"Dünya önümüzde uzanıyor başka bir başlangıç için, henüz. Kuru, kavruk bir zemin nasıl dönüşeceğini anlatmaya çalışıyor az ötede; durup dinleyelim."
Bir seferinde, bir bahçeye gidememişken, Twitter’da şöyle yazmıştım:“Şimdi orada ince esen yel kekik tepelerinin kokusunu boş bir evin balkonuna taşıyor. Neresi mi orası? Her zaman bir ‘orası’ vardır.”
Orası, çocukluğumun bahçesi. Tahta balkonu çevreleyen elma ağacı, misafir odasının penceresinden süzülerek kırlentlerdeki nakışları canlandıran armut ağacı yapraklarının yeşil ışığı, denizliklerde sardunyalar, şişe içinde güneş ışınlarına yatırılmış gülsuyu şerbetleri, kayısı kurusu sergileri, kürünlü çeşme, taşlı yokuşun sırtlarında bahçeye bakan, bodrum katında fırını olan ahşap Rum evi, bahçede ikindi üzeri hazırlanan sazlı şiirli çay sofraları, camlı dolaplarda sıralanmış Halide Edip romanları, kasaba sinemasından yükselen anonslar…
Hayat sonsuzca uzanıyordu önümde, dünya keşfime ve müdahalelerime açıktı, şiir okuyor ve yazıyordum. İlkokul çağları...
Ev kalabalık olurdu öğle saatlerinde ve bahçeye kaçardım. Aynı ev dizisi üstünde, yola bakan bir başka evin izbe bodrumunda kitap zulam vardı. Babamın kitap-kırtasiye dükkanından onun izin verdiğinden fazlasını alıp saklardım zulaya, bahçe okumaları için. Kenarda bir dere vardı, sesini duyardım.
Bahçe ve kitap, hayat ve bahçe, sofra ve şiir birlikte sonsuza akıyordu.
Çocukken geleceğe akmanın yolunu arıyor insan, yetişkinliğinde ise çocukluğun saflığına özlemin yanı sıra aynı çağda açılmış yaraların telafisi üzerinden dünyaya yabancılaşarak, bu yabancılaşmadan duyulan korkuyla da sağlam ve kalıcı bağların arayışında yol alıyor.
Bu konuları geçtiğimiz Mayıs ayının ortalarında gittiğim Karaman’da sevgili arkadaşım Yasemin Akkuş ile kendi kurduğu bahçelerde uzun uzun konuşma fırsatı bulduk. Üniversitenin davetiyle gitmiştim, konu “Roman, Fıkıh, Futbol ve Komplo”ydu, ama biz daha sonra Yasemin’le saatlerce bahçesini konuştuk.
Yasemin Akkuş etrafına iyilik, güzellik ve umut yayarak yol alan bir bilim insanı, edebiyatçı, öykücü. Mimarı olduğu “Divan Şiiri Bahçesi”nden bu yana ise benim açımdan aynı zamanda kelimenin her türlü anlamıyla bir bahçıvan o. Üniversitenin kendi haline terk edilmiş iki iç avlusunu, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi eski rektörü Sabri Gökmen Hoca’nın desteğiyle rengarenk birer bahçeye dönüştürmüş. Öğrenciler Divan şirinden geçen çiçekleri ve ağaçları o bahçelerde buluyor, duvarlarında ise atıf kaynağı şiirlerden mısralar okuyorlar.
“Gül yanak, nergis göz, servi boy; öğrenci bilmiyordu” diye anlattı bana Yasemin, bahçede çay içerken. “Tarif ediyorum, çiçeği internetten öğrenmeye çalışıyorlar. Hafız, Baki, Ahmedi, Fuzuli, Nedim… bu şiirlerde ne demek istiyorlardı? Onlara açıklamaya çalışırken divan şiirlerindeki gibi şairin hayalini canlandıracak bir bahçe olsaydı, diye düşündüm.” Bahçenin tasarımında havuz da vardı, ancak altyapı problem oluşacağını söyledi ustalar.
Esin kaynağı ise öncelikle hocası Namık Açıkgöz. “Üniversite yıllarında hocamız Namık Açıkgöz derse vazo içinde lâlelerle gelirdi, hâlâ da böyle yapar. Sümbül zamanı bahçesinden sümbül dalı getirirdi. Muğla’da Vali Konağı önünde bir erguvan ağacı varmış, öylesine anlatırdı ki hayran olmuştum ağaca.”
Adı Yasemin ya, yasemin de ekti bahçeye, gelgelelim her iki bahçede de tutmadı çiçek, kurudu. Tutmayan tek çiçek yasemin oldu. Öyle ya, bu bahçelere zaten “Yasemin Bahçeleri” diyoruz. Birlikte gezinirken ağaçları ve çiçekleri saydım: Kasımpatı, gül, lâvanta, nergis, menekşe, lâle, sümbül, çiğdem, leylak, hanımeli, erguvan, servi, söğüt, çınar, iğde…
Bir buçuk yıl kadar önce kuruldu bahçeler ve ben oradayken ilk meyvelerini verdi. Bu arada paneller düzenledi Yasemin. Geçen yıl “Klâsik Türk Şiirinde Çiçek”ti panelin konusu, bu yıl ise “Klâsik Türk Şiirinde Lale” oldu.
***
Temmuz ayında İstanbul’daydım, Ağustos’ta da öyle olacak. İstanbul’un kendine özgü iklim dengesini şaşırtan bir betonlaşma yaşandı son yirmi beş yılda. Eski bahçeler bir rüya gibi hatırlanıyor, koruluklar türdeşiyle içe kapanmanın siteleri oldular ve oluyorlar. Çocukluğumda gittiğim mesire yerleri yerini beton kulelerin oluşturduğu ıssızlığa terk ediyor gece saatlerinde. Çiçekçilerdeki renkli güzellikler ve duvar bahçe dizileri çocuklara bir bahçe zemini sunamıyor. Deniz doldurularak yeni parklar yapıldı, ancak sonuçta denizde işgal edilen alan da bir dengeye müdahale anlamına geliyor.
Şu da var ki herkes bahçe kurmayı bir başkasından bekliyor, bahçe kuramadığı için kusur aranan da eksiğiyle gediğiyle hep bir başkası.
Çocukluğumun bahçesini özlüyorum, reçellik güllerin kokusunu, kiraz ağaçlarının yaydığı serinliği, murdar ağaçlarının gölgesini ve kitap okuduğum, sadece okuduğum saatlerin dinginliğini…
Yasemin’in bahçesi canlanıyor gözlerimin önünde, bir metnin ilerlemeyen paragrafları arasında. Bitki çayları içiyor ve şiirden, hayattan, ölümden, kitaplardan, ortak hatıralarımızdan, mekân israfından, eğitim açmazlarından söz ediyorduk. Oradaydım, yine olabilirim. Taze ağaçların yapraklarının ışıltısı ve hanımeli kokuları, bir başlangıç duygusu uyandırıyor. Yapacak çok şey var, hiç de boş durulmuyor, ama zamanında yarım bırakılmış veya üstlenmekten kaçınılmış olanın yerini tutmuyor hiçbir meşguliyet.
Dünya önümüzde uzanıyor başka bir başlangıç için, henüz. Kuru, kavruk bir zemin nasıl dönüşeceğini anlatmaya çalışıyor az ötede; durup dinleyelim.
Cihan Aktaş, 09.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Haberiyat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.