"Adam konuşuyordu. Program reyting sıralamasında düşüşteydi. Reklam pastasından payı git be git küçülüyordu programının. Söylediklerinde yanlış bir şey yoktu. Yine de kendisini savunacaktı. Savunmalıydı"
Bir süre şaşkın şaşkın baktı çalan klasik telefona. Açıp hemen kapatsa mıydı? Duymazdan mı gelseydi karar verememişti. Eli telefon almacına uzanırken ‘Kahretsin!’ dedi usulca. Telefonun öteki ucundan kısık, hırıltılı bir sesi zar zor işitti.
‘Alo! Selda hanım!’
Selda yutkundu kendisini toparlamaya çalıştı.
‘Kahretsin.. bu telefondan çok önemli bir şey olmadan aramayacağını söylemiştim!’ eliyle almacı kapattı. Başını kaldırıp büro kapısına baktı. Büro dışında çalışanlardan her hangi birinin öfkeli konuşmasını duyup duymadığını üstünkörü araştırdı. Çalışanlardan kimsenin başını döndürüp büroya bakmadığını görünce içi rahatladı.
‘İşte o yüzden arıyorum!’ dedi telefondaki adam.
Selda derin derin nefes alıp verdi. ‘Bir dakika!’ deyip almacı masa üzerine bıraktı. Sekreterini arayıp, kimsenin kendisini rahatsız etmemesini, içeriye kendisi söylemeden kimseyi almamasını sıkı sık tembih etti. Yirmili yaşlarındaki toy sekreter kızın yüzü oldukça yumuşaktı ve kimseyi geri çevirememe gibi bir huyu vardı. Selda bunu bildiği için ‘Gökten tanrı inse görüşmek istese kapıya gövdeni siper edeceksin anladın mı?’ dedi öfkeli bir sesle. Genç sekreter hiç korkmadığı, hiç tedirgin olmadığı kadar korktu, tedirginliğin kıskacı altına kekeleyerek ‘Aan..anla.. anladım!’ diyebildi.
Selda tekrar bürosundan içeri girdi. Her ihtimale karşı büronun kapısını kilitledi. Epey toparlanmış bir halde koltuğuna oturdu masa üzerindeki almacı aldı ekran karşısındaki takındığı buz gibi sesle;
‘Seni dinliyorum.. neymiş bu kadar önemli olan!’ dedi.
Telefondaki ses yine hırıltılıydı. ‘Bana acil bir buçuk milyon gönderiyorsun!’ dedi. sustu. Kadının nasıl bir tepki vereceğini bekliyordu adam. Selda aynı ses tonuyla:
‘Böyle konuşmamıştık. Senin anlaşmalara sadık biri olduğun söylenmişti ve bugüne kadar da bir terslik yaşamamıştık. Şimdi değişen ne? böyle yaparsan bir daha kim seninle çalışır? kim seni başkalarına önerir?’
‘Geç bu tıraşları’ dedi adam. bu kere hırıltılı ses öfkeyle dolmuştu. 'Saat şuan 14;05, akşam 17’ye kadar para Paçacı Şemsi’nin kasiyerine bir paket olarak teslim edilecek. Kasiyere ‘Bu emaneti Zamir gelip alacak!’ diyeceksin. Unutma Zamir. O sana Samir mi? diyecek sen ‘hayır Z ile Zamir!’ diyeceksin. Bir daha da yüzümü görmeyeceksin!’
‘Kusura bakma!’ dedi kadın, ‘Ben anlaştığımız parayı verdim, konu bitti! Bir kuruş daha işlemez. Hem sen beni ne sanıyorsun? Ben de o istediğin kadar para ne gezer.’
‘Sen bilirsin. Yaptığımız görüşmeler, buluşmamız.. hepsi kayıt altında ve bunlar polisten önce medyaya ulaşır!’
‘Beni tehdit mi ediyorsun aşağılık adam?’ diye adeta kükredi kadın. Sesi bir hayli yüksek çıkmış olmalıydı ki dışarıdan içerisi görülmeyen ve fakat içeriden dışarısı görülen yerde çalışan beş altı kafanın bürosuna yöneldiğini gördü. Kontrolünü kaybettiği için kendine kızdı.
‘Dinle beni paçoz’ diye karşılık verdi hırıltılı ses, ‘Benim kaybedecek bir şeyim yok.. o bir buçuk milyonu gönderiyorsun! Akşam beşe kadar vaktin var!’
‘Ya çocuk?’ diye konuyu değiştirme yoluna gitti Selda.
‘İyi ya işte.. olan şey de bu.. çocuk öldü. Kaçarken kuyuya düştü!’
Selda’nın almacın olduğu sol eli ağır ağır aşağıya kucağına kadar indi almaç parmakları arasından yere düştü. Almaçtan gelen hırıltılı sesi duymuyordu. Bir deprem olmuş, sanki yer kaynamış gök üstüne devrilmiş gibiydi.
İki Ay Önce
Selda Tendürek işyerinin parkında Nissan Qashqai otomobili içi yer ararken sıkıntılıydı. Kuşkusuz sıkıntısında yoğun trafiğin ve park edecek yer için yaptığı arayışın da payı vardı ama konu bu değildi. Bugün bir tuhaftı. Evet aracını park ettiği her zamanki yer doluydu ve parkın en sonlarına gitmek zorundaydı. Bu park sorununu yapılacak ilk toplantıda gündeme getirecekti. Eğer bu konuda ağzını açmazsa daha kaç kere aynı şeyi yaşardı kimbilir. Fakat bu ve benzeri sorunlar asıl sorunun yanında bir hiçti. Hem de koskoca bir hiç.
Aklına trafiğin, park yeriyle ilgili problemin gelişi bir tür kaçıştı. Bunu için için seziyordu Selda Hanım. Onu bu denli hiddetli yapan şey işiyle ilgili olan durumdu. Yaptığı haber programıyla ilgili veriler öyle böyle değil, epeyce bir can sıkıcıydı, hatta can yakıcı. Bugün değilse bile yarın öbür gün bölüm müdürünün karşısına çıkacağını ve kendisine bir süre verileceğini tahmin ediyordu. Tahminden öte adından emin olduğu kadar emindi bundan.
‘Yaşayan Umut’ adıyla yaptığı haber programı reyting sıralamasında birincilik yerini çoktan kaybetmiş neredeyse en alt sıralara düşmek üzereydi. Bunun böyle olduğu açıktı. Ve kuşkusuz bu durumu sineye çekecek, gözünü yumacak hiç kimse çıkmazdı. Çıkamazdı. Düşüşteydi ve bu dünya acımasız bir dünyaydı. Silinip giderdi yahut mahalli tv. kanallarından herhangi birinde ipe sapa gelmez programlar yapardı.
Bir zamanlar kendisinin de –on on beş yaşlarında- hayranı olduğu nice program yapıcısı –hele Gülden Seyman, o kadını kendine örnek almıştı Selda Tendürek, Gülden Seyman ekrana çıktığında tüm ülkenin nefesini tuttuğunu biliyordu, şimdiyse kimsenin adını bile duymadığı bir tv.de merdiven altı bir ürünün haber örtülü reklamını yapan bir programda sunucuydu- bu durumdaydı. Kendisi bu duruma düşmeyecekti.
Aracını park etti. Bir iki dakika kadar aracın içinde durdu. Derin derin nefes aldı. O duruma düşmeyecekti. Kararı kesindi. Yolunu biliyordu ve fakat henüz harekete geçirmesini gerektiren bir olay yaşanmamıştı. Sorumlu müdür kendisiyle henüz görüşmemişti. O görüşme olmadan hareket geçmeyecekti. Belki her şey kendi kuruntusuydu. Kimse yaptığı programdan umutsuz değildi herhalde. Kim ‘Yaşayan Umut’a kıyabilirdi ki?
Bürosunun bulunduğu daireden içeri sert bir biçimde girmişti. Kapının çarpmasıyla çalışanlarının başları – on beş kişi kadardı bunlar- ani bir refleksle kapıya, kendisine dönmüştü. Herkesin duyabileceği bir ses tonuyla ‘Günaydın!’ dedi, herhangi birinden bir cevap beklemeden odasının bulunduğu yöne doğru hızlı adımlarla yürüdü.
Sekreteri Sezin kendisini görür görmez ayağa kalktı, ‘Burhan Bey sizi görmek istiyor efendim!’ dedi yutkunarak. Selda odasının kapısına yönelirken ‘Biraz sonra çıkarım!’ diye yanıtladı sekreter kızı. ‘Odasına girmeden gelip beni görsün!’ demişti, dedi Sezin ürkek bir sesle.
Selda son söylenen tümceyle yerinde donup kaldı. Eli kapının kolunda olmasına karşın kapıyı açamadı. Durdu, dönüp sekreterine ters ters baktı ‘Çantamı bırakacağım!’ dedi. Selda kendisinden beklemediği bu karşılığı nasıl verdim, diyerek içinden dövündü.
Başını sallayıp odadan içeri girdi. Çantasını masasının üzerine bıraktı. Kapıyı sertçe kapayıp daireden çıktı. Bölüm müdürü Burhan'ın bulunduğu altıncı kata çıkan asansörün içinde yalnızdı giyim kuşamını kontrol etti, saçlarını eliyle sağa sola yatıştırır gibi yaptı. Burhan'ın ne diyeceğini biliyordu kuşkusuz. Bilmezden gelme oyunu oynamaya karar verdi.
Müdürle karşılıklı oturuyorlardı. İstemeye istemeye müdürün çay teklifini kabul etti. ‘Sen elma çayını seversin!’ demişti Burhan Kargı. Tv.nin duayenlerinden, kurt mu kurt bir yönetici. Burhan bulunduğu bu yere ta kameramanlıktan yükselmişti. Kimsenin ondan böyle bir şey beklediği olmuş muydu acaba? Bir kameraman buralara kadar yükselebilir miydi? Adı Burhan Kargı ise yükselirdi. Hakkında neler neler söylenmezdi ki! Acımasızlığı, fırsatçılığı, taktik uzmanlığı dillere destandı. Bulunduğu yere nice duayeni, nice iyi insanı eze eze tükete tükete gelmişti.
Burhan konuşmadan konuşmayacaktı Selda. ‘Hocam’ dediği, ölen babasının yerine koyduğu, onun talimatlarına harfiyen uyan Selda, beş yıldır emekli olan haber programları yapımcısı bir zamanların gözde ve aranan televizyoncusu Renda’nın ‘Burhan tam bir çakaldır. İkiyüzlü aşağılık biridir. Kimi çok destekliyor, yüzüne gülücükler savuruyorsa onu harcamak üzeredir. Bu adamın sözünü duymadan, hamlesini görmeden sessizce beklemelisin!’ sözleri kulaklarında çınlıyordu şuan.
‘Niçin çağırdığımı az çok tahmin ediyorsundur!’ diye söz başladı mütebessim bir eda ile. Selda
‘Eh.. az biraz!’ diye gülerek cevapladı. ‘Aslını sorarsan tam emin değilim!’ diye eklemeden duramadı. Yanlış bir hamle miydi? Henüz belli değildi.
‘Pekala hanımefendi, ben senin büyüğünüm ve seni bir baba gibi, bir abi gibi severim bilirsin!’
Renda Yıldız’ın ‘Kimin yüzüne gülerse..’ sözleri içinde yankılandı kadının. Bir tuhaf ürperti kapladı benliğini. İçinde bir sıcaklık peydah olmuştu. Neredeyse elma çayına bağlayacaktı vazgeçti ‘İt!’ dedi içinden. Adam konuşuyordu. Program reyting sıralamasında düşüşteydi. Reklam pastasından payı git be git küçülüyordu programının. Söylediklerinde yanlış bir şey yoktu. Yine de kendisini savunacaktı. Savunmalıydı.
‘Ama ilk beşte olduğunu biliyorsunuz Müdür Bey!’ öfkesine engel olarak, kendine acındırmaktan kaçınarak diye konuştu.
‘İlk beş evet.. daha altı yedi hafta önce birinciydin Selda Hanım! Şimdi altı ile yedi arası gidip geliyorsun.. sence bu bir düşüş değil mi? bu sözlerimi dostça bir uyarı olarak görmeni isterdim oysa görüyorum ki..’
‘Özür dilerim! Böyle ani bir çıkış yapmamalıydım!’ diye karşılık verdi adam daha sözünü bitirmemişken.
‘Anlıyorum!’ dedi adam gülerek. Her halinden yüzünde bir sırıtış, sahte bir gülümseme olduğu belliydi.
‘Bakın Selda Hanım benim de hesap verdiğim üslerim var.. ve sizlerin başarısızlığı benim de başarısızlığımdır.. aynı gemide olduğumuzu biliyorum. O yüzden sizin arkanızda duruyorum. Hem de lafı eğip bükmeden.. bu sabah sizinle mesai başlar başlamaz görüşmek istememin nedeni de benden üstlerimin istediği şey.. onlara kalsa..’ adam susup kadına baktı.
Kadının gözleri mi dolmuştu kendine mi öyle geliyordu. Tanıdığı kadın sulu gözlü ve çabuk pes eden biri değildi ve kaybetmeyi göze alamayacağı elamanlarından biri olduğunu kadının kendisi bilmese de biliyordu, bu toplantının kadına daha dikkatli olması işine daha da asılması gerektiğini söylemek için yapıyordu bunu kadının anlayacağını ummuştu. Sezgilerine ne olmuştu bu kadının? Yolun sonu görünmüş müydü yoksa?
‘Bu konuşma resmi bir konuşma değil’ dedi adam daha içten davranmaya çalışarak, ‘Bu yukarılarda konuşulanlardan seni haberdar etmek için.. dün akşam yapılan toplantıda bu sabah sana programının kaldırılması teklifi geldi..’
Kadının gözleri iri iri açıldı. Elindeki çay fincanını güçlükle tutuyordu, adam hemen konuşmaya devam etti:
‘Bu teklife karşı çıktım. Ve senin için üç ay evet üç ay ek süre istedim. Bu süreyi aldım almasına ama şu anki reyting sıralamasının devamı koşuluyla. Üç ay sonra hala aynı sıradaysan program yayından kaldırılacak. Evet, bu izni, bu süreyi aldım. İş sende ve senin ekibinde. Üç ay içinde en az ikinci olabilmelisiniz..’
Selda rahatlamıştı. Kadının rahatlaması adamı da rahatlatmıştı. Koltuğunda iyice geri yaslandı ve, ‘Hem sana bir şey söyleyeyim mi o programın yayından kaldırılması dünyanın sonu değil ya.. başka programlar da yapacak kapasitedesin.. bence mevcut programdan daha iyilerini.’ dedi.
Adam sözünü bitirmişti. Selda güçlükle, ‘Teşekkür ederim.. siz mahcup etmeyeceğim!’ dedi. sözünü bitirmişti ki adamın telefonu çaldı. Adam telefonu açarken ‘Artık iş başına!’ dedi ve kadına çıkmasını işaret etti. Kadın usulca oturduğu yerden kalktı adamı başıyla selamladı odadan çıktı.
Üç ay kazanmıştı. Üç ay! Üç ay nedir ki? Üç ay.. hangi filmdi adını çıkaramadı ama filmin kahramanının ‘Üç kısacık gün!’ sözüne karşı arkadaşının ‘Üç koskoca gün!’ karşılığı kulaklarında çınladı. Zaman da bakış açısına göre değişirdi ve içinde bir ses ‘Üç kısacık ay!’ derken güçlü iradesinin sesi ‘Üç koca ay!’ diye karşı çıkmıştı.
Renda Bey'e gidecekti. Ne zaman başı sıkışsa ona giderdi. Hoş başı sıkışmadan da ayda bir ya da iki kere adamı adamın ‘Beş yıldızlı otel!’ dediği huzur evinde ziyaret ederdi Renda Bey'in en sevdiği küçük cevizli lokum götürmeyi ihmal etmeden.
Huzur evinin bahçesinin uzak bir köşesindeki banklardan birine yan yana oturmuşlardı. Renda Bey sevdiği lokumlardan dördüncüsünü yemiş beşinciyi ağzına atarken kadın ‘Ama bana söz vermiştin Renda amca fazla yemek yoktu.. şekerin yükselecek!’ diyerek durdurmuştu. Seksenine merdiven dayamış adam bir çocuk gibi mızmızlanır gibi yaptı. Bu her buluşmada ikisi arasında oynanan çocukça bir oyundu. İkisinin de severek oynadığı bir oyun. Seksenlik adam lokum kutusunun ağzını kapadı, soluna hafifçe dönerek Selda’ya baktı.
- Bir sıkıntın var senin! dedi adam.
- Önemli bir şey değil! diye yanıtladı kadın.
- Bırak da ben karar vereyim önemli mi önemsiz mi?
Selda ellerini ovuşturup kamburunu çıkardı yeniden doğrulup uzaklara baktı.
- Programın mı? diye kısık bir sesle sordu adam.
Selda ağladı ağlayacaktı. Dudaklarını büzdü. Başıyla 'Evet' dedi. biraz daha kendini toplamalıydı. Eğer konuşmaya başlasa hüngür hüngür ağlayacağını biliyordu. Derin derin nefes alıp verdi.
Renda kadının kendisini toplaması için sessizce durmayı yeğledi. Bir an ölen kızı yerine koyduğu Selda’nın elini tutmayı geçirdi aklından. Vazgeçti. Bu hareketi yapsaydı bahçede ne kadar insan varsa hepsi ünlü program sunucusu Selda Tendürek’in yıkılışına tanık olurlardı. Belki kadın kendini yere atarak topuklarıyla toprağı döverek ağlardı. Bunu seziyordu. Kadının durulduğunu kendini topladığını fark eder etmez,
- Bu kadar üzülmeye değmez. Daha gençsin.. daha ne fırsatlar geçer eline.. böyle yaparsan yıkılır bir daha doğrulamazsın..
- Burhan çakalı üç ay verdi, dedi adamın söylediği bir tek sözcüğü duymamışçasına.
- Adil bir süre.. dedi adam
- Ne yapacağımı bilmiyorum! dedi kadın ağlamaklı.
Adam döndü adamın iki elini ellerine aldı gözleri dolu doluydu:
- Bana yardım eder misin Renda amca?
Adam kadının iki elini birden moral verici bir biçimde sıktı.
- O nasıl söz.. elbette.. nedir benden istediğin?
- Programın izlenme oranı sürekli düşüşte.. dedi kadın ve sustu.
Adam bir süre iki eli kucağında uzaklara daldı. Kâh dudaklarını büktü kâh olumsuz anlamda başını iki yana salladı..
- Bak, dedi Renda Bey, Hani hemen herkesin bildiği, arada sırada gerekli gereksiz söylediği bir söz vardır ‘Bir köpeğin bir insanı ısırması haber değildir, bir insanın bir köpeği ısırması haberdir!’ öyle değil mi?
- Yani, dedi kadın, Kendim haber mi icat edeyim?
- Evet.. tam söylemek istediğim bu.. kendin kurgulayacaksın..
- Nasıl yaparım? Ortaya çıktığını bir düşünsene? Elemanların hangi birisini kontrol edebilirim ki? Foyam ortaya çıkarsa..
- Çıkmaz.. çünkü elemanlarının da haberi olmayacak.. bak yıllar yıllar önce bir haber programı yapılmıştı.. kadın ticareti.. olay tam bir düzmeceydi..
- Nasıl? dedi kadın şaşırarak.
- Boş ver, dedi erkek. Şimdi sana birinin adresini vereceğim.. onu bulacaksın.. o adam bu işin kurdudur.. ikinizden başka kimse bilmeyecek..
- Anlamadım, ne yapacağız.. diye karşılık verdi kadın..
- Kulaklarını aç ve beni iyi dinle.. Zamir diye bildiğim o adam -ki gerçek adını hiç merak etmedim, halen de etmem- senin derdine çare olacak.. yaptığın adli haber programı. Acılı ailelere yardım ediyorsun..
- Evet, dedi kadın..
- Düşün bir sadece acılı ailelere yardımın yanında olayları şıpın iş çözüyorsun..
- Hala anlamış değilim. dedi kadın..
- Ben seni zeki biri diye biliyorum.. dedi yaşlı adam gülerek. Diyelim ki bir çocuk kaçırılma olayı oldu. Sıcağı sıcağına haberin oldu. Ve kaçırılan çocuğun yerini buldun, bulmakla kalmadın bir de ekibinle kurtardın! İki üç hafta sürecek ve canlı yayınla da çocuğun kurtuluşunu vereceksin..
- Çocuk kaçırılacak.. iki üç hafta sürecek.. polisten önce biz bulacağız.. güvenlik güçlerinden önce nasıl bulacağız.. ve diyelim çocuk kurtarıldı çocuğu kaçıran kişi veya kişilere ne olacak? Kim böyle bir olayın kurbanı olur? Hadi çocuk kurban olsun da eylemi yapacaklar niye kurban olsun?
- Kimse kurban olmaz kızım.. ve unutma bu dünyada herkesin kendince işi vardır.. kimi hapse girip çıkmayı kendine meslek edinmiştir.. kimi adam öldürmeyi.. sen bunları kafana takma. Zamir'i bul parada anlaşırsanız sen sadece peşinden gideceksin.. sen bile bilmeyeceksin.. sana çeşitli ip uçları verecek ve katili bulacaksın?
- Cinayette mi? dedi kadın ürpererek..
- Evet.. istersen cinayette.. dedi adam
- Hayır kalsın, dedi kadın.. Adam-çocuk kaçırma neyse de cinayet olmaz..
- Zamir'le görüşecek misin? diye sordu yaşlı adam.
- Evet, dedi genç kadın.
Yaşlı adam ayağa kalktı kızın elinden tutup kaldırdı ve:
- Hadi odama gidelim sana bulacağın adresi ve kartviziti vereyim! dedi.
Birlikte odaların bulunduğu binaya doğru ağır adımlarla yürüdüler. Selda kendini tutmasa çocuklar gibi havaya zıplayacak, neredeyse perende atacak bir neşeyle, sevinçle dolmuştu.
Cemal Çalık, 08.09.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.