"Böyle bir hayali miras almış olmam için, dedemin dedesi ne yapmış olabilir mesela?"
Gecenin bir yarısı, muhtemelen benim uykuda olduğum bir saat, aslında genelde insanların uykuda olduğu bir saat. Kıpırtısızca yatıyorum yatağımda. Yorganı kafama çekmiş, davetsiz misafiri beklemiyorum elbette. Karşılamak için de bir hazırlığım yok, telaşsızım gayet. Gelsin ve işini bitirsin bir an önce. Gözlerimi açmadan başucuma geleceğini biliyorum. Başımın ucuna gelecek ve elindeki taramalı tüfekle birkaç el ateş edecek. Tak tak tak… bu sesi duyup gözlerimi kapatacağım. Kaldığım yerden ölmeye devam edeceğim.
Veya içeriden bir tıkırtı duyulur. Dış kapı zorlanmadan açılır ve kaba birkaç ayak sesi koridorun duvarlarında yankılanır. Ellerinde taramalı tüfek olan adamlar acele adımlarla yürürler. Ellerinde hep taramalı tüfek olan adamlar gelir. Her seferinde yatak odasını aramadan bulurlar. Hepsi birden yataktaki yükseltiye tüfeklerini doğrultur. Ta ta ta taa tak tak tak… beklediğim sesler bunlar. Ve ben, kaldığım yerden…
Ölmeye yatan kadının hikayesi değil bu. Son zamanlarda, belki de her zamanlarda hayallerime musallat olan eli silahlı adamlar. En çok da geceleri yalnızken. Hangi zamandır bu hayallerle yaşadığımı hatırlamıyorum. Bilinçaltımda neye tekabül ettiklerini de. Peşime takılan kötü adamın uçurumun kenarına kadar beni takip etmesi ve can havliyle koşarak tam uçurumdan aşağı atlarken ter içinde uyanıverdiğim kabuslarım beni terk ettiğinden beri mi? Bilemiyorum… Artık uçurum kabusları görmüyorum, evet. Silahlı adamlar da uyanıkken geliyor. Hayallerimdeki boşlukları doldurmak için bir anda çıkıveriyorlar. Tak tak tak, ölüyorum sonra. Sabah tekrar uyanıp, kaldığım yerden devam ediyorum. Hiçbir şey olmamış gibi.
Doktora gittiğimde, yani kafa doktoruna, dedemin dedesine kadar sordu bilinçaltımın absürtlüklerine bir anlam yüklemek için. Bir tek beni sormadı. Dedemin dedesi karısını aldatmış, ikinci hanım almış. Karısı hastalanmış, yataklarda kalmış. Çocuklar üvey anne elinde, asabi duvarlarla yetişmiş. Yalnız büyüyen sevgisiz çocukların çocukları hayatla mücadele ederken farklı yöntemler geliştirmiş. Bana gelene kadar bir dizi duygu bozukluğu. Sıra bana gelmeden ben ölücem zaten. Biliyorum. En çok da bunu istiyorum aslında. İstediğim için gözümde canlandırdığım tek sahne bu. Ölümü dilemek de bir nevi intihar mıdır? Günah kısmına hiç girmiyorum.
“B.k gibi bilinçaltımız var” demişti bir arkadaşım. Üstelik reddi mümkün olmayan nadir miraslarımızdan. Kişisel olumlamacılara göre yeniden başlayabilirsin her şeye. Şatafatlı bir kaçış projesi gibi dursa da, Napolyon da “Asalet benle başlar” demişti. Napolyon demişse vardır bir bildiği. Geçmişi yık, köklerini erit, her şeye kendinle başla. Hayali bile güzel. Olmuyormuş öyle, dedenin dedesi o haltı yemeyecekmiş misal. Dönüp dolaşıp bilinçaltının çarmıhına gerilirsin sonra. Bir adım ileri, iki adım geri. Napolyon da böyle bir şey dememiş zaten. Belki başkası demiştir, her neyse…
Kaderin güldüremediği espriyi anlayacağım da yok hani. Benim hayalini kurduğum silahlar, birilerinin gerçekliği olarak evlerinin ortasında patlıyorken, ciddi travmalarım olduğunu düşünmeniz sorun değil. Oysa onlar için de yeterince üzülmüş değilim. Ölümü onlar için kurtuluş gördüğümden değil. Karışık bir durum, bu kısmı anlatmakta zorlanıyorum. Empati yapamıyorum mesela. Kendimi onların yerine koyarken, bir gülme alıyor beni. Küçükken drama oynamadığımdan muhtemelen. Şimdiki çocuklar bir başka. Acun medyayla büyüyüp, drama oynuyorlar. Wine çekerken, kendilerini başkalarının yerine koyuyorlar. Kimse kimsenin yerine ölmüyor yine de. Ölmesin zaten, merhamet için bu kadarına gerek yok. Uzaktan uzağa acımakla, içine girip acıda kaybolmak arasında ince bir çizgidir belki de merhamet.
Bilinçaltımdaki silahlı adamların hangi yaşanmışlığın ürünü olduğunu düşüne durayım ben, yeni yaşanmışlıklar ekliyorum torunlarıma miras. Hiç anlamadan, onaylamadan, çaresizce. Olmasaydı öyle, olmazdım böyle cinsinden. Suç geni var mıdır diye araştırmaya durmuş bile uzmanlar. Bebek katillerinin babası da aynı suçu işlemiş midir? Baba ve oğul Esadlar yanıltmıyor bizi mesela. Dedesinin dedesi ne halt etmiş, bilmiyoruz. Genlerin yazılımına çaresizce teslim olmak gibi bir kolaycılığımız hep vardı. Alın yazısı diyoruz biz buna, kader diğer adı. Kaderle ilgili düşülen anlaşmazlıklara katılmamak elde değil. Kendi yolumuzu çizemiyorsak, aklımızın başımızda olması ne işe yarar? Yine de çok girmemek gerek böyle netameli şeylere.
Yine bir gün, evde yalnızken, bu sefer kapı çalar. Ayağımdaki terlikler gürültü çıkartmasın diye, sessizce atarım adımlarımı. Alt kattaki yaşlı kadın rahatsız olmasın yine de. Hep alt katta yaşlı kadınlar vardır ve terlikler çok gürültü yapar. Delikten bakınca kimseyi göremesem de, kapıyı postacı çalmış gibi sakince açarım. Bu sefer iki kişiler. Yüzlerinde maske, ellerinde taramalı tüfek yerine tabanca, siyahlar giymiş kişiler. İki el silah sesi duyulur, duyulmaz aslında, susturucu vardır muhtemelen.
Alnımın ortasında bir delik, yavaş çekimde yere düşerken, etraf kan gölüne dönmüştür bile. Beynimde anında çalan intikam tamtamları, beni bu halde görünce pişman olacak mı ritminde. Yanımda olsaydı, kapıyı o açacaktı, kimse de ölmeyecekti belki de.
Pişman olmuş yüz ifadesini görmek için, ölmesem olmaz mıydı? Kan görünce hayaller de bozulur muymuş rüyalar gibi? Hayaller için kanlı kansız fark etmez miymiş yoksa? Böyle bir hayali miras almış olmam için, dedemin dedesi ne yapmış olabilir mesela?
Sevda Dursun, 09.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Bazı Şeyler
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk Yayınlandığı Yer: sevdadursun com
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.