Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Kentin karanlığı, yapmayı başaramadığımız şeylerin yokluğundan ortaya çıkıyordu aslında ve şimdi biz korkularla dolu bu bencil karanlığa çocuklarımızı teslim etmemek için kaygılanıyoruz, bildiğimiz ve tahmin ettiğimizden başka sonuçlar olsun diye başka yollar arıyoruz."
Son kırk
yılda hızla kentlileşen bizler çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi biliyor
muyuz? Yoksa kentlerimizi sonradan sanatsal, estetik kaygılarla düzeltmeye
çalıştığımız gibi çocuklarımızı da önce bir yetişsinler, sonra düzeltiriz
diyerek mi büyütüyoruz?
Problemin
ne olduğunu belirleme yeteneklerimiz pek gelişmediği için, çözümün ya da
çözümlerin dilediğimiz şekilde ertelenebilir, sonra yine dilediğimiz zamanda
hayata dahil edilebilir olduğunu zannediyoruz. Ne tür bir kent istediğimizi bilmediğimiz
gibi ne tür bir nesil istediğimizi de bilmiyoruz, çocuklarımız da kentlerimiz
gibi büyüyor; aynı alışkanlıkla onları da yıkıp yeniden yapabileceğimizi
zannediyoruz, hayır öyle değil, kesinlikle değil. Yanılıyoruz; çok bilmediğimiz
için.
Bilginin
bir güç olması için işlenmesi ve yeni fikirlere dönüşmesi gerekiyor. Bizim
bilgi haznemiz karmakarışık ve yetersiz. Kent/Şehir bilgimiz, köylerimizden
taşıyarak geldiğimiz bilgilerle mündemiç; kentleri kurmamız ve geliştirmemiz de
bu babda... çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimiz hususunda ne kadar önceden
düşünüyorsak kentlerimizi nasıl oluşturacağımız hususunda da aynı şekilde
davranıyoruz. Daha doğrusu hemen her konuda aynı şekilde davranıyoruz, fakat
çocuk (ve diğer insanlarla ilişkilerimiz) kente de diğer şeylere de benzemiyor;
o canlı ve iradesi olacak olan bir varlık çünkü, istediğimiz zaman istediğimiz
şekilde hatalarımızı düzeltebileceğimiz bir hareket alanımız değil çünkü; oysa
ötekiler öyle değil, her ne kadar ilk
tasarlandığında beklenen kalite olmasa da, her birini yıkıp yeniden yapabilme
şansımız var.
Köy,
anne-babalarımızın aileleri ve küçük çevreleri tarafından çekip çevirildiği bir
alandı, kim nasıl bir çocuk yetiştirecekse çok fazla zahmete girmeden atadan
gördüğü ile devam etme kolaylığını içeriyordu... Bilgi, tekrarlanabilir bir
sınırlılıkla köye yetiyordu. Bir cami, bir okul, bir köy çeşmesi, bir köy evi,
bir kahve, bir bakkal-çerçi, bir ev, bir ahır, bir tarla, bir gelin, bir damat
ve akrabalarla birlikte hayvanlar ve doğa. Her birinin üstesinden gelinebilir
basit problemleri vardı dallanıp budaklanan; askerlik, düğün, miras, komşuluk- akrabalık
ilişkileri görece tanımlanmıştı ve her bir birey tahmin edilmesi kolay bir
gelecek karşısında çaresiz hissetmiyordu. Kent öyle değildi ancak; problemleri
köyden çok daha karmaşık ve sınırsız büyüyebilen karakterlere sahipti.
Köylü
anne-babalarımız kentlere taşınınca kentlerle başa çıkabilmek için
köylülüklerinden ödün vermek zorunda kaldılar, her gün çözüm bekleyen kent problemlerine
köy alışkanlıklarıyla yaklaştılar ve bizleri yarı köylü-yarı kentli ancak kısa
ömürlü bir geleneksel alana bırakmayı başardılar. Nasıl bir çocuk
yetiştirecekleri problemi gecekondularımızın duvarlarının arasında, küçük ve dar
bahçelerimizin dut ağaçlarında kısmen büyüyen kısmen de köy kaygılarından
dolayı küçülen bir problemdi. Köyde bırakılmış olumsuz özellikler yetişecek
olan çocukların geleceklerinden çekiliyordu, fakat buna karşılık kentin olumsuz
özellikleri gün geçtikçe büyüyordu. Gecekondu elbette köy değildi, kent olmadığı
gibi.
Köydeki
beklentiler, nasıl bir çocuk yetiştirileceği problemini tamamen kuşatmıştı, kent
uzakta durulması gerekendi şimdilik, kent ahlaksızdı, utanmazdı ve karanlıktı;
tüm tembihler kente ya da elâleme karşı yapılıyordu. Değerlere kaynaklık eden
köy geleneksel bilgi ile mücehhezdi ve köy gibi fakirdi, yoksuldu. Kent ise
değerlerin çatışarak ya da gecekondulara sıkışarak yaşadığı büyük bir köydü.
Köyden
doğal bir seyir izleyerek çıkmayan anne-babalarımız kentlerin bunaltan
kaskatılığı ile başa çıkmayı başaramadılar, gecekondular kurdular, orada bizi
kentlileştirmeye çalıştılar; ekonomik yeterlilikleri ve değerlerle ilgili geleneksel
olanlar dışında gelişmiş bilgileri de yoktu. Bize kazandırdıkları değerler atalarından
gördükleriydi; doğru sözlü olmak, dedikodu yapmamak, haram yememek, namaz
kılmak, oruç tutmak, iş-güç ve aile sahibi olmak, kötülük yapmamak, kötü
işlerle uğraşmamak, iyilik yapmak, yardımlaşmak, vs...
Anne-babalarımız
kentlerin karanlığından korkmakta haklıydılar. Bugün onların bize geleneksel
bilgilerle kazandırdığı şeyleri tek tek yitirmemize neden oluyor kentler ve bu
karanlığa karşı dayanıklılığımız gün geçtikçe eriyor. Çocuklarımız bizdeki
erimeyi fark edince de, anne-babalarımızdan bize kalan değerleri onlara
aktarmamız zorlaşıyor, neredeyse imkansızlaşıyor ve kentin karanlığında çaresiz hissediyoruz.
Doğru
sözlü olmayı, dedikodu yapmamayı, haram yememeyi, namaz kılmayı, oruç tutmayı,
iş-güç ve aile sahibi olmayı, kötülük yapmamayı, kötü işlerle uğraşmamayı, iyilik
yapmayı, yardımlaşmayı onlar kadar başaramadığımız için, kentin karanlığına
yenildiğimiz için her biri değer olma özelliklerini yitiriyorlar ve biz çocuklarımıza
örnek olamıyoruz.
Kentin karanlığı, yapmayı başaramadığımız şeylerin yokluğundan ortaya çıkıyordu aslında ve şimdi biz korkularla dolu bu bencil karanlığa çocuklarımızı teslim etmemek için kaygılanıyoruz, bildiğimiz ve tahmin ettiğimizden başka sonuçlar olsun diye başka yollar arıyoruz.
Kentin karanlığı, yapmayı başaramadığımız şeylerin yokluğundan ortaya çıkıyordu aslında ve şimdi biz korkularla dolu bu bencil karanlığa çocuklarımızı teslim etmemek için kaygılanıyoruz, bildiğimiz ve tahmin ettiğimizden başka sonuçlar olsun diye başka yollar arıyoruz.
Köyden
kente adım adım gelebilseydik eğer; geleneksel bilgilerimizi eğitimle
doğrulayıp sınayabilseydik, aklın Kur'an'ı kılavuz olarak kabul etmesini
sağlayabilseydik eğer; kent karanlık değil aydınlık olabilirdi. Yeniden yapmak
için şimdi yıktığımız kentlerimiz bizden önceki yoklukların eseriydi, doğal
olarak da kaygılarımız o döneme ait arayışlara bağlamamalı bizi. Eğer yanlışı
ya da problemi görüp tesbit edebilmişsek, aynı güç ve istekle köylere, hayatın
doğal olarak aktığı yerlere taşınma kararları alabilmeliyiz; değerler eğitimini
tamamlamalı ve kentlere yeniden geçişi sağlamalıyız.
Kent'ten
Köy'e doğru bilinçli bir yolculuk, çocuklarımızı özenle yetiştirip sosyal
hayata salmak için çıkabileceğimiz psikolojik, sosyolojik, ekonomik, dinî ve
estetik bir yön arayışı için başlangıç olabilir. Çocuklarımızı değil belki ama
torunlarımızı dünyanın değersiz karanlığından kurtarma imkanımız hâlen var...
Nasıl
bir kent istediğimizi belirleyecek güce ulaştıysak nasıl bir çocuk istediğimizi
de belirleyecek iradeye sahip olmuşuz demektir, karanlıktan korkmaya gerek
yok. Kaldı ki kentlerin karanlığı artık geride kaldı, kentler artık dijital dünyada birer köy. Ne kadar gelişirsek gelişelim insanlık olarak şu tembihe muhtacız;
Tüm tembihler kente ya da elaleme karşı değil, Allah'a karşı yapılmalıdır: "Allah ne der?"
Karanlığa karşı güçlü bir irade aydınlığı da sağlayabilir. Değerlerle
ilgili kafa karışıklığını gidermeyen bir iradenin de güçlü olduğundan
bahsedilemez.
Başlamak
için hiçbir zaman çok geç değil; en azından geleneksel olarak bildiğimiz bir
gerçek bu.
Seçkin Deniz, 09.01.2018,
Sonsuz Ark, Şeyler ve İnsanlar, Sohbetler
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.