7 Ağustos 2017 Pazartesi

SA4693/KY60-ES8: Direniş Ruhu Beyazıt’ta Doğdu

" Darbeye direnmek için, Cumhurbaşkanı Erdoğan sokağa çağırmadan önce sokağa çıkanların, Beyazıt eylemlerinden gelen tecrübeye sahip insanlar olduğu bu tespitlerden biri."


İsrail’in Mescid-i Aksa işgaline karşı Filistinli kardeşlerimize destek için geçtiğimiz hafta Beyazıt Meydanında düzenlenen eylem, 90’lı yıllarda “Türkiye Müslümanları” imzasıyla yapılan eylemleri hatırlattı. 

Seksenlerin sonu, doksanların başında kıyamın, direnişin, umudun diğer adıydı Beyazıt Meydanı. Burada haksız hukuksuz uygulamalara direnilirken, mazlum coğrafyalardaki Müslümanlara selam çakılırdı. Başörtüsü yasaklarına, Bosna, Çeçenistan, Filistin ve dünyanın dört tarafındaki zulümlere en sert tepkiler burada verilirdi. Bu meydandan yükselen her ses Anadolu’da fazlasıyla karşılık bulurdu.

WhatsApp Image 2017-07-29 at 18.03.32

O günün efsane eylemlerini organize eden Türkiye Müslümanlar Platformu’ndan 4 isimle buluşup Beyazıt Meydanını konuştuk. 

Yazarlar Birliği Kızlarağası Medresesi’nde, Meydan’ın dününü bugününü Gerçek Hayat’a anlatan o dönemin genç aktivistleri Hamza Türkmen, Kazım Sağlam, Şemsettin Özdemir ve Davut Güler çarpıcı tespitlerde de bulundular. Darbeye direnmek için, Cumhurbaşkanı Erdoğan sokağa çağırmadan önce sokağa çıkanların, Beyazıt eylemlerinden gelen tecrübeye sahip insanlar olduğu bu tespitlerden biri. Hamza Türkmen, “Beyazıt’taki direniş ahlakı, sivil, ölümüne ama insanlara zarar vermeyen bu eylem şekli, 15 Temmuz’a da yansıdı” diyor.

Türkiye’de İslami kesim tarafından gerçekleştirilen eylemlerin sizdeki kişisel tarihi ne kadar geriye gidiyor? Yapılan ya da katıldığınız ilk eylemi hatırlıyor musunuz?

Kazım Sağlam (KS):

12 Eylül darbesinden sonra partiler, dernekler, vakıflar kapatılmıştı. Benim de içinde bulunduğum Milli Selamet Partisi, Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar kapatıldı. Ortada 12 Eylül’ün getirisi olan bir baskı vardı ve Müslümanları sindirdi. Bizler biraz düşünüp kendimize geldikten sonra, haklarımızı, zulme karşı oluşumuzu göstermek için birçok eylemden sonra 80 sonrası Beyazıt eylemlerine başladık. Her grubun her çevrenin kendine göre bir hayat hikâyesi, bir gidişi var. İlk katıldığım eylem hangisiydi bilmiyorum, hayatımızın yarısı eylemle geçti. Ben katılmadım ama benim için ilk eylem 1967 yılında Ankara İlahiyat’ta Hatice Babacan’ın başını örtmesi ile birlikte sınıftan ve okuldan atılması üzerine Milli Türk Talebe Birliği’nin ona sahip çıkmasıdır. Hatice Babacan’ın başını örtmesiyle Ankara İlahiyat kendini bir ay boyunca kapattı. O olay Türkiye gündemine oturdu. Bunun üzerine Sezai Karakoç “İlahiyat Fakültesine mersiye” başlıklı çok esaslı bir yazı yazdı. Türkiye’deki İslamileşme sürecinin içinde bir milli Türk Talebe Birliği’nin, Akıncıların büyük etkisi vardır. İslami şuur 1969’dan 1980’e kadar yavaş yavaş arındırılarak gelmiştir. Ben şahsen başlangıç tarihi olarak 69’u alıyorum. 69’dan sonraki sağcı, muhafazakâr milliyetçilikten kurtuluş, birike birike 80’de geldi ve 80’den sonra yavaş yavaş eyleme dönüştü.

Şemsettin Özdemir (ŞÖ):

1980 sonrası, 1987 olabilir, Sovyetlerin dağılmasından önce bir Azerbaycan katliamı oldu. Onun için bir eylem yapıldı, gıyabi namaz kılındı. Benim görebildiğim kadarıyla Beyazıt eylemlerinin asıl önemli etkisi 90 sonrası görülmeye başlandı. İhtilal ile beraber başörtüsü yasağı başlayınca epey eylem yapıldı. Özal’ın gelmesiyle anayasa değişti fakat baskı devam etti. 1980-90’lı yıllar arasında bu eylemleri düzenleyen grubun hassaten bir adı yoktu. 28 Şubat’a giderken yeni konsept gereği Müslüman camiaya baskılar arttırıldı. Üniversiteye giden kızlara başörtüsü için baskı yapıldı, bunu da Refah Partisi döneminde gözünün içine baka baka yaptılar. Beyazıt Meydanında ilk eylemler oturma eylemleriydi ve soldan da destek vardı.

Davut Güler (DG):

1978’de Camp David antlaşması olmuştu. O zaman ben Malatya’daydım. İlk olarak orada buna tepki gösterdik ve kitlesel bir eylem yaptık. 1988’de İstanbul’a geldikten sonra bu arkadaşlarımın olduğu maratonun içinde yer aldım. Doğal olarak bir arkadaş çevremiz oluştu.

Hamza Türkmen (HT):

Türkiye’de milli dindarlık, sağcı, devletçi, mezhepçi, ulusalcı yaklaşımlardan koparak, kısmen 70’li yılların ortasından itibaren temayüz etti. Bağımsız Müslümanlar resmi kayıtlara, resmi izne bağlı olmadan, sivil bir direniş, sivil uyanış dediğimiz, bugün STK’larla arzu edilen boyuttu. O zamanki İslami uyanış, tevhid-i uyanış sürecindeki Müslümanlar bunu bizatihi el yordamıyla gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Bence Beyazıt meydanının en sürekli ilk tavrı 1987-88 yılları arasında, benim eşimin de arasında olduğu ufak bir grupla başlattıkları başörtüsü direnişidir. Vefat eden eşim o zaman üniversite son sınıftaydı. Beyazıt kampüsü önünde aylar boyunca devam eden bir direnişti ve sonrasında kısmen ağır ağır bizim İslami kesimin tabanı oraya ilgi gösterdi. Beyazıt’ta sürekli bir eylemliliğe dönüştü.

Beyazıt eylemleri nasıl başladı, nasıl sürdü?

HT: Beyazıt, sol geleneğin de kullandığı, kamuoyu oluşturma açısından önemli bir alan. Gündemle ilgili bir sözünüz varsa, eylemle ortaya koyduğunuzda gündem oluyordu. Türkiye’deki bağımsız Müslümanlar, yani tevhid-i uyanış süreci içindeki Müslüman gruplar, dağılmıştı ve her biri kendi ölçülerinde toparlanmaya çalışıyordu. Bu süreçte toparlanan gruplar içinde, birlikte ne yapabiliriz sorusunun cevabıdır Beyazıt eylemleri. Bu konuda en önemli ve kalıcı çıkışımız 1991 Körfez Krizi’nde oldu. Girişim Dergisi’nde Cevat (Özkaya), Şemsettin, Kazım bir araya geliyorduk. 3- 4 ayda ancak altyapı oluştu. Çünkü birlikte iş yapabilmeyi öğreniyorduk. Herkesin yaptığı bir şey vardı ama birlikte iş yapmak, üretebilmek fıkhı konusunda önemli bir mesafe kaydedildi orada.

ŞÖ: Bir mektep oldu Beyazıt eylemleri. O günün Türkiye’sinde dostlukları arttırdı, bir araya gelemeyen gruplar görüşlerini biraz yumuşattılar. Ortak hedefler söz konusuydu. Yurt dışında da Müslümanlara karşı baskılar vardı: Çeçenistan, Bosna, Cezayir darbesi, Hamas’a yapılanlar, Saddam Hüseyin’in kimyasal kullanarak Kürtlere yaptığı katliamlar… Bunlara karşı da bir eylemlilik söz konusuydu. 87 sonrası yapılan eylemler birden Beyazıt’ı tüm dünya Müslümanlarının dikkat ettiği bir yer haline getirdi. Keşke bütün bunların kaydını tutsaydık. Müslümanlık mücadelesinin çok önemli bir tarihidir. Genç nesiller bunu bilmiyor ve onlar için de bir anlam ifade etmiyor.

KS: Parti ve dernekler kapatılınca, İlim Yayma Vakfı’na da kayyum atanınca, İmam Hatip Mezunları Derneği ÖNDER’in Tohum dergisini canlandırmıştık. Pınar Yayınları da oradaydı. Öğrencilerin uğrak yeri oldu. Üniversitedeki çalışmalarla alakalı arkadaşlar gelip gidiyordu. Buluşma mekânıydı, bir nevi eylemlilik merkezi oldu. Üniversite çalışmalarını oradan yürüttük. İsrail’in Filistinlilere yönelik baskılarının her geçen gün artması üzerine tarihe “Birinci İntifada” olarak geçen olaylar 1987 yılının 9 Aralık günü başlamıştı. Biz de buna destek vermek için Beyazıt Meydanında ilk defa olarak eylem yaptık ve İsrail bayrağını yaktık.

DG: 1990’dan itibaren ortak eylemlerimizde Türkiye Müslümanları imzası kullanılıyorduk. Türkiye’deki ve dünyadaki hukuksuzluklara karşı mutlaka bir tepki gösteriliyordu. Mısır’da Tahrir Meydanında nasıl özgürlüklerin sembolü ise Türkiye’de de Beyazıt meydanının öyle bir anlamı vardı. Bir olay ilk önce Beyazıt Meydanında ateşlenir sonra bütün Türkiye’ye yayılırdı. Özellikle Türkiye Müslümanları imzasının kullanılması, kendilerini Bağımsız Müslümanlar olarak anlamlandıran Müslümanların ortak bir eylem yapması Anadolu’daki insanlar açısından güven verici bir şeydi. Bu onların da kendi aralarındaki ihtilafları unutup, haksızlıklara yönelik ortak bir tepki vermelerini sağlıyordu. Üniversite ile ilgili olaylarda Müslüman Gençlik ortak imzası kullanılıyordu. Bu da Türkiye Müslümanları grubunun gençlik çalışmalarının bir araya gelmesiyle, üniversitelerde olan sorunları kampüslerde, eylemlerde dillendirme açısından kullanılıyordu.

WhatsApp Image 2017-08-02 at 11.23.07

MEYDANIN DİRENİŞ AHLAKI 15 TEMMUZ’A YANSIDI

Eylemleri organize etmek için, zor koşullarda Türkiye Müslümanlar Platformu’nu oluşturdunuz. Bu kendiliğinden gelişen bir durum mu oldu yoksa bir teklif mi söz konusuydu?

HT: Gerçekten de Türkiye’de olağanüstü şartların yaşandığı bir dönemdi. CHP, ABD’nin Irak işgaline hayır demek için Adana’da bir miting yaptı. Stadyuma 500 kişi bile toplayamadılar. Birçok infaz, faili meçhuller vardı. O dönemde biz ilk defa Süleymaniye camisinde eylem yaptık. Bu bir deneyim oldu. Sonra Beyazıt Meydanı’na taşındı. Görkemli bir şeydi. O zamanki Milli Gençlik Vakfı da Sultanahmet Camiinde bir eylem yapıyordu. Onlar bize katıldılar. Böyle bir bütünlük meydana geldi. Sonra oturup bunun fıkhını konuştuk. Biz her eylemlilik içinde yer alan 7-8 gruptuk. Bu bazen 10’a kadar çıkardı. Müslüman Genç, Malatyalılar, Tohum, Yöneliş Haksöz ekibi, Pınar grubu, Selam grubu vardı. Bir Beyazıt eylemi yapılacağında oturup uzun uzun tartışıyorduk, muhtevasını konuşuyorduk. Bununla neyi amaçlıyoruz? Hangi mesajı gündeme getireceğiz? Hepsi konuşuluyordu. Ayrıca eylemde saldırı da olabilir. İnsan hakları formu çok geriydi Türkiye’de. Gözaltında işkence vardı. Öldürme, yaralanma olabilirdi. Tüm bunları konuşuyorduk. Bir sorun olursa yaralıları nereye taşıyabiliriz, hasar tespiti için nerede toplanabiliriz. Bunlar çok önemliydi ve Müslümanlar birlikte iş yapabilme fıkhını ürettiler.

KS: Başlarda Bosna ve Afganistan’ın işgali ve İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması da bizim camiayı biraz hareketlendirdi. Müslümanları iç dünyasından çıkarak, Türkiye’ye hapsolmaktan kurtararak ümmetçi bir anlayışa doğru itti. İlk adımımız Afgan cihadına sahip çıkmak oldu. Beyazıt Camiini ilk o zaman kullandık. Beyazıt Camiinde herhalde eylemlilik açısından çok farklı bir şey yapıldı. İlk defa bir arkadaşımızı imam hutbeye çıktığında, cami içinde daha önce hazırladığımız bildiriyi okudu. İlk defa yurtdışındaki bir İslami mücadeleye Türkiye Müslümanları katıldı. Zihinsel olarak ümmetçi bakış açımız, Burhaneddin Kayhan’ın Milli Türk Talebe Birliği başkanı olmasıyla, sağcı, milliyetçi çizgiden İslamcı çizgiye dönüşmeye başladı. Ama fiili olarak Afgan cihadıyla dış dünyadaki Müslümanların dertleriyle dertlendik. Filistin direnişi, İran devrimi, bunların hepsi bize bir tecrübe kazandırdı ve bunlar Beyazıt’a yansıdı. Türkiye dışına çıkarak Müslümanlarla dayanışma için oralara giden gelen arkadaşlar oldu. Bu da bize ayrıca bir motivasyon kazandırdı.

DG: Bu platformdakiler 1990’larda mücadeleye başlamış insanlar değiller. 1969’dan beri İslami mücadele içinde olan, öğrenciyken mücadele eden, hassasiyeti, endişesi olan insanlar bir araya kendiliğinden geldiler. Çok da uzak değildik birbirimize, zaten iç içeydik.

ŞÖ: Esas itibari ile kendiliğinden başlayıp bir araya gelen samimi insanlar sonra iradeye dönüştüler. Yakın gruplar oturup şartlarını konuştular, bunlara uygun hareket edildi ve bu süreçte zaman zaman bağımsız iş yapan başka insanlar da oldu. Ama bu önemli bir ekip şuurunu getirdi. Türkiye Müslümanları ismi ve daha sonra Filistin Dayanışma Platformu veya Afganistan ya da Çeçenistan ya da Cezayir Müslümanları diye isimler de zaman zaman kullanıldı. Bir şey daha ifade etmek lazım. Yıllarca İhvan’ı şiddetle eşitlemeye çalışanlar var. Sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin her yerinde eylemler vardı. Bu farklı İslami yorumların ortak noktası, vahiy bilinciyle bir araya gelmiş olmalarıydı. Biz bu eylemlerde dayak yesek de, sopa yesek de, hiç silah kullanmadık, iç savaşa imkân vermedik. Kimsenin camını kırmadık, tahrip etmedik. Aslında bu 15 Temmuz’da da öyle oldu ve iyi ki de öyle oldu. Bu çok önemli bir örnektir.

HT: 15 Temmuz’da saat 22.00-22.30 civarı darbeye direnmek için ilk sokağa çıkanlar, Beyazıt eylemlerinden gelen tecrübeye sahip insanlardı. Türkiye’nin her yerinde ilk defa, Tayyip Bey sokağa çağırmadan önce, onlar sokağa çıktılar. Beyazıt’taki direniş ahlakı, sivil, ölümüne ama insanlara zarar vermeyen bu eylem şekli 15 Temmuz’a da yansıdı.

28 ŞUBAT’TA KAYBETTİK AMA DİRENİŞ RUHUNU YAŞATTIK

İki kişi bile yan yana geldiğinde zaman zaman anlaşmazlık çıkıyor. Siz bu kadar grup bir arada nasıl bir dil oluşturdunuz?

HT: Ne yapacağımız konusunda yöntem tartışmaları yaptık. Sistem içi araçları, kendi ilkelerimizle bağımsız kimliğimizle, Allah’ın ayetlerinin üstünü örtmeden kullanabiliriz diyorduk. Bunlar Türkiye Müslümanlarının geleneğinde ilkti. Böyle yürüyen bir süreç oldu ve bu sürecin en önemli, canlı yanları Türkiye’deki İslami uyanışın canlı olduğu yıllarla irtibatlı. 1985-1995 yılları arası, kitaplar 5 bin basılıyor, üçüncü baskılarını yapıyorlardı. Rafa koymak için değil konuşup tartışmak için alınıyordu kitaplar. Türkiye’de İslami duyarlılıkları olan insanlar bu duyarlılıklarını eyleme çeviriyorlardı. Bu motivasyonla beraber, tek boyutlu değil, sadece tepki değil, bilincimizi aynı zamanda tanıklığa da geçiriyorduk. Bir haksızlık varsa ona “la” demek lazım. Bu konuda Beyazıt eylemliliği Türkiye Müslümanları ve Türkiye Müslümanlaşma bilinci açısından tüm Türkiye açısından model bir kalkıştı. Buradaki eylemlilik anında Anadolu’ya yaygınlaşabiliyordu. Bence bilinçlenme sürecindeki Müslümanların ortak meselelerde, birlikte iş yapabilme fıkhını üretme, erdemi yakalamalarıydı ve bu çok önemli bir tecrübeydi. Daha sonra İmam Hatiplerin kapatılması, 28 Şubat başörtüsü eylemlerine yansıyan önemli deneyimler oldu. O deneyimler Türkiye Müslümanlarını motive etti. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti 2001 yılında kurulurken “İslamcı değiliz, insan haklarını ön plana getiriyoruz” dese de neticede en önemli motivasyon, hakları gasp edilmiş, okulları, gelecekleri çalınmış nesillerin, onların köydeki ana babalarının gerilimleriydi. Bu gerilimleri ayakta tutan bir form oldu Beyazıt.

DG: Bu eylemlerin başlaması ve bitirilmesi planlanan bir şeydi. Her grubun kendi içine sorumluları vardı. Hangi sloganlar atılacak, nerden başlayacak belirlenirdi. Her bir grubun kendi içinde sorumluluğu vardı. Çünkü bu işi sabote etmek isteyen gruplar da vardı. Mesela biri geliyor bir slogan atıyor. Bunun bir disiplini vardı. Önceden oturup hangi ilkeler çerçevesinde hareket etmemiz gerektiğini belirliyorduk. Bu ilkeler etrafında farklı bir şey olursa eylem sabote edilmiştir. Bu bizim beraber iş yapmamızı ve birbirimizi kabullenmemizi sağlıyordu.

HT: Biz Beyazıt’ta “Müslümanlar Ümmettir” formatında gösterdiğimiz etkinliği aynı zamanda kendi sorunlarımızda da gösterdik. Zonguldak’ta maden sorunu oldu, bununla ilgili de pankartlar açtık. Yahut bankalar hortumlandı. Bununla ilgili Türkiye’deki kapitalizme karşı tavır aldık ama özellikle 28 Şubat’ta, buradan gelen tecrübeyle, Beyazıt’ta İmam Hatipler ve başörtüsü direnişini sürdürülebilir kılmasaydık, sanırım bugünkü durumumuz çok daha kötü, uzlaşmacı, kaderci, bıkkın ve dağılmış olurdu.  Evet belki kaybettik. 28 Şubat başörtüsü eylemliliği sonuç alamadı ama insanların gönüllerinde, kalplerinde bir direniş ruhu yaşattı. Bugün bunlarla baktığımızda tarihi açıdan önemli bir yer tutuyor.


WhatsApp Image 2017-08-02 at 11.21.44

EYLEMLER OLMASAYDI BAŞÖRTÜSÜ SORUNU DA OLMAZDI

Beyazıt eylemlerinin pratikte nasıl bir karşılığı oldu?

ŞÖ: Beyazıt eksenindeki bu pratik hareketlerle ilgili son birkaç senede yeni bir moda çıktı. Yıllarca bu işle uğraşan bazı insanlar, İslamcılığı, Müslümanları, Seyyid Kutubları, Mevdudileri, İhvan’ı haksız ve adaletsiz şekilde eleştirmeye, “Hiçbir şey yapamadık, edemedik” demeye başladı. Kişilik inkârı gibi gelen bir şey bu. Bunları söyleyenlerin çoğu bugünkü mevkilerine o mücadele sayesinde geldiler. İnsan hiç değilse adaletli olur. Bugün Tayyip Bey dünyaya kafa tutuyorsa bu Beyazıt Meydanı kültürünün yansımasıdır. Beyazıt eylemleri olmasa Tayyip Bey bugün bunları söyleyecek ortam bulamazdı. O gün biz Amerika’yı, İsrail’i lanetledik. Bazen bir avuç insan, bazen binlerce, bazen on binlerceydik. Bugün o birikimin sonrasıdır. O kültür orada kalmış olabilir, yeni bir boyutla devam eder. Bu eylemleri 10’a yakın grup bir araya gelerek yapıyordu. Beraber iş yapmayı orada öğrendik ve kafa tutmaya başladık. Refleksimiz büyük düşünmeyi sağladı. Dayak yiyen, işkence gören arkadaşlarımız oldu. Ama Beyazıt eylemleri olmasaydı, hükümetin serbest bırakacağı bir başörtüsü sorunu da olmayacaktı çünkü herkes boynunu eğecek, karşı çıkmayacak ve başını açacaktı. Seksenli yıllarda olduğu gibi yasak yasal olacaktı. Türkiye’de Müslümanlara karşı bir kavga yürütülüyor ve bu kavga sureti haktan gibi gözüküyor. Sözde AK Parti’yi, Tayyip Erdoğan’ı savunuyorlar ama Erdoğan hâlâ onların hoşuna gitmeyecek İslamcı laflar söylüyor, Amerika’ya İsrail’e çatıyor.

KS: Bizim Beyazıt’ta kullandığımız bazı sloganlarımız, söylemlerimiz, bazı siyasi partilerin de sloganı, ilkeleri haline geldi. Meydanda gündeme getirdiğimiz bazı kavramlar CHP tarafından Meclis kürsüsüne taşındı. Beyazıt bu manada bir mekteptir. 1 Mart Tezkeresine karşı Savaşa ve İşgale Hayır diye bir eylem düzenlemiştik. Orada “Amerika’dan değil, Allah’tan kork” diye bir pankart açmıştık. O pankart Meclis’e taşındı. Düşünce manasında da bir mektep gibiydi. Sonra bu bütün Türkiye halkının iftiharla savunduğu bir şey oldu. Bu tezkereyle PKK’yı engelleriz diye düşünülüyordu ama oyunun içinde oyun vardı. Eğer biz oraya girseydik Sabiha Gökçen Havalimanı, Malatya Havalimanı Amerikan üssü olacaktı. 80.000 Amerikan askeri oraya konuşlanacaktı ve AK Parti tekrar iktidara gelmek gibi bir şansa kavuşamayacaktı.

HT: O dönem Müslümanlar güçleri yettiği kadarıyla bağımsız bir İslami kimlikle, zulme, haksızlığa karşı tavır alıyorlardı. Bir şahitlik, eylemlilik ortaya koymak ama ölçülü yani mümkün olduğu kadar Sünnetullah’ı ve Kuran’daki yasaları gözeterek yapma kaygısı vardı. Çünkü o zaman ortam çok ajiteydi. Sağ sol çatışması gibi fevri şeylere girmeden, tutarlı, kendi kimliğini ifade edebilme çabası vardı. 28 Şubat’tan sonra, İran devrimine, Afganistan devrimine bakıp, “Biz de İslam devleti kuracağız” gibi çok acilci, alt yapısı olmayan heyecanları gerçekleştiremeyeceğimizi ve devrim yapamayacağımızı, bunun hayal olduğunu gördük.  Fakat bizim bir sürü kazanımımız var, bir sürü doğrumuz var. Bunlarla kendimizi yenilemek yerine maalesef bugün, o günlere yönelik, eli kalem tutan, o günlerden gelen pek çok kişi tezvirat yapıyor. Özeleştiri yapıp, tutarlı bir açılım gerçekleştireceğimize “İslamcılar olarak şöyle saptık, böyle saptık” deniyor. Evet bütün insanlar hata yapabilir fakat Beyazıt eylemleri platformunun içinde olan insanlar “Beyazıt’a gittik de ne oldu”, “Yumruk sıktık da ne oldu” gibi sorular sormaya başladılar. Aslında bunu sorgulamamız gerekiyor.

Akademik çalışmalar içine giren ve bütünlükten kopan bazı insanlar tarafından bizim yaptıklarımızı biraz ayak takımının takip ettiği bir form gibi bakıp küçümseyenler var. Biz âlim ifadesini “bildiğini eyleyen” insan olarak algılıyoruz. Bizim akademisyenlere, perspektifi olan insanlara ihtiyacımız var. Tabii ki akademik çalışmalar bizim için çok önemli ama bunlar toplumun gündemini yönlendirmekten uzak olamaz. Türkiye’de 80 tane ilahiyat fakültesi var. Ortadoğu’nun kıyısı köşesi kan gölü. Kaç tane ilahiyat fakültesi bildiri yayınladı? Bir sempozyum yaptı. Yani bu ilim ve ameli ayrıştıracak inanç ve yaklaşıma karşı durmalıyız.

KS: Bir de diyorlar ki Kenan Evren İslamcıları arkaladı, Müslümanların önünü açtı. Bu külliyen yalan. Hamza Bey’in altını çizdiği gibi bizim bağımsız, bir bedel ödeyerek oluşturduğumuz İslami bir kimliğimiz var. Kimse bu kimliği lekelemeye, “Şunun bunun isteğiyle hareket ediyor” gibi yaftalamaya kalkışmasın. Bu külliyen iftiradır.

DG: İslami yapılar 80 öncesi şiddete bulaşmadılar. 12 Eylül’den her grup farklı etkilendi. Ülkücüler ve solcular cezaevlerine gittiler çünkü onların eylemleri vardı. Ama İslamcı hareketin, hepimizin içinde olduğu milli mücadelenin, o gelenekten gelen insanların şiddetle ilgisi yoktu. 80 iktidarıyla birlikte fetret dönemine girildi. Biz her birimiz kendi zaviyemizden “Daha sahih bir İslam hareketi nasıl olabilir” diye yoğun çalışmalar içine girdik. O sürece kadar da önemli bir geçmiş vardı. Kültürel altyapı ve zihin anlamında platformun bileşenleri İslamcı bir çevre fakat kendimizi tanımlamamışız. Bu eylemler bizim birbirimizi daha iyi tanımamız, birbirimizle daha rahat iş yapmamız açısından faydalı olmuştur. Cezeri Kasım Camii de bazen eylemliliğin merkezi olabiliyordu. Doğu Perincek’in adamları Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabını Türkçeye tercüme etme girişiminde bulunmuşlardı. Burada yaptığımız eylemlerle bunu protesto ettik. İslami çevrelerin öncü olmasıyla toplumsal tepki doğdu ve o dönem tamamlayamadılar.

YENİDEN BAŞLARIZ!

Platform içindeki gruplar birbiri ile anlaşmazlığa düşmüyor muydu?

HT: Usûli ve yapısal çatışmalar ve rekabet söz konusuydu ama bunlar taliydi. Hepsinin ortak birikimi, kaygıları, gelecek tasavvurları yakındı. Birlikte iş yapabilme potansiyeli oluyordu. Öncelikle hedef yöntem konusunda 28 Şubat’la birlikte çok ciddi tartışmalar, savrulmalar oldu. Bu anlamda bu potansiyel bu bileşenlerin kendi içlerinde de yöntemsel hedef itibari ile çok ciddi bölünmeler oldu. Bu normal. Bize kimse rehberlik yapmadı. Bağımsız İslami kimliğimizle bir şey yapmaya çalışırken bizim Sezai Karakoç, Necip fazıl gibi rehberlerimiz yoktu. El yordamıyla özgün bir şey yapmaya çalışıyorduk ama birikimimiz, tecrübemiz yeterli değildi. Düşe kalka bunu yapmaya çalıştık. Bisiklete binmeyi bilmiyorsanız pat diye bunu yapamazsınız. Biz düşme kalkma dönemlerini yaşadık bugün ayakta duruyorsak bunun sonucudur. Bugün buradaki kardeşlerimizin ayakta durduğunu düşünüyorum. Mesela Kazım çok önemli bir şey söylüyor. “Yeniden başlarız” diyor. Bu çok önemli bir şey. Zaaf ve eksiklerimizi yeniden konuşarak, özgün, müzmin muhalif olmayan, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek, yeni bir reorganizasyona, kendimizi yenilemeye ihtiyacımız var.

Beyazıt eylemleri yeniden başlar mı?

ŞÖ: Kompleksli, eskiden bahsederken sanki orada kötü şeyler yapılmış gibi, “Beyazıt’ta mısınız hala” diyen, zihnen mağlup olmuş bazı Müslüman arkadaşlar var. Oturup bir daha düşünsünler. Bu Müslümanların teorik olarak okudukları ama pratik olarak deneyimlediği bir şeydi. Çünkü Arap ülkelerinin çoğunda insanlar sokağa çıkamıyordu. İşte Mısır’da en son eylem yapıldıktan sonra faciayı gördük. Bizde bu imkân vardı, çok şükür alnımızın akıyla yaptık. Korkmadık kaçmadık. Özellikle laik kesimden bize yöneltilen “AK Parti iktidarından sonra ortada yoksunuz” ithamı aslında başörtüsü meselesi gibi birçok sorunun çözülmesinden kaynaklanıyor. İkincisi, değişen bir süreç var. Bu eylemliliğin hukuku ya da fıkhı yeniden düzenlenmeli. Türkiye’de dini anlamda yasaklar kaldırıldı ama başka yasaklar, başka sıkıntılar var. Bu eylemlerin siyasi rantını yiyip, Erdoğan adına, Erdoğan’ı savunur gibi yapıp İslamcılara karşı çıkan adamlar aslında bu bedelin karşısında aldılar bunları.

KS: Bizim mirasımızı yiyip bitirirlerse, piyasada olanlar kendine çekidüzen vermezlerse, “İslamcılıktan vazgeçtik” gibi söylemlerde bulunurlarsa, biz yeni bir dalga oluştururuz. Potansiyelimiz var.

HT: Var değil mi?

DG: Var. Yeniden başlarız.


BAZILARI İÇİN NOSTALJİ BİZİM İÇİN CANLI

Bir eylemin organize edilmesine kadar sürüyordu?

DG: Bazen yarım saat, bazen bir saat, bazen beş gün sürer.

HT: 1991 -1998 arası ortak karar almadığımız müddetçe hiç bir grup Beyazıt meydanını kullanmadı. Herhangi bir parti de kullanamadı. Ciddi bir ağırlığımız vardı. Bu o zamanki İslami dalganın disipliniydi. Söz birliği yaptığımızda zaten kimse gelemezdi. Sosyal medya ilk çıktığında internet ağlarında eylem için çağrı yapıldı ama olmadı. Bizim platform dışında bahsettiğimiz 7-8 sene hiç kimse kullanmadı.

Beyazıt’ın simgesel anlamı neydi?

HT: Fatih’i kullansak aslında daha rahat ederdik ama üniversite ve medya açısından Beyazıt bir semboldü. 60 ihtilalinden beri en önemli merkez orası. Bizim inisiyatifimize geçti. Hem ulusal hem de uluslararası medya açısından orada yapılan bir eylem daha fazla yankı buluyordu.

DG: Bugün bir grup var. “Beyazıt’a gittik slogan attık da ne oldu” diyor. Beyazıt onlar için nostalji ama bizim için devam eden bir şey.

KS: Cenin katliamı sonrası oturduk ne yapalım diye istişare ettik, tartıştık konuştuk. 3 tane karar aldık. Birincisi Kudüs dergisini çıkardık. İkincisi Savaşa ve İşgale Hayır platformu kurduk. İlk defa bir Kudüs ajansı yaptık. Sonra arkadaşların büyük bir kısmı ayrıldı. Belli bir yerden sonra Hamza ile ikimiz kaldık. Oturduk istişare ettik. Devam ettirebilirdik ama şık görmedik. Yani Beyazıt eylemlerini devam ettirmediysek yapamadığımızdan değil.


ZARAR GÖRÜRÜZ BİTİRELİM DEDİLER

Platform ne zaman dağılma sürecine girdi. Nasıl oldu?

HT: 28 Şubat sonrası 1999-2000 başında önemli bir dağılma vardı. Biz yeniden toparlanalım diye eski gedikliler Şemsettin, ben, Kazım, ön görüşmeler yaptık yeniden başlayabilir miyiz diye. Filistin dostları girişimini oluşturduk. Kudüs dergisi çıktı. Savaşa İşgale Hayır’ı platformu oldu ama sıkıntılar da vardı. Malatyalılar grubuna çok önemli takibat gözaltı tutuklama süreci vardı. İslamcılık bitti söylemleri de oldu. Bunu liberal, tarihselci değişik İslami savrulmalar yaşayanlar da dillendirdi. Kadük hale geldi.

KS: 28 Şubat’tan sonra başörtüsü yasağı olunca biz Sultanahmet’te büyük bir eylem düzenledik. Bazı çevreden arkadaşlar Beyazıt, Sultanahmet gibi eylemlerin bizi sıkıntıya sokacağını ileri sürdü. “Bitmesi lazım” diye teklifler geldi, biz kabul etmedik ama sonra yavaş yavaş söndü. Sadece dar çerçevede eylemler oldu.

DG: Yöntemsel ve öncelikli hedef konusunda özeleştiri babında toplanıp müzakere yapamadık. Bizim tıkanmamız burada oldu. Yöntemsel. Öncelikleri gözden geçirmemiz lazımdı, yöntemi gözden geçirmemiz lazımdı. Yeni bir strateji, konsept oluşturmamız lazımdı. Bunu bileşenlerle oturup konuşamadık.

ŞÖ: Geçtiğimiz 10 yıl içinde, AK Parti sürecinde de, zaman zaman bu insanlar bazı işler için bir araya geldik etkisi küçük veya büyük. Bugün de önemli bir hedef için konuşup bir araya gelip yola devam edebiliriz.



Emeti Saruhan, 07.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü, 
Emeti Saruhan Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017



İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı