"İnşaat piyasasının aktörlerinin halkı dışarıda tutan rahatlığını sorgu sual altına alan çabalar şehirli olmanın bir gereği. Şehirlerin vahşi bir yığılma halinde oluşmasına karşı en yapıcı çözümlere, şehirlinin sadece kendi manzarasına, kendi yoluna, kaldırımına değil, komşusunun, yoldan geçenin, kent düşkünlerinin ve göçmenin maruz kaldığı “şehir haksızlığı” konusunda sorumluluk üstlenmesiyle ulaşılabilir."
Bu köşede sıklıkla imar ve inşa alanındaki çeşitli problemleri konu alıyorum. 2018’in ilk yazısında kentsel dönüşüm projeleri bağlamında olumlu bir gelişmeyi paylaşmak istiyorum sizlerle.
Her işi, her zahmeti devletten bekleyen toplumlarda devlet de pederşahi bir kisveye daha rahatlıkla bürünüyor ve vatandaşa vesayet edilecek bir toplum unsuru olarak yaklaşacak şekilde biçimleniyor. Şehircilik alanında bu biçimlenme, çarpık yapılaşma gidişatını ortaklaşa hafife almanın da mazeretine dönüşüyor maalesef. 1950’lerden bu yana, bilinen tarih boyunca hiç olmadığı kadar genişledi şehirlerin nüfus hacmi. Buna karşılık her zaman şehirlerden daha fazla nüfus barındırmış olan köyler erimeye devam ediyor.
Büyük göçlere sahne olan yetmiş yıl içinde, şehircilik ve mimari gündemlerimizin değişmez bir konusu haline geldi. Yönetimlerin göç yığılmalarını hesaba katmadığı ölçüde hasar gördü şehirlerin dengesi, bozulmalar da çok geçmeden siluetlere yansıdı. Şehircilik siyasetleri çevreye açılmanın bedelini üstlenmekten kaçındığı oranda şehirliler yeşil alanlarının günden güne eridiğine şahit oldular.
İstanbul bu sürecin ağır tahribatlarıyla yaşamanın günden güne zorlaştığı, bu nedenle de iç rahatlığıyla “metropol” olarak nitelendirilemeyecek bir şehir. Yeni bina yapılmasın mı, yapılacak elbette. Fakat kamuya ait arazilerle yeşil alanların bu denli hızlı işgali, sit alanı derecelerini değiştirmeye götüren hevesler, telafisi zor bir betonlaşmanın hastalıklarına maruz bırakıyor şehri ve şehirliyi. Çevre yolları üzerine hesapsızca yapılan gökdelenler ve AVM’lerin oluşturduğu trafik keşmekeşi karar mercilerini hiç endişelendirmiyor sanırsınız, işler aynı minvalde yürümeye devam ediyor çünkü.
Hava kirliliği, rüzgârları ve kuşları şaşırtan yükseltiler, manzaraların gaspı, sıhhileştirme yoluyla oluşan adaletsiz mekân dalgalanmaları, sokak oyunlarını unutan çocuklar, güvenlik ihtiyacı ile siteleşmelerin türdeşle içe kapanmayı getiren yayılımı arasındaki kısır döngü… İrdelenmesi gereken çok büyük sorunlar var. Buna karşılık şehirlinin şehrine sahip çıkma bilinci aynı oranda gelişiyor değil. Yerel yönetimler ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın karar ve uygulamaları karşısında problemleri gösteren sivil çabaların eksikliği, göz önünde olan veya olmayan sorunların önemli sebeplerinden biri.
Eleştiriler bazen yerel yönetim ve siyasetin sorumlu birimleri tarafından dikkate alınıyor gerçi. Bu köşede 13 Kasım 2017’de yayımlanan “Rumeli Park’ın Kültürle İmtihanı” başlıklı yazımda konu ettiğim bir mahalle parkıyla ilgili endişeler, Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde bir karşılık buldu. Kısaca hatırlayalım: Mahalle sakini, bağımsız metin yazarı Fatma Sancak, sosyal medyada 35 yıldır aynı pencereden izlediği, ağaçlarının yetişmesinde pay sahibi olduğu Rumeli Park’ın yer altı garajı yapılmasını getirecek projeye karşı bir kampanya başlatmıştı.
Sancak’la konuşup da bu parkın beş kilometrelik alanda bir benzeri olmadığını öğrenince, bu kampanyaya destek olması için bir yazı yazmıştım ben de. Belediyenin hazırlattığı zeminaltı otopark projesinin ironisi ise üstünün bir kültür merkezi olarak düşünülmesiydi.
Neyse ki hiç de istisna özelliği taşımayan bu ironiyi ele aldığım yazım ortada kalmadı. Değerli siyasetçi Aziz Babuşçu yazıyı okuyunca incelemiş sorunu ve belediye yetkilileriyle konuşmuş. Beni arayarak, bölgedeki trafiğin yaşattığı sıkıntılar nedeniyle zeminaltı otopark projesinin zaruriyetini koruduğunu, ancak projenin parkın yenilenerek muhafaza edilecek şekilde baştan ele alınacağını anlattı. Yani park, kültür merkezi bağlamlı bir binalar topluluğuna feda edilmeyecekti.
Babuşçu’nun bu hassasiyetinin yanı sıra Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin yapıcı yaklaşımı da yerel yönetimlerle aramızdaki eksik iletişim üzerine düşünmeye sevk ediyor. Siyasetçiler zamanla yarışırken sorunlara getirilen çözümlere sadece kendi planları açısından bakma eğilimi sergiliyorlar. Ortaya konulan projelerin halkı nasıl etkileyeceğine dair sorular sıklıkla kalkınma arzusunun oluşturduğu bakış açısına feda ediliyor. Toplum ve medya, çözüm olarak sunulandaki yeni sorunları ortaya koymakla mükellef. Sosyal medya ise bu tür sorunları açmada bir hayli elverişli bir imkân.
Halkın gündelik hayatını ilgilendiren herhangi bir konuda -siyasal kutuplaşma perdeleri nedeniyle- kimse diğerini dinlemiyor ve çokları karşıtı saydığını komploculukla oyuna gelmekle suçluyor. Kamusal alan tartışmalarının geldiği nokta bu… Her konuda kendini haklı, her sorunda kendini mazur bilene yeni bir takvim yılı nasıl bir umut sunabilir ki? Halk kitlelerinden ziyade aydınlar daha bir “evangelist” yorumluyor siyaseti: “Ortam o kadar kötüleşsin ki ideal siyaseti gerçekleştirecek şartlar oluşsun, ortam o kadar kötü ki artık siyaset yapılamaz…”
Siyasilerimiz bu alanda özeleştiri yapsalar bile günden güne yeşil alanı daraltan yeni bir proje haberi yer alıyor medyada. Bu yazıyı yazmaya oturduğumda Yeşilköy sahilindeki halkın kullandığı boş alanın 1/100.00’lik çevre planında yapılan değişiklikle turizme açıldığını okudum. Değişikliğin ilk uygulaması ise kırk beş metre yüksekliğindeki otel projesi. Aynı plan değişikliğiyle Çekmeköy kışlasının 187 dönümlük yeşil alanı imara açılmış.
İnşaat alanında süren istismarlar ve ihlaller konusunda “şehir hakkı” oturduğu yerden konuşmakla sağlanmıyor. Fatma Sancak mahallesinin biricik parkının betonlaşmaya kurban edilmesini sorguladı bir sosyal medya kampanyasıyla, sesini Mevlana İdris duydu, başka yazarlar da ilgilendi, Aziz Babuşçu’ya ulaştı sonunda eleştiriler.
İnşaat piyasasının aktörlerinin halkı dışarıda tutan rahatlığını sorgu sual altına alan çabalar şehirli olmanın bir gereği. Şehirlerin vahşi bir yığılma halinde oluşmasına karşı en yapıcı çözümlere, şehirlinin sadece kendi manzarasına, kendi yoluna, kaldırımına değil, komşusunun, yoldan geçenin, kent düşkünlerinin ve göçmenin maruz kaldığı “şehir haksızlığı” konusunda sorumluluk üstlenmesiyle ulaşılabilir.
Cihan Aktaş, 13.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.