"Muhatabını (ve olguları) ciddiye almanın sorumluluğu üstlenmek ağır gelince dalınan oyalanma okyanusunda kuruntulara boğuluyor hazıra konmaya alışmış zihin ve korunmak için istihza kalkanını kuşanıyor. Birlikte bir tükenişe zorlama, birlikte bir diplere çekiş…"
Eski dengeler ve sınırlar yok, yeniler de henüz yeteri kadar muhkem değil. Muğlak roller sürekli onay arayışı ve dolayısıyla bir türlü tamamlanmama hissi anlamına geliyor. Başarı biteviye peşinde koşulması gereken tarifi kaypak amaç veya rekabetçi mantık tarafından paketlenen şey, mutluluk da daha farklı anlaşılmıyor.
Kusursuz Piknik öykülerini bana yazdıran, özel kamusal dengesinin onca sarsıldığı bir zamanda her iki alanda da eski ve yeni mutluluk tariflerini hayatlarında sergilemelerinin baskısı altındaki (aksi halde yozlaşmışlık, modernistlik ve feministlik gibi suçlamalara maruz kalabilecek) kadınların kelimelerine yansıyan yorgunluktu.
Diyarbakırlı arkadaşım Mine Çelik, Müslüman kadınlar olarak “ben mesafesi” eksikliğimizden söz ediyordu evinde katıldığım sohbet ortamında; iki üç yıl önce. Aslında seküler kadınlar için de çok değişmiyor düşünce sınırlarını belirleyen otorite ihtiyacı. “Ben bilmem, babam eşim ağabeyim liderim şeyhim bilir…” Bu düşünceyi körelten zihniyet değişmeden mahremiyet konumları değiştiğinde çiftler arasındaki ilişkide belirleyici olan güven değil, ihtimam veya şefkat değil, müzakere ve empati hiç değil; vesvese ya da kuruntu oluyor.
Araçlar ise sanki birdenbire değişti ve sadece ilişkileri değil dili de etkiledi. Kadınlar ve erkekler cemaatlerin veya hayali cemaatlerin oluşturduğu duvarların yıkılmasının ardından Polanyi’nin “piyasa sistemi” diye adlandırdığı piyasa sisteminin etkilerine maruz kaldılar. Bir taraftan yalancı umutlara boğuyor ekran mitleri, gelgelelim emeğin, toprağın ve paranın meta işlevi gördüğü kötülük düzeni bu mitlere yaslanarak yeniden doğuruyor kendini. Eski korunma duvarları yok oysa yepyeni fetih arzuları var. Sorularla ve iddialarla dolu kişi; çünkü dünya aynı zamanda fethedilebilir paketler halinde önüne seriliyor.
Şöyle söylemişti İvan Agueli, düşünmeye değmez mi? “İslam hiçbir şeyi fethetmez, insanların kafasında doğal olarak yetişir büyürdü.”
Hazır edilmiş başarı ve mutluluk paketleri varken kaç kişi göze alır yorgun düşüren yalnızlığı? Düşünmek, okyanusun ortasında sürekli kulaç atmak. Güven yoksunluğu telafi edilecek gibi değil eşler ve dostlar arasında, çünkü temel mesele düşüncenin yerini kuruntunun alması. “Gerçekten benim mi, bana ait kalacak mı?” Temellük hırsı, emeğin olgunlaştırmasını değil tahakkümle elde tutma kolaycılığını getiriyor ve bu da –tersinden- mahremiyet kaybına yol açıyor. Niye? Elinde tutmayı iç dünyasına bile nüfuz etmeye bağlayan hırsın öteki adı, kuruntu.
İnsana verilen kıymet sebepleri de ilişkilerde önem sıralamaları da değişti. Ukdeler dışavurdu, isyan ve itirazların sahici sebepleri de…
Sosyal medya böylelikle değişen ilişkiler düzenine hem ayna oluyor, hem de açığa çıkarırken tabiileştiriyor. Orada “sosyal” diye nitelenen, tabii veya kurgusal her türlü kendilik halinin normalde düşünülemeyecek yan yanalığı. Daha fazla irade, daha fazla sözünün sahibi olma ve sınırlarını gözetme/sınırları konusunda düşünme olgunluğunun agorası orası.
Tabii ve mümkün olanı zorlaştırmanın öteki adı kuruntu, onun ortaya çıkardığı “sosyal yüz”ün adı ise istihza. Sözün itibarı yok, dün dündü bugün bugün; yaşasın oportünizm. Kadın erkek ilişkilerini de etkiliyor kuruntu; üstelik hemen her zihniyet dünyasını ele geçiriyor mesnetlerin önem taşımayan güvensizlik dalgası. Beni aldatıyor mu, yalan mı söylüyor, gerçekten göründüğü gibi mi, yoksa sevmiyor mu… Hangi söz teselli edebilir kötüye yormaya hazır olanı, kim düzeltebilir bile isteye oluşan yanlış anlamalar silsilesini…
Mahremiyet kamusal alanı istila ederken özel alanın muaşeretini de yerinden ediyor. Ne eski muaşeretin hükmü var ne de yeni bir muaşeretin gereklerini düşünmenin ortamı. Hislerin doğası elbet dönemden bağımsız. Fakat kuruntu yoğunlaşınca ortaya çıkan korunma güdüsü de istihzadan öteye geçmiyor. Dile getirilemeyen düşüncelerin yerini alıyor istihza ve yer yer ironiymiş gibi yapıyor.
İstihza ile troll dili arasında bir bağ var. Yerinde zamanında ahlaki tepkiyi (etik olanı) yozlaştıran duruşun kelimesi, istihza. “Etik dediğim şey” demiş Spinoza, “tam olarak istihzanın tersi olan şeydir.” Müstehzi gülüş ile normal gülüşü ayırmış, başyapıtının adını dahi bu ayrıma bir yerinden bağlamış olan düşünür.
Kimi rivayetlerde geçen gülüş eleştirisi de bir ihtimal istihza ile ilgili olabilir, kalbin sevincini, göz aydınlığını yansıtan gülüşün değil.
Muhatabını (ve olguları) ciddiye almanın sorumluluğu üstlenmek ağır gelince dalınan oyalanma okyanusunda kuruntulara boğuluyor hazıra konmaya alışmış zihin ve korunmak için istihza kalkanını kuşanıyor. Birlikte bir tükenişe zorlama, birlikte bir diplere çekiş…
Aslında söylenmesi gereken ötelendiği, dahası tamamen unutulmak istendiği için de istihza her alanı kuşatıyor; siyaseti, sosyal medyayı, edebiyatı…
Cihan Aktaş, 19.08.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.