28 Aralık 2017 Perşembe

SA5397/KY60-ES42: Doç.Dr Teyfur Erdoğdu: "Fahreddin Paşa Rüyasında Peygamberimize Söz Verdi"



Medine Müdafii Fahreddin Türkkan Paşa’yı Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu ile konuştuk. Fahreddin Paşa’nın Peygamberimize (sav) rüyasında Medine’yi terk etmeyeceğine dair söz verdiğini anlatan Erdoğdu, bu nedenle teslim olmayı düşünmediğini söylüyor. Erdoğdu, Fahreddin Paşa’nın teslim olmadığını, Peygamberimiz (sav) huzurunda namaz kılarken, kendi askeri tarafından tutuklanıp, bedevilere teslim edildiğini anlatıyor. 

Medine’den alınıp Osmanlı’ya gönderilen kutsal emanetlerin zaten Osmanlı tarafından gönderilenler olduğunu ifade eden Erdoğdu, tek istisnanın Hz. Osman döneminde yazılan bir Kur’an olduğunu, onun da heba olmasından korkulduğu için alındığını söylüyor.

Şerif Hüseyin Medine’yi hedef aldığı dönemde bölgedeki şartlar nasıldı?

1916’nın ortalarına kadar Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti’nin bir memuru ve Mekke Şerifi payesi dolayısıyla da oldukça itibarlı bir konumda. Suriye’de bulunan Cemal Paşa ile arasında da çok sıkı bir bağlantı var. Bu bağlantı dolayısıyla 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusuna bu cephede yardımcı olabilmek için bir mücahitler birliği kurulması planlanıyor. Bu mücahitler birliğini tertipleyecek olan kişinin de Şerif Hüseyin olmasına karar veriliyor. O dönem Osmanlı’da İttihat Terakki idaresi var ve bu cepheyi yani Harameyn, Arap Yarımadası cephesini ve demiryolunu güvenlik altına almak için Şerif Hüseyin ile hareket ediyor. Fakat bu bir ittifak değil çünkü Şerif Hüseyin Osmanlı’nın vali statüsündeki bir memuru.

Şerif Hüseyin daha önce İstanbul’da göz hapsinde tutuluyordu değil mi?

Abdülhamit çeşitli aşiretler, çeşitli kabilelerin önde gelen isimlerin çocuklarını başkentte yani payitahtta muhafaza ederek onları göz hapsinde tutuyor ama aynı zamanda onlarla girmiş olduğu bağlantılar dolayısıyla imparatorluğa bir mesaj iletiyor. Yani hem o çevrenin mümessillerini İstanbul’da barındırarak talepleri çok kısa bir sürede duyma, gidişat ve tepkilerden haberdar olmak, hem de uygulamış olduğu sıkı politikalar dolayısıyla ademi merkezi uygulamaların oluşmasına engel olmak. Şerif Hüseyin’in de İstanbul’da tutulması ileri seviyede biri olduğunu gösteriyor. Mekke Şerifi olması ailesinden tevarüs eden bir durum. İttihat Terakki başa geldiğinde kardeşlik, dayanışma, eşitlik, müsavat ilkelerinden yola çıkarak hepimiz kardeşiz dedi ve bu doğrultuda Şerif Hüseyin’i Mekke şerifi olarak tayin etti.

Bu hamle bir hata olarak değerlendiriliyor. Sizce öyle miydi?

 O başlangıçta görülebilir bir hata değil. Tarihi bugünden bakarak geçmişe doğru okuduğumuzda, yapılanların politikaya uygun olup olmadığına bakmak lazım. Güdülen politika eşitlik, kardeşlik politikası. Bu politika uygulanabilir bir politika mıydı? Örneğin Abdülhamit Balkanlardaki mezhepler ve milletlerarasındaki sorunları bilerek çözmedi. Bunlar arasındaki sorunlar çözüldüğü zaman Balkan Savaşı çıktı. Fakat 2. Abdülhamit’ten sonra İttihat Terakki’nin bu tür bir politikaya dönmesi normal. Çünkü İttihat Terakki’yi Ermeni, Rum gibi parçalar da vardı. Bir paydaşlar topluluğu bu. Buna uygun bir şey yapması lazımdı. Şimdi bunu bir hata olarak nitelendirmemiz, sonucunun menfi olmasından dolayı. Ama kendi dönemlerine baktığımız zaman bu hata ile sonuçlanmayabilirdi. Çünkü mücahitler birliği kurularak bütün Arap yarımadasında çok güçlü bir Osmanlı askeri hakimiyeti sağlanabilirdi. Fakat Şerif Hüseyin son ana kadar Osmanlı hazinesinden yardım almaya devam etti. Osmanlı’dan gelen altınlarla mücahit birliğini kuracağım dedi. Cemal Paşa bunu son ana kadar fark edemiyor. Malum Şerif Hüseyin isyanı başlıyor. Dünyaya baktığınızda büyük bir savaş var. Mekke ve Medine’ye İngilizler giremiyorlar, haram bölge olduğu için. Bu yüzden maşa kullanıyorlar. İngilizler direk olarak girmediler.

Lawrence’ın Şerif Hüseyin’le çok yakın olduğunu biliyoruz. İsyan konusunda etkisinden söz edebilir miyiz?

Lawrence, büyük bir ajan aynı zamanda Arap kültürünü ve Arapçayı çok iyi biliyor. İngiltere’nin tahriklerini bölgede hayata geçiren kişi Lawrence. Bir de İngiliz komutanı Allenby’dan söz edebiliriz. Osmanlı’nın yenildiği yerlerde idareyi ele aldı ve Araplar ona Nebi geldi, kurtarıcı geldi dediler. Acaba Osmanlı yönetimi hakikaten kurtulunacak bir yönetim tarzı mı sunuyordu? Sadece Şerif Hüseyin’in hakimiyetini kurduğu bölgede müthiş müstebit, zalim bir yönetim tarzı mı vardı? Biz Osmanlı arşivlerini de gören tarihçiler olarak bunun böyle olmadığını biliyoruz. Gözlerimizi kapatsak bile tarih bize Osmanlı’nın adalet getirme peşinde çırpındığını gösteren bir devlet olduğunu haykırıyor.

Fahreddin Paşa’nın kuşatma olacağını anladığı zaman Kutsal Emanetleri toplayıp İstanbul’a gönderdiğini biliyoruz. Bunun nedeni neydi?

Emanetlerin neler olduğunu incelediğimiz zaman bu emanetlerin neredeyse tamamına yakınının zaten Osmanlı Hanedanı tarafından sürre alayları ile gönderildiğini görüyoruz. Fakat padişahların, hanım sultanların, şehzadelerin gönderdiği hazineleri bizim malımız olduğu için geri aldık diye düşünülmesi doğru değil. Bu değerli taşların eşkıyalar vasıtası ile (o dönemde bedevi kelimesi eşkıya anlamında kullanılıyordu) İngilizlerin eline geçmesini istemedi Fahreddin Paşa

Halifelik makamının Osmanlı’da bulunması bu emanetlerin korunması için İstanbul’a gelmesine yeterli bir sebep mi?

 Hayır. Objektif olarak bakalım. Biz değil de başka bir ülke olsun. Savaş halindesiniz, değerli madenler var. Ganimetin asla isyancı bedeviler vasıtasıyla İngilizlere geçmesi gerekir. Fahreddin Paşa, Cemal Paşa biliyor ki daha önce Osmanlı’ya bağlı Yunan Adaları’nda olduğu gibi her şeyi alıp giderler. Gönderme sebebi bu. Liste elimizde. Tamamı Osmanlı merkezinden gidenler. Aralarından en kıymetlisi, Hz. Osman döneminde ceylan derisi üzerine yazılmış olan Kur’an-ı Kerim. Alınan emanetlerin en değerlisi o Kur’an’dır. Bunu neden dahil ediyor? Çünkü bedevilerin eline geçmesini istemiyor, bedeviler bunun kıymetini anlayamayacak, işe yaramaz deyip bir tarafa atacak ya da parçalayacaklar. Dikkat edin Araplar demiyorum, bedeviler diyorum. Şerif Hüseyin’in saldırılarını haber alan Fahreddin Paşa peygamberimizin kabrindeki bütün kıymetli emanetleri sandıklara doldurup mühürleyerek demiryolu ile İstanbul’a yolluyor. Fahreddin Paşa ve Cemal Paşa’nın Şam’da bu eserlerden beğendikleri aldıkları iddiaları müthiş bir iftiradır. Arşivde Fahreddin Paşa’nın Sadaret’e yolladığı 2 telgraf vardır. Bu telgraflarda emanetlerin yerlerinde sayıldığı fakat bazılarının uzun yıllar açılmadığı için taşlarının düştüğü, üzerlerinin tozla kaplandığı ve görülemez olduğunu açıklıyor.

İsyan başlayınca neler oluyor?

İngilizlerin büyük destek verip takviye ettiği bedeviler Cidde, Mekke, Taif, Yanbu ve Akabe’yi ele geçiriyor. Medine’ye de saldırılacağı anlaşılınca kuşatmadan önce şehirdeki 4 bin 850 ev boşaltılıyor. Şehir halkının bir bölümü gidiyor. Fahreddin Paşa bu evleri mühürletiyor. Şerif Hüseyin’in saldırılarıyla Medine’nin merkezle olan bağlantısı kesiliyor. Şehir kuşatılıyor. Osmanlı’nın elindeki ağır silahlar dolayısıyla bedeviler Medine çevresinde vur-kaç şeklinde saldırıyor. Fahrettin Paşa 2 yıl 7 ay boyunca ağır silahlarla çok büyük kayıplar verdiriyor.

2 yıl 7 ay yardım gelmeden nasıl dayanıyorlar?

Savaş sürecinde yardım gelmediği için ve yiyecek bir şey de kalmadığı için çekirgeleri kızartarak yiyorlar. Bir de hurma. İsyancı bedeviler Medine’yi ele geçirdiklerinde yiyecek olarak sadece bunları görünce inanamamışlardır. Suriye’de bulunan Cemal Paşa Medinelilerin haline acıdığı için arada çekirge mevzuunu soruyor. Fahreddin Paşa gayet lezzetli olduğunu yazarak nasıl haysiyetli bir asker olduğunu gösteriyor. Şehirdeki mühürlü evlerde belki yiyecek de var ama o evlere dokunmuyorlar. Fakat Medine teslim edilince bedeviler 12 gün boyunca yağma ediyor kenti.

Fahreddin Paşa teslim olmayı reddediyor. Nasıl ele geçiyor Medine?

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi akabinde Fahreddin Paşa’ya artık savaşın bittiğini ve oradan ayrılıp gelmesi söyleniyor. Fakat Paşa 70 gün boyunca oradan ayrılmıyor. İngiliz hükümeti Fahreddin Paşa’nın geri çekilmeyişinden ötürü hükümete baskı yapıyor. İki Osmanlı kabinesi bu nedenle düşüyor. İngilizler “O çekilmezse biz savaşa yeniden başlayacağız, mütarekeyi bozup silahlanacağız” diye tehdit edince Padişah bir mektupla Paşa’dan ricada bulunuyor. Diğer yandan Şerif Hüseyin ordusu ve İngilizler de birçok kez Paşayı Medine’yi terk etmesi için tehdit ediyor. Paşanın hepsine verdiği cevap, “Ben rüyamda Efendimizi gördüm. Benden asla orayı bırakmayacağıma dair söz aldı. Bu yüzden ben burayı terk edemem” oluyor. Kutsal Toprakları terk etmeyen Fahreddin Paşa 10 Ocak 1919’da Ravza-i Mutahhara’da namaz kılarken kendi adamları tarafından tutuklanıyor ve İngilizler tarafından Malta’ya sürgün ediliyor.

Bundan sonra ne yapıyor Paşa?

Bir müddet Malta’da kalıyor. Daha sonra İtilaf devletlerinin kurdurduğu Divan-ı Harb-i Örfi’de Nemrud Mustafa Paşa tarafından ölüme terk ediliyor. Akabinde Ankara Hükümeti ile gizlice harekat planlanıp Milli Mücadele’ye yeniden katılıyor. Aslında Milli Mücadeleyi başlatan Fahreddin Paşa’dır demek yanlış olmaz. Çünkü İstanbul Hükümeti Mondros (30 Ekim 1918) ile yenilgiyi kabul etmiş olmasına rağmen 72 gün Medine’de yerli halk ile birlikte mücadeleye devam etmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kabil’e büyükelçi olarak atanmıştır. Bunun arkasında iki sebep olabilir. Paşa İttihatçıdır ve Mustafa Kemal Paşa’nın bir kısım İttihatçılarla arası iyi değildir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın Fahreddin Paşa hakkında çokça sitayişkar sözü bulunmaktadır. Diğer yandan Kabil yeni Türkiye Cumhuriyeti açısından stratejik bakımdan oldukça önemli bir mevkiidir. İki dost ülke arasındaki ilişkilerin muhafazası ve geliştirilmesini böyle kudretli bir kimseye emanet etmesi akıllıca bir tavırdır.

İsyan eden Bedevilerle Arap halkını ayırmak gerekir mi?

Evet gerekir. Yerli Arap ahalisi de kadın ve çocuklar dışında Osmanlı ile birlikte sonuna kadar mücadele ediyor. Osmanlı ordusu şehirden çıkarken bu halk gözyaşı döküyor. 1975’te de Kral Faysal Türkiye’ye geldiğinde, “Eğer bu emanetler korunmasaydı cahil bedeviler bunları itlaf edeceklerdi. Biz Fahreddin Paşa’ya hala Fatiha okuyoruz” dedi.

BAE neden böyle bir çıkış yapma gereği duydu? Bunu bir diplomatik bir kriz olarak değerlendirebilir miyiz?

Kesinlikle diplomatik bir kriz. Çünkü diplomasinin dili bu değildir. Böyle bir şey yapılmasının nedeni görüyoruz Birleşmiş Milletler’de belli bir kutup var. Bu kutupta Türkiye karşısına ne kadar ülke alabilirsek diye plan yapıyorlar. Kudüs meselesi özellikle bu kadar sıcakken… Burada tarih çarpıtılıyor. Tarih bu kadar subjektif mi ki birisine hırsız diyebiliyorsunuz. Amaçları, Osmanlı’nın emperyalist bir devlet olarak algılanmasını sağlamak.


Emeti Saruhan, 28.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü, 
Emeti Saruhan Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017


İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı