بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım.
Yıl 2014'tü ve Suriye Savaşı devam ediyordu. Dört arkadaşımla beraber, ilçede hazırladığımız bir tır yardımı kardeşlerimize dağıtmak üzere Kilis ve Antep’e doğru yola çıkacaktık.
Bu arada yardım tırımız Nuh’un gemisi gibiydi; ilk yardım tecrübemiz olduğu için yardım tırımızda battaniye, zeytin, zeytin yağı, kuru gıda, un, çocuk bezi, mama, çocuklar için mont, ayakkabı ve daha birçok şey bulunuyordu. Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuktan sonra Antep’e ulaştık. Aslında bu yardımı Kızılay’a verip dağıtımını onlara yaptıracaktık ama resmi prosedürler uzadı ve biz kendimiz yapmaya karar verdik.
İyi ki de böyle yaptık, Kızılay’a verseydik daha sonra yedi defa daha yardım için bölgeye gidemezdik, elimizden geleni yaptık deyip kenara çekilirdik. O zaman da masum ve mazlum çocukları göremeyecek ve onlara dokunamayacaktık, yani şahit olamayacaktık.
O dönemi hatırlıyorum; resmi olarak yardımlar yeterli değildi, sivil toplumda yetersizdi organizasyon ve tam bir keşmekeş hakimdi yardım dağıtımlarında.
Biz de yola çıktığımız arkadaşlarımızdan olan Muhammed’in Halep’li eczacı Samir Bey’le bu dağıtımı gerçekleştirmeye karar verdik. Samir Bey hem Halep’liler arasında doktor olarak tanınıyor seviliyor hem de Antep’e ilk gelenler arasında olduğundan Antep’i ve Suriye’lilerin nerelerde olduğunu iyi biliyordu. Bir de biz gelmeden önce kendi çapında sığınan kardeşlerine yardıma başlamıştı.
Antep’e vardığımız sabahı hatırlıyorum; şehri tanımıyoruz ve elimizde bir tır yardım malzemesi…Aslında niyetimiz Samir Beyin dükkanına yardımı indirip, buradan dağıtımı gerçekleştirmekti. Ama onun dükkan bir tır malzemeyi alacak bir yer değildi.
Ne mi oldu?
Antep’te bir sabah kiralık depo aramaya başladık. Bir apartmanın altında aslında garaj olarak yapılmış ama pek de kullanılmayan bir yer bulduk, sahibi ile konuştuk. "Bize 15 günlük burayı kiralar mısın?" dedik. Allah ondan razı olsun, "Başımla beraber, siz ta Ege’den kalkmış yardım için gelmişsiniz para istemiyorum" dedi hatta ertesi gün baktık bizim yardımda bir artış var, anladık ki depo sahibi de yardım için gıda getirmişti. Rabbimin yardımını üzerimizde hissediyorduk hamdolsun.
Artık bir depomuz vardı, Nizip’li Mahmut ağabeyle tanıştık. Antep’i avcunun içi gibi biliyordu. Dağıtımı onun kamyoneti ile yapacaktık. Sonra depo hazır, kamyonet hazır, yardımı indirdik hem de 20 tane Suriye’li delikanlı ile. Sonra dağıtıma çıkmadan önce poşetleme işlemine geçtik. Biz ve Suriyeli gençler herkes bir malzemenin başına geçti, birimiz de poşeti tutuyorduk. Kimi bulgur, kimi zeytin yani herkes malzemeyi poşete koyuyor ve yenisine geçiyorduk. Bu şekilde ilk planda içerisinde getirdiğimiz her malzemeden bulunan 150 yardım poşeti ayarladık.
Hiç unutmayacağım Antep geceleri başlamıştı. Antep geceleri diyorum çünkü gündüzleri genelde yardım poşet ve kolilerini hazırlıyorduk gece de karanlıktan da istifade ile ziyaretleri gerçekleştiriyorduk. Hamdolsun Antep’in sıcağını da soğuğunu da gördüm bu vesile ile. Bir usul geliştirdik; yanımızda Halep’li Samir ve iki de Halep’li bayan vardı. Bayanlardan biri bilgisayar mühendisi diğeri ise eczacıydı. Antep’in ilk defa göreceğim gece karanlığında mahallerine gidiyorduk. Tabi gece ya da gündüz yardım dağıtırken evlere-hepsine ev demek mümkün değildi- hemen girilmiyordu.
Suriyeli mülteci bir kardeşimizin evine gelince önce iki Halep’li bacımız kapıyı çalıyor önce aileyle tanışıyor, müsait olduğunu anlayıp aileden izin aldıktan sonra biz de eve giriyorduk. İçeri girip tanışıyoruz. Bu arada o yokluk içerisinde hemen her girdiğimiz yerde bize çay ya da bir şeyler ikram etmeye çalışıyorlardı, zaten yoktu ama yoktan da vermeye çalışıyorlardı. Bir de hatırladığım hemen her gittiğim ev ya da evimsi perişan yerlerde hemen herkesin sigara kullanmasıydı.
Çok şaşırdığım şey ise çoğu ev ya da ev kılıklı dükkanda 7-10 arası çocuk olmasıydı. Çocukları sorduğumda ise, diyelim ikisi benim evladım, ikisi komşumun çocukları diğer üçü de akrabamın çocukları. Çünkü varil bombası atılınca yandaki komşuları ve akrabası şehit olmuş, kurtulan çocuklarını da alıp Türkiye’ye gelmişler. Bu çok rastladığımız bir durumdu.
Yine böyle bir gün Antep’te yardım dağıtımı yapıyoruz hiç bilmediğim bir mahallede. Yardım dağıtırken aileler gelmeye başladı ve bir kadının yanında 6 yaşlarında iki kız çocuğu vardı, korkarak ve çekinerek verdiğimiz kazak, mont, ayakkabı ve oyuncağı aldılar. Yüzlerine baktım hiçbir gülümseme yoktu. Hani çocuk bu… oyuncak alınca sevinir, yüzü güler diye beklemiştim ama o hüzünlü, çekingen ve vakar halini değiştirmedi. Onun hüznü beni de kapladı.
Aynı olayı Antep’in merkezinde bulunan “... Derneği’nin himayesindeki Onkoloji Kliniğindeki kanserli çocukları ziyaret ederken de yaşadık. Ne yapsak çocuklar gülmüyorlardı. Kanser hastası bu kadar çocuğu ilk defa görmüştüm. Hem de çocuk kanser mi diyordum kendi kendime.
Oradaki Halep’li uzman doktora bunun sebebini sorduğumda ilk defa duyduğum bir şey anlattı. Bu çocuklar Halep’te devamlı süren bombalamalar sonucunda korkudan kaynaklı bir şekilde kansere yakalanmışlardı. Hani insan korkar ve geçer, normale döner. Ama bu çocuklar o korkuyu sürekli yaşadıklarından, yanlarında anne, baba, akraba, komşu hep birilerinin katledildiğine şahit olduklarından korkuyu atlatıp normal hayata dönemeyen ve kansere yakalanan hastalarmış. Gıda, oyuncak, balon verdik, ama o masum ve savaşın kederle büyüttüğü o çocukları bırakın güldürmeyi onların yerine biz kahrolmuştuk.
Yine unutmuyorum Gaziantep merkezde bulunan “... Yetimler Derneği’nin himayesindeki iki yetimhaneye yardım götürmüştük ve yardımdan sonra çocuklarla konuşmak istedik. Aslında kötü bir şey istememiştik. Hem şahit olacaktık hem de acılarını paylaşmak istiyorduk. 6 yaşlarında Halep’in köylerinde yaşayan bir çocuk geldi ve anlatmaya başladı, bir taraftan da bir arkadaşımız kameraya çekiyordu.
Çocuk nereli olduğunu, nerden geldiğini anlattıktan sonra köye bir gün Alevilerin (Şebbiha) geldiğini gözlerinin önünde babasını nasıl öldürdüğünü anlatırken önce ağlamaya sonra da bir sessizliğe büründü. Gözlerinde hem acı hem öfke vardı yavrunun. Konuşmuyordu artık ve biz ne yapacağımızı şaşırdık keşke hiç konuşmasaydık dedik, hiç sormasaydık sadece hediyelerimizi verip gitseydik ama bir daha o yavrumuzun göz yaşlarının akmasına sebep olmasaydık. Ama olmuştu, toparlamaya çalıştık sarıldık, ilgilenen yetimhanenin yöneticisi geldi sarıldı ve götürdü o çocuğu.
Toparlanıp çocuklarla ve yetimhane yetkilileri ile görüştükten sonra yardımları dağıtmaya devam etmek için ayrıldık. Hemen her girdiğimiz evde kadın, erkek, çocuk, ihtiyarda o korkuyu, çaresizliği gördük gözlerinde.
Yine Antep’te bu sefer bir Aralık günü Antep’in mahallelerinde yardım dağıtıp dönerken Kale’nin altında bulunan yeşillikte oturan 10 kişilik bir Suriyeli aile gördük. Hemen arabayı durdurduk ve yanlarına gidip selam verdik, soğuktu ve geceydi.
Öğrendik ki bombardıman artınca Halep’ten yola çıkıp yeni sınırı geçmiş ve Antep’e kendilerini atmış bir aileydi. İki dakka sonra dedik ki kalkın burada kalamazsınız bizimle gelin dedik. Ki biz Antep’li bile değildik, Antep’i de bilmiyorduk aslında nereye götüreceğimizi de bilmiyorduk. Sonra yaklaşık 2 saat önce yardım götürdüğümüz Suriyelilerin kaldığı bir mahalle aklımıza geldi. Yardım dağıttığımız yerler ev değildi, hemen hepsi dükkandı. İçinde ne tuvalet ne su vardı, sadece o soğukta kalmamak ve de ev kiralayacak paraları olmadığı için bu dükkanlara girmişlerdi. Ha unutmadan sanmayın bu terk edilmiş izbe dükkanlar bedavaydı hayır…350-400 TL. kira verdiklerini öğrenince öfkemizden dellenmiştik.
Dedim ya; kalenin dibinde soğukta oturan aileyi yanımıza aldık ama biz de bilmiyorduk nereye götüreceğimizi. Bu arada sonradan düşününce hatırladım. Süphanallah, gecenin yarısında hayatta ilk defa gördükleri birileri –ki biz oluyoruz- kalkın gidiyoruz demişti kendilerine ve onlar siz kimsiniz, bizi nereye götürüyorsunuz, çoluk çocuğumuza ve eşlerimize bir şey olur mu dememişlerdi. Nasıl bir teslimiyet ya da daha kötü ne mi olur demişlerdi acaba?
Ya Rabbi! Keşke ne işi var bunların burada, niye geldiler diyen vicdanı gahşamış insanlar gördüklerimi görseler ve şahit olduklarıma şahit olabilselerdi…
Aileyi yanımıza aldık ve yaklaşık iki saat önce tanıştığımız ve yardım götürdüğümüz 10 kişinin yerlerde hep beraber yattıkları, tuvalet ve su bulunmayan dükkana geldik. Durumu aileye anlattık, kalenin orda bulduğumuzu ve "Yarın onlara bir yer bulana kadar sizinle bu gece kalabilir mi?" dedik. Allah razı olsun kabul ettiler. Biz ayrıldık ama kafamızda nasıl kalacakları bir yer bulacağımız vardı.
Sabah yine yardım için Antep’in mahallerinde dolaşırken daha kaba bir inşaat bulduk; sadece duvarları var, penceresi yok. Sahibiyle görüştük durumu anlattık ve bu ailenin kalacakları hiçbir yer olmadığını mümkünde bu inşaatta kalabilmeleri için izin istedik. Sağolsun artık kaba inşaat sahibi bahara kadar kalabileceklerini söyledi.
Tabi elimizde tam anlamıyla kapı, penceresi olmayan bir ev ve de kalenin dibinde soğukta parkta kalmaktan başka çaresi olmayan bir mülteci aile vardı. Sonra yarım tırımızda getirdiğimiz battaniyelerle pencereleri kapattık, aynı battaniyelerden tuvalete kapı yaptık. Bir arkadaşımız hemen bakkala gidip tüp, erzak ve daha ne gerekliyse onları aldı geldi.
Yatmaları için de yatak yapmaları için epey bir battaniye bıraktık ve ayrıldık. Garip gelebilir ama elimizden başka bir şey gelmemişti. En azından bu soğukta dışarıda kalmayacaklardı, sonrası Allah kerimdi.
Emin Emre, 25.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz