13 Ekim 2017 Cuma

SA5003/KY1-CÇ428: Cemal

'Deli' diyorum, zira bu kadar çok manyağın, müşrikin, ahmağın, ruh hastasının 'akıllı' zannedildiği bir harf-harç-harfiyat dünyasında 'deli' zannedilmek üzerine 'deli' diyorum.


Soğuk bir kış sabahı mıydı, yalnız bir akşam mı yahut bir milyon inatçı keçinin körü körüne bir inatla boynuzlarıyla harflerimi, cümlelerimi dürttükleri zaman mıydı, hatırlamıyorum; harflerinden cümlelerinden gelen o güçlü desteği hissettiğimi hatırlıyorum. 

Hani bir mahalle kavgasında mahallenin gençleri sakin, kendi halinde yürüyen bir başka delikanlının önünü keserler, tehdit ederler o da diklenince saldırılar ya... tam da öyleydi o gün harflerime, tıkanmış kulakları, yumulmuş ya da yuvalarından fırlamış gözleri ve müşrik öfkeleriyle onları sarsan, Allah'a ortak koştukları tanrılarının ayaklarına baltayı vuran cümlelerime keçi inadıyla saldıran ve ağızlarından salyalar akıtan tipler... her birini tek tek deviren cümlelerimi arka arkaya sıralarken birdenbire harflerini yanımda buluvermiştim... 


Kollarını sıvamış önüne gelene dalmıştı sorgusuz sualsiz... hepsini yere serdiğimizde bizim harflerimiz cümlelerimizin kollarından tutmuş ve zaferlerini ilan etmişlerdi... Sonra ikimiz de yolumuza gitmiştik; ne ben teşekkür etmiştim ne de o teşekkür bekleyecek bir harekette bulunmuştu...ikimiz de yapmamız gerekeni yapmış, odunların arasında, nezaketin o derin karakterine imtiyazlar bağışlayarak mahallenin gençlerini cehaletleriyle yüzyüze acıklı bir hezimet içerisinde bırakıp zaferle ayrılmıştık meydandan... seyirciler için değildi çabamız, ama biraz da seyirciler okusun görsün, kimin harfleri, cümleleri daha sağlam içindi... daha doğrusu böyle bellemiş böyle yürümüştük geldiğimiz yere ayrı ayrı zamanlardan ayrı ayrı mekanlardan... ama işte o benim harflerime yüklediğim şeyi net bir şekilde görmüş hiç tereddütsüz dalmıştı kalabalığa... birkaç zaman sonra da "Şimdiye kadar neredeydin?" demişti sadece..."Neredeydin?" 


Yollardaydım, geziyordum bütün harabeleri, tıpkı onun gibi... o benden biraz önce yola çıkmıştı elbet; sekiz yıl evvel üstelik, sekiz yıl evvel dağı taşı dolaşmıştı ayak tabanlarımız kanaya kanaya... çıplak ayaklarımıza güvenerek çıkmıştık birbirimizden habersiz o çetin yollara... yalnız cengaverler, akıncılar gibi... fethedilecek her yeri fethetmiş, gelip meydanlarda yalan pazarından geçinenlerin karşısına dikilmiştik... mahalle fenâydı... gün geçtikçe iblis şirretlilerin gücü artıyordu; biraz daha zaman geçecek mahallenin serserileri mahalleye posta koymaya başlayacak, tüm mahalle sessiz sedasız bu müşrikleri onaylayacak ve onların müşrik tanrılarından korkar hâle gelecekti. 


Ben resti çekip şeytana uşaklık ettiklerini resmen ilan ettiğimde o da sakin sakin gelmiş yanımda durmuştu... o gün mahalleden gitmek zorunda kaldığımız gündü, yanımda durarak yerini yüklemişti harflerine, cümlelerine...


Sonra bir gün, arada bir uğradığımız Yol Geçen Hanı'nda yine karşılaştık, ben hava alacak küçük bir mahalleden davet almıştım, yeni kurulmuş bir mahalleydi; kavga ettiğimiz mahallenin seyircilerinden birileri kurmuştu bu mahalleyi... gittim, sonra baktım harflerimize, cümlelerimize itibar eden efendi adamlar, kadınlar var... ama seyircisi pek yok meydandaki muhabbetin... dedim "Sen de gel, vakit geçiririz öylece..." 


Hiç ses etmedi, kalktı geldi; yazdık beraber birkaç sene... sıkıldık orada tabi... kırk senede bir biri gelecek de harfleri, cümleleri irdeleyecek de... tabi ben yine durmadım... kendi mahallemizi kuralım diye direttim... Ona da Yol Geçen Hanı'nda gördüğüm bir gün dedim, "Durum böyle böyle..." "Tamam!" dedi, "Tamam", hepsi o kadar, ne bir sual ne bir merak...

O gün bugündür gece-gündüz yazar gönderir, biriktirdiklerini gönderir, en değerli hazineleri saydığı ta kırk yıllık göz nurlarını gönderir, ben de meydanda, "Bunlar ona aittir" diyerek herkese gösterirdim... mahalle bizimdi, gelen-geçen herkes 'samimi' ise dosttu, harflerini, cümlelerini 'müşrik' değilse rahat rahat meydanda sergilerdi...


Nerede ne kadar 'deli' varsa mahallemize doluşmuştu biz de onlara birer ev yapmıştık elbirliğiyle güzel günler geçirip duruyorduk... 'Deli' diyorum, zira bu kadar çok manyağın, müşrikin, ahmağın, ruh hastasının 'akıllı' zannedildiği bir harf-harç-harfiyat dünyasında 'deli' zannedilmek üzerine 'deli' diyorum; ya yoksa bizim mahalle meskûnlarından herhangi birini seç al, Çin'i teslim et, Çin'i sol el küçük parmağı ile idare eder...


Bugün, onun hekât dediği öykü günü... babası hasta, yoğun bakımda kaç gündür, başında bekleye bekleye ağır grip olmuş, bu hâlde iken haber salmış bana:


"Emice bu hafta hekât yollayamıyorum.. on gündür çeviri işi de aksadı.. bu arada soğukalgınlığı geçiriyorum... hem de öyle-böyle değil... kötek yemiş gibi her tarafım ağrıyor... bâki selam.."


Ne diyeyim; bir tek kuruş menfaati yok, bir tek minneti yok... ama bu kadar ince, bu kadar dikkatli ve özenli bir adam tanıdınız mı siz?


Ölmesine daha zaman var, bir sürü yazı yazacak daha; Allah diliyorum şifâsını verecek...


Alelacele haber saldım ona:


"Sen iyileş, gerisi mühim değil, selamlar..."


Bugün Cuma, onun yerini boş bırakır mıydım hiç?




Cemal Çalık (nâmına Seçkin Deniz), 13.10.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı