"Geçmişe ait hesaplaşmaların, kavgaların biriktirdiği nefretin değil; gelecek vizyonu ve ümidinin galebe çaldığı vicdanların sesi birleşir ve bir çığlık haline dönüşerek toplumsal barışa katkı sağlar."
Kısaca Batı diyebileceğimiz Cephe -ki Allah'a şükür kendi içinde henüz homojen değil- uzun zamandır gergef gibi ince ince ördükleri bir stratejiyi hayata geçirmeye çalışıyorlar. Erdoğan'dan bir Saddam veya Kaddafi çıkarmak! Arkası belli zaten.
2010'da verilen talimatla başlatılan ve taşeronluğunu o zaman The Cerahat'in üstlendiği "Erdoğan'da otoriter temayüller/eğilimler başladı" masum tesbiti(!) ile işaret fişeği ateşlenen süreç bir gergef gibi ince ince işlenerek onlar açısından bazı inkıtalara rağmen başarı ile yürütülmektedir.
Başta Gezi Parkı olayları olmak üzere 17-25 Aralık hukuk sosuna batırılmış darbe girişimi, akamete uğradıktan sonra amansız bir savaşa dönüşen Çözüm/Barış Süreci gibi öncü depremlerle özgürlükçü devlet ayarından güvenlikçi devlete ve bunun arka planında miliyetçi muhafazakâr bir ideolojiye evrilmeyi yaşadık.
En son 15 Temmuz işgal ve istila girişiminden sonra devleti tamamen beka sorunu etrafında kitleyip arıların saldırısına uğrayan dev ayının tepkiselliğine sürükleyerek yormak ve teslim almaya çalışıyorlar.
Bu süreçte bizi en fazla ilgilendiren bizim yaptığımız hatalar daha doğrusu verdiğimiz Sergenlik paslar oldu. Elimizden geldiğince dilimiz döndüğünce bunları anlatmaya çalıştık ama bir şekilde elimizi, dilimizi kestiler.
Bakın Batı Yakası Medyasında Türkiye ile alakalı çıkan yazı ve makalelerin, haberlerin %95 inin Fetö'nun mutfağından servis edilen malzemeler olduğunu yazalı 2 sene oldu.
Amerika'yı durduracak yegane gücün yine Amerikanın kendi kamuoyu olduğunu yazdığım yazının üzerinden 2 sene geçti.
"Obama veya başkanlarla iş yürütmeye çalışıyorsunuz da Amerika'da işler böyle yürümez, boşa uğraşıyorsunuz" demekten dilimizde tüy bitti.
Dün, "Abi siyasete atılacağım, bana danışmanlık yaparmısın?" diyen ergenlerin selfie çektirebildiği bir Zat'a bizim ulaşma ve kaygılarımızı paylaşmamızın imkansız olduğunu görmekten yorulduk.
Ülke 2010'a kadar "Erdoğan İslamcı falan ama müthiş işler yapıyor" diye takdir eden laik gençlerin Erdoğan'a galiz küfürler ettiği örneğinde olduğu gibi ortadan karpuz gibi ikiye bölündü. Dün eski düşman konseptinde boğaz boğaza gelen ülkücülerle sosyalistler "Erdoğan Nefreti/Düşmanlığı" ortak motivasyonu katolizatörlüğü ile Kemalist ortak paydasında toplaştılar.
Batı Dünyası yeni hamleleri için bir yandan kendi kamuoylarını hazırlıyor, diğer yandan de bizi içerde zayıf düşürecek gönüllü işbirlikçiler devşirmenin sosyolojisini hazırlıyorlar. Uzun zamandır Batı medyasında "özgürlükçü demokrasi ve insan hakları ve hukukun olmadığı bir Erdoğan Türkiye'sinin AB ve NATO da ne işi var?" tezi işleniyor zaten. Türkiye onlar için "Erdoğanland".
En son Nato tatbikatında Atatürk ve Erdoğan'ın düşman figürü olarak kullanılmasına böyle bakabilirsiniz. Bu bir tesadüf değildir. NATO gibi bir organizasyonda asla tesadüfe yer yoktur. Böylesi büyük ve derin bir organizasyon için bir subay değil, yüz subayın işten atılmasının kıymeti harbiyesi, değeri yoktur. Öyle anlaşılıyorki Türkiye'yi aşırı tepkisel bir karar almaya zorluyorlar. Türkiye'yi bizim hazır olduğumuz bir zamanda değil fevri ve tepkisel davranıp onların istediği zamanda NATO'dan çıkmaya zorluyorlar.
An itibariyle NATO'da olmak bize Batı Kamuoyu nezdinde kısmi bir meşruiyet ve korunma zırhı veriyor. O yüzden onlar istediği için değil, biz hazır olduğumuz zaman çıkmalıyız NATO'dan.
Dediğimiz gibi Batı Kamuoyu ve siyasî iradeleri henüz yeknesak/homojen değil ve bir kısmı Türkiyenin halâ AB ile irtibatta ve NATO ile ittifakta kalmasını arzu ediyor.
Amerika'da gündeme gelen ve ülkemizde Amerika'da olduğunun yüz katından daha fazla gündem oluşturan Rıza Sarraf davasına rutin bir hukuk süreci olarak bakmak büyük bir hatadır. Hangi siyasi düşünceden olursak olalım Amerika'nın kendi vatandaşı olmayan kişilerin ülkesinde yaşanmayan bir olaydan dolayı kendi menfaatlerine aykırı faaliyetler dolayısıyla yargılama hakkına kategorik olarak karşı çıkmalıyız. "Ama içeride yargılamalıydık, şöyle oldu böyle oldu" gibi laflar olayı Amerikanın gör dediği yerden görmek demektir. Velev ki rüşvet alınmış, velev ki yolsuzluk vesaire olmuş olsa bile bu bizim iç meselemizdir. Onları asla ilgilendirmez! Milli duruş budur.
Tam böylesi bir süreçte CB Erdoğan'ın Kemalizmle mücadele opsiyonunu açık tutarak Atatürk'le cedelleşmekten vazgeçmenin öncülüğünü yapması geç ama bu bağlamda olumlu bir hamle olarak okunabilir. Dışarıdan saldırı beklentisi olduğu halde içeride meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans Rahiplerine dönmüştük zira.
Umarım bu yeni hamle Türk Toplumu'nda doğru bir makes bulur. Geçmişe ait hesaplaşmaların, kavgaların biriktirdiği nefretin değil; gelecek vizyonu ve ümidinin galebe çaldığı vicdanların sesi birleşir ve bir çığlık haline dönüşerek toplumsal barışa katkı sağlar.
Mahalle yanarken saçını tarayanlara inat yeniden bir gönül seferberliği başlatmak zorundayız. Bu seferberlikte hiçbir kişi ve ideolojinin önderliğine ihtiyacımız yoktur. Mevcut siyasi kadrolar hatasıyla sevabıyla bizimdir ve bizim iç meselemizdir.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun İngiliz Avam kamarasında, "Ülkenizin durumundan memnun musunuz? Hükümetiniz nasıl?" sorusuna verdiği cevap bize örnek olmalıdır:
"-Kendi ülkemin hükümetini kendi meclisimde konuşurum bu sizi ilgilendirmez !"
İhtiyacımız olan tek şey Patriotismus/Vatanseverlik ortak duygusunu ortak kaygı, ortak bilinç haline getirip ortak payda altında, aynı bayrağın gölgesinde her türlü işgal ve istila girişimine karşı yek vücut olmaktır.
Naim Okur, 25.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları
Takip et: @nokur
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.