"Doğrudur; sermaye ve gücün temerküzünde, bilim ve teknolojide, modernliğin uygarlık diye sunulan kimi bağlamlarında Müslümanlar olarak hayli geriyiz. Ama bu durum, doğrudan doğruya hayata, insan ilişkilerine bakışımız, yaşama tarzımız, dünya görüşümüz, hikmet ve irfan, basiret ve ferasette de geri kaldığımız şeklinde yorumlanamaz. Kendimizi, kendi varoluş biçimimizi sonuna kadar savunmak, hayata geçirmek, insanlığa sunmak en tabii hakkımızdır."
Cumhurbaşkanımız, “Müslümanların ihmal ettikleri durumların başında kadınların geldiğini” bir kez daha ifade etti. “İslam, Allah’tan başka hiçbir gücün kulluğuna izin vermeyerek, insanı özgürleştiren ve zincirlerinden kurtaran bir dindir. Kadın eli değmeyen iş, eksiktir, yarımdır. Kadınlarımızın önündeki engelleri kaldırmak için büyük adımlar attık. Modern yapıyı İslam düşmanlığı olarak algılayan, sözde elitist özde lümpen bir gruba rağmen kadınlara haklarını teslim etme mücadelesi verdik” diye de ilave etti.
Cumhurbaşkanımızın bu ifadeleri çok önemli zira İslam düşmanları, kendileri için pek elverişli İslamofobinin yükselme ortamında fırsatı kaçırmıyorlar. Müslüman toplumlardaki kadınların durumlarını göstererek bu tablonun İslamiyet nedeniyle olduğunu öne sürüyor, bu vesileyle dinimize saldırıyorlar. Belli ki, saldırıları artarak sürecek, buna karşı bizim de hazırlıklı olmamız, bu çetrefil durumda hem Müslümanları hem yüce dinimizi özenle korumamız gerekiyor.
Şüphesiz modern yaşama tarzının getirdiği önerilere, daha doğrusu dayatmalara Müslümanların uymakta yaşadığı zorluklar, sıkıntılar var. Ama yine de Müslümanların modernliğin meydan okumasına karşı hemen kabullenici, boyun eğici olmamaları şart. Hakları belirleyenler ve bu doğrultuda tüm dünyada benzer bir anlayış ve yaşam tarzı oluşturmak isteyenlerin aynı insanlar, Batılılar olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bizim de kendimize özgü ne varsa vazgeçip tıpkı onlar gibi olmamızı, dünyaya kendileri gibi bakmamızı istiyorlar ki, bu mümkün değil. Aklımıza yatmayan mevzularda itiraz etmeli, itirazımızın insanlığın yararına olabilecek sonuçlarını vurgulamalıyız. Zira modernliğin insanlık ve özelikle kadınlar için birçok kazanım getirdiğinden bahsedilirken, birçok yeni soruna yol açtığından, ailenin köküne kibrit suyu döküldüğünden de söz ediliyor.
Doğrudur; sermaye ve gücün temerküzünde, bilim ve teknolojide, modernliğin uygarlık diye sunulan kimi bağlamlarında Müslümanlar olarak hayli geriyiz. Ama bu durum, doğrudan doğruya hayata, insan ilişkilerine bakışımız, yaşama tarzımız, dünya görüşümüz, hikmet ve irfan, basiret ve ferasette de geri kaldığımız şeklinde yorumlanamaz. Kendimizi, kendi varoluş biçimimizi sonuna kadar savunmak, hayata geçirmek, insanlığa sunmak en tabii hakkımızdır. Nasıl bizim onlardan öğreneceklerimiz varsa, onların da bizden öğrenecekleri hususlar olacaktır. Hem modernlik, iki yüz yıldır bizim de hayatlarımıza dahil olmuş, bize özgü biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Modernliğin sıkıntıları ve sorunları hakkında bize de söz düşer, çözüm önerileri konusunda onların akıllarının ucuna bile gelmemiş fikirler burada çiçeklenebilir.
Bu konuda gerçekten bağımsız düşünebilen, kendisini Batılı ajandanın yılmaz uygulayıcısı olarak görmeyen bilim ve düşünce insanlarının tavrı çok öğretici. Mesela “Batı feminist kuramlarını, kültürel olarak koşullanmış cinsel öznellik biçimleri ile farklı bilinçlilik tarzları arasındaki ilişkiyi açıklamada eksik ve yetersiz buluyorum” diyen Deniz Kandiyoti onlardan biri.
Bu bakışı sayesinde şunları söyleyebilmiş:
“Demek ki Ortadoğu ülkelerinde görülen erkek egemenliği biçimlerinin İslamiyet’e atfedilmesi temel bir yanılgıya dayanıyordu; çeşitli uygulamalara ve yorumlara yol açabilen ve evrensel bir din olan İslam’ın ‘klasik ataerkillik’ diyebileceğimiz bir erkek egemenliği biçimiyle birbirine karıştırılması. İslam medeniyetinin ‘merkez’ alanları olarak tanımlanabilecek yörelerin klasik ataerkillik alanlarıyla çakışması bu birbirine karıştırmayı kuşkusuz kolaylaştırıyor, yanılgıyı besliyordu. Yoksa farklı yerel akrabalık sistemlerinin İslam’la eklemlenmesi çok farklı sonuçlar doğurabiliyordu. Dolayısıyla, eğer günümüzün Müslüman toplumlarında giderek artan benzerlikler varsa bunların kaynağı dinde değil, modern bir olgu olan dinin siyasallaştırılması ve modern siyasi kimlik mücadelelerinde aranmalıdır…”
2005 yılında vefat eden, Protestan inançlarını akademide cesurca ve kaliteli biçimde savunabilen, üstelik hoşgörü ve uzlaşmacı fikirleriyle laikçi Fransız elitistlerini sigaya çeken büyük âlim Paul Ricoeur da Batılı akademinin yüz aklarından... ”Baş örtmeyle ilgili olarak, genç Müslüman kızlarına bir çözüm önerememiş olmamızın da beni şaşırttığını itiraf ediyorum… Hıristiyan bir kız okulda dilediği giysiyle dolanabilmesine karşılık Müslüman bir kızın başını örtme hakkının bulunmayışında gülünç bir şey olduğunu düşünmeden edemiyorum… Banliyölerimizde, cemaat yapısı din sayesinde canlı kalmış Müslüman ailelerinde görülen direnme gücü, kültürümüzün parçalanmış kesimi için bir şans olabilir… Müslümanlarda bozulmadan kalmış olan şey, bizler için umut verici bir öğe olabilir” diyor Riceour.
Bize de toplumsal cinsiyet ve haklar tartışmalarında yanında durmamız gereken yeri, yani “aile”yi işaret ediyor.
Erol Göka, Prof. Dr, 27.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları
Takip et: @erolgoka
Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına 'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017
İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.