Her şey Donald Trump’ın başkan olmasıyla başladı demek olaylara kısır bir bakış açısıyla bakmak demek olur. Zira Ortadoğu’nun planlanması ve parçalanması Trump’ın başkanlığıyla başlamadı. Yüz yıl önce imzalanan Sykes-Picot anlaşması gibi bugün de kapalı kapılar ardında el sıkışılıyor, sözler veriliyor, anlaşmalar imzalanıyor.
Trump’ın başkan seçilmesi ve ardından ilk ziyaretini Suudi Arabistan’a, İsrail’e ve Vatikan’a yapması da bu anlaşmalarda sadece bir detay. Zira Trump Arabistan’a gitmeden çok önce İsrail Filistin’de bir devlet kurdu ve Siyonizm’in hedeflerini gerçekleştirmek adına mazlum Filistin halkına zulmederek yerinden yurdundan etti. Irak’a barış götüren Amerika’nın ardından Irak diye bir yer kalmadı. Suriye’nin hali kukla Esed’in sayesinde ortada. Kadim şehirler yıkıldı, milyonlarca Suriyeli şehid olurken, milyonlarcası evlerinden barklarından uzakta sığınmacı olarak yaşıyor.
Yine de biz çok geriye gitmeden ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 Mayıs 2017’de gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyareti sonrasını ele alalım. Zira o ziyaret sonrası Ortadoğu’da taşlar tamamen yerinden oynadı. Neredeyse her güne Arap coğrafyasında yaşanan bir olayla uyandık ve etkileri tüm dünyada hissedildi. Kuşkusuz o ziyarette en çok konuşulan görüntü, ABD Başkanı Donald Trump, Mısır cunta lideri Abdulfettah es-Sisi ve Suudi Kralı ile etrafında toplandıkları küreye el basmaları oldu. Şimdi “sihirli küreden” geriye, Müslümanların ezberinin bozulması ve Ortadoğu’daki önü alınamaz olayların İslam’ın kalbi olan Kâbe’ye kadar uzanması kaldı.
Kudüs topraklarına sıçrayan ittifak
Donald Trump’ın ilk yurtdışı seyahatini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan’dan 350 milyar dolarlık ikili anlaşmayla dönmesi, Washington – Riyad ilişkilerinin bundan sonraki süreciyle ilgili yeterli bilgiyi veriyordu aslında. Nitekim 5 Haziran’da Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri ittifakı “Terörizme destek verdiği” gerekçesiyle Katar ile diplomatik ilişkilerini kesti. Bu durum yeni politikaların ayak seslerini oluştururken, Kral Selman yumuşak bir darbeyle ülkesindeki geleneğe son vererek Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in yerine 31 yaşındaki oğlu Muhammed bin Selman’ı getirdi. Oğul Selman yeni politikaların bizzat uygulayıcısı olarak tarihin kirli sayfalarında yerini aldı.
Ve olaylar bundan sonra çöl fırtınası hızıyla gelişti. Iraklı Şii lider Mukteda el Sadr, resmi davet üzerine 11 yıl aradan sonra ilk kez Suudi Arabistan‘ı ziyaret etti. 25 Eylül’de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, Türkiye‘nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkenin karşı olduğu “bağımsızlık referandumu”nu gerçekleştirdi. Öte yandan Hamas ve Fetih Hareketi, Mısır‘da devam eden müzakereler kapsamında, Filistin‘deki bölünmüşlüğü bitiren “uzlaşı anlaşmasını” imzalamasıyla “Küre”sel ittifak Kudüs topraklarına sıçradı.
Arabistan topraklarına ABD eli değdi
Bütün bunlar yaşanırken Trump’ın Ortadoğu’da “gölge diplomat” olarak kullandığı Yahudi damadı Kushner, Ekim sonunda Riyad’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Beyaz Saray resmi bir açıklama yapmazken, Suudi Arabistan’a yıl içindeki üçüncü ziyaretini gerçekleştirmiş olan damadın, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’la yakın olduğu biliniyor.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ülkesinin “ılımlı İslam’a döndüğünü” söyleyerek bir tartışmaya daha imza attı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra ise önce Lübnan Başbakanı Hariri’nin istifa haberi geldi, ardından Veliaht Prens Muhammed, 11 kuzenini, bazı bakanları ve çok sayıda işadamını yolsuzluğa bulaşmakla suçlayıp, tutuklattı.
Alimler terörist ilan edildi
Arap-İsrail ittifakını meşrulaştırma çabalarına din adamları alet edildi. Suudi Arabistan müftüsü Abdülaziz Al-i Şeyh; İsrail‘e karşı savaşmanın caiz olmadığını ve Hamas‘ın terör örgütü olduğunu iddia eden skandal bir fetva yayınladı. İşin toplumsal pazarlığı kukla din adamları tarafından yürütülürken, bu ittifaka karşı çıkan alimlerin halkı harekete geçirmesi nasıl durdurulmalıydı? Bunun için de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır ittifakı bir çözüm buldu. Şeyh Yusuf el-Karadavi’nin başkanlık ettiği Dünya Müslüman Alimler Birliği ve Katar merkezli Dünya İslam Konseyi ile içlerindeki 11 alimi “terör listesine” dahil etti.
Kudüs’ü altın tepside İsrail’e sunabilmek için bütün senaryoları hazırlayan Amerikan işbirlikçi Arabistan-İsrail ittifakının kirli planları nereye kadar uzanır? Arap-İsrail ekseninde bir Sami kardeşliği mi devreye sokuluyor? Müslüman alimler bu ittifaka karşı çıktığı için mi terörist ilan edildi? Filistin davası bitti mi? Kudüs İsraillilere mi verildi? İşte bu can yakıcı soruların cevaplarını aradık.
Bu ittifak Arapları kısmen temsil eder
İran Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal Trump’ın Kudüs’ü İsrail’e vermek istemesinin bir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi. Uysal’ın bölgede olanlarla ilgili yorumu ise şöyle:
“Son zamanlarda Arabistan ve BAE tarafından yürütülen bir ittifakla karşı karşıyayız. Trump destekli Suudi Arabistan saray darbesi, bu ülkeleri İsrail’e de yaklaştırıyor. Çünkü zaten Trump bu politikalara hakim değil, daha çok damadı Kushner üzerinden İsrail-Neokon lobisi bu operasyonların arkasında. Onların isteği de, Sünni Körfez Arapları ile İsrail’i yaklaştırmak. İran ve İhvan korkusu da bu yakınlaşmaya gerekçe olarak kullanılıyor. Fiili bir ittifak olsa da aleni bir işbirliği yakın zamanda zor görünüyor. Çünkü Arap halkları bu senaryoyu oyun olarak gördüğü için tam ikna olmadı.
Tarihsel olarak aynı köklerden gelseler de Araplar ile İsrailliler birbirini akraba olarak görmezler. Arap-İsrail ekseni daha çok siyasi ve stratejik bir işbirliği olarak görülebilir. İttifak demek de çok kolay değil, çünkü birçok Arap ülkesi İsrail ile ilişkileri iyi olsa da açıktan böyle bir ittifaka girmekten kaçınacaktır. Ayrıca, Kuveyt, Katar, Irak ve Cezayir gibi İsrail’e daha olumsuz bakan ülkeler bu ittifaka girmeyeceği için de bu ittifak Arapları kısmen temsil edecektir.
Filistin işgal altındayken Filistin davası bitmez
Öte yandan bazı Müslüman alimlerin terörist ilan edilmesi durumu var. Müslüman alimler hem kimlik hem de siyasi konulardaki (İsrail karşıtlığı dahil) görüşleri yüzünden hedef alınıyor. Ama daha da önemlisi, onlar İslami kimliğin devamını sağladıkları için hedef alınıyorlar. Çünkü Batı ve bölge rejimleri Arap toplumlarının laikleşmesini istediği için, alimlerin İslam’ı anlatmalarını engellemeye çalışıyor. Bu bir anlamda toplum mühendisliği, ama ters de tepebilir, insanları daha fazla İslam’a da yöneltebilir. Çünkü bu projeleri yürüten Körfez ülkelerinde ciddi bir siyasi baskı var ve sosyo-ekonomik sorunlar devam ediyor. Sorunlar daha önce Mısır ve başka Arap ülkelerinde olduğu gibi İslami kimlik üzerinden muhalefete de dönüşebilir.
Filistin işgal altında olduğu sürece Filistin davası bitmez. Çünkü işgalden etkilenen Filistinlilerin sayısı içeride ve dışarıda milyonları buluyor. Ayrıca, işgal altındaki Filistinlilere (İsrail vatandaşı olanları dahil) ikinci sınıf insan gibi davranıldığı için de normalleşmesi mümkün değil. Dolayısıyla Filistin davası masada kalmaya devam edecek. Trump Kudüs’ü İsrail’e vermek isteyebilir, bazı Arap yönetimleri de buna razı olabilir ama o kadar kolay değil. Çünkü Kudüs bütün Müslümanların mekanı. Oslo’da Arafat bile Kudüs’ü vermemişti, Abbas da veremez. Hatta Abbas’ın bu direnci yüzünden ABD’deki ofisinin kapatıldığı söyleniyor. Bölgedeki çatışmalar yüzünden İsrail en rahat günlerini yaşasa da, Filistin sorunu adil bir şekilde çözülmedikçe sorun devam edecektir.”
Kudüs davasını destekleyenler hedef alınıyor
Kudüs ve Filistin Destek Birliği Müdürü Ziyad Bumakhla, bazı Arap başkentleri ile Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki uluslararası güçlerin Filistin davasını tasfiye etmek istediklerini beyan etti:
“Aslında Arap devletleri ve İsrail arasındaki yakınlaşma meselesi yeni değil. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın liderliğinde bir dönem sözde barış sürecinde Araplar ve İsrailler arasında ilişkilerin nasıl normalleştiğini hepimiz biliyoruz. Bu süreçte Riyad’ın başı çektiği birçok Arap ülkesi Filistin davasının tasfiye olması için resmen anlaşmaya varmıştı. 2002 yılında bunun Arap-İsrail çatışmasını çözmek adına yapılan bir girişim olduğunu unutmamalıyız. Filistin lideri Mahmud Abbas’ın Suudi Arabistan’a yaptığı son ziyaret bize şunu gösteriyor. Suudi Kralı Prens Muhammed bin Salman’ın isteği üzerine Hamas’la Filistin arasındaki uzlaşmayı sona erdirmek için baskı altına girdi. Bazı Fetih üyeleri, Amerika’nın ve bazı Arap ülkelerinin İsrail ile müzakere masasına oturmadıkları sürece Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Washington’da bulunan temsilciliğinin yeniden açılmayacağı konusunda baskı yapıldığını gizlemedi. Bu ittifak körfez ülkeleri krizini daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Üç körfez ülkesi ve Mısır, Hamas’a destek verdiği için Katar’ı abluka altına aldı. Aynı ittifak Filistin’e ve Filistin Direnişi’ne katkıda bulunan Dünya Müslüman Alimler Birliği’ni ve Başkanı Yusuf el-Karadavi’yi terörist ilan etti. Suudi Arabistan’da yaşanan son operasyonlarda tutuklanan alimlerin hepsinin Filistin meselesini destekleyen kişiler olduğu görülecektir. Buradan Trump’ın Amerika’daki başkanlık seçimini kazanmasının ardından Suudi Arabistan’a yaptığı ziyareti, seçimde verdiği Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma sözünün bir adımı olarak anlayabiliriz. Ziyaretin ardından haber ajansları isim vermeden bir Suudi Prens’in İsrail’i ziyaret ettiğini duyurdu. Bütün bu göstergeler, bazı Arap başkentleri ile Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki uluslararası güçler arasında Filistin davasını tasfiye etmek ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki direnci destekleyen tüm hareketleri, kurumları ya da ülkeleri hedef alan bir anlaşmaya varıldığını doğruluyor.”
Arap halkları bu ittifaka tepkili
ABD’nin İsrail ve Körfez arasında İran’a karşı bir ittifaka baskı yaptığını ifade eden Prof. Dr. Cengiz Tomar, halkların buna karşı olduğunu kaydetti:
“Aslında bir Arap-İsrail ittifakından ziyade daha genel ABD, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile Mısır ve İsrail bloğu karşısında bir Türkiye, Rusya, İran ve Katar ittifakından bahsetmek mümkün Ortadoğu’da. Körfez ülkelerinde son zamanlarda görülen söylem değişikliği ABD’nin oluşturmaya çalıştığı bu ittifakla ilgili. Bu ülkelerdeki ulema doğrudan yönetimle alakalı olduğundan İsrail’e karşı olumlayıcı söylemlerin arttığını görüyoruz. Ancak halkların tamamının bu görüşte olduğu söylenemez ve geniş bir kesimde buna büyük bir tepki var.
Arap Baharı, İhvan-ı Müslimin ve İran tehlikeleri Körfez ülkeleri ile İsrail’i ortak davranmaya baskılıyor. ABD de hem İran ve Şii nüfuzunu hem de Körfez’de Arap Baharı benzeri hareketleri ve İhvan tehlikesini bir sopa olarak kullanarak, İsrail ve Körfez arasında İran’a karşı bir ittifak için baskı yapmakta. Arap (Körfez)-İsrail ittifakından bundan 10 yıl önce bahsetsek kimse inanamazdı. Ancak bugünkü konjonktürde her şey mümkün.
Ortadoğu’da kıyamet kopabilir
Demokrasinin esamisinin okunmadığı Arap ülkelerinde bağımsız dini ulema en önemli muhalefet kaynağıdır ve kamuoyunda büyük bir tesire sahiptir. Bu bağımsız alimler toplumun ve geniş halk kitlelerinin sesi olarak bu ittifaka şüphesiz karşı çıkar ve bu da halk nazarında önemli bir tepkiye sebep olabilir. İşte bu nedenle toplumda ağırlığı olan Müslüman alimler terörist ilan edilebilir. Buna Ortadoğu’nun modern tarihinde pek çok defa rastladık.
Aslında Arap yönetimlerinin (halklarının değil) büyük kısmının Filistin ve Kudüs pek umurunda olmadı. Ne geçmişte ne de günümüzde. Bu halktan kopuk yönetimler, Müslüman halkların vicdanında geniş yer tutan Filistin meselesini siyasi çıkarları doğrultusunda suistimal ettiler ve halk nazarında meşruiyetleri için kullandılar. Türkiye hükumeti haricinde Filistin meselesiyle ilgilenen pek kimse zaten yoktu. Ancak bölgedeki iç karışıklıklar ve kaos bir kısım Arap ülkesini ABD baskısıyla İsrail’le işbirliği yapmaya itiyor. Tarihte de kendi iktidar mücadelelerinde kardeşlerine karşı üstünlük kazanmak maksadıyla Haçlılarla işbirliği yapan Müslüman sultanlar kayıtlıdır.
İsrail, Arap Baharı sürecinde hiç olmadığı kadar rahat. Kristal küre sembolizmi aslında bunun ilk sinyallerini vermişti. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul edeceği yönündeki söylemin gerçekleşmesi için de zemin oluşturuluyor ki bu zaten kaotik olan Ortadoğu’da kıyametin kopmasına sebep olabilir.”
Aksa İntifadası açık bir cevap
Yalnızca Filistin halkının Filistin davasını sonlandırmaya hakkı olduğunu söyleyen Filistinli Araştırmacı Yazar Yunus Abu Carada’nın Arap-İsrail ittifakı yorumu şöyle:
“Bilindiği gibi, bazı Arap ülkeleri ile (Mısır, Ürdün gibi) Siyonist yapı arasında barış antlaşmaları var. Fakat geri kalan Arap devletlerinin onlarla herhangi bir siyasi anlaşması yok. Siyonist yapı, yıllarca hem genel olarak hem de Arap halkları arasında Arapların dik duruşuna nüfuz etmeye çalışıyor, ancak başarısız oluyor. Ayrıca bazı ülkelerle olan yakınlaşmalarında da başarısız olacaklar ve bu konuda anlaşmaya varılamayacağını düşünüyorum. Bu bağlamda bazı alimlerin tutuklanmasının tek sebebinin sadece normalleşmeye karşı tutum takındıkları olduğunu düşünmüyorum, Suudi Arabistan’daki bazı iç meseleler dahil, tutuklanmalarının arkasında başka sebepler olduğuna inanıyorum.
Elbette bu ittifak, Filistin sorununun sonu anlamına gelmiyor, çünkü yalnızca Filistin halkı davayı sonlandırma hakkına sahiptir. Siyonist düşmanla “Barış anlaşması / Oslo anlaşması” düzenleyen Filistin Kurtuluş Örgütü bile, sözleşmeyi reddetmeyi kabul eden tüm Filistinlileri temsil etmedi. Filistin halkı şimdiye kadar davayı tasfiye etmek isteyen onlarca komployu başarısızlığa uğrattı ve gelecekte de bu tür komploları başarısızlığa uğratacak güce sahip.
Arap rejimleri ve Amerikan yönetimi, Kudüs’ün kırmızı bir çizgide olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu çizgiye yaklaşmak bölgeyi patlatmak demektir. El Aksa İntifadası, Filistin davasının tasfiye edilmesini düşünen tüm taraflara açık bir cevaptır."
* * *
İttifak iki kişi arasında rızaya dayanır
Cezayir Milletvekili Carullah Beşir Körfez-İsrail atılımının bir anlaşma olmadığını ifade ederek sebeplerini şu şekilde sıralıyor:
“Buna ittifak diyebilmek mümkün değil. Çünkü ittifak iki taraf arasında karşılıklı anlayış ve rızayı esas alır. Oysa bugün yaşanan, Siyonistlerin hafızaya, değerlere ve toprağa karşı işlediği bir ihlalden başka bir şey değildir. Bu ihlale karşı duran herkes ulusal güvenliğe bir tehdit olarak terörist ilan edildi. Baskı ve işkenceye maruz kaldı. Bu ihlal, Filistin’in hukukuna zarar veremez. Zira bu hukuk, din ve inançtan ziyade temel insan haklarına, vicdana ve özgürlük bilincine dayanır. Hatırasına ve değerlerine iliştiğin kişiden her türlü karşılığı bekleyebilirsin. Zaten bütün bunlar kendilerini imha çabası, başka şey değil.”
Sevda Dursun, 06.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk Yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.