30 Eylül 2017 Cumartesi

SA4940/KY38-SevDur86: Etnik Davalarını İslamcılıkla Perdelediler



Takdim

İslamcılığın en önemli saiklerinden biri de ümmet bilincidir. Yani dünyanın diğer ucundaki Müslüman bir kardeşinin ayağına batan dikenin hepimizi ilgilendirmesi meselesi. Etnik kimlikler İslamcı literatürde öne çıkmaz. Hatta etnik kökenden kaynaklanan terörün panzehrinin ümmet bilinci olduğuna inanılır. 

Ülkemizdeki Kürt meselesi de bu bağlamda İslamcıların yumuşak karnıdır. Ancak kimi isimler etnik pragmatizmi ön plana çıkarmaya başladıkça “ümmet bilinci” ikinci plana atılır oldu. Bunun en bariz örneğini Barzani’nin son günlerdeki referandum ısrarında gördük. 

Bir zamanlar PKK’ya karşı Müslüman kimliğini öncelediği için Türkiye’de ilgi gören Barzani’nin de kendi hesapları varmış meğer. “Türkiye sevgisi imandandır” kitabının yazarı Ebubekir Kurban’la İslamcıların Kürtlere karşı hassasiyetini ve geldiğimiz son durumu konuştuk. 

ebuk1

Kurban’a göre “meğerse İslamcıların ümmet anlayışı yokmuş, her cemaatin kendini önceleme anlayışı varmış”. İslamcıların Kürt meselesinde “İslam” deyip kurtulacaklarını düşündüklerini söyleyen Kurban, asrın idrakine uygun söylem geliştiremediklerini vurguluyor.

Cumhuriyet kurulduktan sonra “Demokles’in Kılıcı” İslamcılar ve Kürtlerin üzerinde sallandı. Bu da iki kesimin birbirini daha rahat anlamasına sebep oldu. Fakat bir noktadan sonra Marksist Leninist damar bölünerek şiddet eylemleri yapmaya başladı. İslamcılar ve Kürtler PKK’dan sonra mı ayrışmaya başladı yoksa İslamcıların devletle arası düzeldikten sonra mı?

Kavramları dikkatli kullanmak zorundayız. Kürtler ve Türkler diye konuşmam ben. Türk kavramı bir oluşu ifade eder, Kürt etnik kimliği. Kürt ve Türk kavramları karşı karşıya gelecek kavramlar değil. İslamcılık, İslamcılar ideolojik bir tasnifi ifade eder, Kürtlük etnik bir tasniftir. Onların karşı karşıya getirilerek kullanılması da sakıncalı. Marksist Leninist hareketin sonradan silaha başvurduğu varsayımı da yanlış bir varsayım. Çünkü proleterya iktidarı kesinlikle silahla olacaktır. Kuruluş felsefeleri bu. Entelektüel gevezelikle devrim olmaz, silahla sağlanabilir devrim. Kemalist, statükocu devletin “Demokles’in Kılıcı” olduğunu söylüyorsunuz, bu mesele de üzerinde uzun konuşacağımız bir mesele. Devlet ve statükoyu konuşuyorsak onun da içinde İslam’la problemi olmayan insanlar var oldu hep. Bir Türkiye derdi olan insanlar hep vardı. Hâkim ideoloji evet pozitivistti ve fakat onun pozitivist oluşu İslam’la temelli bir problemi olduğu anlamına gelmez.

Nasıl yani, biraz açabilir misiniz?

Osmanlıdan tevarüs edilen üç tarzı siyaset derdimiz var. Yedi düvelle savaşmak gibi bir derdimiz hep oldu. Cumhuriyeti kuran kadro Osmanlı’nın askeriydi, aydınıydı son tahlilde. Onların da tabiatlarında Mehmet Akif’in dediği gibi, “alınız Batı’nın ilmini, fennini” anlayışı var. Çökmekte olan imparatorluğun eski usul devam edemeyeceği anlaşılınca yine imparatorluk/emperyal dünyamız devam etsin diye Osmanlıcılar da, İslamcılar da, Türkçülerde de aynı şeyi hedeflemişti. Enver Paşaların zihninin gerisinde devleti yaşatma düşüncesi hep vardı. Kazım Karabekir’in hilafetin kaldırılmasında Mustafa Kemal’le tartışması var mesela, kaldırılmayı erken buluyor sadece. Küresel akılla paralel düşme adına Mustafa Kemal daha hızlı hareket etti. Ama şunu itiraf etmeliyiz, her Osmanlı aydınının beyninde bir emperyal vizyon vardır. Üstü örtülüdür, deşilince çıkar.

Demoklesin Kılıcı meselesine dönersek…

O kılıç bana göre bütün halk üzerindedir. En başta da yöneticiler üzerinde. Çarpıcı bir şey söyleyeyim, İnönü’nün üzerindedir mesela. Yani Demokles’in Kılıcı cumhuriyetin ilke inkılapları ve devletin kuruluş felsefesiyse, bu bizatihi kendi üstünde de sallanmaktadır. Siyaset, çevredeki taleplerin merkezde emilme sanatıdır. Evet, Türkiye’de sistemden talebi olan kesimler hep oldu. İslamcılar o kesimlerden en başta geleni.  Cuma eylemleri oldu, başörtüsü yasağı mitingleri oldu vs… Ama şu var, İslamcıların bir kısım taleplerinin İslam’la da ilgisi olmayabilir. Para kazanma hırsı, belli makamlara gelme ihtirası taleplerle iç içe geçebiliyor.

Bu çok normal bir şey değil mi? İnsanın olduğu yerde her türlü talepten söz edebiliriz. Kürtlerin talebi yok mu?

Evet, Kürtlerin de talepleri var. Devlet Kürt hadisesini okuyamadı. Ya yasaklarla baktı mevzuya ya açılımla. Devletin basireti Kürt meselesinde millet bütünlüğünü göz ardı ederek yürüdü her iki şekilde de. İslamcılara yönelik olarak da devletin büyük taktiği oldu. İslamcıların İslam medeniyeti iddiası bir kenara bırakıldı ve İslamcıların iktidar söylemi içinde devşirilmesi mümkün hale geldi. Bayrağa “bez parçası” diyenleri devletin sahipleriymiş gibi sahiplendi devleti. İslamcılar dünya malına gark oldular. Kürtler dünya malına gark olsalar da onların etnik talebi devam ediyor. Fakat Kürt probleminin Türkiye’yi aşan tarafları var.  Komşularımızla da ilintili bir mesele.  Küresel sorunla karşı karşıyayız.

Bağımsız bir Kürt devleti Siyonist emellerin bir sonucu ve Barzani gibi Kürt liderler kendi çıkarları doğrultusunda buna ortak oluyor. İslamcıların bu noktadaki okuması ne?

Bölgede ikinci bir İsrail olacağını en başından beri idrak edemedik. Şimdi bunun Türkiye içinde de büyük sorun olacağı anlaşılınca yani içerde de bir Kürt devleti zaruretini doğuracağı, Irak’ta ve Suriye’de bağımsız Kürt devletine izin verilirse bunun Türkiye’den pay alacağını görüyoruz. Irak’ın toprak bütünlüğünde Özal’dan beri ısrarcı davransaydık bu oluşum olmazdı. Kuzey Irak’ta fabrikatör olan insanlar var şimdi, niye karşı çıksınlar?  “Kuzey Irak’ta bir devlet kurulacak bunun hamisi siz olun” dediler. İnandık. Bunun Suriye’de de devam edeceğini anlayamadık bence.

Nasıl olmalıydı veya nasıl olacak bundan sonra?

Valla bir akılla yürümesini istiyorum derdimizin. Daha düne kadar “Türkiye’nin dostu, Türkiye’nin eli kolu Barzani” diyorlardı. “PKK’ya karşı Barzani’yi kullanın ne güzel işte” diyorlardı. “Barzani bizi kandırdı” demeye başladık yavaş yavaş. Arkasındaki küresel Yahudi aklını kavramak o kadar zor muydu, anlamıyorum. Üstelik de İslamcı literatürde Yahudi zekâsı ve tehdidiyle ilgili onlarca eser, ciddi bir birikim olmasına rağmen. Barzani’nin son tahlilde Müslüman oluşunu çok önemli bir veri kabul ediyoruz. Bakın başka bir şey söyleyeyim size, “Azez’le Celabrus arasındaki 110 km’de Kürt yok” diyorlardı bize, “Kürt oluşumu imkânsız Suriye’de” diyorlardı. Şimdi orada istemediğin kadar Kürt var, PYD var, Amerikan silahlarıyla üstelik. Eskiden DEAŞ mi vardı? Şimdi var ama!

İslamcılık ümmet mefhumu üzerinden gittiği için, Türk, Kürt, Arap vs. ayrımı yapmaz. Ancak etnik pragmatizm işin içine girdiğinde teorik doğrular es geçilebiliyor. Her etnik grup kendi bekası için birlik olup, kendi menfaatleri uğruna bu ideali çiğneyebiliyor. Kürt meselesi de bu anlamda İslamcıların yumuşak karnı mı?

İslamcıların keşke bir ümmet bilinci olabilseydi. Ama şu var ki FETÖ ve DEAŞ gibi terör örgütleri bir yana, bin yıllık geleneği tevarüs ettiren tarikatların bile evrensel ümmet anlayışına eriştiğini göremiyoruz. Herkes kendi cemaatini önceliyor. 12 Eylül 1980’den önce de ideolojik oluşumlar vardı.  Devrimciler, akıncılar ve ülkücüler… Üç tarzı siyasetin üç çocuğu… Bunlar zihniyet problemiyle ayrışırlardı birbirinden. İdeolojik ayrışmaların sosyolojik bölünmelere, etnik ayrışmalara dönüşmeyeceğini düşünürüm. Bir zararı yok yani insanların ülkücü, akıncı, solcu olmalarının. Bunların etnik kimlik bölünmesine yol açması mümkün değil. Ama konuştuğumuz meselede 12 Eylül’ün büyük suçu var. Kürtçülüğü yeşertti ve etnik ayrışmalar o dönemden sonra arttı. Solu bölebilmek için bir yol tutturdular önce. İslamcılarımız ise “O da Kürt olsun ne sakıncası var” diye konuştu. Hatta düne kadar “İslam kimliğinde buluşursak Kürt hareketinin bir zararı da olmaz” diye düşünüyorlardı. İdeolojik tasnifleri ortadan kaldırıp etnik bölünmelere yol açan bir süreç yaşadı Türkiye. Bunu önce sol üzerinde yaptılar dediğim gibi. Marksist solcularla Marksist Kürtçüler ayrıştı. Doğu Perinçek’le Öcalan arkadaş olarak kalsaydı zararı olmazdı bu durumun. Bölücü bir yola savrulmayacaksa istediği kadar Marksist tezleri savunsun Öcalan. Bazı Kürtlerin Demokrat Parti’de buluşmasına şahit oldu mesela Türkiye, hiçbir sakıncası yoktu.

Yani?

Yani küresel iradeye paralel 12 Eylül darbesi önce bu tasnifi sol üzerinde yaptı, çünkü sol güçlüydü, Sovyetler hala canlı idi. İslamcıların bu durumu görüp Kürt meselesiyle ilgili bir çözümlemeye gitmeleri gerekirdi. Ne bileyim, Sezai Karakoç’un yaptığı gibi mesela, Diyarbakırlı ressam Mehmet Başbuğ’un ülkücü oluşu gibi mesela. Bu konuda İslamcıların geç kaldığını, yaya kaldığını düşünüyorum. Zannettiler ki Türklük de bir etnik kimliktir. Hatta öyle insanlar çıktı ki İslamcılar arasından, Mehmet Akif’in kavmiyetçi olduğunu söylediler. Akif’in genetik bildiğini bilmeleri gerekmez miydi? Kürtçülüğü serbest bırakırsak bunlar sonunda İslam ittihadında buluşurlar diye düşündü bizim İslamcılar. Bence tıpkı solda olan gibi küresel gücün iradesine paralel irade sergilediler. İslamcılar Kürt meselesinde İslam deyip kurtulacaklarını düşündü. Asrın idrakine uygun söylem geliştiremediler.

Şimdi etnik kimlik peşinde olanlar İslamcı değil miydi yoksa baştan beri?

Bence evet. Etnik davalarını ideoloji ile perdelediklerini düşünüyorum. İslamcılığı ideolojik perde yapıp İslam kimliği etrafında başkalarının milliyetini önleyip kendi etnik kimliklerini öne çıkarma davaları varmış.

Bir Türk İslam’ı, Kürt İslam’ı ayrışması sosyolojik olarak mevcut mu? Mevcutsa, Türkiye’de ağır basan hangisi sizce?

Türk ve Kürt mukayesesini yaparken kullandığımız ya da içinden konuştuğumuz literatür kimin? Bu mukayese son derece moderndir, geçmişi yoktur ve konjonktürden devşirilen endişelerle yapılmaktadır. Konjonktür dediğimizin ise sosyolojik olarak bir karşılığı yok, bilakis bu son derece siyasi ve batı destekli olgudur. Yani organik, yani milli bir mesele değildir.

Kabaca bir Arap İslamı'ndan bahsedebiliyoruz ki bir mimarisi, şiiri, yekpare bir sosyolojisi olan bir coğrafyadan bahsedebiliyoruz. ‘Arap’ diyoruz mesela, Tarık Bin Ziyad Berberi de olsa Arap diyoruz. Neden, çünkü o bütünün bir parçasıdır. Ya da bir mimari biçim var, bir ezan okuyuş tarzı var. Fas’ta da, Mısır’da da hemen hemen aynı olan bir biçim var ortada.

Evet, bir de bizden ayrışan ve kendine mahsus müstakil bir yapıya dönüşen bir İran İslam’ı var. Bugün orada da köken olarak farklı yerlerden de olsa İranlı dediğimiz insanlar var. Bunların konuştuğu dil Türkçe olsa da zihniyetlerinin işleyiş biçimi İranlıdır. Ama açın bakın İngilizce literatürü, İslam tarihinin en parlak dönemlerinden Selçuklu, bugünkü İran topraklarında olduğu için, o dönemdeki değerli isimlerin cümlesi İranlı sayılıyor. Ne yapacağız yani, biyolojik kökenlerini esas sayıp Gazzali’yi Pers, Şah İsmail’i de Türk mü sayacağız.

Bize gelince… Türk İslam’ı diyeceğimiz devasa bir saha var. Müzik mesela… Şivan Perver türkü söylüyor değil mi? Yani Türkî… Ya da koca mimarımız Sinan, kubbeye öyle bir form veriyor ki o form bize ait oluyor. İşte o ait olunan şey ne? Üstelik o form Kırım’da da, Üsküp’te de, Halep’te de var. Ahmet Haşim gibi bir değere ‘sen biyolojik olarak Arapsın’ dersek teknik olarak yanlış bir şey yapmış olmaz mıyız? Birileri Türk’ü etnik bir kamp olarak sayıyor ve karşısına da başka bir etnik yapıyı koyuyorsa, bu denklemden hareketle sıhhatli sözler sarf edilemeyeceğini peşinen kabul etmek gerek. Türk’ün karşısına konulan kendini savunmak durumundadır. Ben Cem Özdemir’in Türklüğünü biyolojik bir vakıa olarak görmeyip reddediyorum.

Bir zamanlar “Ümmetin yetimi Kürtler” dendi ve Türkiye Saddam zulmünden kaçan Kürt mültecileri bağrına bastı. Bugün ümmetin yetimi Türkmenler gibi görünüyor. Ama Türkiye bu konuda geçmişte Kürtlere gösterdiği kitlesel sempatiyi bir türlü Türkmenlere gösteremiyor. Bunun özel bir nedeni var mı?

Gerçekten göstermiyor. Niye? Türkmen deyince herhalde ırkçı bir grup zannediyorlar. Toplumsal bilinçsizlik… Başka bir şey gelmiyor aklıma.

Keza Türk basınının Filistin, Arakan hassasiyeti niçin Türkmenler söz konusu olduğunda köreliyor? 

Arakan’a ağlamanın fazla bir mesuliyeti yok da ondan olsa gerek. Türkmenler yanı başımızda ve bizi bir mes'uliyete sokuyor.


Sevda Dursun, 30.09.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015


İlk Yayınlandığı yer: Gerçek Hayat

Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı