1973 yılında, Erzurum Atatürk Üniversitesi İmam Hatip okulları mezunlarını kabul edeceğini duyurduğunda büyük ilgi gördü. Çünkü İmam Hatip mezunlarını üniversiteler almıyordu. Bu gelişmeyle birlikte Erzurum’da kendilerini İslamcı olarak tanımlayan gençler, Milli Türk Talebe Birliği’nin tabelası altında buluşmaya başladılar.
Ülkücü ve solculara karşı kendilerini korumak zorunda kalıyorlar, bu da onları bir araya getiriyor, güçlü bir yapı oluşturmalarını sağlıyordu. Bu şartlar altında 1973 yılında başlayan beraberlik, zamanla ömür boyu sürecek bir dostluğa dönüştü.
12 Eylül sonrası Erzurum ekibi Türkiye’nin dört bir yanına dağıldı ve yeni oluşumların mayasını çaldılar. O günün idealist gençleri bugünün bakanları, milletvekilleri, öğretim üyeleri oldu. Arkadaşlıkları ise hala devam ediyor. O günden bu yana her yıl bir şehirde buluşup o günleri yad ediyorlar.
1973- 1980 yılları arasındaki Erzurum’u anlatmaları için o dönemde MTTB yönetiminde yer alan isimleri buluşturduk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Hüseyin Eren, Balıkesir Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Mehmet Bayyiğit, üniversite sonrası serbest çalışmayı tercih eden Hüseyin Selçuk ve Hasan Aktürk, Öncü Spor Kulubü başkanlığını yapan Mustafa Dinek, bizim için bir araya geldiler.
Erzurum’a hangi vesile ile geldiniz? MTTB camiası ile nasıl tanıştınız?
Hüseyin Eren: Ben 1953 Samsun doğumluyum. Ladik Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 3 yıl ilkokul öğretmenliği yaptım. Bu arada da dışarıdan düz liseyi bitirdim. Üniversite okumak için Erzurum’u seçtim çünkü hayat orada daha ucuzdur diye düşünmüştüm. İşletme fakültesine girdim, bir yıl sonra da ikinci üniversite olarak İslami İlimler fakültesini de okumaya başladım çünkü bu alanda kendimi yetiştirmek istiyordum.
MTTB camiasını tanıyor muydunuz Erzurum’a gittiğinizde?
Hüseyin Eren: 1974’te tanıştım. Bilgim de, bağım da yoktu. Ben dini bilgilerimi ailemden aldım ama ideolojimi, deyim yerindeyse tırnaklarımla kazıyarak, ‘O nasıl, bu nasıl?’ diye araştırarak buldum. Öğretmenlik okulunda solcu ve milliyetçi akım vardı. Namaz kılan adam solcu olmaz düşüncesiyle milliyetçiliğe yöneldim ama öğretmenlik yaparken, milliyetçi duyguları da aşırı buldum. Erzurum’a üniversite için geldiğimde mescidde MTTB’li öğrencilerle tanıştım.
Hüseyin Selçuk: Ben Denizliliyim. Üstad Necip Fazıl 1968’de Denizli’ye geldi. Büyük Doğu konferansları veriyordu. Onu dinlemeye gittikten sonra MTTB ile tanıştım. Gidip geldim. Manisa teşkilatını kurmakla görevlendirildim. Sonra İstanbul’a, merkeze geldim. Bir sene kadar kaldıktan sonra Başkan Burhanettin Kayahan bana Erzurum’a git dedi. Atatürk Üniversitesi İmam Hatip lisesi mezunlarını kabul etmeye başlamıştı. Ziraat fakültesine kaydımı yaptırdım.
Hasan Aktürk: Ben Ankara Kazan’lıyım. İstanbul İmam Hatip’te okudum. O dönem İmam Hatiplilerin üniversiteye alınması için 2 arkadaşımla birlikte İttihat, Yeni İstanbul, Tercüman gibi gazetelere yazılar yazıyorduk. MTTB’ye gidip geliyorduk. Babam dini eğitim yapmamı çok istiyordu. Nasip herhalde. Bütün fakültelere puanım yetmesine rağmen Erzurum’a gidip 1973 yılında İslami İlimler fakültesine kayıt yaptırdım. Okurken aynı zamanda memurluk yapıyordum ve evliydim. MTTB Erzurum şubesinin başkanlığını da yaptım. 1978’de mezun oldum.
Mehmet Bayyiğit: Erzurum İslami İlimler Fakültesi 1979 yılı mezunuyum. İmam Hatip’ten bu okul mezunlarının hiç bir üniversiteye alınmadığı dönemde mezun olduk. Sadece birkaç üniversitenin birkaç bölümü alıyordu bizi. Sonra Erzurum Üniversitesi bütün fakültelerine kabul etmeye başladı. Belki öğrenciyi çekmek istemiş olabilirle çünkü o dönem İmam Hatip öğrencileri çok nitelikli çocuklardı yetişme tarzları itibariyle.
Mustafa Dinek: İstanbul İmam Hatip okulunda okurken, MTTB ile tanışmıştım. Cağaloğlu’ndaki MTTB binasının bodrum katı spor salonuydu. Orada hocalar gelir, judo, güreş, tekvando dersleri verirlerdi. Ben de orada judo ile spora başladım. Erzurum’a ise 1973-74 yıllarında geldim.
Sizin Erzurum’a geldiğiniz yıllarda nasıl bir Türkiye vardı?
Mehmet Bayyiğit: Bizim okuduğumuz yıllarda gerçekten Türkiye hem siyasal hem de sosyo ekonomik anlamda bir kaos içindeydi. Terör ortamı vardı. Türkiye’nin çok sıkıntılı yıllarıydı. Üniversitelerde ideolojik kamplaşmalar vardı. Bunların arasında bitaraf olmaya çalışırsanız bertaraf olurdunuz. O yüzden mutlaka bir tarafa yönelmek zorundaydınız. Bir şeyden değilim deme lüksü yoktu. Bu kamplaşmalar çok hızlı bir şekilde gerçekleşiyordu.
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin ortamı da böyle miydi?
Hüseyin Eren: Mücadele etmeyen hayatta kalamıyordu. O dönemde 10 bin kişilik bir üniversiteydi. 600’er kişilik 3 tane yurt vardı. Her katta 150 kişi kalırdı. Yani 2000 öğrenci. Bunların içinde 350- 400 kişilik bir arkadaş grubumuz vardı. Dağınık kalıyorduk odalarda. “Burada sadece MHP olacak” diye gece yarısı 3’te demirlerle vurarak arkadaşlarımızı yurttan çıkarmaya çalışırlardı. Biz de “Sağ olduğumuz sürece burayı terk etmeyeceğiz” diyorduk. Çünkü yurtta kalırsan varlığın okulda da devam ediyor. Yoksa önce yurttan kovuluyorsun, sonra derslere giremiyorsun. Talebeliğin sonuna kadar yurtta kaldık.
Mehmet Bayyiğit: 1974-1975’ten sonra bizim için asıl hareketli günler başladı. Bunun en büyük sebebi, üniversitenin kabul etmesiyle İmam Hatiplilerin ciddi ilgi göstermesiydi. Ben ve bütün çevrem Erzurum’a geldik. Dolayısıyla birden sayımız yüzlere çıktı.
Erzurumlu abiler
Erzurum’a geldiğinizde sizi karşılayan bir MTTB çevresi oldu mu? Nasıldı MTTB’nin durumu?
Hasan Aktürk: Ben Erzurum’a gittiğimde MTTB tabelası Cumhuriyet caddesinde, bir otobüs işletmesinin arka duvarına dayalı duruyordu. İşletme de kapalıydı. Her taraf toz içindeydi. Sonra Abdullah Fatih Aydoğan başkan oldu. PTT’nin arkasında, kapatılmış Arı Sineması’nın küçük fuayesinde, bir odun sobası etrafında toplanıyorduk, 20 kişi kadardık. Sonrasında Mehmet Gönen başkan oldu.
Peki böyle bir yapı birden artan ilgiyi nasıl karşıladı?
Mehmet Bayyiğit: Bizim zaten alt yapımız vardı. Mesela ben MTTB Balıkesir Ortaöğrenim Komitesi Başkanı (lise yapılanması) idim gelmeden önce. Genel merkezle irtibatımız vardı. Rasim Cinisli ve İsmail Kahraman’dan sonra MTTB bizim camiaya geçmişti. 65- 66’lı yıllardan sonra Necip Fazıl’ın da çok büyük emeği vardır. Bu gençliğin mayasını Necip Fazıl oluşturmuştur. Bütün şehirleri tek tek dolaşmıştır. Biz çağırdığımızda da koşar gelirdi. Bu gençlik teşkilatı birden ayaklandırabilecek deneyime sahipti. Hemen yer tutuldu.
Bir araya gelmeniz nasıl oldu?
Hüseyin Selçuk: Rektör Kemal Bıyıkoğlu İmam Hatipleri almaya başlayınca Erzurum’a yönelmiştik. Ama kimseyi tanımıyorum. Araya araya MTTB’yi buldum. Arı Sineması’nda, toz içinde bir ardiye gibi. Terkedilmiş bir bina.
Üniversitelerde siyasi gruplar üzerinizde hakimiyet sağlamak için forum düzenlerler. Sınıfa girer “Erzurum bizden sorulur. Bizden izin almadan Erzurum üzerinden bir kuş uçsa onun kanadını kırarız” derler. Böyle bir dönem. Bizimkiler Milli Gazete, Yeni Devir okuyorlar. Otobüste, minibüste Yeni Devir okuyanları aşağı indirip, “Sen solcuların Yeni Ortam’ını okuyorsun” diye dövüyorlar. Dayak yiyenlerin sayısı artınca “biz nasıl dayak yemeyiz” diye kafa yormaya başladık. Yavaş yavaş insanlar birbirleriyle sıkı bir iletişime geçti. Bunda fakülte mescidlerinin çok faydası oldu. Mescid dediysem, ceketini çıkartıp üstünde namaz kılıyorsun. Seni gören bir başkası gelip yanında kılıyor. Sonra oraya bir hasır atılıyor, oluyor mescid. Mescidler böyle açıldı. Yoksa bizden önce yoktu. Mescidlerde karşılaşıp tanışmaya başladık. Sonra mütevazi teşkilatımız dolup taşmaya başladı. Yurt başkanları, okul başkanları organize edildi.
Hasan Aktürk: Gürcükapı’da MTTB için 3 odalı bir daire tutuldu. O günün şartlarında iyi bir yerdi. O devrede ilk organizeyi başlatan Mustafa Ateş oldu. Biz Erzurum’a gittiğimizde ülkücüler yurtlara arkadaşlarını alıyorlar, solcular arkadaşlarını alıyorlar, biz dışarda kaldık. Birinci yurdun birinci katında kızlar kalıyordu. Onlara ayrı yurt yapılınca oraya geçtiler, biz de birinci kata yerleştik.
Hüseyin Eren: 1973-1974 yurt seçimlerinde biz destekledik, ülkücüler kazandı. Doğu’nun Başbuğu olarak bilinen Yılma Durak, solcuları yurttan çıkardı. 30- 40 kişi Erzurum’u terk etti, kalanlarsa kurt rozeti takıp ülkücü oldu. Sonra bize sataşmaya başladılar. Sıkıntılı günler yaşadık ama direnmek yaşamanın şartıydı. Korkarak yurtlardan çıksaydık, derslerden de çıkmak zorunda kalacaktık. Okulda boykot yaptılar, bize de “derslere girmeyeceksiniz” dediler. Gece gelip “Yarın okula gelmeyeceksiniz. Gelirseniz kötü olur” diye tehdit ettiler. Dinlemedik girdik. Onların da boykutu kırılmış oldu. Dişe diş başa baş mücadele ettik. Bunu yaparak MTTB’nin fikriyatının Erzurum’da yaşamasını sağladık.
Ben iki okulda talebeydim, kavga ruhlu da değildim. Ama özel çalışmalarım vardı. Üniversitedeki 10 bin kişi içinde bize sempati duyan, uzakta kalan, evde kalan, dışarıda kalan kişilerden 2 bin kişilik listem vardı. 837 kişi İslami İlimler’de, 150 kişi İşletme’de, 170 kişi Edebiyat’ta,97 kişi Tıp’ta. Kimin burs ihtiyacı var, kim kurs almalı, kim asistan olarak kalmalı, kimin cekete ihtiyacı var hepsini bilirdim ve ona göre yardımları organize ederdim. Ciddi bir dayanışmamız vardı. Sırf bu özelliğimden dolayı Beşir Atalay bey devlet bakanı olduğunda birlikte çalışmak için beni çağırmıştı.
Bu baskılar MTTB çevresinde sizi bir araya getirmenin yanı sıra bir arkadaşlık, dostluk ortamının doğmasını sağlamış sanırım değil mi?
Mehmet Bayyiğit: Biz birbirimizle dayanışmak zorundaydık. Milli Türk Talebe Birliği Anadolu’dan, genellikle Anadolu’nun ücra köşelerinden gelen insanların sığınağı durumundaydı. Ev tutulur, burs, yurt temin edilmeye çalışılırdı. Sıkışınca herkes ailesinden gelen parasını kardeşiyle paylaşırlardı. Bazen birkaç arkadaş ev tutar, bir bakarsınız 3 kişilik evde 15 kişi uyuyor. İnsanların huzur içinde, güven içinde bulunabileceği, sıcak bir ortam oluşturuldu orda ama bu yetmedi. Aynı zamanda çok ciddi kültürel ve sosyal faaliyetler vardı. Bu insanlar geleceğe talipti. Ülkenin yönetimine talipti. En önemlisi de İslamcı bir düşünceyle fikriyatlarının hayat bulması için mücadele ediyorlardı.
Bir de o dönemler itibariyle üniversitede baskı gördükçe ister istemez bir araya geliyorduk çünkü hayatınıza devam edecekseniz, okuyacaksanız, mutlaka bu teşkilatlarda bulunmak ve birlikte hareket etmek zorundaydınız. Sürüden ayrılanı kurt kapar sözü aynen gerçekleşiyordu. Üniversiteye bile grup grup gidip gelmek zorunda kaldığımız dönemler oldu. Bir kişi iki kişi dolaşamazdınız. Yurtta ya da evde bir yerde toplanılır, 10- 15 kişi birlikte gidilirdi. O zaman saldıramazlardı. Manga gibi, önde, arkada, yanda, nöbetçiler vardır ve silahlıdır. Boş gezme, “ben şiddete karşıyım, silaha karşıyım” deme lüksünüz yok. Bilhassa 1977-78 yılları bu şekilde geçti. Böyle bir ortamın nasıl bir birliktelik ruhu ortaya çıkarır siz düşünün. 1973- 1980 yılları Erzurum MTTB çevresindeki insanların mezuniyet sonrası irtibatları hayat boyu devam etti.
MTTB deyince hep Uzakdoğu sporları gündeme geliyor. Mustafa Dinek Bey de bahsetmişti. Bu sporların revaç bulması da kendini korumaya yönelik bir refleks mi?
Mehmet Bayyiğit: Doğru bir tespit. O dönem mesela futbol ya da basket değil de tekvando, judo, karate ve güreş çok revaç görüyordu.
Hüseyin Selçuk: Hepimizin bir kuşağı vardır.
Mustafa Dinek: Evet ben spor bölümündeydim. Judo, karate hem bir kültürel bir faaliyet olarak hem de kendimizi savunmamız açısından önemliydi.
Peki o dönemlerde kavga gürültü vardı ama çokça da okunurdu. Siz de okur muydunuz?
Mehmet Bayyiğit: 80 öncesi kuşak ihlaslıydı, samimiydi, hedefleri- gayeleri vardı. Asla boşa zaman kaybetmezlerdi. Bütün bu kaos ortamında deli gibi kitap okurduk.
Hasan Aktürk: Erzurum’da memurdum. Beni başkan yaptılar. Kasada 15 lira vardı. Kitap kulübü açmaya karar verdik paramız yok. Şinasi Yavuz (daha sonra milletvekili oldu) kırtasiyeciydi, kitap raflarını ondan aldık. Sonra aramızda para toplayıp İstanbul’dan kitap getirdik. Sonra baktık olmayacak, “Herkes parasını kitap kulübüne yatıracak, parası bitince kulüpten harçlık alacak” dedik. 2 sene sonra kitap kulübünü devrettiğimizde üç yüz memur maaşı edecek kitabımız vardı. İstanbul’a kitap almaya gelineceği zaman yurtlara haber gönderilir, bugünün 100 bin lirası gibi bir parayla gelinir. Bir sürü kitap alınır gidilirdi.
Neler okunurdu?
Mehmet Bayyiğit: O dönemde yayınlanan bütün İslami kitaplar vardı. Bunun yanı sıra o dönem tercüme eserler de yayınlanmaya başlamıştı. Anlayışımız, İslami algımız, ufkumuz, Seyyid Kutup, Mevdudi, Yusuf el Kardavi’nin eserleriyle gelişti. Türk İslam anlayışı ile onların anlayışı çok farklıydı. O kitaplar vasıtasıyla İslam’ın bir yaşam biçimi olduğunu öğrenmiştik. Muhammed Hamidullah’ın hem bütün kitaplarını okuduk hem de kendisi 2 sene Erzurum’da ders verdi. Tanışma fırsatı bulduk.
Hüseyin Selçuk: Okumayan çok azdı. İstanbul’da bir kitap çıkacak, yayınlanacak ve biz onu 3 ay sonra okumayacağız. Mümkün değil.
Mustafa Dinek: O dönemin cemaatleri, tarikatları daha temiz, saf, tamamen dindarane bir hayat için mücadele veriyorlardı. Hepsinin bir yayıncılık çabası vardı. Onların kitapları olurdu. Sebil, Hicret, Şura, Yeni İstiklal dergilerini takip ederdik.
Mehmet Bayyiğit: Bunların yanı sıra Dostoyevski’den Tolstoy’a, Avrupa klasiklerinden Rus klasiklerine, Kemal Tahir’den Atilla İlhan’a kadar, solun kült kitapları dahil okunurdu. Kesinlikle tek taraflı bir okuma değildi bizimki. Sol ise sadece kendini okumuştur. Çok ciddi entelektüel bir çaba vardı. Bunun temelinde hedeflerinizin olması var. Cihatla yatıp cihatla yattığımız günlerdi.
Bir gazeteniz de varmış?
Mehmet Bayyiğit: Balıkesir’de teşkilat adına Gençlik adında bir dergi çıkarıyorduk. O tecrübeden yola çıkarak Talebe diye bir gazete çıkaralım dedik. 3 sene kadar devam ettik. O dönemde doğru düzgün gazete yoktu. Hele hele Erzurum’a ulaşmıyordu gazeteler. İletişim çok zordu. Bir gün sonra gelirdi. O nedenle bu gazete büyük rol oynadı. 3 bin civarında basıyorduk. Gazetede yeni çıkan kitaplar duyurulur, dergiler tanıtılır, bildiriler yayınlanırdı. Fikri makaleler vardı. Bugün gazetesi, Milli Gazete iktibas yapardı bizim gazetemizden. Sosyal İlimler Enstitüsü diye bir enstitü de kurduk. Çok orjinal bir enstitüydü. Bu enstitüde de çok kaliteli hocalar ders veriyordu. Öğrencilerin hepsi kayıtlıydı, devam mecburiyeti vardı. Buradan mezun olanlara sertifika veriyorduk. Yusuf Ziya Kavakçı, Dursun Bingöl, Celal Tarakçı, Recep Yazıcıoğlu gibi isimler önemli dersler veriyordu.
Hem gazete hem de enstitü nasıl finanse ediliyordu?
Hasan Aktürk: Aidat koymuştuk. Memur olan öğrenci arkadaşlarımız vardı. Memur olanlardan daha fazla, olmayanlardan daha az olacak şekilde aidat alırdık. Her ay aidatlar toplanır, toplanması geç kalınca arkadaşlar “Niye aidatları toplamıyorsunuz” diye bize kızarlardı. Kız öğrencilerimiz de vardı. Ben evliydim. Onlar gelip eşime “Biz Müslüman değil miyiz, neden bizden aidat alınmıyor” diye şikayet ederlerdi. Kendi yağımızda kavrulurduk. Babamızdan anamızdan gelen paralar, burslar…
Mehmet Bayyiğit: Gazeteye ilan da alırdık. Oradan da bir gelirimiz olurdu.
Hüseyin Selçuk: Arkadaşlarımız aidatlarını 3 ayda bir aldıkları 243 lira burstan verirlerdi.
Mustafa Dinek: Bu ekonomik güçlülükle bir canlılık vardı. Öğrenciler parasal yönden muhtaç değildi. Maddi durumu iyi olanlar olmayanlara yardım ederdi.
Mehmet Bayyiğit:: Tek tek sabahlara kadar harfleri dizerdik, tashih yapardık. Büyük harfleri bulamazdık. Muşambadan keserek harf oluştururduk. Erzurum şartlarında yoktu. İzmir’den ya da İstanbul’dan gelmesi gerekirdi. Harf yeterli olmadığı için gazeteyi parça parça basardık.
O yılların gösteri, yürüyüş, mitingleri de ünlü. Erzurum’da durum nasıldı?
Mehmet Bayyiğit: Genel merkezin faaliyetlerini aktif olarak biz de yapardık. Fetih geceleri, Çanakkale geceleri, şahlanış mitingleri… Kıbrıs harekatı öncesi çok ciddi anlamda milli duyguları harekete geçirici, Yunan’a İhtar geceleri düzenledik. İslam Enstitüsü’nün akademi olması için faaliyetlerimiz vardı. Milli olan her şeyde aktif olarak faaliyet gösteriyorduk. Çok sayıda bildirilerimiz olurdu. 5 bin basar dağıtırdık.
Mustafa Dinek: Bunun temeli teşkilatlanmaya dayanıyor. Her birimiz genel merkezle mutlaka irtibat içinde olurduk. MTTB riyaseti dediğimiz başkan, yardımcısı, genel sekreter, üyeler, fakülte dernekleri, yurt başkanları, ortaöğretim komite başkanı toplanır yatsı namazı kıldıktan sonra istişareye başlardık. Erken karar alınmışsa tebliğ etmek üzere dağılırdık. Tebliğ yurt başkanları tarafından yurtlarda kalan arkadaşlara yapılırdı. Genelde hiç erken dağılamazdık. Bu durumda sabaha kalırdık. Çünkü Erzurum’da -25 derece falandır hava. -15 derece civarında olursa “Hava bugün normal” derdik. -25’e varırsa “Bugün soğuk” derdik. Şehirden 20 dakika yürüyerek gelir yurtlara, arkadaşları sabah namazına kaldırır tebliğ ederdik. Mesela okul boykotunun kırılmasında. Kaçta çıkılacak, nereden gidilecek, hepsi bellidir. İstişare çok önemliydi.
80 öncesi üniversitelerde şiddet olayları da çoktu. Siz bunun dışında nasıl kaldınız?
Mehmet Bayyiğit: 80 öncesi ciddi bir kaos var. MTTB’ye bağlı Müslüman gençler olarak kanlı olayların, anarşi ve tuzakların üstünde ve dışında kalabilmek için elimizden gelen bütün gayreti gösterdik. “Hiç kimse bizi kin ve kan bulaşmış kirli sokaklara düşüremeyecektir” dedik. MTTB’nin en önemli özelliği anarşiden uzak olması, kesinlikle şiddete karşı olmasıdır. Ne sağı ne solu kabul etmedik. İlk defa kavramları orada reddettik. Sağcı değil Müslümanız dedik. Hakla batıl mücadelesi verdiğimizin daha o dönemler farkındaydık. Kimseye saldırmadık ama bize yapılan hiçbir saldırı da karşılıksız kalmadı.
Hergün gazetesi vardı. O günkü yazılar tam bir provakasyondu. Bizim üzerimize saldırırdı. Onu okuyan bir gencin harekete geçmemesi mümkün değil. Daha sonra bunlar yurtları bastılar, evleri bastılar, kitaplarımızı, tezlerimizi yaktılar, daktilolarımızı kırdılar. Çok büyük olaylar oldu ama hepsinde belki 10 saat tartıştık ama şiddete girmedik, kendimizi tuttuk. “Teröre bulaşmayacağız, sokağa inmeyeceğiz, buraya eğitim için geldik. Memleket bizim, önemli görevlerimiz var” dedik. Ayrıca gençleri ana babaları bize emanet etmişti.
Hasan Aktürk: Ölüm hadiseleri çok oluyordu. O yaşımıza göre çok riskli, tehlikeli kararlar verdik ama Allah korudu bizi.
Hüseyin Selçuk: 1970’lerden sonra orada pek çok etkinlik yaptık. Öğrencinin olduğu her şeyde biz vardık. Lise deneme sınavları yapardık. Biz ideolojik anlamda MTTB merkezini Burhanettin Kayahan’la başlatırız. Çünkü o günün gazeteleri MTTB ümmetçilerin eline geçti yazar. İslamcı ümmetçi olarak bir milattır. Fakat Erzurum’da ikinci bir milat oluşmuştur. İslamcılık düşüncesi ve İslamcılık titri literatüre Erzurum’dan dolayı girmiştir. Biz Erzurum’da üniversiteye hakimdik. Başka hiç bir yerde böyle değildi. Gazetelerde ilk defa, Cumhuriyet tarihinde bir çatışmadan söz ederken İslamcılar sözü geçmiştir. Ondan önce asla İslamcı sözü geçmezdi. Hep muhafazakarlar, milliyetçiler birbiri ile kavga ediyor derlerdi. Hatta bu kavgaları anlayamazlardı.
Sağcılarla İslamcıların ayrıldığı mekandır Erzurum. İstanbul’da kol kola gezerlerken Erzurum’da vuruşurlardı. Konya’da bir miting olurdu, bin kişi giderdik. Adapazarı’nda bir mitinge gittik, bin kişi. Gelip mitingi iptal ettik dediler. Bir hoca efendi istihareye yatmış, rüyasında kötü şeyler görmüş. İptal etmemiz lazım deniyor. “Siz bir kişiyi istihareye yatırmışsınız, biz 6 aydır nasıl yapacağız diye istişare ediyoruz. Bizimki İslami, sizinki gayrı İslami. Bu eylemi yapıyoruz” dedim. “Yapamazsınız” dediler. “Bin kişiyle yapacağız” dedik. Başladık. Onlar da katıldılar sonra.
Erzurum’un özelliği başkaldırıdır. Zamanla Erzurum merkezden de bağımsız bir İslami yapıya dönüştü. Karadeniz bölgesi, Güneydoğu Anadolu bölgesi, Doğu Anadolu bölgesi ile irtibatı sağladık. Merkez haline geçtik. Bildiriler yazar, Nusaybin’e, Urfa’ya, Mardin’e yollardık. Bütün bu teşkilatlara da katkı sağlardık.
Mehmet Bayyiğit: Biz “Müslüman kardeşim” derdik. Merkez “Müslüman Türk kardeşim” derdi. Doğu’dakiler, “Burada Türk kardeşim yazan bildiriyi nasıl dağıtalım” derlerdi. Biz daha farklı bakardık olaya.
Hüseyin Selçuk: Biz MTTB kimliğini İslamcı ve Müslüman kimliği ile doldurduğumuz için Türk adı tabelada kaldı.
Peki gençler olarak nasıl eğlenirdiniz?
Hasan Aktürk: Eğlenme yok. Bir arkadaş demişti ki “Siz Müslümanların işi çok kolay. Salon bedava, solist bedava. Salon cami, solist vaiz.”
Mustafa Dinek: Ekim ayında Erzurum’a gidiyoruz. Kış başlamış oluyor. Mayıs geldiğinde sınavlar, finaller. Bitince de herkes memleketine gidiyor.
Mehmet Bayyiğit: Sinema çok yaygındı. Çok sinemaya giderdik. İkincisi de tiyatro. O dönem Türkiye’yi dolaşan birçok tiyatro ekibi vardı. Bunlardan daha ötesi bütün teşkilatların kendi bünyelerinde tiyatro ekipleri vardı. Oyun sahnelerlerdi. Hatta bir trafik kulübü açtık ve oradaki bütün öğrencileri ehliyet sahibi yaptık. Sürücü kursları açtık. 300 tane arkadaşımız ehliyet sahibi oldu.
Ne zaman ayrıldınız Erzurum’dan?
Hüseyin Selçuk: 12 Eylül’le birlikte teşkilat kapatıldı. Okulu bitirenler ayrıldı. Bu ekip, 73-74 girişliler, orayı terk etti. Dernekler kapandı, takibata uğradılar. Bütün faaliyetlerimiz yasal ve meşru iken 12 Eylül’de birden suçlu konumuna düştük.
Mehmet Bayyiğit: Teşkilat basıldı kapatıldı. İçeri giren çocuklara siz necisiniz diye soruyorlardı, cevap veremiyorlardı. Bir cemaat değiliz, tarikat değiliz, biz arkadaşız. Bize de çok sorulmuştur. Tarikat değilsiniz, cemaat değilsiniz, parti değilsiniz, nesiniz diye.
İhtilalle birlikte sürekli takibata uğrayan göz önünde olan bir konuma geldik. Evlerimizde sürekli baskınlar, tutuklamalar oldu. Elimizde vesika olmama sebebi de elimizde o günkü rejim açısından ne kadar tehdit olabilecek yayın varsa hepsini yakmamızdır. Ondan sonra evler bir mektep haline getirildi. Arkadaşlar içe döndü, okumaya döndü. O evlere de hocalar gelip dersler vermiştir.
80 sonrası bu ekip birbirine çok bağlı oldu. Her sene buluşmaya başladık. Hala da her sene bir şehirde buluşuyoruz. Bu ekibin her biri Anadolu’da bir yere gitti. Tek başına bir dernek oldu. Okula gittiyse okulda, şehre gittiyse şehirde, illa bir tabela altında buluşma önemli değildi, tüm tecrübelerini gittikleri yerde aktarmaya çalıştılar. Bütün bu tecrübelerin, bu gizli kahramanların mücadelelerinin sonucu 2000’li yıllara gelindi.
Kimler yetişti Erzurum ekibinden?
Milletvekilleri, bakanlar… 29 rektör saydık, dekanların sayısını bilmiyoruz.
Üniversitede dernek seçimleri kıran kırana geçermiş. MTTB seçimlere katılır mıydı?
Hasan Aktürk: MTTB aslında 1916’da üniversite gençliğini savaşa hazırlamak için devlet tarafından kurulmuş bir dernekti. Her fakültenin bir öğrenci derneği vardı. MTTB ise bu derneklerin konfederasyonuydu. Kızılay, THK gibi bir kurumdu. Devlet bütçesinden para alırdı. Ama İslamcıların eline geçince, umuma hadim olması iptal edildi. Önceden yönetim devletten maaş alırdı. Okullarda da başkanlarının doğrudan yönetime katılma hakkı vardı. Rektör istediği zaman çağırıp fikrin ne diye sorduğu bir şey değil. Bu yüzden seçimleri çok önemliydi. Türkiye çapında bütün dernekler MTTB’deydi. Ülkücüler birkaç yerde zorla aldılar.
Mustafa Dinek: Erzurum’daki teşkilatlanma Burhanettin Kayahan vasıtasıyla başlamıştır. Gerek MTTB’nin gerekse fakültedeki derneklerin kurulması onun gayretleriyle gerçekleşti. Fakültelerdeki dernekler MTTB elindeydi. Dernek kurulduğunda oradaki 3-5 kişiden birine verilmiş. Bunun da büyük faydalarını gördük. Rektörle, dekanla, resmi olarak direk oradaki talebe derneği muhatap oluyordu. Yönetiminde söz hakkı vardı. Bir mesele olunca görüşür diye bir şey yok. O yüzden gruplar bu temsilcileri ve dernekleri ele geçirmek için büyük mücadeleler veriyordu.
Hüseyin Selçuk: 1950’lerden sonra özerk yapılar korunmuş. 12 Eylül’den sonra yetkiler YÖK’e devredilmiş. O yıllarda kavga gürültü var ama üniversiteler dünyanın en demokratik yapıları. Bildiğin seçim yapılıyor. Bütün gruplar katılıyor. Fakülte seçimleri grup olarak meydana çıkmamız, güç gösterisi yapmamız gereken önemli bir olaydı. Bir anektod anlatayım: İslami ilimler fakültesinin seçimi var dediler, gittik. Ana baba günü. Grup grup tehditler, konuşmalar. Kim kimdir anlaşılmıyor. Biri pinpon masasının üstüne çıktı, “MTTB’lilere burada oy kullandırtmam” dedi. Ben o an gayrı ihtiyarı zıpladım çıktım masanın üstüne, kulağından tuttum, “İn aşağı, sen kimsin ki MTTB’lilere oy kullandırtmayacaksın” dedim. O da beni İmam Hatip’ten tanıyormuş, kuzu kuzu indi. O inince oradaki bütün çocuklar ‘Bu adam kim’ diye pustular. Sonra bizim grubu buldum, tanıştık.
Mehmet Bayyiğit: Seçimde öğrencilerden birinin öğrenci kartı yok, kart olmayınca oy kullanılamıyor. Dekan İsmail Cerrahoğlu, “Olmaz, kullanamaz oy” dedi. Hasan abi (Aktürk) “Siz bu öğrenciyi tanıyor musunuz?” diye sordu. Dekan, “Evet fakültemizin öğrencisi” deyince, “O zaman vesika insandan önemli mi?” diye sordu ama yine de ikna edemedik.
Baya bir teşkilatlanma var yani?
Hasan Aktürk: Bir gün MTTB’de oturuyoruz. İçeri 18 yaşında esmer, şalvarlı yelekli beyaz gömlekli köstekli saatli tığ gibi bir delikanlı girdi, (Daha sonra trafik kazasında rahmetli oldu) Abdurrahman Koyunoğlu. Keçi çalan müftünün oğlu. Cumhuriyet gazetesi keçileri çalınan müftüyü, “Müftü keçi çaldı” diye haber yapmıştı. Çok konuşulmuştu o mevzu. İşte o müftünün oğlu. “Abi ben Malatya’dan Edebiyat fakültesi birinci sınıfa geldim. Benim görevim ne” dedi. “Sen o sınıfın başkanısın” dedik. Birkaç gün sonra ülkücüler grup olarak sınıfına gelmiş, “Biz bu sınıfa başkan seçeceğiz” demişler. Üst sınıftan gelen kavgacı tipler bunlar üstelik. Abdurrahman kalkmış, “Bu sınıfın başkanı benim. MTTB beni seçti” demiş. Seçerlerdi seçemezlerdi derken tartışıyorlar. Öğrenciler yeni olduğu için hepsi sus pus. “O zaman seçim yapalım” diyorlar. Seçim yapılıyor. Yeni gelen çocuklar dengeleri falan bilmiyor tabi. Abdurrahman “Ben başkanım” diye çıkışınca ondan yana oy kullanıyorlar.
Emeti Saruhan, 05.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü,
Emeti Saruhan Yazıları
Takip et: @emeti
Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017
İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz