بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Âlemlerin Rabbi, Mevlâmız olan Allah’a hamd, örnek kulu, son Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’ya salat ü selâm ile sözlerime başlarım.Tüm peygamberlerin olduğu gibi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in de amacı ve hedefi, Allah’ın dinini, yani tevhide dayalı inanç sistemini, ferdî ve ictimaî hayatlarında canlandıracak müminler yetiştirmektir. Bunun özü de bireysel olarak takva (Allah saygısı), toplumsal olarak vahdet (birlik) erdemlerine sahip çıkmaktan geçer.
Takvâ fazileti, bireyi nasıl güçlü ve üstün kılarsa, vahdet de toplumu güçlü ve kolay kolay sarsılmaz bir yapıya, sosyal bünyeye kavuşturur. Takva ve vahdet erdemlerinin her ikisi, biri inanç ve duygu boyutuyla diğeri ise amel ve eylem yönüyle Tevhid’e endekslidir.
Takva ve vahdet erdemleri, aslında Müslümanlar arasında kimseyi dışlamadan kemâl ve salah yoluna kılavuzlayan iki dinamik güçtür.
Takva ve vahdet şuuru ve fazileti, evvel emirde “Müslümanlar arasında fitne çıkarmama”yı gündeme alır. İslam’ın inanç yapısında Tevhid’in yeri ne ise, İslam toplum yapısında da vahdet’in yeri odur. Tevhid olmadan inanç ve ameller herhangi bir kıymet ifade etmediği gibi, vahdet olmadan da İslam toplumunda herhangi bir erdemin, huzurun ve güvenin hayat bulması mümkün değildir. Çünkü Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “Birlik rahmet, ayrılık-ğayrılık azap vesilesidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 278, 375)[1]
Rahmân ve rahîm olan Rabbimiz şöyle buyurmuştu:
إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
“Şüphesiz bu (İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz) dir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.” (Enbiyâ,21/92.)
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl,8/46.)
Yüce Rabbimizin birlik/vahdet çağrısı ile karşılaşmaktayız:
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran,3/103.)
“Müfessirlere göre “Allah’ın ipi”nden maksat, Kur’an ve İslâm’dır. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak”, hep birlikte İslâm dinine inanmayı, onu kabul etmeyi ve gereklerini yerine getirmeyi ifade eder. Hz. Peygamber Kur’an’ı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir” diye tarif etmiştir (Müsned, III, 14, 17; İbn Kesîr, II, 73). Allah’a karşı gereği gibi saygılı olmak ve müslüman olarak ölebilmek için Allah’ın ipine toptan yapışarak tevhid inancında birleşmek, ayrılıktan uzak durmak ve hayatın sonuna kadar imanı korumak gerekir. Nitekim bu âyet-i kerîmede müslümanların birliği Allah’ın bir nimeti olarak değerlendirilirken, toplumsal barışı tehdit eden çekişme hallerini her an içerisine düşüp yanabilecekleri ateşten bir çukurun kenarında bulunmaya benzetmiştir. Yüce Allah, insanların böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamaları için toptan Allah’ın ipine (Kur’an) sarılmalarını, onun genel prensiplerinin dışına çıkmamalarını emretmektedir.” (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri, I/643-644.)
Müslümanlar bir araya geldiklerinde, birlik ve beraberliğin gerekli olduğunu vurgulamaktan geri durmazlar. İslam dünyasının mevcut halinden acı duyduklarını söylemeyi ihmal etmezler. Ancak öte taraftan Müslüman toplumlarda tefrika, kaos ve kargaşa bütün hızıyla devam etmektedir. Tevhidin temsilcileri, vahdetle bağdaşamayan tutumlarından hiç de vazgeçmemektedirler. Söylenenler ile davranışlar arasındaki bu çelişkiyi nasıl izah edeceğiz?
Şüphe yoktur ki, bunun en önemli nedeni, inançlarla ameller arasındaki boşluktur. Diğer bir ifadeyle insanlar, inandıklarını dürüstçe yerine getirmemektedirler. Bu anlamda ciddi bir samimiyet yoksulluğu yaşanmaktadır. Neden bu duruma geldik? Çünkü İslami değerleri hayatında yaşamayı birincil mesele haline getiren örnek Müslümanların sayısı günden güne azalmaktadır. Gittikçe dinle olan ilişki, özünü ve ruhunu kaybetmekte, şekil ve isimden ibaret bir hâle dönüşmektedir. [2]
Müslümanlar, kendi iç dünyalarında şer ve fesattan kaynaklanan günahları terbiye etmedikleri müddetçe, birlik ve beraberlik gerçekleşmeyecektir. Bu en temel şartlardan biridir. Şu halde nefiste ve deruni hayatta köklü bir değişime ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bu kargaşa ve kaos devam edecektir. (bk. Ra’d, 13/11.) Müslümanlar arasında affetme erdemi, bireysel ve toplumsal bir ahlak haline gelmediği müddetçe, birbirine eziyet sona ermeyecektir. [3]
Hakikatin kendi tekelinde bulunduğunu iddia etmek, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın içerisine düştüğü bir sapmaydı. Kur’an bu bağlamda onlar arasında geçen polemiklere dikkatlerimizi çeker. (bk. Bakara, 2/111, 113.) Ne yazık ki bugün de Müslümanlar bu hataya düşmüşlerdir. Bazı cemaat ve meşrepler hakikati kendi inhisarlarında görmektedirler. Kendilerini dinin gerçek mensupları, üstatlarını da peygamberin asıl temsilcileri olarak kabul etmektedirler.
Ne yazık ki bu kemikleşmiş yapı, cemaat mensuplarının düşünce üretme, yanlışları görme, hurafelerden arınma, farklı düşüncelerden istifade etme, hak ve hakikate varma becerilerini felce uğratmaktadır. Hakikatin kendi tekellerinde bulunduğunu düşünen gruplar, diğer Müslümanları dışlamakta hatta kendi doğrularını onlara dayatma yoluna gitmektedirler.[4]
Uzun süredir Müslüman halkların yaşadığı mağduriyetin en temel nedenlerinden biri olan bölünme ve bir diğerini ötekileştirme siyasetini terk ederek, Müslüman dünyanın birlik ve beraberliği için gerekli kurumların ve platformların kurulması elzemdir. Bu kurumlar sadece siyasi aktörler arasında değil; ekonomik, akademik, kültürel ve sivil alanlarda da işbirliği süreçlerinin başlatılmasına öncelik verilmelidir. Müslüman toplumlar geçmişten ve şimdiki dağınıklıktan ders çıkararak uzun süreli bir toparlanma süreci başlatmalı ve küresel güçlere karşı bir yumuşak dengeleme siyaseti izlemelidir.[5]
Mü’minlere "Allah'ın ipi"ne yani gönderdiği azîz kitabımız Kur’an’a ve O'nun tarafından belirlenen hayat tarzına sımsıkı sarılmalarını emretmektedir. Kur’an, sayesinde müminler Allah'la ilişkilerini sağlam tutarlar ve aynı zamanda Kur’an onları birbirlerine bağlayıp, bir toplum halinde birleştirir. Ayetteki kardeşlik emri, birinci temel kural olan takva ve iman kuralından kaynaklanmaktadır.
Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın ilk müslümanlara bahşettiği bir nimettir. Aynı şekilde O’nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarında onları kurtarmasından dolayı yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor.
Bugün ise Müslümanlar Allah’ın ipinden yani Kur’an’dan uzaklaştıkları, tefrikaya düşmeme emrini hiçe sayıp paramparça olup, takvâ kalitesini kaybettikleri ve kardeşlik hukukunu zedeledikleri için ateş çukurunun tam kenarında dolaşıyorlar. Müslümanlar birbiri ile çekişip birbirlerine düştüklerinden korkuya kapılıyor, izzet, cesaret ve kuvvetlerini, topraklarını, devletlerini ve yarınlarını kaybediyorlar. Allah’ın kendilerine verdiği en hayırlı ümmet olma vasıflarına (Âli İmran,3/110.) gölge düşürüyorlar.[6]
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” (Âli İmran,3/105.) Her şey açık seçik ortaya konulmuş iken, tefrikaya, dinde ayrışmaya düşenler gibi olunmaması emredilmektedir.
Allah müslümanları uyarmakta, geçmiş milletlerin düştükleri hataya düşmemelerini emretmektedir. Geçmişte peygamberlerin getirdikleri kitaplara ve apaçık delillere rağmen insanlar, anlamsız ve faydasız tartışmalar yüzünden asıl görevlerini unutmuşlar ve kendilerine tevdî edilen emaneti koruyamamışlardır. Bu ayet, Allah Rasûlü'nün getirdiği apaçık delillere ve hidayet'e kavuşan, fakat daha sonra hidayet'in ana prensiplerinden ayrılıp, çok küçük ve önemsiz meselelere dayanarak kendilerini farklı farklı gruplara ayıran, anlamsız ve faydasız tartışmalarla uğraşan toplulukları kasteder. Yüce Rabbimiz Müslümanlara tevhidi ve vahdeti korumalarını emrederken, sizden öncekiler bu iki esası yani tevhidi şirk ve küfürle; vahdeti de birbirlerini yiyerek bozdular sakın ha siz de böyle olmayın mesajını vermektedir. Bugün Müslümanlar, bu azîz dinin olmazsa olmaz 2 temel esası olan tevhîd ve vahdetin ne tam anlamıyla kıymetini bilemişler ne de bu iki temel hususun hakkını verip gereğince koruyabilmişlerdir. Acı sonuçsa gözlerimizin önündedir.
"Sen onları birlik içinde sanırsın hâlbuki kalpleri darmadağınıktır" (Haşr,59/14.) ehl-i kitabın çizgisi, can yakıcı bir gelişme olarak müminler arasında belirginleşmektedir.
Vahdet cihadı, cihad vahdeti doğuruyor.
İslam Medeniyeti iki büyük meydan okuma olan Moğol istilası ise Haçlı seferlerinin ardından yeni ve daha büyük bir saldırı ile karşı karşıya. Müslüman kimliği ve farkı ve cihad ruhu ile bu meydan okumaya karşılık verilmelidir. Cihad ve adaletle Aziz oluyor, şatafatla israfla iktidar hırsı dünya sevgisi ile zelil oluyoruz. Zafer ve gaza kodları üzerine kurulu bir toplum olduğumuzdan cihad ettikçe kendimizi buluyoruz, cihat yoksa birbirimizi yiyoruz. Vahdet cihadı, cihad vahdeti doğuruyor.
İslâm birliği noktasında herkesin tevhîd’e göstermesi gereken ihtimama eş, vahdet’e de aynı dikkat ve titizliğin gösterilmesi lazım gelmektedir. Müslüman toplumu bölüp parçalamak, gruplara ayırmak yoluyla inanan kesime ve dolayısıyla İslâm’a hizmet edildiği söylenemez. Halbuki yapılacak iş, ümmet bünyesinde tefrikayı çoğaltıp ayrılık unsuru olmak değil, vahdeti arayıp gerçekleştirme ve böylece tevhit inancını vahdet toplumu olarak görünür ve yaşanır kılmaya çalışmaktan ibarettir.
Bugün hiçbir strateji Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha öncelikli olamaz. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalanarak zayıflamasını, düşmanca duygularla birbirini katletmesini önlemekten daha önemli olamaz.
Bugün İslam dünyasının sorunlarını aşmak için öncelikle böyle bir ümmet bilincine ihtiyacımız vardır. Tevhide inanan milyonlarca insanın bu eşsiz ilkeden hareketle vahdete ulaşmalarının önündeki engelleri kaldırmak, ancak ümmet bilincini tazelemekle mümkün olacaktır. İslam dünyasından barut kokuları yükseliyorsa, acımız ortak, derdimiz ortak, duamız ortak olmalıdır.[7]
Emin Emre, 23.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Emin Emre Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
Kaynaklar:
[1] Vahdet Toplumunun Zararlıları - Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk, Sayı : 363 - Mayıs 2016.
[2] Prof. Dr. İbrahim Hilmi KARSLI, “Sen Habil’in Yolunu Tut”, Diyanet Dergi, Mayıs-2016, s.18.
[3] İbrahim Hilmi KARSLI, a.g.m., s.19.
[4] İbrahim Hilmi KARSLI, a.g.m., s.19.
[5] Prof. Dr. Muhittin ATAMAN, “Yeni Küresel Fay Hatları ve İslam Ümmeti”, Diyanet Dergi, Mayıs-2016, s.25.
[6] Ahmet Hocazade, “Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 13: Âl-i İmran (81-104)”
http://www.sonsuzark.com/2017/10/sa5049ky57-ahczd50-sure-sure-kuranda.html
[7] Prof. Dr. Mehmet Görmez, “Hz. İbrahim’in Milleti, Hz. Muhammed’in Ümmeti”, Diyanet Dergi, Mayıs-2016,s.4-5.