9 Ağustos 2017 Çarşamba

SA4704/SD741: Zaman'ın Çağlar Mevsimi'nin Romanı; Cihan Aktaş ve Şirin'in Düğünü

"Ve bu psikolojik-sosyolojik zeminden günümüze sıçrayan, günümüzün psikososyal sorunlarından, mimarî, siyasî, ekonomik, dinî perspektiflerimizden, çatışıklaşmış ve çatışıklaştığı kadar karmaşıklamış bir içiçelikle bütün çağları üst üste ve acımaksızın zihnimize yükleyen bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor Cihan Aktaş, Şirin'in Düğünü'nde.. Bu bir düğün, ama nasıl bir düğün?"


Matbaa'da basılmış her türden metnin okurları zamanın çağlar mevsiminden çekip giderken, matbaada basılı kitapları, dergileri ve belgeleri daha geride kalan başka çağların mevsimlerinden kalan el yazmaları, tabletler, mağara duvarları, anıtları gibi tarihin nesne mezarlığına teslim ediyorlar; elbette zamanın çağlar mevsiminde değişen sadece sözün üzerine yazıldığı nesne, ama asla okurluk değişmiyor, okuma eylemi değişmiyor ve doğal olarak da yazarlık değişmiyor. Okur ve yazar arasındaki ilişki, sözün üzerine yazıldığı nesnenin fiziksel özellikleri değişse de olduğu gibi korunuyor. Evrensel ve çağlar üstü olan şey temel özelliklerini devam ettiriyor; okunan sözü yazan, okuyanı etkilemeye ve değiştirmeye devam ediyor, insan var oldukça da devam edecek.

İnsan varlığının sürmesi etkileşimin de sürmesi demek, matbaanın ölümü okur ve yazar arasındaki geleneksel tek yönlü ilişkinin karakterini de değiştiriyor; dijital nesneler ve çok boyutlu öğrenme biçimleri yazarı güçlü bir bilgi ve perspektif kaynağı olmaktan uzaklaştırıyor, onu okurundan öğrenmeye, ondan etkilenmeye zorluyor. 

Belki de bu aynı zamanda yazar tarafından dikte edilmiş fikirlerin sağlığını daha geniş ve daha kısa dalgalı tepkilerle yorumlayarak geri bildirimde bulunan okur etkisi ile denetlemenin de yolunu açan bir süreç olarak da tanımlanmalı. 

Ki bu sürecin en büyük zorlananı okur değil bizzat yazarın kendisidir, geleneksel tek yönlü ilişkinin en doğru tanımla 'faşizan' karakterini sürdürmeye çalışan yazar tipinin bu sürecin en büyük kaybedeni olacağı kuşkusuzdur, ki zaman zaman basılı metin okurlarının azalmasını satılan kitap, dergi veya gazete istatistikleri üzerinden değerlendirme hatasına düşen bu tip faşist-muhafazakâr yazarların topluma küsmeleri, insanları kitaplardan uzaklaşmakla ve cehaletle suçlamaları, içe kapanmak için bahane aramaları sürecin en büyük kaybedenleri olarak katılaşmalarını ve dinozorlaşmalarını sağlıyor. Ya da daha doğru bir konumlandırma ile şöyle de söylenebilir; 'Matbaa'da basılmış her türden metnin okurları zamanın çağlar mevsiminden çekip giderken faşist-muhafazâkar yazarların ruhlarındaki kısırlığı ve katı dinozor yetersizliğini keşfediyorlar.

Oysa okur var olmaya devam ediyor çünkü dijital nesnelerin, basılı nesnelerden çok daha fazla sayıda üretildiği gerçeği reddi mümkün olmayan somut bir gerçek; ayrıca okura kitaplar, dergiler, gazeteler veya diğer basılı materyaller gibi günler, haftalar, aylar ve yıllar süren bir yolculuk sonucunda ulaşmıyorlar, saniyeler, dakikalar ve en fazla saatler süren -yazar türlerine göre haftalık ya da aylık periyotlar halinde yazılanlar dışında- bir zaman çizgisi ile ulaşan 'kağıtsız yazılar', okur yararına 'kemiyet ve vakit' gibi iki önemli sorunu ortadan kaldırıyor. Geriye kalan ve tarih boyunca da önemini koruyan tek şey ise keyfiyet ve buna bağlı olarak da kalite.

Klasik muhafazakâr yazarın 'faşist ve dinozor' olmayı seçmesi bu açıdan bakıldığında çok da şaşırtıcı bir durum değil, okurun -yazarın bizzat kendisi dışında- daha farklı bilgi kaynaklarına ulaşması çok daha kolay ve artık okur daimi edilgen pozisyonundan sıkıldığı için tepkilerini çeşitlendiriyor, koşulsuz itaati reddediyor, yazarının yanılgılarını olduğu gibi kabul etmiyor, kasıt arıyor ve çağın getirdiği derinleşmiş kuşkuyu en küçük hatada yazarın tepesinden aşağıya dökmekten çekinmiyor.

Yine tarih boyunca değişmeyen şeyler burada da karşımıza çıkıyor; okuma ve okuduğunu yorumlama. Okur, yeni çağ mevsiminde yazarı başkalarının referansları ile değil kendi analitik sorgulamaları sonucunda 'güvenilir' buluyor ya da bulmuyor, yazarın sürekliliğini onu bulunduğu dijital ortamlarda paylaşarak sağlıyor ya da olumsuz tepkilerle sona erdiriyor. Bu, klasik yazar tipinin özgüven duygusunu zedelemek için yeterince korkutucu bir durum; özellikle dijital ortamlardan kaçarak kendini 'koruyabileceğini' sanan yazar tipleri için şizofrenik sonuçlar doğuracak kadar da dramatik.

'Kitap Okuru' kavramı yerini 'Dijital Materyal Okuru' gibi korkutucu bir kavrama terk edince, yazar alışkanlıkları gibi okur alışkanlıkları da değişiyor; milyonlarca dijital sayfalık materyalleri bir tesbih imamesi kadar küçük bir flash diskte taşıyabilen, dilediği her türlü metni Ofis veya PDF araçları ile, Z-kütüphanelerle , video-resim oynatıcılarla, üç boyutlu animasyonlarla, bilgisayar oyunlarıyla görsel ve işitsel alanına kolaylıkla taşıyabilen okur tipinin oluşması ve gelişmesi zamanın yeni çağ mevsimine uyum sağlayabilen yazar tipi için mükemmel fırsatlar da sunuyor ve aslında yazar durumun korkutucu değil bilakis rahatlatıcı olduğunu fark ediyor. Çünkü klasik yazar tipine göre çok daha kolay üretebiliyor, çok daha hızlı bilgi kaynağı taraması yapabiliyor ve bilgilerini güncelleyebildiği gibi sık sık geliştirme imkanı bulabiliyor; yaşadığı çevrenin, ülkenin kişilerine, onların psikolojilerine, sosyolojilerine, ekonomilerine, iç ve dış siyasetlerine, seçimlerine, zevklerine, yeme-içme alışkanlıklarına, sevme-öfkelenme türlerine, irade ve nefslerinin sınanma araçlarına, inançlarına gelenek ve göreneklerine, diyalog kurma biçimlerine, giyim-kuşam gibi ihtiyaç ve zevklerine, alışveriş alışkanlıklarına, ulaşım, sağlık, eğitim, güvenlik gibi hayatın tüm temalarına ve vurgularına dair gerçek durum ve içerik bilgisine dilediği şekilde ve hızda ulaşabiliyor.

Yazar zamanın her çağ mevsiminde kurduğu, kurguladığı metinde -kazılı, elle yazılı, basılı ya da dijital materyalle nesneleşen metinde- yaşadığı toplumu -bilgi toplumu olsun ya da olmasın- ve bireyleri her türlü özellikleriyle yansıtır, bu da değişmeyen en önemli olgudur. Metin, hazırlanması zorlaşsa da, öğretici özelliğini korumaya devam eder; özellikle romanlarla senaryolara dönüşerek varlığını üç boyutlu algılama biçemlerine güçlü bir şekilde taşır.

Roman da diğer kitaplardan daha öğretici olma özelliğini ve itibarını, efsanelerden masallara ve hikayelere, şiirlere, tiyatrolara kadar taşınan sözel karakterini, büyük bir oranda sinema ve televizyona kaptırırken, başka bir alanda, bilgisayar oyunlarında yaşamaya devam eder; ancak durum bu kez farklıdır, okur interaktiftir, romanın bir kahramanıdır... Nihayetinde her bir sinema-televizyon gösterisi bir bilgisayar oyunu kadar senaryoya muhtaçtır, roman da senaryonun bizzat kendisi, anası olan hikayenin uzamış şeklidir.

Bu bağlamda 'Roman'ın öldüğünü, devrinin kapandığını iddia eden tezcanlıların davranışlarının klasik yazar ve eleştirmen tipine ne kadar uygun olduğunu ve bu tip yazarların ve eleştirmenlerin kendilerini olduğu gibi korumaya alma telaşıyla düşündüğünü ve konuştuğunu söyleyebiliriz. Çünkü gidilen süreçte tamamen hayata hakim olacak olan şey bellidir; sinema ve televizyondaki herhangi bir eser için nasıl gerekliyse, interaktif okur için bilgisayar oyunları sorumluluk bilinci yüksek roman yazarlarını zorunlu kılmaktadır.

İnsanlık 'değerler çatışması'ndan çıkmış 'değersizleşme' çılgınlığı ile karşı karşıya kalmıştır, ideolojik senaryoların dünyanın en ücra köşesindeki insanın hayatını etkileyecek kadar güçlü bir hızla ve dehşetle uygulanabiliyor olması Zaman'ın Çağlar Mevsimi'ndeki yeni yazarın, roman yazarının sorumluluğunu kat kat arttırmaktadır ve roman bu yüzden önemlidir, basılı bir kitapta durduğundan çok daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Çağın insana neler yaptığını anlatacak bir geçmiş zaman hikayesi kadar önemli, gelecek zaman kurgusundaki bireyin zihinsel şemasını inşa edecek kadar da güçlü olan bir roman şimdiki zamanı geçmişle kurduğu bağlarla yaşanabilir kılmanın en önemli aracı olarak karşımızda durmaktadır.

Bütün bu anlatılanlarla birlikte günümüz romanının nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini tartışamıyor olmamız, bireysel çabalarıyla karşılaştığı zorlukları aşmaya çalışan roman yazarlarının olmadığı anlamına gelmiyor. Çok az sayıda da olsa, yaşadığı çağı izleyen, yorumlayan ve sorunlarla beraber çözüm tekliflerini de romanına yediren az sayıdaki roman yazarından biri olan Cihan Aktaş'ın Şirin'in Düğünü adlı romanından dikkatle bahsetmek gerekiyor.

Cihan Aktaş'ın Genceli Nizami'nin 'Hüsrev ve Şirin'ini esas alarak kurguladığı, "Ancak orada Ferhat çok az bir yere sahip ben rolleri eşitledim,  romanım Ferhat'ı intihardan kurtarmanın da romanı" diye anlattığı bir roman Şirin'in Düğünü.

Şirin'in Düğünü'nden bahsetmeden önce romanın oturduğu zemine dair bir pasaj okuyalım:

"Hüsrev ile Şirin,İran ve Türk edebiyatında, Sasani hükümdarı Hüsrev ile Şirin'in aşklarını konu edinen birçok mesnevinin ortak adı. Nizami'nin romantik destanı Hüsrev ile Şirin beş mesnevinin bir araya getirilmesinden oluşmuş bir hamsedir. Hamse beşli mesnevilere verilen bir isimdir. Ünlü halk hikâyesi Ferhat ile Şirin'in konusu da bu mesneviden gelir. Hüsrev, Sasani hükümdarı Hürmüz'ün oğludur. Şirin de Ermeni melikesinin yeğenidir. İki genç birbirlerine âşık olurlar ve birçok olaydan sonra bir araya gelirler. Ancak Hüsrev, ülkesinde çıkan karışıklıkları bastırmak için Rum hükümdarından yardım isteyince o da kızı Meryem'le evlenmesi koşuluyla yardımı kabul eder. Bunun üzerine Hüsrev'le Şirin ayrılırlar ve Şirin kendi sarayına kapanır. Ermeni melikesi Mehin Banu ölünce Şirin onun yerine melike olur. Bu arada Şirin'in sarayına bir su yolu ve çeşme yapan Ferhat da Şirin'e âşık olur. Bunu duyan Hüsrev yaşlı bir kadınla Ferhat'a Şirin'in öldüğü haberini gönderir. Ferhat bunu duyunca kendini kayalıklardan aşağı atarak intihar eder. Bu arada Hüsrev'in karısı Meryem de ölünce iki genç yeniden birbirlerine kavuşurlar. Ancak Meryem'in oğlu Şiruye de Şirin'e göz koymuştur. Hüsrev'i öldürtür, bunun üzerine Şirin de Hüsrev'in tabutu başında canına kıyar. İlk kez İbnü'l Fakih'te ve Firdevsi'nin "Şehname"sinde rastlanan öyküyü tam olarak İranlı Şair Senai anlatmıştır. Ancak aynı konuyu işleyen şairler arasında en başarılı olanı Genceli Nizami'nin yazdığıdır.."

Ve bu psikolojik-sosyolojik zeminden günümüze sıçrayan, günümüzün psikososyal sorunlarından, mimarî, siyasî, ekonomik, dinî perspektiflerimizden, çatışıklaşmış ve çatışıklaştığı kadar karmaşıklamış bir içiçelikle bütün çağları üst üste ve acımaksızın zihnimize yükleyen bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor Cihan Aktaş, Şirin'in Düğünü'nde.. Bu bir düğün, ama nasıl bir düğün?

Tırnaksız diyalogların hangi aralıkta bir iç sese ya da bir dış sese dönüştüğünü anlamakta zorlandığımız gibi akıyor Şirin'in Düğünü... kimi zaman karamsarlaştıran kimi zaman umutla sürükleyen, kimi zaman da arayış terminallerinden hızla uzaklaşma isteği doğuran ve her detay çalışmasında ana metindeki derin kederi hissetmemizi sağlayan ve asla 'mutlu' bir sonu bekleme hakkı vermeyen bir tutarlılıkla günümüzü mümkün olan tüm kıvrımlarıyla yaşatmaya çalışan bu metin, basılı kitapta duruyor olarak dijital çağa geçişin ana omurgası olan insanın değişmezliklerini yansıtıyor.

Çelişkilerin, aşk konulu paradoksların, uzaklaşma isteğindeki o kaçınılmaz daimiliğin ve doğru olanla olan ilişkilerdeki sarsıntıların, kaçışların, ısrarın ve ansızın sessizce çekip gidişlerin sırtına yüklenen tek kişilik tepkilerin ya da tam tersine çoğullaşmaya çalışan yalnızın, tereddütlerin ve kararlılığın, sembolizmin, idealizmin, gerçekle yüzleşmenin, entrikaların, diktatörlüklerin, darbelerin, fail-i meçhullerin, korkunun, baskılanmanın ve bütün bunlara karşı tutarsız,dengesiz davranmanın hikayesini anlatıyor bize Cihan Aktaş... Müslüman kavramının yaşadığı varlık sorunlarını, savrulmaları, ilkeleri, uzakların çöllerinde dergahlarda aranan şeyin ve bu şeydeki yayılmaya çalışan bencilliğin derinliklerinde Türkiye toplumunun çok boyutlu resim egzersizlerini sunuyor Mimarî bir ısrarla.

Ferhat'ın konumlandığı Kürşat, sabrın, aşkın ve karşılıksızlığın getirdiği acılarla günümüz insanının duygusunu; Hüsrev'in konumlandığı Faruk, savrukluğun, şımarıklığın, ölçüsüzlüğün, bencilliğin kaynaklarını 'otoriter dindar bir baba'ya yükleyen zengin sorumsuzluğunu; bir belirsizlikten yola çıkarak içi Kürşat'ı ararken, dışından ilişerek, içine geçiştirerek yüklendiği Faruk'la gittiği yolun acısını taşıyanların tıkanıklığını anlatıyor bize Şirin'in Düğünü.

Roman yazarı yaşadığı çağa tanıklık etmedikten, kendi dilinden olan biteni anlatmadıktan ve eleştirmedikten sonra neden yazar ki? İnsan yaşadıkça yaşadıkları da olacaktır; nasıl ki her insan her seferinde kendi hikâyesini yaşar ilk insandan bu yana,  insan var oldukça da her insanın yaşadığı kendi hikayesi olacaktır başkalarıyla benzeşen. Romancı, zamanı, mekânı, araçları değişse de insanın değişmediğini, değişmeyeceğini bilen olmak zorunda olduğu içindir ki romancıdır, tesbit eder, hikayeleştirir ve anlatır.

Bugün sinema-tv vb gibi senaryolardan etkilenenlerle birlikte bilgisayar oyunlarındaki hikayelerden, senaryolardan da etkilenerek hayatını biçimlendiren insan her zamankinden daha çok muhtaçtır hikayecilere, romancılara...

İşte romancının, korkak ve faşist olmayan romancının sorumluluğu budur; evrensel ve çağlar üstü olan şey temel özelliklerini devam ettiriyor; okunan sözü yazan, okuyanı etkilemeye ve değiştirmeye devam ediyor, insan var oldukça da devam edecek, bu ister dijital materyallerle yürüsün isterse kazılı, elle yazılı ya da kağıda basılı materyallerle.

Okuduğunuzda siz de Şirin'in Düğünü'nün dijital materyallerle okuruna ulaşması gerektiğini düşüneceksiniz, hatta interaktif bir oyuna dönüşmesini ve sürekli güncellenmesini talep edeceksiniz...

Yine tarih boyunca değişmeyen şeyler burada da karşımıza çıkıyor; okuma ve okuduğunu yorumlama.

İyi okumalar... iyi yorumlamalar.


[Cihan Aktaş, Şirin'in Düğünü, Roman, İz Yayıncılık, İstanbul 2016]


Not: Bu yazı Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi Ayraç'ın 103, Mayıs 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Seçkin Deniz, 09.08.2017, Sonsuz Ark, Kitap Notları, Kitap

Kitaplar ve Hayat

Seçkin Deniz Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz


Seçkin Deniz Twitter Akışı