"Müminler, Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e salât u selâm olsun.
ÂLİ İMRÂN SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (121- 143. Ayetler)[1]
1- Milyonlarca Müslüman katledildiği, barbar İslam düşmanları tarafından ülkelerimizin işgal edilip talan edildiği, milyonlarca Müslümanın vatanları terk etmek zorunda kaldığı, geriye yüzbinlerce yetimin kaldığı, binlerce mabedi yok edilmiş Müslümanların bugün Uhud Savaşını ve neden-sonuçları üzerinde durması, derinlemesine düşünmesi gerekmektedir.
Mevlâmız olan Rabbimiz ayette Müminlere, sabredip Allah'tan korktukları sürece, düşmanlarının tuzaklarının kendilerine hiçbir zarar veremeyeceğini bildirildikten sonra Uhud'daki yenilgiyi hatırlatmaktadır. Dikkat edin! Uhud’larınız olacak ama sabrederseniz Mekke fetihleriniz de olacak…!
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Hani sen sabah erkenden savaşmak için müminleri mevzilere yerleştirmek üzere ailenden ayrılmıştın. Allah her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir. O zaman sizden iki bölük, Allah onların velîsi olduğu halde bozulup çekilmeye yüz tutmuştu; müminler yalnız Allah’a güvensinler.” (Âli İmran,3/121-122.)
Müslümanlara münafıkları, ihanetlerini; Müslümanların dünya ile imtihanlarını, emre itaatsizliğin acı neticelerini, tam kazanacakken kaybetmenin de mümkün olduğunu; güç- kuvvet ve başarının yalnızca Allah’tan olacağını öğretmektedir. Uhud günü Müslümanların savaşı kaybetmelerine yol açan sebepler bugün de Müslümanların izzetlerini, yurtlarını, savaşlarını ve istikballerini kaybettirmeye devam ediyor. Uhud günü Müslümanlara ihanet eden münafıkların başı Abdullah İbn-i Ubeyy İbn-i Selûl’ün torunları, İslam düşmanlarının daha çok desteğini alarak, güç ve imkânlarını artırarak iş başındalar.
Yine Uhud’un kaybedilmesinde önemli bir husus olan yılgınlık ve çözülme; kişisel değerlerin akideye üstün gelmesi ve şahsî değerlerin inançlarına baskın çıkma emareleri günümüzün Müslümanlarında da görülmektedir. Rabbimiz bize emrediyor: “Müminler yalnız ve yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Hak ile bâtıl arasındaki cihâd kıyamete kadar devam edecektir. Bu asrın muhâfızları, şâhitleri ve muvahhid Müslümanları olarak bu mücadelede yerimizi alıp, üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz gerekmektedir. Müslüman görünümlü çağdaş “cahiliye adamı” olarak bu mücadeleyi kazanamayız. Uhud’u anlayıp düştüğümüz yerden kalkıp fethedeceğimiz Mekke’mize doğru kutlu ve aziz mücadelemize devam etmeliyiz.
Bu âyetler, hicretin 3. yılında (625)’te meydana gelen Uhud Savaşı’yla[2] ilgili olup 120. âyette yer alan sabretme ve disiplinli davranma tavsiyelerine uyulmadığı takdirde neler olabileceğini müslümanlara göstermek ve bundan ders almalarını sağlamak için savaş günlerinde cereyan eden bazı önemli olayları hatırlatmaktadır.
Uhud savaşından önce Bedir savaşı yaşanmıştı. Bedir sonu galibiyet ile biten bir savaştı. O halde insanlara galibiyetin ahlakı anlatılmalıydı. Ve o anlatıldı. (Enfal suresi 41-50) Kur’an-ı Kerim Al’i İmran suresinin bir bölümünü (121-174) bu savaşa ayırdı.
Uhud Savaşındaki yenilgi; münafık Abdullah b. Ubeyy’in şahsında kişisel değerlerin akideye üstün gelmesi ve ihanetle başlamış, şahsî değerlerin inançlarına baskın çıktığı kişilerin O’na uyması ve salih müminlerden iki grupta beliren zaafla sürmüş ve nihayet ganimete duyulan arzunun baskısıyla askeri stratejiye muhalefetle tamamlanmıştır. Savaş esnasında görülen örnek davranışlar saftaki bozukluk ve düşüncedeki bulanıklık nedeniyle meydana gelen sonucu değiştirmeye yetmemiştir.
“Uhud savaşı sıradan bir savaş değil, mü’min’in hayatında önemli bir yeri olan ve her an sonuçları hatırda tutulması gereken ve bu sonuçlarla hayatını tanzim etmesi gereken bir savaştır. Uhud; İslam liderine itaatin önemini, isyanın ise nelere yol açacağını öğretiyordu. Şahsi çıkarların, davanın menfaatlerinin önüne geçirildiğinde nasıl acı sonuçların ortaya çıkacağını gösteriyordu. İmanın isbat edilmesini istiyor, iman ile inkar, ihanet ile samimiyet, teslimiyet ile nifakın birbirinden ayrılmasının imkanını ortaya çıkarıyordu. Niyetlerin sorgulanması gerektiğini öğretiyordu. Kim nerede? Ne amaçla duruyor? sorusunu soruyordu. Ganimet varsa biz varız, mantığının yerine her an Hakk’ın rızası için varız mantığını yerleştirmek istiyordu. Mağlubiyetin de bir ahlakının olduğunu öğretiyordu. Günlerin Allah’ın otoritesinde olduğunun bilincinde, bir gün iktidarda, bir gün zindanda olabileceğinin bilincinde olması gerektiğini öğretiyordu. Komutanı Peygamber, neferi Sahabe bile olsa eğer bir ordu temel kuralları çiğnerse oda yenilir ilkesini Mü’minlere öğretiyordu. İstişarenin bir sorumluluk olduğunu öğretiyordu. İstişare edilende, edende çıkan sonuç ne olursa olsun o sonuca uymak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya olduklarının altını çiziyordu. Velev ki; istişare edilenler farklı şeyler söylese de, liderin görüşünün aksi istikamette görüşler ileri sürseler de onlara uymalı, ama çıkan sonuç olumsuz olduğunda onları rencide etmemelidir. Mağlubiyetin faturasını hiç kimse başka birine kesmeye kalkışmamalıdır. Cihad meydanlarından önce nefis ile mücadelenin önemini belirtiyor, o gizli ve sinsi düşmanı yenemeyenin cihad meydanlarında başarı sağlayamayacaklarını öğretiyordu. Uhud; işte bu sebeplerden dolayı mağlubiyet değil, bize bunca dersi veren önemli bir kazançtır.” (http://www.siyervakfi.org/uhud/)
“Sahâbe’nin Uhud’daki imtihân alanı Ayneyn/Okçular Tepesi idi; Ey 21. asırda yaşayan Müslüman! Senin Okçular Tepen neresi?” Eğer biz bu soruyu sormazsak Uhud hep Medîne’de ve 6. asırda olmuş-bitmiş bir hâdise olarak kalacak… Unutulmamalıdır ki ne Uhudlar bitecek, ne Okçular Tepesi. Dünyâ döndükçe Müslümanların imtihânları devâm edecektir. (http://yenidunyadergisi.com/okcular-tepesi-bugun-neresi/)
Komutanı, âlemlere rahmet, en güzel örneğimiz Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav) olan ordu bile yenilmekten kurtulamamıştı. Bugün kainatı idare ettikleri, istediğine hidayet verdiğine, savaşların seyrini değiştirdiğine inanılan bâtinî tarikatların şeyh ve gavsları demek ki Allah’ın elçisinin bilmediği şeyleri biliyor, Allah’ın Rasûlüne vermediği vasıfları bunlar sahipler! Yazıklar olsun ki ne Allah’ın kitabı kur’an’ı ne de Allah’ın elçisi olan Muhammed Mustafa (sav)i doğru düzgün tanımamış ama kendi icat ettikleri din algısı ile Müslümanları aldatan, sömüren sefil insanlara. İzzetini, vatanını, namusunu, nesillerini, istikbalini kaybetmesine rağmen bu hezimetleri ve bunun niye olduğunu düşünmekten bile aciz insanların vay haline.
وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
“Onlara (düşmanlarınıza) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” (Enfâl,8/60.)
Sâhi, kendini korumak için bile savaştığı düşmandan silah almaya mahkum olan Müslümanlar bu ayeti ne kadar anlamışlardır? Düşmanlarını korkutmak bir tarafa kendisine güldüren; izzet ve caydırıcılığını kaybetmiş bir ümmet nasıl toparlanacaktır? Günümüz Müslümanları Uhud Savaşından ne kadar ders almışlardır? Cevap izahtan vârestedir.
2- Müslümanlar hicretin 2. yılının (624) Ramazan ayında burada Mekkeli müşriklerle yaptıkları ilk savaşta yüce Allah’ın yardımıyla kendilerinden sayıca çok daha fazla, silâh bakımından daha üstün olan düşmanlarını yenmişlerdi. Müminler, Yüce Allah, bütün işlerin sonuçta kendisine döndüğünü, bütün faaliyetlerin kaynağının kendisi olduğunu, melekleri indirmenin, müminlerin kalplerine bir muştu olmak ve bununla yakınlık, sevinç, güven ve sebat sağlamaktan başka bir şeye mebnî olmadığını, zaferin doğrudan doğruya O’nun yüce katından olduğunu, hiçbir vasıta, sebep ve araca gerek kalmadan yalnızca takdirine ve iradesine bağlı olduğunu bildiriyor. Daha önce yaptığı gibi Allah size de yardım edecektir yeter ki siz üzerinize düşen kulluk görevinizi lâyıkı ile yerine getirin…
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Andolsun ki Allah size, zayıf ve çaresiz iken Bedir’de de yardım etmişti. Allah’a isyandan sakının ki şükretmiş olasınız.” (Âli İmran,3/123.)
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ
“O hâlde Allah’a koşun. (Yalnız Allah’a dayanıp, güvenerek O’nun himayesine koşun!)” (Zâriyât,51/50.)
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّ كُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜبَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
“O zaman inananlara şöyle diyordun: "Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi?" Evet, eğer siz sabır gösterip itaatsizlikten sakınırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize gelseler bile rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.” (Âli İmran,3/124-125.)
Yüce Allah Bedir Savaşı’nda müslümanlara yardım etmek üzere önce bin melek göndermiş (Enfâl,8/9), daha sonra müslümanların morallerini takviye etmek amacıyla 3000 melek daha göndererek müşriklerin yenilgiye uğramalarını hızlandırmıştır. Bedir Savaşı’nda müminlerin meleklerle desteklenmesi konusuna Enfâl sûresinin 9 ve 12. âyetlerinde de açık biçimde değinilmiştir. Her şey Allah’ındır ve Allah’ın daha nice orduları vardır…
3- Ayette belirtilen yüce Allah’ın melekleri, müminler için bir zafer işareti olsun ve kalpleri yatışıp moralleri yükselsin diye göndermiştir. Yoksa zafer O’nun elindedir, güç ve kuvvet sadece O’nundur. O dilediği takdirde melek göndermeden de düşmanın kalbine korku salar ve müminlere zafer kazandırırdı.
Nitekim “Zafer, yalnızca güçlü ve hikmet sahibi Allah katından gelir” ifadesi bunu vurgulamaktadır. Ama O’nun hikmeti melek göndererek yardım etmeyi gerektirdiği için böyle yapmıştır. Yani zafer, Allah’ın takdirini gerçekleştirmek amacı ile yine Allah tarafından bahşedilmektedir. Gerek Resulullah’ın gerekse beraberindeki mücahitlerin, zaferin gerçekleşmesinde hiçbir etkinlikleri söz konusu olmadığı gibi hiçbir kişisel amaçları ya da payları da söz konusu değildir.
Böylece müslümanlar, zaferden, onun sebep ve sonuçlarından benliklerini sıyırırlar. Bu sayede, zaferin galip gelenlerin ruhlarına verdiği kibirden, azgınlıktan, böbürlenmekten, ruhlarına ve şahdamarlarına üflediği kendini beğenmişlik duygusundan kurtularak, bu işte hiçbir paylarının olmadığını, başından sonuna kadar işin tamamen Allah’a ait olduğunu idrak ederler. Müslümanların bugün tekrar hatırlamaları gereken en önemli şey şudur: Zafer, yalnız güçlü ve hikmet sahibi Allah katındandır ve zaten izzet, şeref üstünlük Allah’a aittir.
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
“Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştır. Zafer, yalnız güçlü ve hikmet sahibi Allah katından gelir.( Allah bu yardımı) inkâr edenlerin bir kısmını kesmek veya onları ümitsiz olarak geri dönecek şekilde bozguna uğratmak için (yapmıştır).” (Âli İmran,3/126-127.)
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“…Hâlbuki asıl üstünlük (izzet,şeref), ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” (Munâfıkûn,63/8.)
4- Ayette Mü’minlere hiçbir işte, ne zafer ne de yenilgide, hiç kimsenin bir etkinliğinin söz konusu olmadığını, insanlardan yalnızca itaat, bağlılık ve görevi yerine getirme istendiğini, bundan sonrasının ise tamamen Allah’a ait olduğunu, hiç kimsenin, hatta Resul’ün (salât ve selâm üzerine olsun) bile bir fonksiyonunun olmadığı gerçeğini haykırmaktadır. 15 Temmuz’u atlatıp Allah’ın bizi koruduğunu ve başarının Allah’tan olduğunu unutmamalıyız.
ليْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
“(Resulüm!) Bu işte senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul eder veya onları cezalandırır. Çünkü onlar zalimlerdir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dilediğini bağışlar dilediğine azap eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” (Âli İmran,3/128-129.)
“Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Peygamber savaşta yaralanınca “Peygamber’ini yaralayan kavim nasıl felâh bulur?” buyurmuş, bunun üzerine 128. âyet inmiştir (“Megâzî”, 21). Bu âyetlerle kâfirler hakkında dünyada ve âhirette verilecek hükümde Hz. Peygamber’in herhangi bir müdahalesinin söz konusu olmadığı, hükmün tamamen Allah’a mahsus olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim bazı âyetlerde Hz. Peygamber’in görevinin sadece tebliğ etmek olduğu bildirilmiş, hidayetin tamamen Allah’ın iradesine bağlı bulunduğu vurgulanmıştır (bk. Bakara 2/272; Ra‘d 13/40; Kasas 28/56).
Bir başka anlatımla, yüce Allah burada Resûl-i Ekrem’e hitaben şöyle buyurmaktadır: Ey Resulüm! Onları helâk veya tövbelerini kabul etmek yahut kâfir olarak öldürüp âhirette cezalarını vermek senin isteğine değil, bizim hikmetimize ve irademize bağlı bir şeydir. Hikmetimiz neyi gerektirirse onu yaparız. Senin bu işte herhangi bir müdahalen söz konusu değildir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Müşrikler de bu egemenlik alanının dışında değildir. Allah onlardan dilediğini affeder, dilediğini de hak ettikleri ve iradelerini kötüye kullandıkları için cezalandırır. Şüphesiz O’nun bağışlaması çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir.” (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 667-668)
Ayetlerde anlatılan Uhud Savaşında; safların ve kalplerin ayrılması, akideler uğruna ölen şahitler edinilmesi, müslümanların sözlerini ve ideallerini pratik bir ölçek ile ölçmeleri için temenni ettikleri ölümle yüzyüze getirilmesi ve sonuçta müslüman kitlenin o sağlam hazırlıkla kafirleri bertaraf etmesi gibi hikmetler de ortaya çıkmıştır.
5- Yarattığı ve sahibi olduğu kulunu her şeyden daha iyi tanıyan ve onu başı boş bırakmayan Rabbimiz tam cihadı anlatırken araya faiz yasağını koymuştur. Nasıl ve ne şartlarda savaşacağımızı da belirleyen, ekonomi de ticareti helal, faizi haram kılan da âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Fiili savaşa hazırlanmak ve tedbir almak ile ruhların arındırılması, kalplerin temizlenmesi, hevâ ve heveslere gem vurulması ve toplumda sevgi ve hoşgörünün yaygınlaştırılması işlemlerinin bir arada sunulmasının sebebi bunların birbiri ile irtibatlı olması ve Müslümanın hayatının dizayn edilmesi ve Allah’ın rızasını kendine kazandıracak standartların belirlenmesidir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
“Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının. Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Âli İmran,3/130-132.)
Kur’an’da ribâ yasağını ve aşamalarını Diyanet İşleri Başkanlığının tefsirinden aktarmak istiyorum: “Yüce Allah’ın, bir taraftan müslümanların Uhud Savaşı’ndaki durumlarını diğer taraftan da Bedir Savaşı’nda melekleri göndererek müslümanlara yardım ettiğini ve bu yardımın sebeplerini hatırlatırken Türkçe’de “tefecilik” deyimiyle de ifade edilen “kat kat faiz yeme” yasağına geçilmesinde bir hikmet olmalıdır.
Uhud’daki yenilginin en önemli sebebi, bir kısım müslümanların servet gailesine düşmeleri olmuş ve ganimet toplama hırsları, kazanmak üzere oldukları zaferi yenilgiye çevirmiştir. İşte hikmet sahibi Allah’ın, burada faizcilik ve tefeciliği yasaklamasını bu sebebe bağlı olarak açıklamak uygun olur. Çünkü tefecilik yapanların, hak edilmemiş kârlarını arttırmaktan başka bir şey düşünmeyecek kadar kazanma hırsına kendilerini kaptırdıkları, kamu yararını ve dar gelirlilerin halini düşünmedikleri yaşanan bir gerçektir. Bu durum, haksız kazanç ve servete düşkünlüklerini daha da arttırmaktadır.
Kur’an’da ribâ yasağı dört aşamada gerçekleştirilmiştir. Mekke döneminde inen konuya ilişkin ilk âyette, faizin Allah katında bereketsiz bir kazanç olduğu, malı arttırmayıp tersine bereketi giderdiği bildirilmiş; buna karşılık Allah rızâsı için verilen zekâtın malı arttıracağı vurgulanmıştır (Rûm 30/39). Bu ilk aşamada faiz açıkça yasaklanmamakla birlikte Allah katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilerek kötülenmiş, Câhiliye döneminde bile çirkin bir kazanç olarak telakki edilen faizin kaldırılması için psikolojik bir zemin hazırlanmıştır.
İkinci aşamada, Medine döneminde inen Nisâ sûresinin 160-161. âyetlerinde, faizin yahudilere haram kılınmış olmasına rağmen onların bunu helâl sayarak alıp vermeye devam etmeleri yüzünden birçok cezaya çarptırıldıkları haber verilmiş, yine dolaylı bir şekilde faiz yasağına temas edilmiştir.
Üçüncü aşamayı oluşturan ve konumuz olan âyetlerde faiz açıkça yasaklanmış ve kurtuluşa ermenin Allah’ın bu yasağına uymaya bağlı olduğu belirtilmiştir. Müfessirler 130. âyette geçen “kat kat” kaydının, faiz yasağının sınır ve şartlarının belirtilmesi amacıyla değil Araplar’ın o günlerde en çok uyguladıkları bir faiz şeklinin açıklanması maksadıyla zikredildiğini kabul ederler (Şevkânî, I, 423-424).
Bir başka ifadeyle buradaki üslûp, ilk planda Mekke’de yaygın olan bileşik faizli borç işlemlerini hatıra getirmekle beraber, âyetteki kat kat kaydı tek dereceli faizin helâl olduğu anlamında olmayıp devrin Arap toplumunda yaygın olan ve vadesinde ödenmeyen borçlar hakkında yapılan tefecilik uygulamalarının kötülüğüne yapılmış özel bir vurgu niteliğindedir.
Faizle borçlananların, çoğu zaman ödeme güçlüğüne düşebildikleri, borcu vadesinde ödeyemedikleri için anapara yanında faizin faizini de borçlandıkları, böylece faizin katlandığı da bir gerçektir. “Kat kat” ifadesi bu gerçeğin altını çizmektedir.
Dördüncü aşamada inen Bakara sûresinin 275-281. âyetlerinde artık faiz, bir önceki kaydı da taşımaksızın kesin ve sert bir üslûpla yasaklanmış, faizi bırakanlara geçmişte aldıklarından sorumlu tutulmamak gibi bazı teşvikler getirilirken faizde ısrar edenlerin Allah ve Resûlü’ne savaş açmış olacakları belirtilmiştir. Bu âyetlerde faizin alışverişten farklı olduğu vurgulanmış, faizin dünya ve âhiretteki kötü sonuçlarına işaret edilmiştir.
131. âyette “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!” buyurularak faiz yiyenlerin âhirette kâfirler için özel olarak hazırlanmış olan cehennemde cezalandırılacaklarına işaret edilmekte, 132. âyette ise Allah’ın rahmetine ve bereketine erebilmek için Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına itaat etmenin gereği vurgulanmaktadır.” (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 669-671)
6- Müminler, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler, müttakîdirler, faiz yemezler, cenneti hak etmek için maddi ve manevi her şeyleri ile yarışırlar, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, iyilik ederler, Allah için sever ve Allah için öfkelenirler ve güçleri yettiği halde zarar gördüğü kimselere karşı intikama kalkışmadan, sabredip öfkelerinin kendilerini ele geçirmesine izin vermeden öfkelerini yenebilirler, insanları affederler, onlar söz-fiil olarak çirkin (fâhişe/zina) bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri (zulüm) zaman Allah’ı unutacak şekilde kalpleri taşlaşmadan ve ruhları kararmadan Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Müminler yaptıkları kötü işlerde bile bile ısrar etmezler. Bunlar müttâkilerin özellikleridir.
Takvâdan kaynaklanan hasletleri taşıyanlar ve gereğini yerine getirenler Allah katında sevilen kimselerdir. Allah âhirette onların mükâfatını verecektir. İşte İslâm, Allah’ın rızasını kazanacağı standartları belirlemekle zaaf anlarında insan denen zayıf yaratığın elinden böyle tutmaktadır. Ayrıca ihtiras, öfke ve hatalara galip gelmek, Allah’a dönüp O’nun bağışlamasını ve hoşnutluğunu dilemek, savaş alanında düşmana karşı zafer kazanmak için de zorunlu vasıflardır.
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın! Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever. Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran,3/133-135.)
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
“İşte onların (takvâ sahibi müminlerin) yaptıklarının karşılığı rableri tarafından bir bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Âli İmran,3/136.)
Bu ayetlerde Allah’a ve Resule itaat emri genel olduğu gibi rahmetin de bu itaate bağlı olarak tecelli etmesi geneldir. Ancak, bu emrin, faizin yasaklanmasından sonra gelmesi özel bir anlam ifade etmektedir. Faizin ihdas edilmesi, faiz alanlarda açgözlülük, hırs, cimrilik ve bencillik; faiz ödemek zorunda olanlarda ise nefret, kızgınlık, düşmanlık ve kıskançlık duyguları yaratır. İşte bu kötü duygular, Uhud'daki yenilgide belli bir ölçüde rol oynamışlardı.
Bu nedenle Allah faizi yasakladı ve haram kıldı, onun aksine infakı emretti. Cennet'in faizle borç para veren açgözlüler için değil, infak eden ve cömertçe harcayanlar için hazırlandığı aşikârdır. Buna göre, faiz esasına dayanan toplumlarda Allah’a ve Resule itaat söz konusu değildir. Ayrıca her ne surette olursa olsun faiz yiyen kalpte Allah ve O’na itaat duygusu barınamaz. Artarda gelen telkinlerin nedeni budur.
7- Kur’an, insanlığın geçmişini bu gününe, bugününü de geçmişine bağlar. Buradan hareketle de geleceğine işaret eder. Müminlere yeryüzünde uymaları gereken kuralları bildirir. Müslümanlarda kendilerinden öncekilerin tabi olduğu kurallara tabidirler, aynı cehennemden sakınıp aynı cennete girmek istemektedirler.
Müminlerden “Allah’ın, tabii veya sosyal bakımdan kâinatı yönetme yasası ve yöntemi” olan “sünnetullah”ın değişmez ve bozulmaz olduğu, geçmişte peygamberlerini yalanlamış olan milletlere ve bunlara uygulanan ilâhî sünnete dikkat çekilmekte, onların düştükleri hatalara düşmemeleri istenmektedir. Ayrıca Müslümanlara zafer ve üstünlük elde etmek için, başta Allah’a ve Resulüne itaat etmek olmak üzere zaferin sebeplerine sarılmadan sırf müslüman oluşlarını söylemelerinin yeterli olmadığı öğretilmektedir.
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
“Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın.” (Âli İmran,3/137.)
“Şüphe yok ki Allah’ın savaşlar için de koyduğu kanunları vardır. Bu kanunlara uygun davrananlar inkârcı, putperestler de olsalar, Allah’ın kanunu uyarınca galip gelirler. Tedbirsiz davrananlar da peygamber veya evliya dahi olsalar yine yenilgiye uğrarlar. Çünkü Allah’ın sünneti değişmez. O’nun sosyal hayat için koyduğu kanunlar savaşta da geçerlidir. Savaşın şart ve gereklerine uyanların galip, buna uymayanların mağlûp olması ilâhî bir kanundur.” (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 675-677)
8- Kur’an’ın bütün insanlar için hak ile bâtılı, yanlışla doğruyu birbirinden ayırt eden, açıklayan ve doğru yola ileten bir kitap, özellikle takvâ sahipleri için bir ibret ve öğüt olduğunu ifade eder. Hidayet; uzun ve zor bir beşerî değişimdir ve bu ancak müttâkiler için Allah’ın gönderdiği Kur’an ile gerçekleşebilir.
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ
“Bu Kur’an insanlara bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” (Âli İmran,3/138.)
9- “Gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer gerçekten inanmışsanız en üstün olan sizlersiniz” ayeti, iman nimeti ve salih amellerle müzeyyen kulunu haysiyet ve vakar sahibi yapar, zalimlere karşı hakkı haykırma gücü verir. Bildiğimiz bir hususta mağlubiyet/yenilgi her zaman, güç kuvvet, şeref ve izzet sahibi olmamaktan ileri gelmez. Üstün olanlar da zaman zaman yenilgiye uğrarlar. Fakat bu durum esas olan gerçeği, yani imandan kaynaklanan gerçek izzeti/üstünlüğü gölgelemez ve değiştirmez.
Nitekim Uhud Savaşı’ndaki görünürde yenilgiye uğramış olan Müslümanları hem teselli etmiş hem de değişmeyen gerçeği hatırlatmıştır. Müslümanları teselli etme amacı taşıdığı anlaşılan âyet, yenmenin de yenilmenin de Allah’ın değişmez kanunu olduğunu, dolayısıyla Uhud Savaşı’nda uğradıkları yenilgiden dolayı ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini onlara hatırlatmakta; güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olacağını müjdelemektedir. Bu, yüce Allah’ın peygamberlerine ve samimiyetle onlara inanan müminlere bir vaadidir.
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Âli İmran,3/139.)
“Uğradığınız zayıflıktan dolayı gevşemeyin. Başınıza gelen musibetlerden ve kaçırdığınız fırsatlar yüzünden üzülmeyin. Üstün olan sizsiniz. Her şeyden önce akide üstündür; çünkü siz sadece Allah’a secde edersiniz. Onlarsa, O’nun yarattıkları şeylerin kimine ya da bazısına secde ederler Hayat metodunuz üstündür; çünkü siz Allah’ın gösterdiği metoda göre hareket ediyorsunuz. Onlarsa Allah’ın yarattıkları insanların hazırladığı metoda uymaktadırlar. Üstlendiğiniz rol üstündür; çünkü siz, bütün insanlığın önderliğini elinizde bulunduruyorsunuz, topyekün insanlığın öncülerisiniz. Onlarsa metodtan uzaklaşmış ve yoldan sapmışlardır. Yeryüzündeki konumunuz üstündür; Çünkü Allah’ın size vadettiği yeryüzünün mirası sizindir, onlarsa yokluğa ve unutulmaya yuvarlanıp gideceklerdir. Şayet gerçek müminlerseniz, üstün olan sizsiniz. Gerçekten inanıyorsanız, gevşemeyin, üzülmeyin! Cihad, imtihan ve arınmadan sonra sonucun sizin olması için yaralar almanız ve yaralanmanız yüce Allah’ın bir kanunudur.” (http://www.islamidavet.com/kuran/al-i-imran-suresinin-95-145-ayet-tefsiri-fizilalil-kuran-seyyid-kutub/)
Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır. Ashaptan biri “Ey Allah’ın Resûlü! O gün (sayıca) az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)? diye sordu. Resûlullah (s.a.v) “hayır, bilakis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size karşı duyduğu “mehâbeti” (korkuyu) çekip alacak ve kalbinize “vehn” (zafiyet) atacak (bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacak) tır” buyurdu. Ashaptan biri “Ey Allah’ın Resûlü! “vehn” nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber “dünya sevgisi ve ölüm korkusu” diye cevap verdi[3]”.[4]
Bugün yeryüzünde gerçekten zor zamanlar yaşayan Müslümanlar için “gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” ayeti ile beraber şu ilahi uyarılara uyarak Hak Yol’da ısrarla yürüme vaktidir:
“Onların kurdukları tuzaklardan ötürü canını sıkma!” (Neml 27/70)
“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme; onların ezalarına aldırış etme ve Allah’a tevekkület. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzâb 33/48)
“Siz kendinize bakın! Siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapan(lar) size asla zarar veremez.” (Maide 5/105)
Zulmün iyice koyulaştığı ve mazlumların “Allah’ın yardımı ne zaman!”yakarışlarının ayyuka çıktığı şu günlerde, Rabbimizin “Dikkat edin: Allah’ın yardımı yakındır!” (Bakara 2/214) müjdesini işitir gibiyiz…
10- Allah zaferi ve yenilgiyi kâfirlerle müminler arasında döndürmekte, her iki tarafa da acı ve tatlı günler yaşatmaktadır. Ancak müminlerin ölülerine şehitlik rütbesini vererek onları cennetine koyacağına işaret ederken, zalimleri sevmediğini bildirmek suretiyle de kâfirlerin ölülerini cehennemine sokacağını îma etmektedir.
Demek ki yaralanmak, öldürülmek veya yenilmek bir tarafa değer kazandırıp günahlardan arınma imkânı sağlarken, diğer tarafa zillet ve kayıp getirmektedir. Ayrıca Yüce Allah, beşeriyete önderlik için adım atmak üzere olan şu topluluğu, rahatlıkla imtihandan sonra sıkıntı ile, olağanüstü bir zaferden sonra acı bir yenilgiyle imtihan ediyordu.
Bu ve sebepleri yüce Allah’ın zafer ve yenilgi için yürürlükte olan kanunlarına uygun meydana gelseler de bununla, Müslümanların zafer ve yenilginin sebeplerini bilmesi, Allah’a daha çok itaat etmesi, O’na dayanması, himayesine yapışması ve bu metodun özelliklerini ve yükümlülüklerini iyice bilmesini amaçlamaktadır. Rabbimiz gerçek müminleri ortaya çıkarmak ve şehit ve şâhitler edinmek ister. Allah müminleri arındırır ve kafirleri yok eder. Allah zaten zâlimleri sevmez.
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙوَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ
“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.” (Âli İmran,3/140-141.)
“Müminlere Uhud Savaşı ile Bedir Savaşı’nın mukayesesi yapılmaktadır. Buna göre yüce Allah Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğramış olan müminleri teselli etmek ve cesaretlendirmek için onlara Bedir Savaşı’ndaki zaferlerini hatırlatarak buyuruyor ki: Eğer siz Uhud’da yenilgiye uğradıysanız hemen üzüntüye kapılıp cesaretinizi yitirmemeli ve zaaf göstermemelisiniz. Bilmelisiniz ki düşmanlarınız da Bedir’de benzeri bir yenilgiye uğramışlardı. Fakat onlar yenildikleri için zaaf göstermemişler, cesaretlerini yitirmemişler, bilâkis onlar sizinle savaşmak için azimli ve kararlı bir biçimde hazırlıklarını tamamlamış ve Uhud Savaşı’na gelmişler, sonuçta kararlılıklarının karşılığını da almışlardır. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Allah onları sevdiği için değil, onlar sabırla ve kararlı bir şekilde savaştıkları için zafere ulaşmışlardır. Sabır ve kararlılık içerisinde çalışıp gayret gösterenler daima başarıya kavuşurlar. Bu ilâhî bir kanundur.” (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 679)
Allah müminlerin arasından şehitler/şâhitler seçmektedir. Kuşkusuz şehidler seçilmiş kimselerdir. Yüce Allah onları kendisi için mücahitler arasından seçmiştir. O halde Allah yolunda şehid düşmüş birisi için bir hayıf ya da zarar söz konusu değildir. Bu, bir seçkinlik, arınmışlık, üstünlük ve ayrıcalıktır. Bunlar, yüce Allah’ın kendisi için ayırmak, yakınlığıyla onurlandırmak için şehadetle rızıklandırdığı kişilerdir. Herkese nasip olmamaktadır.
11- Yüce Allah müminlere nihaî başarının iyilikler uğrunda gösterilecek özverilere ve çalışmaya bağlı olduğunu hatırlatmakta, Allah yolunda cihad etmeden ve cihadın gerektirdiği yaralanma, acı, ağrı gibi sıkıntılara katlanmadan, hatta canını feda etmeyi göze almadan ve buna katlananlarla katlanmayanlar ayırt edilmeden cennete girmeyi düşünmemeleri gerektiğine işaret buyurmaktadır. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?” buyurularak, önceki peygamberlerin ve ümmetlerinin yaptıkları gibi yüce değerler uğrunda özverilerde bulunmadan başarılı olunamayacağı ve cennete girilemeyeceği haber verilmiştir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 679-680)
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ
“Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?” (Âli İmran,3/142.)
“Müminlerin yalnızca cihad etmeleri yeterli değildir. Davanın zorluklarına karşı sabretmek de gerekmektedir. Zorluklar meydan savaşında yapılan cihadla bitmeyecek kadar sürekli ve çeşitlidir. Savaş alanındaki fiili cihad, imanın gerektirdiği ve sabretmeyi istediği davanın en hafif zorluğu olabilir. Her gün karşılaşılan birçok meşakkat vardır. İman ufkuna doğru istikamet bulmanın meşakkati. İmanın gerçeklerini teorik ve pratik olarak dengeli bir şekilde yerine getirme zorluğu; müminin, günlük hayatında beraber bulunduğu insanların” nefislerinden ve başka özelliklerinden beliren insana özgü zaaflara karşı o esnada sabır… Batılın üstünlük kazandığı, mücadele edip zafer kazanmaya başladığı dönemlerde sabır. Yolun uzunluğuna, mesafenin uzaklığına ve engellerin çokluğuna karşı sabır… Cihad, sıkıntı ve çarpışmanın zorluğuna ilişkin sabır… Rahatlığın vesvese ve nefsin saptırmalarına karşı sabır… İdeal ve dille söylenen sözlerle ulaşılamayan Cennetin zorluklarla çevrili yolunda cihadın sadece bunlardan biri olduğu bilinci ve daha nice işkenceye karşı sabır…” (http://www.islamidavet.com/kuran/al-i-imran-suresinin-95-145-ayet-tefsiri-fizilalil-kuran-seyyid-kutub/)
12- Mü’min iman eder ki, hayat da ölüm de Allah’ın takdirine bağlı olaylardır. Takdir edilen zaman geldiğinde istense de istenmese de ölüm gerçekleşecektir. Savaş alanlarında asıl olan ölmek değil, müslümanların zaferi için gayret göstermek ve savaşmaktır. Ama bu esnada ölmeyi göze almadan savaşa girişen kimsenin göstereceği çaba, bu uğurda ölmenin kendisini yüksek bir pâyeye eriştireceği inancıyla savaşan kişinin çabasına denk olamaz. Kur’an’da ve hadislerde şehitliğin özendirilmesi de bundan dolayıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben isterim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra tekrar öldürüleyim (el-Muvatta’, “Cihâd”, 27, 40). Bu hadisteki mesaja yürekten inanan bir müslüman açısından, –diğer İslâmî ilkeler gereği hayatını korumak için her türlü önlemi alması gerekli olmakla beraber– Allah yolunda savaşırken, artık yaşama arzusu zaferin önünde bir engel olmaktan çıkar. (Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 1 Sayfa: 680-681)
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟
“Gerçek şu ki, ölümle karşılaşmadan önce onu istiyordunuz; işte şimdi onu apaçık görmektesiniz.” (Âli İmran,3/143.)
“Bazı müfessirlere göre burada müslümanların ölümü istemelerinden maksat, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak yerine daha çok ölüme sebep olan meydan savaşını tercih etmeleridir. Hz. Peygamber “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah’tan âfiyet isteyiniz. Ama düşmanla karşılaştığınız zaman da sabırlı olunuz (direniniz). Bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyurmuştur (Müslim, “Cihâd”, 20). (Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 1 Sayfa: 680-681)
Kuşkusuz yüce Allah, müminlerin bir çabası ve yardımı olmaksızın, ilk andan itibaren peygamberlerini, davasını, dinini ve hayat metodunu galip getirebilirdi. Ancak sorun zafer değildir. Sorun bütün zaaf ve eksiklikleri, şehvet ve istekleri, cahiliyye ve sapıklıklarıyla beşeriyetin önderliğini eline almaya hazırlanan müslüman ümmetin eğitilmesiydi. Beşeriyete önderlik, önder olacakların üstün bir şekilde hazırlanmalarını gerektiren önemli bir görevdir.
Ahmet Hocazâde, 30.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir. Ayrıca Rabbine kavuşmuş iki güzel insanın tefsir çalışmalarından istifade edilmiştir. Rabbim kendilerine rahmeti ile muamele etsin.
[2] Geniş bilgi için bkz. http://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82l-i%20%C4%B0mr%C3%A2n-suresi/414/121-122-ayet-tefsiri
[3]Ebû Dâvûd, Sünen, Melâhim, 5.; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/359.; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, h. no. 12244.
http://library.islamweb.net/newlibrary/display_book.php?flag=1&bk_no=55&ID=7459
https://ar.islamway.net/article/31117/%D8%AD%D9%88%D9%84-%D8%AD%D8%AF%D9%8A%D8%AB-%D9%8A%D9%88%D8%B4%D9%83-%D8%A3%D9%86-%D8%AA%D8%AA%D8%AF%D8%A7%D8%B9%D9%89-%D8%B9%D9%84%D9%8A%D9%83%D9%85-%D8%A7%D9%84%D8%A3%D9%85%D9%85
[4]عَنْ ثَوْبَانَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُوشِكُ الْأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الْأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا فَقَالَ قَائِلٌ وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهْنُ قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ،أبوداوود،كتاب الملاحم،رقم4297.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz