"Evet.. kuşkusuz öyle olmalı.. nasıl da canlı! Bu beyin ne tuhaf.. gözlerimin açık olduğunu sadece sanıyor olmalıyım. Vay be.. kendi sesimi nasıl da duyuyorum."
Sesi de ağlamaklı. Bunları bana mı Mesut mu söylüyor? Bir türlü anlayamıyorum. Niye yakınıyor ki bu çocuk? Niye beni sarsıyor bilmiyorum. Şu an bile anlamış değilim. Mesut, sözde benim büyük oğlum! Aslında bana karşı hep saygılı olmuştur. Ya şimdiki tavrı.. beni hala baygın sanıyor olmalı.
Bu iyi oldu. Dur sen bu oyunu sürdürmeliyim. Demek o saygılı tavırlar göstermelikmiş.. tuvaletten çıktığımı hatırlıyorum.. üzerime bir ağırlık çöktüğünü.. lavaboya dayandığımı.. biraz doğrulup salona açılan hole yöneldiğimi ve tam salonun kapısına vardığımda gözlerimin karardığını. Çoktan uyandım.
Her bir şeyi hatırlıyorum. Baygınlık anı hariç. O geçen sürede olup biteni hatırlamayışım tabii bir şey elbet. Ama işte her şey ayan-beyan ortada. Peki ya Sevim nerede? Niye çocuklarımdan yalnız Mesut yanı başımda? Her zaman derdim:“En vefalısı bu çıkacak hanım!” Öyle de oldu. Bak işte Fikret yine kayıp. Kızım Selma ise kim bilsin kiminle çene çalıyor! Bu kadar mı duyarsız olunabiliyormuş.. ben her biri için ölürdüm.. bir yerleri acısa hanım da ben de kat be kat duyardık onların acılarını.. gerçekten.
Ve ben şimdi dünyamın karardığı bu anda yalnızım. Keşke Mesut da olmasaydı.. böyle oyun-moyun gibi edebe mugayir şeyleri ondan duyacak mıydım? Hem ben ne zaman ne oynamışım.. ve sonuna kadar da sürdürmemişim.. cesaretim yokmuş.. gücüm.. duymazdan gelmek en iyisi. İyi de Şule nerede? Şule mi?
Bana iyice bir şeyler olmuş ya hadi hayırlısı. Eşimin adı Sevim değil miydi? Ya Şule! Şule! Tabi ya! Elbette. O ilkokul beşinci sınıftayken bize gelen yeni öğrenci arkadaşımızdı? Pek bir alımlıydı. Hem alımlı hem çalımlıydı. Tuhaf bir aksanı vardı bizim bu yöreye göre. Tayinleri çıkmıştı büyük bir şehirden.. ve derken köyden pek de farkı olmayan bu şehre gelmişlerdi. Öğrenci mi öğretmen mi?
Elbette öğrenci ya da öğretmen oluşu fark eder. Ben ona karşı bir şeyler beslemiştim. Şimdi kimliğini tam hatırlamayışıma rağmen beni etkilediğini hatırlıyorum. Sözlükten anlamına bakmıştım: IŞIK.
“İlk Okuma” kitabının üzerindeki kız canlanıvermişti sanki O sınıfa girdiğinde. İlk okuma kitabımın kapağındaki resmi beş yıl geçmesine rağmen unutmamıştım. Nasıl unutabilirdim ki.. o resim hep elimin altında oldu.. beşinci sınıfa kadar. Belki Şule değil eşimin adı. Belki o öğretmenimizdi veya öğrenci.. her şey öylesine bulanık ki şuan. Öylesine bulanık ki. Ama ha Sevim ha Şule ne fark eder. Bu adlardan biriyle ben bir ömür yaşamadım mı? Şu bayılma anına kadar gecemiz gündüzümüz bir olmadı mı? Çocuklarımız için kıvranmadık mı?
İyi günde kötü günde birlikte olacaktık hani. Hani bir araya gelişimizle var olmuştuk ve bu var oluş yeni bir canlıyı meydana getirmişti? Bu yeni canlı nazenin bir kuştu, hani kanatları bizdik? Hani sırça saray değildi birlikteliğimiz? Şuulee! Bak duymuyor bile! Seviiim! Yok. Ölüp kalsam.. susuzluktan ciğerim yanıyor.. bir bardak su getirmesi gereken o değil mi? Hani karşılık beklediğim falan sanılmasın.. ben onun “su!” deyişini duyar duymaz uyur uykumdan fırlar su getirirdim.
Bütün bunlar şimdi nereden üşüştüler beynime? Vallahi ciğerim yanıyor.. hem evimizde çeşmede yoktu.. kıştı. Hastalanmıştı Şule/Sevim tifoya mı yakalanmıştı ne.. daha yeni evliydik.. ateşler içinde yanıyordu garibim.. gece yarısıydı. İniltisini duymuştum. Sadece “su!” iniltisini.. fırlayıp kalkmıştım yatağımdan.. demek yarı uykuluymuşum.
Evde su yoktu. Üzerime paltomu aldığım gibi sokağın başındaki çeşmeye soluk soluğa vardım. Ters ters bakan köpekle kurt arası varlıklar.. nasıl da korkmuştum.. tıpkı biraz önce bayılmaya yüz tuttuğumdaki gibi.. tıpkı kırık ampulü değiştirirken çarpıldığım cereyandaki gibi. Nasıl da sandalye üzerinden havalandırmış ve yere çalmıştı sırt üstü.. epey bir süre kendime gelememiştim. Çeşmeden su getirirken de dizlerimin bağı çözülmüştü.. ve işte.. neredeyse odalarda bile çeşme var.. ciğerim yanıyor.. susuzluktan dudaklarım çatladı neredeyse ve sesimi bile duymuyor Şule/Sevim..
Selma! Selma yavrum.. sen.. bari sen duy.. boşuna.. sesleniyorum.. Ne Fikret ne Selma beni hiçbir zaman duymadılar ki. Onlara sesimi hiçbir zaman duyuramadım ki.. nerede kaldı bu müşkül zamanda duyurayım.. yine de kızamıyorum onlara.. ciğerparelerim.. “balayavrularım” ben onlara kızabilir miyim? İçerleyebilir miyim? Ama insan istiyor işte.. azıcık.. öyle benim kadar ya da anneleri kadar olmasa da olur.. azıcık anlayışlı olsalar.
Bak işte yerimden kalkamıyorum. Kalkacak gücüm olsa.. kimseyi rahatsız etmem.. bunu kendileri de bilir. Evet.. hiç birinden darda kalmadığım sürece bir bardak su bile istemedim. Kendi çoraplarımı kendim çıkardım. Kendi çayımı kendim doldurdum. Kendi meyvemi kendim soydum. Ah Selma yavrum küçükken henüz liseye başlamamışken nasıl da peşim sıra koşar, terliklerimi getirirdi.. daha ayak seslerimi duyar duymaz merdivenlerde koşar kapıyı açardı. Sonra ne oldu bilmem.. az biraz içerler oldum, ama hoş gördüm.
Hiç birini birinden ayırmadım. Fikret içine kapanık olduğu için kendi başına yaşardı. Çocukluğundan beri. Daha üç dört yaşlarında herkesten uzakta olmaya gayret ederdi. Hani bir baskı falan olmuş olsa.. anlayacağım.. değil. Çözemedim. Tek başına oynar, kendi oyunlarını kendi icat eder.. hala öyledir. Doğru-dürüst bir tek arkadaşı yok. İlginç biri vesselam.. kaç gündür görünürlerde yok. Annede bir araştırsan deyip durdu.. araştırayım da nerede.. koca bir dünya oldu bu şehir. Nasıl da değişti.. büyüdü. Tıpkı çocuklarım gibi..
Mesut! Mesut oğlum çok susadım! Mesut! Bak şunun yaptığına! Yahu dudaklarım susuzluktan çatladı bir bardak su ver.. duymazdan mı geliyor? Demek sen de ötekiler gibi sesimi duyup-duymazlıktan gelir oldun.. bunu senden hiç ama hiç beklemezdim. Kimdi o hani arkadan hançerlemişler de “Sen de mi? Öyleyse yıkıl!” demiş. Öyleyse yıkılayım mı?
Ben hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım oğul. Hem ben babamın-anamın bir dediğini iki etmemişken.. siz kime çektiniz? Ne kötülük gördünüz benden? Bir fiske bile vurmadım.. oysa o zamanlar çocuk dövmeyeni adamdan saymazlardı.. bir kez olsun yüzümü ekşittim mi her hangi birinize? Hangi isteğinizi geri çevirdim.. belki inanmazsınız ama öğle yemeklerimi kestim sırf sizi harçlıksız bırakmamak için. Arkadaşlarınız arasında meyus olamayasınız diye bir dondurma yemezdim. Canım çekerdi. Bir arkadaşımla bir çay içmeye gitmemek için ne yalanlar söylerdim.. sizin içindi. En ucuz içecek maden suyuydu ve ben onu içerdim bir yerlere dairden gitmek zorunda kaldığımda.. sırf sizler için. Sizi geri çevirdiğimi hanginiz söyleyebilir? Diyebilir misiniz?
Hadi söyleyin.. deyin ki yaptıklarını çekiyorsun.. oğul beni bir sen anlardın.. şefkatimin korkaklık olmadığının tanığı bir Allah bir de sensin.. öyleyse.. hiç kalbinizi kırdım mı bilerek.. birinizden birinizin suratı asık olsa iştahım kesilir sizin gülümsemeniz için şaklabanlık bile yapardım.. bak şimdi düştüm.. bak dudaklarım nasıl da kabardı susuzluktan.. çatladıklarını da mı görmüyorsun.. belki kan bile sızıyor.. içim parçalandı diyorum.. içim yanıyor diyorum.. oğul.. kalkabilsem.. kalkabilsem seni yorar mıyım? Niye anlamıyorsun? Niye görmüyorsun? Bu nankörlük niye? Niye? Ne diyeyim? Ne diyeyim.. oğul.. oğul niye ağlıyorsun? Niye?
Mesut’um! Sakın gücenme bu sözlerime.. sahi.. sesim mi çıkmıyor? Beni duymuyor olabilir misin? Konuşamıyor muyum? Acaba hala baygın mıyım? İyi de oğlanı nasıl görüyorum? Nasıl duyuyorum ağlayışını, sızlanışını? Bir tuhaflık var.. Mesut! Hayır. Bu bir karabasan. Belki hala lavabonun başındayım.. hala kulaklarımdaki uğultu, üzerimdeki ağırlık devam ediyor.. ve bu halin doğurduğu sanrılar içindeyim. Öyle olmalı. Ama oğlan öylesine ayan-beyan ki.. akşam ezanı daha okunmamıştı. Kalktım abdest için hazırlıklar yaptım.. tuvaletten çıktım.. işte o zaman oldu. Abdest alabildim mi?
Bu halde namaz da kılınmaz ki! Ayağa bile kalkamıyorum.. kim bilir baygınlığım uzun da sürmüş olabilir.. hem bu üzerine uzandığım şeyin salondaki koltuk olduğunu da nereden çıkardım.. tuhaf. Belki hastahanedeyim. Hala baygın bile olabilirim. Ayan beyan gördüğümü sandığımsa beynimin, hafızamın bir oyunudur. Bu kuvvetli bir ihtimal.. yoksa Mesut kevgirle su taşır benim için.. evet.. desem git şu ejder tepesinden kevgirle su getir.. demez ki baba kevgirle su gelir mi ki hem de ejder tepesinden? Fırlar. Eder neder kevgirle de suyu getirir ejder tepesine bir solukta tırmanıp. Hem de oflayıp-puflamadan.
Allah şahidimdir ki bir kere olsun beni yap dediğim hususların hiç birinde sukutu hayale uğratmamıştır. Tersine en olmayacak şeyleri nasıl yaptığına hayretler içinde bırakmıştır beni. Bu oğlanın defterinde “yok” diye bir kavram yoktur. Eğer bir insanın elinden gelecek bir şey ise “madem o yapabilmiş ben niye yapamayayım!” der ve yapar. Taa çocukluğundan öyleydi. Yaşıtlarının çok üstünde olanların yapıp-ettiklerini yapmaya kalkar.. hırsından ağlardı. Sonra sonra öğrendi gücünün sınırlarını. Böylece daha isabetli oldu elbet. Demek ben hala baygınım.
Evet.. kuşkusuz öyle olmalı.. nasıl da canlı! Bu beyin ne tuhaf.. gözlerimin açık olduğunu sadece sanıyor olmalıyım. Vay be.. kendi sesimi nasıl da duyuyorum. Nasıl da oğlumun görüntüsünü, salonu.. evet gözlerim kapalı olmalı. Çünkü görüntü hiç değişmiyor. Oğlum hep aynı biçimde yüzü bana dönük oturmuş.. ağlıyor.. ve bana kızıyor.. bunlar kendi muhayyilemin oyunları. Buna iyice kanaat getirdim.
Yine de kuşkuluyum. Bir su veren olsa. Hiç bu kadar susadığımı hatırlamıyorum. Hiç! Belki susuzluğun neden olduğu şeylerdir bütün bunlar. Hanımın çocukların günahını aldım.. beni affedin olur mu çocuklar? Uyanır uyanmaz hemen onlardan helallik isteyeceğim. Bir de gönüllerini kırmadığımdan söz ettim. Vay benim halime.. vay benim toprak başıma..vay!
Cemal Çalık, 01.12.2017, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.