"Doğrusu o söylenilen sözde gülünecek ne vardı anlayamamıştım. Anladığım o sözü, o tümceyi Kırtiğe yakıştıramadıklarıydı."
İlginç adlar, lakaplar, unvanlar benim için oldum olası bir çekim merkezi olmuştur. ‘Kırtik Ehmet’ adını duyar duymaz kulak kabartmış ve oturduğum yere biraz daha yerleşmiştim. Oysa kalkıp gitmek için hazırdım. Hacılar Hanı'nda kuyumcu Naim’in dükkânında buluşacağımız arkadaş gelmiş ve bana dükkânda olduğuna dair mesaj atmıştı. Şuan bulunduğum kahve hemen mezkur yerin arkasındaydı. ‘Birazdan oradayım!’ diye arkadaşımın mesajını yanıtladım ve büyük bir merakla beklemeye koyuldum ‘Kırtik Ehmet’i.
Kırtik. Minicik, küçük, bir parça gibi anlamlara geldiğini biliyorum kırtiğin. Böyle acayip bir ismi boşu boşuna vermemişlerdir, diye geçirdim içimden.. Söylenilen isim öyle böyle cezbetmemişti beni. Hele yanımdaki masaya oturan iki arkadaşın elleri böğürlerinde gülerek Kırtik hakkında anlattıkları şeyler daha bir albenili daha bir sarhoş edici, merak gıdıklayıcıydı. İki arkadaştan daha az esmer olanı kendisinden daha fazla esmer olana
‘Yav.. hele şu kirtiğin virdini bi de da!’ dedi. Arkadaşının kendisine çeki düzen vermesi avurtlarını şişirmesi üzerine ‘Virdini de!’ diyen genç kahve ocağının hemen yanındaki masada oturan kendilerinden on beş yirmi yaş kadar büyük olan şakakları kırlaşmış, bıyıkları sigaradan sararmış, alnında derin çizikler olan adama eliyle işaret edip;
‘Orhan abi.. gel gel.. Muzo Kırtiğin virdini diyecek!’ dedi. Orhan gülerek ayağa kalktı. Çağrılan masaya gelip yanlarına oturdu. Orhan’ı çağıran genç;
‘Abi Kırtik birazdan burada olur!’ dedi.
‘La Kırtiği nerede gördünüz?’ diye sordu Orhan kuşkulu bir sesle.
Muzo lakaplı genç,
‘Aliravi Caddesinde rastladım abi.. kaldırımda ayak üstü hoş beşten sonra ‘Kırtik emi Orhan abinin oraya gidiyorum.. sen de gel.. birkaç arkadaş daha gelecek!’ dedim, O da ‘tamam, sen git ben de peşin sıra gelirim!’ dedi.. her halde gelir!’
Muzo’nun arkadaşı gayet kendinden emin ve güleç bir ifadeyle
‘Kırtik emi ne söylemişse yapar.. gelirim dediyse gelir!’ dedi.
Kahveci Orhan genç adamı onayladı. Ve,
‘Sado doğri diyir.. gelirem dediyse gelir!’ yanıtını verdi Sonra da Muzo’ya ,
‘E.. di hadi Muzo.. neyi bekliyorsun? Nazlanma!’ dedi gülerek.
Muzo kıkırdadı.. tekrar avurtlarını şişirdi, gözlerini yumdu, avuçlarını dizlerinin üzerine koyup;
“Beni cezbetmeyen bahr-i sefidin miyahkebud femi nasıl oluyordu da O'nu mevtine mucip bir cezp ile cezbediyordu.. ne söylense kelam-ı muhal..” tümcesini vecd içinde ciddi bir biçimde dile getirdi.
Kahveci Orhan, Muzo’nun kendisi ve Sado adlı genç kahkahalarla gülmeye başladılar. Elleri böğürlerinde ha bire gülüyorlardı. Doğrusu o söylenilen sözde gülünecek ne vardı anlayamamıştım. Anladığım o sözü, o tümceyi Kırtiğe yakıştıramadıklarıydı. Kahveci Orhan’ın deyimiyle Biçare Kırtik Ehmet'in dilinden hiç düşürmediği ve anlamını bilmediği, anlamını hiç merak etmediği tekerleme gibi bir şeymiş Muzo’nun dile getirdiği tümce. Daha gençken memleketi Erzurum’u terk etmeye niyetlenmiş. İzmir’e gitmiş. İzmir’de birkaç ay –altı ay kadar- kalmış ve sonra yeniden memleketine, doğup büyüdüğü çevreye dilinde bu tümce ile geri gelmiş.
Kırtik Ehmet’in isim babası da kendi öz babasıymış. Çocuğu, Şayizer ebe kucağına verdiğinde baba neredeyse avucu kadar bir bez parçasına sarılı şeye bakmış bakmış sonra da, ‘La bu ne.. bi kırtik!’ demiş ve böylece Ahmet adından daha çok kırtik takılmış dillere. Kırtik aşağı kırtik yukarı.
Kırtiğin babası bakırcıymış. Babasının yanında çalışmış, baba mesleğini öğrenmiş. Yaşıtları gibi okula falan gitmemiş, göndermemiş ailesi. ‘Okulda çocukların nasıl bir hal aldıklarını ben bilirim! Ezerler çocuğu, bıkıp usanmadan alay ederler!’ demiş baba ve öylece atölyeye almış. Esnaf rahat mı durmuş? Hayır! ve fakat anlatılanlardan anlıyorum ki ‘kırtik’ sözcüğünü alay, aşağılama olarak görmemiş, görmüyor esnaf, öyle değerlendirmemiş, değerlendirmiyor. Hele bir de babanın kapının dışındaki söveye çaktığı çiviyi hiç ama hiç aşağılama olarak görmemişler. Çivinin çakılma nedeni Ahmet’in babadan bir şey istemesi –ne istediğini anlatıcılar anımsamıyordu, kahveci Orhan bile çıkaramadıydı- üzerine baba söveye bir çivi çakmış ve ‘Bu çiviye ayaklarının ucuna basmadan uzanır tutarsan dediğini yaparım!’ demiş.
Ve anlatılanlara bakılırsa altmış yıldır –İzmir gezisi hariç- Kırtik Ehmet o çiviye ulaşmak için çabalar dururmuş. Bu olaya gülmelerine sebep Kırtik Ehmet’in babadan gizli çivinin yerini değiştirip sonra pişman olup tekrar çiviyi eski yerine çakmasıymış. Başkaları da ondan habersiz çivinin yerini değiştirirmiş değiştirmesine ya Kırtik durumu anlar çiviyi babasının çaktığı yere tekrar çakarmış. Anlatıcının –Kahveci Orhan- anlattığına göre bunu gururundan dolayı yapıyormuş. Nefsine yediremiyormuş. Sadece gururlu mu? Elinden gelmeyen iş de yokmuş Kırtiğin.
‘Gardaş ahan yeni icat olmuş bir makineyi getir önüne koy, de ki, bu bozuk, oturur başına söker tüm parçalarına ayırır, tamir eder sana verir! Öyle mahirdir!’ dedi Orhan.
‘Essahtan öyle!’ dedi Muzo. ‘Geçen ay telefonumun ekranı kırıldı. Parça memlekette yok. Neyse İstanbul’dan buldum buluşturdum. Getirttim. Bu kere de hiçbir servis takmayı göze alamadı. Kime gittiysem ‘bu beni aşar!’ dedi, öyle aptal aptal kalakaldım ortada. Süklüm püklüm eve gidiyorum. Bir ekran taktırmak için kalkıp İstanbul’a mı gideyim.. tam bizim sokağa dönmek üzereydim, sokağın başındaki çeşmeden su içmek için durdum, suyu içtim. Doğruldum, sokağa dönecem Kırtik Ehmet. Her zamanki güleç surat. Kendi kendine konuşarak bana doğru geliyor. Selamlaştık.
-Ver elini öpim Kırtik emi, dedim, elini çekti. Yüzüme baktı.
-Ula niye ele yüzün tökünükh bi şey mi oldi? dedi.
- Yok bir şey, dedim, üsteledi, sonra durumu anlattım, yav emi koskoca memlekette bir tek esnaf ekran kartını takamıyor.. hele teknik servisin biri dükkanına da koskoca ‘Telefon Doktoru’ diye levha asmış.. yok.. takhamirler..
- Ver bakim, dedi çekindim, yine de ustalığını bildiğim için ceketimin iç cebinden telefonu çıkarıp verdim, aldı biraz inceledi,
- Değişecek parça yanında değil mi? dedi, parçayı öteki iç cebimden çıkardım verdim,
- Yarın sabah tükana gel al!’ dedi, yürüdü gitti.. ben arkasından bakakaldım.. Terliyorum. Hem nasıl terlemek. Arkadaş binlerce liralık telefon. İtiraz edemedim, edemiyorum. Kırtik geçti gitti ben içimden peşi sıra,
- Emi boş ver, sıkma canını, zora sokma kendini diyorum ya.. nereden duysun beni? Dua edirem döner gelir
- Al la.. hep siz mi şaka yapacaksınız.. şaka yapim dedim.. der.. çoktan kayboldu gitti kırtik.. ben arkasından söylenip duruyorum. Sabahı zor ettim. Sabah dükkâna koştum kan ter içinde. Bakırcılar çarşısına vardım. Arka sokağa, Kırtiğin dükkanına doğru yöneldim, sokağın başında Kırtiği gördüm.
Etrafına bakınıp duruyor, sonra giriş kapısının sövesindeki çiviye ulaşmaya çalışıyor. Gülecem. Gülemiyorum. Aklımda telefon. Neyse.. vardım selam verdim. Çiviye ulaşmasını görmemiş gibi yaptım. Çay söyledi.
Çayı beklerken,
- Telefonun yazıhanede, get al gel! dedi. yüreğim ağzımda gittim.
Masanın üzerinde telefon. Kırık ekran telefonun yanında. yeni ekran pırıl pırıl.. yüreğim ağzımda telefonu elime aldım. Yav çalışıyor. Eskisinden güzel çalışıyor! Ele utandım, ele utandım ki..’
- Ee.. kırtik bu, dile kolay, dedi Orhan buruk bir gülümsemeyle..
Cemal Çalık, 27.10.2016, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.