"Tasvir, hakikat, temsil, temellük, adalet, aşk… Metin Erksan Türk sinemasında işte bu konular üzerine düşünmeyi başlatmış bir yönetmen."
1950’lerden itibaren Erksan’ın Türk sinemasının temelini atan memur sinemacıdan farklı, düşünür sinemacı kimliğinin oluşturduğu bir sarsıntıdan söz edilebilir sinemamızda. Toplumcu eleştiri oluşturduğu etkiyle sinema atmosferini bir süreliğine geliştirdi. 68’in bizde gençleri terörize edecek şekilde yorumlanması, hegemonik dil, katı liderlikler, kusuru hep karşı kampta aramaya özgü sekter dil… Bıçakla kesilmiş gibi değişti atmosfer, elbette sinema ortamı da…
Eylül’ün son haftasında gerçekleşen Metin Erksan Anma Etkinlikleri’nde yönetmenin sinemamızda oluşturduğu bu etkiyi konuştuk. Beyoğlu’nda, Grand Pera’da gerçekleşen etkinlikler kapsamında panellerin yanı sıra film gösterimleri, yönetmeninin filmlerinin afişlerinden oluşan bir afiş sergisi de yer alıyordu.
Abartılan bir isim mi Metin Erksan, sinemamızın gösterdiği gelişmeler açısından? Bazıları bunu öne sürüyorlar. İslamcı sinemacılardan Sevmek Zamanı’nın abartıldığını düşünenler var. Bana kalırsa Erksan, sinemamızda gerçekleşen paradigma değişiminin öncülerinden biri. Bir bakıma yalnız, “fotoğrafta ayrı duran” bir sanatçı; varlığını dayanışma ağlarına borçlu olduğu hiç söylenemez.
Söz konusu olan, izlenimci resmin Batı sanatında oluşturduğu çığırla birlikte fotoğraf makinesinden sinemaya açılan yoldur. Bu yola emeği geçen isimlerden biri, sinemanın icadından sekiz yüz sene kadar önce yaşamış olan İbnü’l Heysem (965-1040). Batı resim geleneğinde meydana getirdiği devrimle neticede kübiğe ulaşan izlenimci resim, İbnü’l Heysem’in (adı önce “Perspectiva” olan) Optik’indeki ışık teorilerine çok şey borçlu.
Bu teoride figürler canlı bedenlerin suretleri değil, bir obje veya duvardaki geometrik desenlerdir. Matematiksel olarak hesaplanan yasalar ampirik olarak da kanıtlanabilir. İmgesiz ışığın geometrisine yoğunlaşan bakış, soyutlamaya daha eğilimliydi. Ya da Hans Belting’in tanımıyla, minicik görsel imgelerdi söz konusu olan ve bu imgelerden oluşan mozaiği nokta nokta göze ileten görme ışınları. Akla Cezanne resmi gelmiyor mu?
“Doğa içeridedir” demişti Cezanne. Bakış açımızda bir hata vardı, perspektif görüşümüzde de… Avrupa izlenimci resimle sinemaya geçerken Avrupa askeri okullarında teknik resim öğrenen ressamlarımız kanalıyla modernliği merkezi perspektifle bütünleştiren bir tasvir eğitiminde oyalandık yüz yıl boyunca. Metin Erksan’ın Türk Sineması’nda meydana gelen paradigma değişikliğinin arka planında resmi akademi karşıtı bir hareketin bulunduğunu hatırlamak gerekiyor.
Bu hareketi oluşturan isimler arasında Erol Akyavaş, Nuri İyem, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Turgut Cansever, Nail Çakırhan gibi isimler var. Devletin katı Batılılaşma politikası tarafından araçsallaştırılan bir sanatın hakikatle ilişkisinin baştan koptuğu yolundaki argümanlarıyla DGSA’ya muhalif bir grup oluşturan bu isimlere sinemadan katılacak isim ise Metin Erksan olurdu, giriştiği tasvir kodları kurcalaması nedeniyle. Erol Akyavaş da Amerika’ya gitmeden önce Bedri Rahmi’nin öğrencisi olmuş bir süre.
Sinemaya ulaşmak için ressamın dünyaya bambaşka gözlerle bakması gerekiyordu. Resmi (ulusal) sanat paradigması dışında ortaya çıkan faaliyet, iptal edilen geleneksel sanatın kodlarına ve unsurlarına açılma ihtiyacını ortaya koyuyordu.
Karşılığı olmayan emekler, mülkiyet sorunu, sosyal adalet, çağına tanıklık, tutkuyu oluşturan saflık, didik didik etme pahasına sürekli bir kendiliği kurcalama ve elbette faşizm sorgulaması; Erksan sinemasının niteliklerinden bazıları. Filmlerinden memnuniyetsizliği, arayışındaki içtenlikten bağımsız düşünülemez.
Hani, güllük gülistanlık bir ortamda da film yapmadı. Yalnızlaşmayı getiren bir mizaç ve tarz, oturmamış plato sisteminin aşamadığı yöntemler, bir türlü ikna olamayan bir sanatçı benliği… Ne Sevmek Zamanı’nı beğenir Erksan tam olarak ne Kuyu’yu. Uğultulu Tepeler uyarlaması Ölmeyen Aşk’ın da yarım yamalak kaldığını belirtiyor. Sahi, bir sanat eserinin tamamlanması konusunda kesin bir tarihten söz edilemeyeceğini de gösteren bir örnektir Kuyu. Çekimi sırasında filmin operatörü belirtilen 25 günlük iş süresinin aşıldığı gerekçesiyle dağların tepesinde bırakıp gider ekibi. Artisti Demir Karahan da aynı gerekçeyle ortadan kaybolur. Karahan’ın sahnelerini filmin montörü Veli Atbaşlı tamamlamıştır.
“Sevmek Zamanı” kimi eleştirmenlere göre “psikopatlığın zirvesi”ydi. Oysa sinemamızın tasvir sorgulaması yapmadan derinleşemeyeceğini gösteren bir filmdi hafife alınan. Suret ve gerçek arasındaki temel ayrım ve dolayımlılığın anlamı üzerine bir sorgulama, sinemamızın tabii gelişimi açısından zaruri bir adım. Nitekim Erksan filmini anlayabilmek için özellikle Doğu masallarını bilme şartı koşuyordu. Hüsrev ve Şirin’de olduğu gibi Sevmek Zamanı’nda da sevgilinin tasviri, hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşamaya dönük sorgulamanın atölyesine dönüşür süreç içinde.
Sinema nasıl yapılırmış? Türk sinemasının mevcudiyet kazanması için Karagöz’ü anlaması, Karagöz’deki renkleri idrak etmesi gerektiğini de söylüyordu Erksan. Karagöz ve Hacivat’ın siyasal erki boyunlarını vurdurtmaya götürecek içerikte konuşmalar yapan iki inşaat işçisi olduğuna da dikkatimizi çekti, herkesten önce; Yıldırım Türker’in yaptığı, 1996’da Fol dergisinde yayımlanan söyleşisinde de dile geldiği gibi. Angelopoulos’a ilham veren bize nasıl veremesin? Bir de “Susuz Yaz” yani çorak toprak, madun köylü ve çilekeş kadınlar var. Yerel gibi görünen çatışmaların arka planındaki küresel veya evrensel saikleri bulup çıkarmayı önemsiyor Erksan. Ken Loach’ın hiç de aslında bir mevzi savaşı olmakla sınırlı kalmayan İspanya “İç” Savaşı’nı konu alan “Ülke ve Özgürlük”ü en sevdiği filmlerden biri bu nedenle ve kuşkusuz Uğultulu Tepeler’in temi birçok filminde geziniyor.
Erksan, üzerine çok konuşulan ama sineması üzerine daha kapsamlı çalışmalar yapılması gereken öncü bir yönetmen. Eylül ayı sonunda Taksim, Grand Pera’da düzenlenen “Metin Erksan Anma Etkinlikleri” bu açıdan anlamlıydı. 28 Eylül’de, yönetmen Yılmaz Atadeniz’in yönettiği panelde Kurtuluş Kayalı, Süleyman Saim Tekcan ve Ertem Göreç’le Sevmek Zamanı’nın gerek Erksan sineması gerekse Türk sineması için taşıdığı anlamı konuştuk.
Sevmek Zamanı’nın başoyuncularından Süleyman Saim Tekcan, filmi her izleyişinde daha önce görmediği nitelikleri fark ettiğini belirtti: Tekcan’ın, “Türk insanının yüksek bir potansiyeli var, varlık içinde olanların erişemeyeceği şeyi Türk insanı yokluktan geldiği için kazanıyor” şeklindeki tespiti önemliydi. Ertem Göreç, “Ben sanatçı değildim ama Metin sanatçıydı, bir temaya sarıldığında sonuna kadardı” diye tasvir etti Erksan sinemasının bütünlüğünü. Göreç, Karanlık Dünyam’ı, Erksan’ın kendisine verdiği sansür listesine göre nasıl makasladığını da anlattı. Engin Çağlar, Erksan’ın tasavvuf kültürüne vakıf olduğuna dair izlenimlerini aktardı.
Kurtuluş Kayalı, Erksan’ın ancak bu coğrafyada var olabileceğini, bu coğrafyaya ve insanlarına tutkun olduğunu savundu, “Avrupa’da yaşasaydı kıymeti bilinirdi” şeklindeki yargılara karşılık. Kayalı Hoca, “İnce eleyip sıkı dokuyan bir yazar, bir sanatçı” olarak tanımladığı Erksan’ın Türk sinemasının müesseseleşmesindeki rolünün altını çizdi. Sevmek Zamanı’nın ise “Sınıf çatışmasını en iyi anlatan film” olduğu görüşünü dile getirdi.
Tasvir, hakikat, temsil, temellük, adalet, aşk… Metin Erksan Türk sinemasında işte bu konular üzerine düşünmeyi başlatmış bir yönetmen. Erksan’ın sinemamızı olması gerektiren bir akışa doğru yönlendirme çabası üzerine konuşmak, tuttuğumuz yol kadar izlememiz gereken seyrin farkı açısından da önemsenmeli.
Cihan Aktaş, 04.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.