Türkiye’nin 81 ilinden mezun dernekleri ve Öncü Spor derneklerinin yoğun ilgi gösterdiği kurultayın teması olarak samimiyet kavramının seçilmesi oldukça anlamlıydı. Çünkü halkımız İmam Hatipler kurulduğundan itibaren bu okulları bağrına bastı, samimiyetle her ihtiyacına koştu. Önder’in de kurulduğu günden bu yana hiçbir maddi menfaat gözetmeden, en sıkıntılı günlerde dahi bu okullara samimiyetle sahip çıktığını düşünürsek, belki de seçilebilecek en güzel temalardan biri samimiyetti.
Kurultay esnasında samimiyetin kendilerinde adeta ete ve kemiğe büründüğü iki özel insanla tanıştığımda onların hikayelerini aktarmam gerektiğini düşündüm. Çünkü onların hikayesi aslında ülkemizin hikayesi, İmam Hatiplerin hikayesi, bizim hikayemiz…
Kendilerini İmam Hatip’e vakfettiler
Dr. İlknur Görçin başörtüsü ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni okumayı başaran ilk öğrencilerden biri. Uzmanlığa başladığında 1980 darbesi önünü kesmiş. Ya başını açacaksın ya da istifa edeceksin denilince istifasını verip memleketine dönmüş ve öğrenciyken başladığı ‘hayır yolundaki yarışına’ orada devam etmiş. Hacı Mustafa Işık ise İmam Hatip ile dertlenen bir eski toprak. 81 yaşında fakat o geceleri saymadığı için, “40 yaşındayım” diyor. Bilecik’in Söğüt ilçesinin Tuzaklı köyünde doğan Işık, dinlediği bir vaazda talebeye yardım etmenin öneminden bahsedilince, zaten yardım etmeye çalıştığı İmam Hatip Lisesine kendisini vakfetmiş. Belki diyeceksiniz ki bunlarda bir olağanüstülük yok, herkesin yaptığı şeyler. Ancak her ikisinin de asıl samimiyet turnusolu 28 Şubat olmuş. 28 Şubat dindarları ekin gibi biçip savururken İmam Hatip okulları da öğrencisiz kalmış. Kapanmaları an meselesiyken yola düşen bu iki insan köy köy, kapı kapı dolaşıp öğrenci toplamış. Hikayelerini kendi ağızlarından dinleyelim:
***
Dr. İlknur Görçin
İlk dini eğitiminizi nerede aldınız?
1954 yılında Lüleburgaz’da doğdum. İlk, orta ve liseyi Lüleburgaz’da okudum. Annem, babam dindar insanlardı. Babam akşamları Kısas-ı Enbiya okurdu bize. Bende de küçüklükten beri bir merak vardı. Orta son sınıfta tamamen kendi arzumla örtünmeye karar verdim. Bu durum çok yadırgandı. Çünkü o dönemde kızlar hep mini etek giyerdi. Benim de derslerim çok iyiydi ve aktif bir öğrenciydim. Dışarıda örterdim, içeride açardım. O zaman Sabah ve Bugün gazeteleri girerdi evimize. Şule Yüksel Şenler her gün yazardı. Huzur Sokağı tefrika edilirdi. Mehmet Şevket Eygi yayın koordinatörüydü. İslami yayın olarak onlar vardı. Şule Yüksel Şenler Abdullah Karslı’yla evlendiği zaman düğününe bile gittim.
Tıp Fakültesini okumanız nasıl oldu?
Üniversitede tıp okumayı istiyordum ama ilk sene kazanamadım. O zaman ilçelerde dershaneler yoktu. Kendim çalıştım, Fen Fakültesi Botanik’e girdim. 1. sınıfta okurken bir taraftan da yeniden üniversite sınavına hazırlandım ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandım. O yıllarda Bağlarbaşı’nda İstanbul Müftülüğü’ne bağlı, Fazilet Kur’an Kursunu açmışlardı. Müftülüğe bağlıydı fakat öğrencilerine İmam Hatip müfredatının dersleri de veriliyordu. Daha sonra dışarıdan sınava girip diplomalarını alıyorlardı. Ben Cuma sabahları ilkokullara fen bilgisi, öğleden sonra da liselere biyoloji dersi veriyordum. Orada çok güzel insanlarla tanıştım. Fevziye Nuroğlu, Müberra İmran Önal, Gülsen Ataseven… Onlarla tanışmak benim ufkumu açtı. Özgüvenim geldi.
O zamanlar başörtüsüyle eğitim alabiliyor muydunuz?
Tıp Fakültesine 1971 yılında başladım. İstanbul Üniversitesi’nin kapalı okuyan ilk 5- 10 öğrencisinden biriyim. Çok sıkıntı bir 6 yıl geçirdim. Her an dersten atılabilirdik. Ben bir tek rahmetli Ekrem Kadri Onat’ın dersinde bir de Ayhan Songar’ın dersinde ön tarafa rahatça oturur, dışarı atılmayacağımdan emin olarak dersi dinlerdim. Birkaç defa da dersten atıldım. Asuman Müftüoğlu adında Atatürkçü bir hocamız vardı. Onun dersinde gözümü gözüne dikip “Ben seni dinliyorum lütfen beni kovma” der gibi bakardım. Bir gün ona gidip “Neden bu yobazları dersinden atmıyorsun” demişler. O da “Dersi öyle dikkatli dinliyor ki kıyamıyorum” demiş. 4. sınıfta evlendim. 5. sınıfta oğlum dünyaya geldi. Mezun olduktan bir iki ay sonra da kızım dünyaya geldi. Ardından Yozgat’ta hükümet tabipliği yaptım.
Uzmanlığınızı yaptınız mı?
1979 sonu 80 başlarında Asaf Ataseven gibi dindar doktorlar, Vakıf Gureba Hastanesinde üniversite açtılar ve üniversite hastanesi oldu. 50 öğrenci alındı. Eşimle ben de orada sınava girip kazandık. Fakat kısa bir süre sonra ihtilal oldu, başörtüsü yasaklandı. Hocalarım, olmam gereken bir ameliyat vardı, onu yapıp rapor verdiler. Bu dönem geçer diye düşünüyorduk. Fakat ardından emekli asker bir başhekim geldi başımıza. Başörtülü avına çıkmış gibi sürekli kontrol ediyordu. Eşim “İster istifa et ayrıl, istersen başını aç ama hapse düşme. Çocuklarımız var. Kararını kendin ver” dedi. Çünkü o zaman başhekim yakalarsa Selimiye’yi arıyor, “Bana itaatsiz bir memur var” dedi mi askerler alıp götürüyor, 3 ay sonra yargılanıyorsun. Babam, “Dünya için ahiretini feda etme. Lüleburgaz’a gel, bir muayenehane açalım” dedi. Bir süre daha dayandım çünkü bütün koğuş seferber olmuştu. Başhekim geleceği zaman beni tuvalete saklıyorlardı ama sonunda yakalandım. İstifa edip ayrıldım. Bir süre sonra eşimi de sürdüler. Fakülte lağvedildi.
Bu durum hayatınızı nasıl değiştirdi?
Lüleburgaz’da muayenehane açtım. Allah öyle bir önümü açtı ki. 5-6 doktor profesör gezmiş, çocuğu olmamış kişiler bana geliyordu. “Ya Rabbim sen beni mahcup etme” diye dua edip ilaç veriyordum, hamile kalıyorlardı. Bu duyuldu etrafta. 20 yıl dolu dolu muayane yaptım. Eşim de Edirne Tıp Fakültesine geldi. Trakya İslami yönden çok zayıftı. Lüleburgaz’a gider gitmez ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Daha önceden kurulmuş bir İmam Hatip Açma ve Yaşatma Derneği vardı, onu aktif hale getirdik. Milli Emlak’tan da bir arsa tesis ettiler çok güzel bir İmam Hatip okulu yaptık, 5 katlı. Ama ne çabalarla! Okul 1995-96 gibi bitti. Tam açılacak diye beklerken 28 Şubat geldi.
Ne oldu 28 Şubat’ta?
Okul açılamadı, tam 10 sene kapalı kaldı. Binayı elimizden almak için de çok uğraştılar. İmam Hatiplerin kapanmaya başladığı dönem zaten, kimse öğrenci vermiyor. 2005 gibi Kırklareli valisi, 5 yıllığına okulu Kız Meslek Lisesi’ne tayin etti. Biz de şehir merkezindeki Kız Meslek Lisesinin metruk bakımsız binasına talip olduk. İmam Hatip Lisesi açma izni aldık. O okulu okunabilir hale getirdik fakat öğrenci yok. İmam Hatip okuyan katsayı sorunundan dolayı okul kazanamıyor. İlahiyatların da önü kapandı. Öğretmenlik yapamıyorlar. Doğu’dan, Karadeniz’den gelen işçi aileleri vardı. Onlara erişelim dedik. O arada yerel basın aleyhimize haber yapıyor. “Trakya’nın bağrına hançer sokturtmayız” diye manşetler atıyorlar. Kongre meydanında “İmam Hatip açılmasın” kampanyaları yapıyorlar. Biz köylere gidip çocukları ikna için kapı kapı dolaşıyoruz. Arkamızdan gezip, “Çocuğunuzu kaydettirmeyin, zaten biz bu okulu kapattıracağız. Çocuğunuz açıkta kalır” diyorlar. Bir gün bir köy gezdik. Sadece bir öğrenci bulabildik. Yaz sıcağı. Öfkemden ağlıyorum. Eşim geldi, “Peygamber Efendimiz bir ay Taif’te dolaşmış bir kişi Müslüman olmamış. Sen utanmıyor musun ağlamaya. Seni taşladılar mı, hayır. Soğuk ayran ikram ettiler mi, evet. Bir tane çocuk buldun mu, evet. Daha ne ağlıyorsun” diye kızdı. Gayret edene Allah veriyor ya, 3 çocuk 5 çocuk derken 10 öğrenci oldu. Istranca’nın orman köylerine gittik, ailelerinin hiç okutma şansı olmayan yoksul kız çocuklarını bulduk. 3+1 kaloriferli daireler tuttuk. İlk yıl 5, ikinci yıl 7 ev teşrif ettik, başlarına güvenilir hanımları ev annesi olarak yerleştirdik. 157 mevcutla okulumuzu açtık. O çocuklar ne yedirip içireceğiz diye düşünüyorduk. Fakat Rabbim yardım etti.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Şimdi Babaeski’deki okulla ilgileniyoruz. 1995’te hanımlar olarak Takva Hanımlar derneğini açtık. Burada da İHH ile Afrika’da 4 kuyu açtık. Kermes yapıp kömür dağıtıyorduk, erzak dağıtıyorduk. Talebe bursları veriyorduk. Boş durmadık hep çalıştık. Bir de Rumeli Vakfı’nı kurduk. 20 yıldır Sokullu cami bahçesinde 30 Ramazan 500 kişilik yemek veriyoruz. 300 kişilik yemek Babeski’ye yollanıyor, 500 kişilik de evlere gidiyor. Lüleburgaz’da merkezi bir yerden bir arazi aldık. Büyük bir bina yapıyoruz. Her katı 350 metrekare olacak. Senede iki kere kermes yaparak gelirini sağlıyoruz.
***
Hacı Mustafa Işık
Sizi İmam Hatip öğrencileri için yaptığınız çalışmalarınızla biliyoruz. İmam Hatiple yolunuz nasıl kesişti?
İpekçilik yaparken, Bursa’ya gidip Kozahan’da koza ve iplik satıyordum. Bir seferinde Cuma namazını kılmak için İsmail Hakkı Tekkesi Kuran Kursu’na gittim. Hoca hutbe verirken talebe yetiştiren bir hocanın ölüm döşeğindeki halini anlattı. Bir an kendinde geçince hesap gününü görmüş. Herkes kan ter içinde sorgularını beklerken hocaya “Talebelerine öğrettiklerin sebebiyle sen geç git” demişler. Ben bunu duyunca çok etkilendim. “Ya Rabbi bana da böyle güzel hizmet etme yolu nasip et!” diye dua ettim. Sonra 75 yıllarında Söğüt’te açılan İmam Hatip Lisesinin kuruluş aşamasında İlim Yayma Cemiyeti Söğüt Şubesi ve Okul Koruma Derneği’nde gönüllü çalışmaya başladım. Bu arada ipek ticaretinde dolandırılınca gücendim, soğudum. İpekçiliği bırakıp 10 sene kadar mobilyacılık yaptım. O da tat vermeyince kendimi ve arabamı İmam Hatip’e vakıf bıraktım. İmam Hatipte okumasam da İmam Hatibi çok seviyordum.
Söğüt’te İmam Hatip’in durumu nasıldı?
1985 sonrası öğrenci sayısı arttı. Ek bina yapıldı. Çevre köylerden, şehirlerden gelen çocuklara kalacak yer lazım oldu. Onlara ev tuttuk. Kız öğrenciler de İmam Hatip’e gelemeye başlayınca okul yetmedi. Yatılı pansiyonu ve camisiyle yeni bir bina yapalım dedik. Kapı kapı dolaşıp yardım topladık ama yetmedi. O zaman Turgut Özal cumhurbaşkanıydı. Çocukluğu da Söğüt’te geçmiş. Onun ilkokul arkadaşlarını toplayı Ankara’ya gittik. Bizzat kendisi ilgilenip Milli Eğitim Bakanlığı’na okulun arsası için ödenek çıkarttırdı.
Yapılabildi mi peki o bina?
İnşaat için 1500 torba çimento, 36 ton demiri hayırseverlerden topladım. Tam bu sırada binayı devlet yaptırmaya karar verdi. 1998 yılında devlet parasız yatılı okulu olarak yaptı ve eğitime açıldı. Benim topladığım o malzemelerle de okulun bahçesine İHL Tatbikat Camisi’ni yaptık. Fakat o sırada 28 Şubat oldu. İmam Hatipleri orta kısmı kapandı. Katsayı da getirilinde öğrenci 400’den 8’e düştü. Okul kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Benim içim bu duruma elvermedi.
Ne yaptınız?
Söğüt’te ne kadar liseye başlayacak öğrenci varsa adreslerini alıp ailelerine gittik. Tek tek kapılarını çaldık. Hiçbiri vermedi çocuğunu. 8 talebe 9’a çıkmadı. Bu sefer ne kadar köy varsa, o köylerdeki talebelerin adreslerini aldık. Kapı kapı dolaştık. Onlardan da çocuğunu veren çıkmadı. Kendisi Söğütlü olan Hafız Ali Ünal vardı, o hafızlık kursu öğrencileri azalınca daha önce imamlık yaptığı Yüksekova’dan talebe getirmişti. Oraya gidelim dedi. Benim arabama bindik 3 arkadaş Sarıkamış Müftülüğüne vardık. Köylere telefon ettik, birinde öğrenci var dediler. Bindik arabaya, yol taş, toprak… Nasıl gittik o yolu. Çocuklara dedik masraflarınızı biz karşılayacağız, siz okutacağız. İmam hatip lisesi olduğunu duyunca, “Düz lise olsaydı giderdik” dediler. Moralimiz bozuldu. Orada elimi açtım dua ettim, “Ya Rabbi! Bir umut buralara geldik, bizi eli boş çevirme” diye.
Bulabildiniz mi öğrenci?
Oradan Yüksekova’ya gittik. Gece yarısı vardık. Ama sabaha kadar beni uyku tutmadı. 4 defa kalkıp abdest aldım, Yasin okudum. Sabah bizi Hafız Ali Ünal’ın bir arkadaşı ile tanıştırdılar. İmam Hatip okulunun kapanacağını duyunca, “Ali Hoca’nın üstümüzde emeği çok. Benim bir oğlum ve yeğenim var, önce onları yazın” dedi. Biz tabi çok sevindik. Sonra gerekli malumatı verip geri döndük. Sonra tam okulların açılacağı gün baktık, 28 tane talebeyi almış getirmiş. Hepsini yol parasını çıkardım verdim. Ertesi sene öğrenci sayımız 80 oldu, bir sonraki sene 300’e çıktı. Hakkari’den 1000’den fazla öğrenci geldi, okudu, mezun olup geri döndü. Şimdi 600 talebemiz var.
Peki siz bu öğrencilerin masraflarını nasıl karşıladınız?
Bizim köyden Trabzon Of’ta yaşayan kişiler vardı. Onlardan biri çağırdı beni, “Gel öğrenciler için çay toplayalım” diye. Gittim, hayır için sepet sepet yaş çay topladık. Bunları kuru çay ile değiştirip sattım. Parasını çocuklara harcadım. Ertesi yıl topladığımız çay 10 tona ulaştı. Sonraki yıllarda Bilecik Osmaneli’nden bir ahbabım “Talebeler için zeytin toplayalım” dedi. İznik’in köylerinden 600 kilo zeytin topladık. İznik’teki sızma yağ fabrikalarında zeytinyağı yaptırdım. Okul olduğu için bize biraz daha ucuz verdiler. Konya’nın ilçelerinden, Bursa’nın ilçelerine, İstanbul’da Büyükçekmece’ye kadar dolaşıp zeytinyağı sattık. Talebelerin minibüs parasını verdik, üst başını aldık, ceplerine harçlık koyduk. Hiç darda kalmadan bu işleri yaptım. Allah bana bir gün olsun sıkıntı çektirmedi, kimseyi geri çevirmedim.
Öğrencilerle hala ilgileniyorsunuz. Yeri geliyor ceplerine harçlık koyuyor, yeri geliyor yemek parasını ödüyorsunuz. Onlardan geri dönüşler nasıl oluyor?
Ortaokula gittiğimde gelip elimi öpen çocuklar yüzünden müdürün odasına varamıyorum. Hepsi hoş geldin diye yanıma geliyorlar. Mezun olan öğrenciler geliyor. İşe girmiş, gelip elimi öpüyorlar. Telefonla arayıp “Bir isteğin var mı” diye soruyorlar. Onlara “Var, siz zaten İslam’ı yaşıyorsunuz. Daha güzel yaşamanızı ve İslam’ı dışarı güzel tanıtmanızı istiyorum” diyorum. Cenabı Hakk’a derim ki “Beni nefsim için yaşatma İslam için yaşat. Her an İslam için çalışmamı sağla.”
Emeti Saruhan, 23.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü,
Emeti Saruhan Yazıları
Takip et: @emeti
Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017
İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz