بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Âlemlerin Rabbi, Mevlâmız olan Allah’a hamd, örnek kulu, son Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’ya salat ü selâm ile sözlerime başlarım."Sırat-ı Müstakim" (doğru yol)dur ki, ifrat ve tefrît arasında orta yolu gösterir. Yani ne sağa ne sola aşırı bir şekilde sapmamızı istemez. Kur'an-ı Kerim'i okuduğumuz zaman gerek şeriatın, gerekse düşüncenin yöneldiği hedefin “Sırat-ı Müstakim” olduğunu görürüz.
Sırat-ı müstakim terkibi otuz üç ayette yer almaktadır. Ayrıca sırat iki ayette "müstakim" manasındaki "seviy" ve aynı anlamdaki "seva"' (sevaü's-sebil) kelimesiyle kullanılır. Bu terkip geçtiği ayetlerin bir kısmında Allah'ın doğru yol ve istikamet üzere olduğunu (Hud ı1/56). O'nun dilediğini bu yola ileteceğini (el-Bakara 2/142, 2ı3; el-Maide 5/16; el-En'am 6/39; Yunus 10/25) peygamberleri ve inananları doğru yola ulaştırdığını (el-En'am 6/87, 161 ; en-Nahl 16/121 ; el-Hac 22/54; es-Saffat 3711 18) bildirmekte; bazı ayetlerde ise Resul-i Ekrem'in insanları doğru yola davet ettiği (Al-i İmran 3/5ı; el-En'am 6/153; el-Mü'minun 23/73; eş -Şura 42/52) ve Kur'an'ın insanı doğru yola ilettiği (el-Maide 5/116) vurgulanmakta ve şeytanın doğru yola girilmesine engel olmaya çalıştığı ifade edilmektedir (el-A'raf 7/16). Aynı ayet grubunda Allah'ın ipine sımsıkı sarılma (Al-i imran 3/103). O'na kulluk etme (Al-i imran 3/51 ; Meryem 19/ 36; Yasin 36/61; ez-Zuhruf 43/64) ve Peygamber'e uyma (ez-Zuhruf 43/6) sırat-ı müstakim üzere olmanın temel ilkeleri şeklinde zikredilmiş, bazı ayetlerde adaletle doğru yol arasındaki yakın irtibata dikkat çekilmiştir (en-Nahl 16/76).
Fatiha suresinde geçen sırat-ı müstakim "kendilerine nimet verilenlerin yolu" şeklinde açıklanmıştır. Bu ifade, ilahi nimete mazhar kılınanların takip ettiği yolun özelliklerini belirten ayetle birlikte (en-Nisa 4/69) değerlendirildiğinde sırat-ı müstakimin peygamberlerin, doğruların, şehidlerin ve salihlerin yolu olduğu söylenebilir. Buna göre sırat-ı müstakime "dinde öncülerin takip ettiği yol" anlamı da verilebilir.[2]
Hadis kaynaklarında, Resulullah'ın teheccüd namazına başlarken yaptığı duada Allah'a, "Sen dilediğini sırat-ı müstakime erdirirsin" şeklinde niyazda bulunduğu nakledilmektedir (Müslim, "Müsafırin", 200) . Ayrıca onun sırat-ı müstakimi Kur'an (Tirmizi, "Feza'ilü'l-I Kur'an", 14) ve İslam (Müsned, IV, 182) olarak yorumladığı rivayet edilmektedir. Resul-i Ekrem toprak üstünde bazı hatlar çizerek sırat-ı müstakimi açıklamış. Bu tür somut açıklama yöntemiyle sırat-ı müstakimin diğer peygamberlerin yollarıyla ilgisini göstermek istemiş. Ardından bunların hepsinin Allah'a götürdüğünü belirtmiş, ancak kendi yolunu diğerlerinden ayırmak amacıyla, "İşte benim doğru yolum!" demiştir (İbn Mace, "Mukaddime",1) .[3]
Sahabeden birinin Hz. Peygamber’den kendisine, başka bir nasihate ihtiyacı kalmayacak değerde bir tavsiyede bulunmasını istemesi üzerine Hz. Peygamber, “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol”(Müslim İman, 62; Müsned, III/413; IV/385.) buyurmuştur. Doğru yolu açıklayan Fussilet Suresi 41. ayeti yorumlayan Râzî (ö.606/1209), “Rabbimiz Allah’tır diyenler” bölümünün iman ve ikrarı ile, istikâmet sahibi olanlar bölümünün de, iyi ve güzel işlerle ilgili olduğu yorumunu yapar. Buna göre istikametin vazgeçilmez şartının, ifrat ve tefrite dalmadan istikrarlı ve dengeli bir şekilde orta yolu takip etmek olduğu kabul edilir.[4]
“Sırat-ı müstakim, kulun Allah'tan başka her şeyden yüz çevirerek bütün duygu ve düşüncesiyle O'na yönelmesi, musibetlere sabretme gibi davranışlarla peygamberlere uyması şeklinde de açıklanmıştır (Fahreddin er-Razi, 1, 206).
Kur'an-ı Kerim'de "Allah'a ortak koşmamak, anaya babaya iyilik etmek, evlatlarının canına kıymamak, her türlü kötülük ve iffetsizlikten uzak durmak. Yaşama hakkına saygı göstermek, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve tartıda dürüst olmak. Yalan söylememek, Allah'a verilmiş olan ahde vefa göstermek" şeklinde özetlenebilecek olan belli başlı dini ve ahlaki görevler sıralandıktan sonra bunlara riayet etmenin Allah'ın dosdoğru yolu (sırat-ı müstakim) olduğu, başka yollara sapmadan bu yolda yürümenin gerektiği bildirilmektedir (el-En 'am 6/ 151-153).
Buna göre sırat-ı müstakim müminler için İslam dışı her türlü inançtan, Kur'an ve Sünnet'e aykırı davranışlardan uzak durarak yaşamını sürdürme idealini ifade etmektedir.”[5]
“Kur’an-ı Kerim Yaratıcı’dan yaratılanlara uzanan bir bağdır. O ipten tutan sağlıklı bir şekilde hedefe ulaşır. Yüce Allah kullarından, kendisinin istediği yolda gitmelerini istemektedir. Bunun için insanın kendisini ve Allah’ı bilmesi gerekir. Bu da peygamber aracılığı ile getirilenlere inanma ile olur. Yüce Allah Kur’an’da doğru ve yanlış yolu tanıtmıştır. “Ve hedeynâhü’n-necdeyn” ayetiyle ifade edilen budur.
Bu durum, Hz. Peygamberin şahsında, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ifadeleriyle netleşmiştir. Bu yola istikamet ismi verilir. İstikamet; Allah’ın emrettiği yoldan gidip, yasaklarından sakınmadır. Emredilenlerin dışına çıkılması halinde istikametten uzaklaşılır. Kur’an’da istikamet için “sırat’ı müstekım”, zıddı için ise “sebîlel ğayy” isimleri verilir. Bunlardan birincisi İslam’ı, diğeri şeytanı temsil etmektedir.”[6]
“Rabbimiz, “sırât-ı mûstakîm” ve “istikâmet” terimleriyle doğru yolu haber vererek kullarını fıtrat çizgisinde tutmayı, şeytan ve insanlardan gelebilecek tehlikelerden korumayı hedefler.(Tahrim, 66/6.)
Kur’an-ı Kerim, insanların karşılaşabileceği olumlu ve olumsuz iki temel noktaya işaret eder. Bunlardan; mekr,(Fâtır,35/43) hile,(En’âm, 6/123-124) keyd (Âl-i İmran, 3/120) ve hıyânet (Enfal,8/27.) kapsamına giren hasletlerden sakınılması istenirken, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 11/112.), “sırât-ı müstakîm”(Fâtiha, 1/6.), “sebîle’r-rüşd”(Âraf, 7/146.) “adaletin yolu”, “sırâtan seviyyen”(Meryem 19/43.), “dinen kayyimen”(En’âm, 6/161.) ve “bir çıkış yolu”(Talak, 65/2.) gibi kavramların temsil ettiği olumlu hasletler övülür.”[7]
Yüce Allah “sırât-ı müstakîm”ı, insanı Rabbine götürecek manevi yol olarak ifade eder. Hz. Peygamber’e, “Bizi doğru yola ilet” (Bakara, 1/6) diye duâ etmesi istenir.
“Ve hedeynâhü’n-Necdeyn” (Beled, 90/10.) (Kötülüğün ve iyiliğin iki yolu) ayetiyle işâret edilen doğru yol istikâmeti, diğeri ise sayısız yanlış yolları içerir. Doğru yolun içeriği Kur’an’da, uygulanışı da Hz. Peygamber’in sünnetinde gösterilir. Yanlış yollar Kur’an’da hatırlatılmakla birlikte, temsilcisi şeytan, uygulayıcısı ona inananlardır.
Doğru yol, birkaç kelime ile sınırlı değildir. Bütün güzel hasletler bu bağlamda değerlendirilir. İlâhi dinlerin ortak özellikleri olarak ifade edilip, En’am Suresi’nde özetlenen, şirk koşmama, yaratılanların hakkını koruma, ölçü ve tartıya riâyet ederek tüketicinin korunması, nefsin dokunulmazlığı, hukukun üstünlüğü, ahde vefa gibi konular bu yolu oluşturur. Yüce Allah, işâret ettiği güzel hasletlerden sonra, “Şüphesiz bu benin dosdoğru yolumdur. Bu yola uyun; başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye bunları emretti.”(En’âm, 6/153.) gibi ifadelerle uyarılarda bulunmuştur.[8]
Yaratıcı’nın yanlış kabul ettiklerinin başında, kendisinin dışında başka birinin gücünü kabul etme ve ondan yardım isteme gelir.(Nisâ, 4/48.) Allah’tan başkasına kulluk etmeyi ve yardım dilemeyi şeytan temsil eder. Şeytan, Hz. Âdem ve eşini yanılttığı gibi, çocuklarını da kandırmak isteyecektir. Kur’an’daki bu yanlışlıklar “sebîle-l ğayy”(Âraf, 7/146.) terimiyle açıklanır. Kur’an’da zikredilen yanlış yollar farklı kelimelerle ifade edilir. Belirli bir plan dâhilinde, hile ve kötülükleri düşünerek yapılacak her hareket yanlış yol kapsamına girer. Diğer bir ifade ile, Allah ve Resulünün yasakladığı ve hoşlanmadığı her düşünce ve fiil “Sebîle’l Ğayy” kapsamına almamız mümkündür. Nitekim fuhuş, şirk, zina, livâta, bağy, sev', adaletsizlik, zulüm, ahlaksızlık, aldatma, yalancılık, riyâkarlık, fitne, buhtân, fısk, hile, hıyânet ve mekr gibi kelimelerin ihtiva ettiği olumsuzlukları bu bağlamda değerlendirmemiz mümkündür.[9]
Peygamberimiz (s.a.s), bazı sahabileriyle birlikte bulunduğu bir esnada Kerim Kitabımızdan bir âyet okumuştu. Bu âyet, İslam’dan önceki din mensuplarının, Allah’ın dinini nasıl tahrif ettiklerini şöyle haber veriyordu: “Onlar, Allah’ı bırakıp, hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Oysa onlara sadece bir olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, yüceler yücesidir; onların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Tevbe, 9/31.)
Hâtemu’l-Enbiyâ Muhammed Mustafa (sav) âyet-i okumasını müteakip daha önce Hıristiyan iken Müslüman olmuş bir sahabi, “Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki!” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Onlar size istediklerini helâl, istediklerini haram kılıyorlardı. Siz de onlara uyuyordunuz öyle değil mi?” diye sordu. Sorusuna “Evet!” cevabını alınca da, “İşte âyette sözü edilen durum budur.” buyurdu.(Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 9; Beyhakî, Sünenü'l Kübrâ, X,196)[10]
Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; insanoğlu, tarih boyunca din anlayışı ve tasavvurunda zaman zaman sapmalar ve savrulmalar yaşamıştır. İşte bu sapma ve savrulmalara karşı Yüce Rabbimiz Âdem (a.s.)’den Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s)’e kadar kutlu elçileri vasıtasıyla insanlığı tevhid inancına çağırmıştır.
Tevhid inancı, sırat-ı müstakimdir, dosdoğru yoldur. Bu yolda sadece bir olan Allah’a itaat, teslimiyet ve kulluk vardır. Bu yolda şirk, küfür, nifak, ikiyüzlülük değil; özüyle sözüyle bir olmak, olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmak vardır. Bu yolda ahlak, erdem ve samimiyet vardır. Bu yolda eğrilik değil, doğruluk; ihanet değil, sadakat vardır. Bu yolda sapkınlık, azgınlık, haddi aşma ve zalimlik değil; istikamet, adalet ve hakka tabi olmak vardır.
Yüce Allah’ın dosdoğru yolunda, Peygamberler dışında ismet sıfatına sahip “masum ve tartışılmaz” herhangi bir şahsiyet yoktur. Sırât-ı müstakimde Peygamberler dışında hiç kimsenin özel, seçilmiş ve yanılmaz olduğu düşünülemez. Herhangi bir kimsenin sözlerine, eserlerine ve davranışlarına mahza hikmetli olduğu düşüncesiyle kutsiyet atfedilemez. Sırât-ı müstakimde Allah’a isyan hususunda hiçbir varlığa itaat edilemez. Hâsılı, mutlak itaat ve bağlılık, çerçevesi Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkeleredir
Sırât-ı müstakimde, Allah ve Resûlü’nün, Kur’an ve sünnetin önüne hiçbir anlayışı geçirmek yoktur. Sırât-ı müstakimde dinin sabitelerini değiştirmeye kalkışmak yoktur. Sırât-ı müstakimde hiç kimsenin, arzu ve isteklerine, çıkarlarına göre helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Zira böyle bir durum, dini mübin-i İslam’ı tahrif etmektir. Dinin içini boşaltmaktır. Dini tahrip etmektir. Yeni bir din ihdas etmektir. Bilinmelidir ki; kendisini Kur’an ve sünnetin önüne geçirerek yeni bir din ihdas etmeye yeltenenler de, körü körüne böylelerinin peşi sıra gidenler de beyhude bir yolun yolcularıdırlar. Aksine sırât-ı müstakimde Kur’an ve sünnetin ebedi rehberliğinde, İslâm kültür ve medeniyetinin zengin bilgi mirası eşliğinde nezih bir hayat yaşamak vardır.[11]
İSTİKÂMET
“Kur’ân’da doğru yolun diğer bir ifadesi istikamettir. İstikâmet; doğru, düzgün, dengeli, sâbit, kararlı, itidal, âdil, Allah’a itaat, hakkın hâkim kılınması anlamında kullanılır.[12] Terim olarak; Allah’ın kulluğunu kabul ederek, güzel amel işleme, günahlardan sakınma,[13] iman ve ikrarın uyumudur.
Öte yandan, din kelimesiyle kayyim kelimesinin birleşmesiyle oluşan terim, “ed-dînü’l-kayyim” doğru, gerçek, hak din anlamına gelmektedir.[14] “Dînü’l kayyim” Yüce Allah’a tahsis edilen şirksiz, tevhid üzere bulunan din demektir.[15] Buna göre, herhangi bir yanlışlık içermeyen ve ilâhi dinin getirdiklerine ters düşmeyen, “müstakim” ve “sırat” kelimelerinin oluşturduğu terimler doğru yolu içermektedir. “Bize doğru yolu göster.”(Fâtiha, 1/6.) “Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın”(Zuhruf Sûresi, 43/43.) ayetlerinden doğru yolu ifade eden İslâm anlaşılır.”[16]
“Bizi dosdoğru yola ilet” (Fâtiha, 1/6.) ayetleri ifrat ve tefritten uzak orta yol üzerinde olmak anlamlarına gelmektedir. Buradan hareketle, dinde istikametin tevhid ve marifeti, fiillerde ise, dengeli güzel ameli ifade ettiği söylenebilir.[17]
SONUÇ
“Bütün âlimlerimiz, İslam ilim geleneğini Kur’an ve Sünnet üzerine sağlam bir şekilde kurup geliştiren ve İslam’ın ana yolunun ilke ve esaslarını oluşturarak Müslümanları, sapkın din anlayışlarından (fırak-ı dâlle) gelebilecek zararlardan koruyup ve ümmetin ‘sırat-ı müstakim/ dosdoğru yol’ üzere devam etmesine hizmet etmelidirler.
İslam’ın iki ana kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti’ne aykırı düşen hiçbir bilginin dinî değeri yoktur. Sahabe neslinden günümüze kadar sevâd-ı a’zamın (Müslümanların büyük çoğunluğunun) üzerinde yürüdüğü yolun dışında bütün anlayışlar sırat-ı müstakimden sapmadır.”[18]
Unutmayalım ki; herkes, ahiretteki âkıbetini bu dünyada yapıp ettikleriyle kendisi belirleyecektir. Hiç kimse sorumluluğunu ve hesabını bir başkasına asla yükleyemeyecektir. O büyük günde tek umudumuz sâdık imanımız, samimi niyetimiz, sahîh bilgimiz, sâlih amellerimiz, cihâdımız, selim kalbimiz ve sırât-ı müstakîm (istikâmet) üzere olan hayatımız olacaktır. Tek sığınağımız, Rabbimizin engin merhameti olacaktır. Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olup, ilimle tevhîd ve vahdeti korumaktan başka çaremiz yok.
Emin Emre, 17.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Emin Emre Yazıları
[1] Hülya Alper, “Sırât-ı Müstakîm”, DİA, 37/119.
[2] Hülya Alper, “Sırât-ı Müstakîm”, DİA, 37/120.
[3] Hülya Alper, “Sırât-ı Müstakîm”, DİA, 37/120.
[4] Remzi KAYA, a.g.m., s.20.
[5] Hülya Alper, “Sırât-ı Müstakîm”, DİA, 37/120.
[6] Doç. Dr. Remzi KAYA, Kur’an’a Göre Doğru ve Yanlış Yol, s.15.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/143853
[7] Remzi KAYA, a.g.m., s.17.
[8] Remzi KAYA, a.g.m., s.18.
[9] Remzi KAYA, a.g.m., s.18.
[10] https://15temmuz.diyanet.gov.tr/Files/Hutbeler/4.%2012.08.2016%20S%C4%B1rat-%C4%B1%20M%C3%BCstakim.pdf
[11] “SIRÂT-I MÜSTAKİM”, 12.08.2016 Tarihli Diyanet İşleri Başkanlığı Hutbesi.
https://15temmuz.diyanet.gov.tr/Files/Hutbeler/4.%2012.08.2016%20S%C4%B1rat-%C4%B1%20M%C3%BCstakim.pdf
[12] Lisânü’l Arab, XII/ 497-500; Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, IX/37.
[13] Kurtubî, Tefsir, XV/358.
[14] Kadî Beydavî, Tefsir, II/570; Âlûsî, Tefsir, XXX/204.
[15] Taberî, Tefsir, XII/220; Âlûsî, Tefsir, XII/245.
[16] Remzi KAYA, a.g.m., s.19-20.
[17] Remzi KAYA, a.g.m., s.21.
[18] Diyanet İşleri Başkanlığı, “KENDİ DİLİNDEN FETÖ ÖRGÜTLÜ BİR DİN İSTİSMARI”, s.135.
http://aa.com.tr/uploads/TempUserFiles/haber/2017/07/KENDI-DILINDEN-FETO-20170725son.pdf
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.