Bunu erken yaşlarda keşfeden ergen kızım gibi ifade edeyim:
"Atatürk’ü değil de fanlarını sevmiyoruz işte."
Seksenlerde bir tiyatro oyununa gittiğimi hatırlıyorum. Mahallede top koşturan çocuklar ve içlerinden birinin kedilere zarar vermesiyle başlıyordu oyun. Ardından o çocuk büyüdü ve bir gece yarısı elinde fenerle ülkesinin kapılarını İngilizlere açtı. Sonrasındaysa yine aynı İngilizlerle kahramanca dövüşerek ülkesini düşmanlardan kurtararak lider oldu.
Hikaye bu ya, meğerse kedilere zarar veren, büyüyünce ülkesinin kapılarını İngilizlere açan ve ardından ülkesini düşman işgalinden kurtaran kişi Atatürk’müş. Oyun bittiğinde salonda fısıltı halinde yayılan genel kanı buydu. Zaten muhafazakar bir kesimin, muhtemelen gizlice gittiği bir tiyatro oyunuydu. Öyle bir atmosferde söylenenlere inanmak hiç de zor değildi. İlk gençlik yıllarımdı, açıkçası gerçek olup olmadığını sorgulama gereği bile duyduğumu hatırlamıyorum.
Cumhuriyet tarihinden beri Kemalistlik sopasıyla terbiye edilmeye çalışan dindar kesimin iç dinamiklerinde buna benzer enstantanelerin gelişmesi şaşılacak bir durum değil. Sürekli ötelenen, ikinci sınıf vatandaş kabul edilen, dinle imanla ilişiği olanları sahnenin arka tarafından ön tarafına geçirmeyen, en görüneni başörtülüler olduğu için Atatürkçülük adına yasaklarla sindirmeye çalışılan bir kesime, “Atatürk bu ülkeden dini kaldırmak için düşmanla anlaştı” derseniz, inanması o kadar yalın ve zahmetsiz olur.
Yaşarken kabullenip sustuğumuz birçok şeyin, psikolojik taciz boyutunu geçip, fiziksel tacize uzandığını kaç kişi fark edebilmişti ki? Hem fark etse ne olur, kabullenip susmaktan başka bahtımıza düşen, hapislerde çürümek, fazladan zulüm görmek. Şapka takmadı diye asılan Şalcı Bacıların, İskilipli Atıf hocaların torunları, sakal bırakıyor diye, kuran veya dini kitap okuyor diye irticayla suçlanıp yıllarca hapislerde yattı. Başörtü takıyor diye üniversiteye gitmelerine izin verilmedi. Devlet dairelerinde çalışmayı bırakın, koridorlarında yürürken bile dışlanıp aşağılandı. Bunların hepsi Atatürk adına yapıldı ve Atatürk dindar kesimin başında demoklesin kılıcı gibi sallanıp durdu.
Atatürk her kapının anahtarıydı da aynı zamanda. Kim daha çok Atatürkçüyse istediği her mevkiye gelebilecek gücü edinirdi. Birine zulüm yaparken Atatürk’ün adını kullanmak hem havalı, hem çok işlevseldi. “Atatürk” adı laik kesimin her türlü imkana ulaşmasının maymuncuğuydu. Kendilerinin nemalanamadıkları bir parti iktidara geldiğindeyse de, Atatürk kılıcını kullanarak halkın seçimini alaşağı etmek vaka-i adiyedendi. Olur da iktidarlarına çomak sokulur diye, Atatürk’ü koruma kanunu bile çıkartıldı. Atatürk, bildiğin eli sopalı mahalle kabadayısı gibi aramızda dolaştı yıllarca. Hadi gelin de inanmayın o kedileri bacağından asarak işkence eden haylaz çocuğun Atatürk olmadığına.
AK Parti iktidarından sonra ülke yavaş yavaş normale dönerken, Atatürkçülük meselesinin üzerine bugüne kadar gidilemedi. Çünkü muktedirliği elinde tutan kesim, AK Parti iktidarına da rejim sopası göstermekte gecikmedi. Muhafazakar birinin Cumhurbaşkanı adaylığına karşı çıkmak amacıyla Cumhuriyet mitingleri yapıldı, fakat tarihi ayar mekanizması bu sefer işe yaramadı. Güçlenerek iktidarını koruyan AK Parti, 15 yıl sonra şimdi de Atatürkçülük lobisini yıkmaya kararlı. Atatürk’ü belli bir kesimin elinden alarak normalleştirme çabalarını geçtiğimiz 10 Kasım’da gözlemledik.
Erdoğan’ın “Birileri çıkmış biz Atatürk’e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz” sözleri normalleşmenin ayak sesleriydi. AK Parti teşkilatları ve çevresinin Ata’ya övgüler dizerek, pankartlar asarak, Anıtkabir yolunu arşınlayarak bu girişime kendilerini fazlasıyla kaptırmaları biraz yapay gözükse de, bu sürecin olağan bir parçasıydı. Anıtkabir’e gidenlerden bir kısmı yanlarında götürdükleri Kuranı Kerim’i okurken, kimisi ellerini açıp dua etti, kimisi de saygı duruşunda bulundu. Halkın Atatürk’ü tam da olduğu gibi anlama çabalarıydı bu. Ne Tanrı gibi tapınmak, ne de gulyabani gibi fersah fersah uzaklaşmak.
Bütün bunlar laik kesim için ellerindeki son kozu kaptırmak, Kemalistlik sayesinde edindikleri yapay statüleri kaybetmek demekti ki, tutunacak dalları kalmayacak anlamına geliyordu. Kızdılar, köpürdüler, oy için yapıyor, inanmayın dediler. Halbuki herkes bilir ki göbeğinizi çatlatsanız ulusalcı kesimden AK Parti’ye oy gitmez. Zaten AK Parti’nin yüzde 50’yi ikna etme gibi bir derdi olsa bile, ulusalcılarla işe başlamaz. Atatürk’ü olduğu gibi kabul etmeyi bilen ülkücü kesimi bir parça etkileme çabası olmuş olabilir. Ama bu açılımın en büyük kazanımı, ülkenin normalleşme alanında attığı adımların pik noktasına ulaşmış olmasıdır.
Şimdi yapılmak istenen Atatürk’ü normalleştirip günahıyla sevabıyla içimizden çıkan bir değer olarak kabul etmek ve belli kesimin tekelinden çıkartmak. Taraf gazetesinin sayfalarından fırlamış köşe yazarı Kurtuluş Tayiz’in bu sürece övgü dizmeyen İslamcılara “münafık” demesi süreçle uyumlu olsa da, İslamcılar tabii ki hiçbir zaman Atatürkçü olmaz. Atatürk hakkında konuşmayı bile zül addeder. Sebebi nefret filan da değil, “düşün yakamızdan, başka ihsan istemeyiz” modudur.
Günahıyla sevabıyla bir tarih yapıldı, bunda da başrolü Atatürk oynadı. Fakat Atatürkçülük bu olaydan tamamen bağımsız ve 80 yıldır bu ülkenin kamburudur. Bunu erken yaşlarda keşfeden ergen kızım gibi ifade edeyim: Atatürk’ü değil de fanlarını sevmiyoruz işte.
Sevda Dursun, 22.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Bazı Şeyler
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk Yayınlandığı Yer: sevdadursun com
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.