahip çıkmaya devam etti.
1944 Kasımının başlarında Ahıska Türklerinin ikamet ettikleri topraklar askeri birliklerce çevrildi. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra, 14 Kasım 1944 tarihinin sabahında sivil halkın insanlık dışı tehciri başladı.
Birkaç gün içerisinde 220 köyden 125.000 insan sürgün edildi. İçlerinde 115.000 Türk, 7.000 Kürt ve 3.000 Hemşinli vardı. Bu sırada 46.000 Ahıska Türkü İkinci Dünya Savaşının cephelerinde savaşıyordu. Savaşan Ahıska Türklerinden 26.000 kişi hayatını kaybetti. Sağ kalanlar ise döndüklerinde sürgün yerlerine gönderildi.
22 gün süren yolculuğun sonunda ilk vagonlar Taşkent ilçesine vardı. İnsanlar kışın giyecek elbiseleri olmadan, kırık yük vagonlarında aç ve susuz gitmek zorunda kaldılar çünkü çıkmadan önce onlara sadece üç günlük yemek almaları emredildi.
Bu barbarca operasyonun ilk altı ayında 37.000 kişi öldü. İçlerinden 17.000’i çocuktu. Sürülen Ahıska Türkleri Orta Asya Cumhuriyetlerinin ve Kazakistan’ın kırsal alanlardaki köylere yerleştirildi, bütün vatandaşlık hakları ellerinden alındı, 28 Nisan 1956 yılına kadar 12 sene boyunca özel yerleşimciler statüsünde yaşamak zorunda kaldılar.
1989 yılında sürülen Ahıska Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları Özbekistan’ın Fergana Vadisinde kanlı olaylar patlak verdi. Provokatörlerin saldırısına maruz kalan halk yaşadıkları yeri tekrar terk etmek zorunda kaldı ve ikinci sürgün başladı.
Ahıska Türkleri, Sovyet yönetimi tarafından rehabilitasyon edilemeyen tek halk unvanını taşıyor. Uzun yıllar süren mücadele boyunca bu yönde hiçbir hak elde edemediler. Gürcistan hükümeti Stalin tarafından sürülen Ahıska Türklerini vatanlarına almamak için hala direniyor.
Dünyada 458.000 civarında Ahıska Türkü yaşadığı belirtiliyor. Şu an tarih boyunca yaşadıkları topraklara dönme imkânını bulamayan halk dünyanın 10 farklı ülkesinde yaşıyor.
“Kalabalıktan Gelen Ses
…Kalbim o kadar acıyor ki, bu acıyı yazmaya kalksam bir nehir dolusu mürekkep akar.
Sürüldüğümüz zaman babam savaştaydı. Biz annemizin etek ucuna tutunarak ağlıyorduk ve nereye gittiğimizi soruyorduk. Annem de bizimle beraber ağlıyordu. Yanımıza sadece alabildiği kadar yemek aldı çünkü yanımızda hiç erkek yoktu. Köyümüzden cepheye giden bütün erkeklerin hiç biri geri dönemedi. Bir kişi bile dönebilseydi, belki o kadar kederlenmezdik!
Vatanımızdan kopardıkları gün on yaşındaydım. Annem yolda öldü, bizi, sekiz kardeşi yetim bırakarak. Hayatta kalmak o kadar zordu ki! Yaşamak da hiç kolay değildi; yiyemiyorduk, içemiyorduk, doğru düzgün bir şey giyemiyorduk. Günyüzü görmeden çalışıyorduk, yeter ki başımızı sokabilecek bir yerimiz olsun diye. Gece gündüz çalışıyorduk. Az bir şey biriktirebildiğimiz zaman ise Özbekistan’da yeni bir bela başımıza geldi.
Eşimle beraber ipek kozası yetiştiriciliği yapıyorduk. Bu zor bir iştir. Bir gün, hasadı topladık, alım noktasına teslim ettik. Tam eve dönerken haydutların saldırısına uğradık; eşimi öldürdüler. Yirmi yedi sene boyunca aynı çiftlikte gece gündüz çalışıp hep daha fazla iş vermeleri için uğraşırdı…
Şimdi yine çocuklarla yalnız kaldım. Ne başımın üzerinde çatı, ne de dünyada yaşayacak bir yerim var. Ne için, neden evsiz kaldık? Vatansız kalmamız kimin suçu? Herkesten daha mı kötüyüz, nedir suçumuz? Bize Vatanımızı geri verin! Evimize dönmek istiyoruz!"
Kaydeden V. Tütünnik; Şubat 1990
***
Mülteci kadının mektubu.
"Küçükken annemin yaşadıkları hakkında şarkılar uydurup söylediğine çok sık şahit olurdum. Halkımızı savaş zamanında evlerinden nasıl tahliye ettiklerini, nasıl zorla vagonlara doldurduklarını, nasıl yirmi gün boyunca ahırlardan çıkmalarına izin vermediklerini anlatırdı. Annem bu dehşeti ve o günlerden kalan korkuyu gözyaşları içerisinde hatırlardı. Ben ise bütün bunları zihnimde canlandırmakta zorlanırdım.
Ve sadece şimdi, bize, Ahıska Türklerine tekrar acı yetiştiği zaman, o günlerin bütün dehşetini anladım. Aşırıkçı gruplar tarafından kovularak geride evlerimizi, dostlarımızı bırakıp Özbekistan’ı terk etmek zorunda kaldık ve mülteci olduk. Benim acım sonsuz, çünkü onları tekrar göremeyeceğim. Onların arasında artık yakın akraba gibi olduğumuz hem Koreliler, hem Ruslar, hem Tatarlar, hem Özbekler, hem Azeriler bulunuyordu.
Kırk beş sene Özbekistan’da yaşadık. Namusumuzla çalıştık, pamuk tarlaları ektik, diğerleri gibi pamuk topladık. Yaşadığımız kasabada pamuk yetiştiricileri Türk grupları vardı, onların başında da Türkler bulunuyordu. Bizim anne-babalarımız ve ağabeylerimiz o pamuk tarlalarına o kadar emek verdiler ki! Ve şimdi… fazlalık olduk, kendi ülkemizde mülteci olduk.
Şimdi hepimiz farklı yerlere dağıldık ve yine ortak bir evimiz yok. Halkımın sesine katılıyorum ve “Bize Vatanımızı verin!” diyorum. Bir tek şunu anlayın: ayrı yaşadığımızda bize ait her şeyi unutabiliriz. Geleneklerimizi, dilimizi... Biz kendi kültürümüzü ve tarihimizi bile bilmiyoruz.
Halkımızı Gürcistan’dan sürdüler. Tarihimizi, köklerimizi orada aramalıyız. Savaş yıllarında birçok Türk cephede savaştı ama nedense onlar hakkında kimse bir şey yazmıyor. Mesela benim amcam Refik Rasulov savaştan dönmedi. Ve birçok ailenin oğulları da öyle. Ama biz kendi kahramanlarımızı tanımıyoruz. Yine bütün Sovyet halkına, bütün milletvekillerine sesleniyorum, bize yardım ediniz. Evet, Stalin suç işledi, biz onun yüzünden sürgünde kaldık. Ama artık Stalin dönemi geçti ve yaşadıklarımıza son verilmesinin zamanı gelmedi mi? Vatansız insan yoksundur.
Evet, size bir mektup gönderiyorum. Onu Özbekistan’daki yeğenimin arkadaşı yazdı. Onlar çocukluğundan beri birlikte büyüdüler, beraber kreşe, okula gittiler. Onları Fergana olayları ayırdı. Benim kalbime bile üzüntü ve keder okları saplandı ama onlar henüz sekiz yaşındalar. Bu mektubu okuyunuz: “Merhaba sevgili Valide, sana Galya yazıyor. Ninen nasıl? Deden, sen, Leyla, Enver amca, Abit, nasılsınız? Havalar nasıl? Bizde hava kötü. Okulun nasıl gidiyor? Ben sadece beş ve dört alıyorum. Seni çok özledim. Okuldan eve dönüşümde hep seni düşünüyorum. Senin için ağlıyorum. Raifa da senin arkandan ağlıyor. Ne olur bize gel. Raifa’ya gidip birlikte oyun oynarız. Hoşça kal. Bana yaz.”
Bir gün görüşebilirler mi?..
Saadet Pipinova. Rusanovo köyü, Kursk; 30 Aralık1989.
Melek Öz, 06.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Makale, Çeviri-Analiz
Melek Öz Yazıları
Takip et: @formel_
Kitabın Orijinal Metni:
http://www.e-reading.club/bookreader.php/1028371/Alieva_-_Tak_eto_bylo_Nacionalnye_repressii_v_SSSR._1919-1952_gody.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz