"Ruhlarınızın içinde titreyerek çatlamayı bekleyen o büyük tohum, onların kusulmuş sıcak göklerinin altında çiçek açmayacak."
Doğan Medya taksiratını affetsin. En büyük hatası var olmamasında yatmaktaydı. Hayata bakışının, yaşam teorisinin de ölümcül bir hatası vardı: Yanlıştı.
Bununla birlikte, ruhunun ölümü geride kalanların kafasında belki bir takım uğursuz sorulara yol açabilir: Bu kadar debdebeli bir ölüm, aslında bir var oluş biçimi değil miydi? Bizler de onun gibi Mefistoteles'le anlaşmanın bir yolunu bulup “yırtabilse miydik” acaba? Bir türlü var-olamayan, hafızasındaki devasa İslâmcı karmaşayla cebelleşen, onunla ne yapacağını bilemeyen bizler de “oradan” sıyıramaz mıydık sanki?
Topraklarındaki değerli taşları ve altınları, güzel cam kırıkları karşılığında gidip “beyazlara” satan o safdil Kızılderililer gibi bir ticaret biçimi kurabilir miydik acaba? Hasılı, bizler de dekadansın bu büyük düşünürü gibi sınıf atlayabilir miydik? Magazinin, yani evcil hayvan çiftleşme kültürünün verimli besiniyle kararmış duyarlı dillerimizi çıkarıp salyalar içindeki ucunu dolar balyalarına, maroken koltukların et kokusuna doğru uzatamaz mıydık?
Tanrı'ya gene inanırdık. Gene Müslüman kalırdık. Nasılsa bir nane olmuyor. Nasılsa aşağılanıyoruz. Nasılsa “yırtmanın” başka bir yolu yok. Nasılsa sümüklü-pijamalı-terlikli bir erken emekli hayatından kurtulamayacağız.
Nasılsa insanları diri diri apartman bodrumlarına gömmekle - Yunus''un naiv karıncalarını süslü, tezhipli tasmalarıyla akşam gezintisine çıkarmak arasında gidip gelen “İslamcılık”la bir yerlere varmak mümkün olmayacak.
Nasılsa elbise diye giydiğimiz bu çuvalların içinde bize hayat yok. Nasılsa hep bir numara büyük olmak zorunda olan ayakkabılarımızı, hep bir beden büyük ve paçaları kıvrık zevksiz pantolonlarımızın altında sürüye sürüye gittiğimiz bu eciş bücüş yolun bir sonu yok.
Verelim, n'apalım? Mefistoteles'le el sıkışalım. Olur mu olur. Dinimiz diyanetimiz, hassasiyetlerimiz yine bizlere kalır. Hiç değilse madden “yırtana” kadar, bir süreliğine verelim…
Ama bir soru yine de ve can sıkıcı biçimde ortada duruyor: Ruh, bir süreliğine ölebilir mi?
Yapamazsınız arkadaşlar, yapmayın!
Bu memleketin biriktirdikleri, onun aymaz egemenleri tarafından -maalesef- sizlerin omuzlarına yüklenmiş durumda. Sizlerin cılız bacakları, yalın ayakları, çatlamış elleri, birer kösele parçasını andıran bön ve acının bin bir türlü hikâyesini taşıyan yüzleri tarafından taşınmak zorunda. Sizlerin eğitimsizlikle, eksik proteinle, alnınızın ardında duran karışmış hafızayla küçülmüş gözlerinizin bebeklerinde taşınmak zorunda.
Ruhlarınızla kalmak zorundasınız. Sizden başka hayat yok. Kendi vücutlarıyla para kazanan kadınların da iç geçirerek “Hayat” dedikleri o büyük şeyin çocuksuluğunu, suçsuzluğunu taşımak borcu sizlerin omuzlarında. Çocuklarınızın yoksul ve çaresiz omuzlarında.
Çete kurup memleketi soyanların bağışlamasına sığınamazsınız. Sizlerin taksiratını affedip başınızı kirli bağırlarına basacak olanların bağışlamasına sığınamazsınız. Memleketi karanlık bir sömürü mağarasına çevirmiş egemenlerin insafına sığınamazsınız. İnsanlığa bir harf öğretemeyecek eğrilmiş ruhların ülkesini aşağılamak zorundasınız. Kurgulanmış bir toprağın yapılmış, sinirleri alınmış robotları olamazsınız.
Ruhlarınızın içinde titreyerek çatlamayı bekleyen o büyük tohum, onların kusulmuş sıcak göklerinin altında çiçek açmayacak.
Selahattin Yusuf, 08.09.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yolda
Selahattin Yusuf Yazıları
Takip et: @selyusuf
Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'nin 2006'den geriye doğru yayınladığımız yazılarının büyük bir kısmını Şimdiki Zamanın İzinde adlı kitabında bulabilirsiniz.
Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'ye, 'tamamen hür, tamamen geniş nefesler alarak' yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 15.04.2016
İlk yayınlandığı yer: Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.