22 Ocak 2018 Pazartesi

SA5520/KY57-AHCZD76: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 39: Maide(105-120)

  "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.



MAİDE SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (105-120. Ayetler)[1]

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir.” (Mâide Suresi,5/105.)

Müminler sırât-ı müstakîm’den ayrılmazlar, iman üzere sebât ederler. Sahîh bir iman, takvâ, ihlâs ve ihsân şuuruyla, sâlih amel üzere Müslüman kimliklerini muhafaza ederler.

Bu âyetin, müminlerin, iman çağrısına olumlu karşılık vermemekte direnen ve kötülükler içinde yüzmeye devam eden inkârcıların durumuna üzülmeleri üzerine nâzil olduğu rivayet edilmiştir. 

Zamanla bazı müslümanların bu âyeti, nemelâzımcı bir anlayışa kapı aralayacak şekilde yorumlamaya başladıklarını görünce Hz. Ebû Bekir onları uyarıp özetle şunları söylemiştir: Siz bu âyeti gayesinin dışına taşırıyor ve yanlış yorumluyorsunuz. Ben Resûlullah’ın “İnsanlar bir kötülüğü görüp de onu engellemezlerse Allah’ın onlara genel bir azap göndermesi yakındır” buyurduğunu duydum (Tirmizî, “Tefsîr”, 6; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 17; Elmalılı, III, 1825). (Kur’an Yolu Tefsiri, II/250-251.)

Atalarının yanlış ve sapkın yolunu izleyen (Mâide,5/104.) ya da büyüklük taslayarak imandan yüz çeviren kimselerin ve iradelerine hâkim olamayarak onların yolunu izleme zaafı gösterenlerin ahirette ne hallere düşeceklerini tasvir eden ayetler de müstekbirlerin zayıf kimseleri (müstad‘aflar) hidayetten alıkoyma çabalarını ispat etmektedir.( Sebe, 34/33; A’raf 7/38) Bu ayetlerde, müstekbirlere uyarak cezayı hak etmiş olanların; yanlış yola saptıklarını itiraf ederek dünyada yaptıklarına pismanlık duyacakları, uydurma tanrıları âlemlerin Rabbine denk tuttukları için hem kendilerini hem de sapmalarına sebep olan önderleri kınayacakları haber verilir. (Şu'arâ, 26/99 krs. Âraf, 7/38, Ahzâb, 33/67–68, Sâd, 38/60)

Kur’an-ı Kerim, bahsedilen bu çeşit insanların saptırmalarına karşı insanları uyarmakta (Mâide, 5/77) ve eğer insan kendi sorumluluklarının bilincinde olup takvâ, ihsân ve ihlâs ile gereği gibi kulluk yaparsa hiçbir harici faktörün onu yolundan saptıramayacağını bu ayet ifade etmektedir. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal veya terk etmemelidir. Bununla beraber kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Yani Allah'ın dinine hizmet eden, edecek olan buna layık olmalıdır.

Bugün tevhid’i ve vahdeti koruyamamış, ülkeleri barbar Hıristiyan, Yahudi ve inkar edenler tarafından talan edilmiş, işgalin her türlüsünü tatmış, düşmanından daha çok haini olan Müslümanlar öncelikle ve özellikle kendilerine bakmalıdırlar, sahîh bir iman ve sâlih amellerle mücâhedeye devam etmelidirler. Mehcûr bıraktıkları Allah’ın ipi olan  Kur’an’a tekrar sarılıp, en güzel örnek olarak bize bıraktığı Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav)’e rehberliğine dönülmelidir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ح۪ينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ اَوْ اٰخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ اِنْ اَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَاَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةُ الْمَوْتِۜ تَحْبِسُونَهُمَا مِنْ بَعْدِ الصَّلٰوةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ اِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَر۪ي بِه۪ ثَمَناً وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللّٰهِ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الْاٰثِم۪ينَ

“Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki âdil kişi, şayet seyahatte iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan başka iki kişi aranızda şahitlik etsin. Eğer (vasiyeti uygularken) içinize bir şüphe düşerse, bu iki şahidi namazdan sonra alıkorsunuz; "Bunu yakınımız hatırına da olsa hiçbir bedel karşılığında satmayız ve Allah’ın buyruğu olan bu tanıklığı asla gizlemeyiz, aksi halde apaçık günahkârlardan olacağımızda kuşku yoktur" diye Allah’ın adına yemin ederler.” (Mâide Suresi,5/106.)

Müminler şahitlik hususunda hassas davranırlar, gereği gibi yaparlar ve şahitlikleri âdil olan kimseler Allah için yaparlar, şahitliklerini satmazlar ve ihanet etmezler. Hak tecavüzünde bulunmazlar, zulmetmezler ve Allah’a âsi olmaktan sakınırlar. Müslümanlar Allah’tan korkarlar ve (O’nun direktiflerini) iyi dinlenler. 

فَاِنْ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسْتَحَقَّٓا اِثْماً فَاٰخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذ۪ينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْاَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُـنَٓا اَحَقُّ مِنْ شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَاۘ اِنَّٓا اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ

“Şayet bu ikisinin günah işledikleri (yeminlerinin gerçeği yansıtmadığı) ortaya çıkarsa, bunların haklarını gasbettiği kimselerden iki kişi onların yerini alır ve "Kesinlikle bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve biz hak tecavüzünde bulunmadık, aksi halde biz de zalimlerden oluruz" diye Allah’ın adına yemin ederler.” (Mâide Suresi,5/107.)

Ecelinin yaklaştığını hisseden adam eğer yanında bulundurduğu malını ailesine vasiyet etmek istiyorsa, evinde olduğu durumlarda müslümanlardan iki adaletli şahidi çağırır ve vasiyet etmek istediği malı orada bulunmayan aile efradına teslim etmeleri için onlara emanet eder. Eğer vasiyet edecek kişi yolculukta bulunuyor ve yanında bulunan malını emanet bırakacağı iki müslüman şahid bulamazsa, bu iki şahidin gayri müslimlerden tutulması caizdir. Eğer müslümanlar, şahidlerin söylediklerinde ve emaneti olduğu gibi koruduklarında kuşkuya düşerlerse, onları kendi akidelerine göre namazlarını kıldıktan sonra Allah’a yemin etmeleri için alıkoyarlar.

Eğer bundan sonra şahitlerin yalancı şahitlik yaptıkları, yalan yere yemin ettikleri ve emanete hıyanet ettikleri ortaya çıkarsa, yalancı şahitlikler yüzünden hakları çiğnenen, ölene en yakın iki kişi ayağa kalkar ve Allah’a yemin ederek kendi şahitliklerinin önceki iki şahidin şahitliklerinden daha doğru olduğuna yemin ederler.

ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجْهِهَٓا اَوْ يَخَافُٓوا اَنْ تُرَدَّ اَيْمَانٌ بَعْدَ اَيْمَانِهِمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسْمَعُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟

“İşte bu, şahitliği gereğince yapmalarını sağlayacak veya yemin etmelerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarını önleyecek en uygun usuldür. Allah’a âsi olmaktan sakının ve iyi dinleyin. Allah yoldan çıkmış topluluğu doğruya eriştirmez.” (Mâide Suresi,5/108.)

Vasiyet ölüme bağlı bir tasarruf olup daha önce Bakara sûresinin 180 ve 240. âyetlerinde bu kavram yer almış ve Nisâ sûresinin 11-12. âyetlerinde terekenin paylaştırılmasına geçilmeden önce müteveffa tarafından yapılmış vasiyet varsa onun yerine getirilmesi gerektiği bildirilmiştir.  İslâm âlimleri Kur’an’ın gerek bu, gerekse benzeri konuları düzenleyen diğer âyetlerdeki mesajını dikkate alarak, genelde vadeye bağlanmış hak ve borçların özel olarak da vasiyet içeriğinin kayda geçirilmesi konusuna ayrı bir önem vermişler, bunun sonucu olarak günümüzdeki noterlik kurumunun işlevini üstlenen bir teşkilât ve bu alandaki meseleleri inceleyen özel bir literatür oluşmuştur. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/252-256.)

يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

“Allah’ın peygamberleri toplayıp da onlara "Size ne cevap verildi?" diye soracağı gün onlar "Bizim bir bilgimiz yok. Bütün gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin" diyecekler.” (Mâide Suresi,5/109.)

İşte bu sorular kendilerine sorulduğunda kendilerine yazık eden, hakk olduğunu bile bile zulüm ve kibirle inkâr eden (Neml,27/14.)[2] kafir, müşrik, münafık, fâsıklar inkarlarını anlatacaklardır. 

“İnkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmişlerdir.” (Ahkâf,46/3.)[3] 

Artık “Gök ve yer onların ardından ağlamaz.” (Duhân,44/29.)[4]

Peygamberlere düşen apaçık tebliğ etmektir (Mâide,5/99; Ankebût,29/18.) ve O’nlar (r.a) bu görevlerini lâyıkı ile yerine getirmişlerdir. Her şeyi bilen ve hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Allah "Size ne cevap verildi?" soracağını haber vermektedir. “Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız.” (A’raf,7/6.) [5]

Yüce Allah’ın, peygamberlerin elçilik görevleriyle ilgili yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirdiklerini, ümmetlerin de kendilerine tebliğ edilen dini ve kitabı tanıyıp hükmüne uyduklarını yahut reddedip âsi olduklarını kesin olarak bildiği, ayrıca inkârcılar da kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettikleri halde yine de âhirette ümmetleri ve resulleri sorguya çekmesi O’nun adalet düzeninin bir sonucudur.

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاًۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْراً بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

“İşte o zaman Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu Îsâ! Sana ve annene lutfettiğim nimetleri hatırla! Seni Rûhulkudüs’le (Cebrâil) desteklemiştim de hem beşikte iken hem de yetişkin halinde insanlarla konuşuyordun. Sana yazmayı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp ona üflüyordun ve benim iznimle derhal kuş oluyordu. Benim iznimle körü ve cüzzamlıyı iyileştiriyordun. Yine benim iznimle ölüleri diriltiyordun. Onlara açık kanıtlar getirdiğin zaman buna karşı içlerinden inkâr edenler ‘Bu düpedüz bir büyü!’ dediklerinde İsrâiloğulları’nın sana zarar vermelerini önlemiştim.” (Mâide Suresi,5/110.)

وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّـنَا مُسْلِمُونَ

“Havârilere ‘Bana ve peygamberime iman edin’ diye ilham ettiğimde onlar ‘İman ettik, şahit ol ki bizler yürekten teslimiyet içindeyiz’ demişlerdi." (Mâide Suresi,5/111.)

Ayette bahsedilen mucizeler yüce Allah’ın Meryemoğlu İsa’ya bir delil ve şahid olarak bahşettikleridir. Ama ne yazık ki, ardından gelenler hem İsa (as) hem de O’nu gönderen Allah’a isyan ve ihanet etmişlerdir. Tevhîd yerine küfür ve şirki tercih etmişlerdir. İşte burada Hz. İsa seçkin bir topluluğun huzurunda onların çoğunluğunu oluşturan kendi ümmetinin de içinde bulunduğu bütün insanlar karşısında onlarla yüz yüze geliyor ki ümmeti bunu duysun ve gözleriyle görsün, yine bütün insanların huzurunda acı ve çirkin bir şekilde yaptıkları yüzlerine vurulsun. Bu mucizelere rağmen Hz. İsa’yı öldürmeye çalışmışlardır ama Allah izin vermemiştir.

Ne garip bir haldir, insan ne kadar da zalim olabilmektedir ve nasıl kendisini bu kadar rahat kandırabilmektedir? Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğlu”, Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” diyen (Tevbe,9/30) tevhidi bozan, "Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük" lerini ilan eden (Nisâ,4/157.),  Meryem’e büyük bir iftira atan (Nisâ,4/156), sözlerinden dönen, Allah’ın âyetlerini inkâr eden, haksız yere peygamberleri öldüren ve "kalplerimiz kılıflanmıştır" diyen (Nisâ,4/155), pek çok kimseyi Allah yolundan engelleyen, kendilerine yasaklandığı halde faiz alan ve haksızlıkla insanların mallarını yiyen (Nisâ,4/160.), sapan ve gazaba uğrayacak ve lanetlenecek işle yapan, dünyayı kaosa ve savaşlara hazırlayan bu kimseler Mesih’in yani İsa (as) gelişini "beklenen kurtarıcı" beklemektedirler. Sahi İsa (as)’a hangi yüzle ve ne diyeceklerdir?

اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

“Havâriler "Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlardı. O şöyle cevap verdi: "Eğer iman etmiş kimseler iseniz Allah’a saygılı olun." (Mâide Suresi,5/112.)

Ayet havarilerinin Hz. İsa'yı (a.s) bir insan ve Allah'ın kulu olarak gördüklerini göstermektedir. Onlar Peygamberlerini hiç bir zaman bir ilâh veya Allah'ın ortağı ya da oğlu olarak düşünmüyorlardı. Bu yine göstermektedir ki, Hz. İsa da (a.s) kendisini, kendinden hiçbir otoritesi olmayan bir kul olarak sunuyordu.

قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

“Onlar "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz güvenle dolsun, bize doğru söylediğini bilelim ve buna tanık olalım" dediler.” (Mâide Suresi,5/113.)

Havâriler gökten sofra indirilmesini istemelerinin sebeplerini şöyle açıklamışlardı: “İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz güvenle dolsun, bize doğru söylediğini bilelim ve buna tanık olalım.”
“Kalplerinin güvenle dolmasını” istemeleri ise Hz. İbrâhim’in Bakara sûresinin 260. âyetinde aktarılan konuşmada geçen isteğine benzetilmiştir. Bu konuşma şöyle cereyan etmiştir: İbrâhim, “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince rabbi, “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O, “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi. Bunun üzerine yüce Allah onu mûcizevî bir olaya tanık kılarak kalbinin güvenle dolmasını sağladı. Havâriler bu taleplerinin yerine getirilmesiyle, Hz. Îsâ’nın doğru söylediğinden, önce kendileri emin olacaklar, gözleriyle görüp tanık olunca onun öğretilerini tebliğ ederken bu tanıklıklarını tekrar tekrar ifade edip bundan güç alacaklardı. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/363.)

قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يداً لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

“Meryem oğlu Îsâ şöyle yalvardı: "Allahım! Ey rabbimiz! Bize gökten öyle bir sofra indir ki, ilk gelenimizden son gelenimize kadar bizler için bir bayram ziyafeti ve senden bir işaret olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” (Mâide Suresi,5/114.)

قَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بَعْدُ مِنْكُمْ فَاِنّ۪ٓي اُعَذِّبُهُ عَذَاباً لَٓا اُعَذِّبُهُٓ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ۟

“Allah da şöyle buyurdu: "Onu size mutlaka indireceğim; fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, varlıklar âleminde hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim." (Mâide Suresi,5/115.)

Ayetlerin bize haber verdiği bu konuşma Hz. İsa’nın ümmetinin karakterini ortaya koymaktadır. Onların içinden seçkin bir topluluğu temsil eden havarilerin karakterini… Bir de görüyoruz ki, bunlarla peygamberimizin ashabı arasında büyük bir fark vardır…

Bunlar, Allah’ın kendilerine Allah’a ve peygamberi İsa’ya iman etmelerini ilham ettiği, onların da iman edip, İsa’yı müslümanlıklarına şahit tuttuğu havarilerdir. Bununla beraber onlar şu ana kadar gördükleri Hz. İsa’nın mucizelerine rağmen yeni bir harika istiyorlar ki, gönülleri onunla yatışsın, bununla Hz. İsa’nın kendilerine doğru söylediğini öğrensinler ve bu mucize ile O’nun doğruluğunu sonraki nesillere ulaştırabilecek bir tanıklık elde etsinler.

Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) ashabı ise müslüman olduktan sonra ondan bir tek mucize istemediler. Onların kalpleri iman etti ve imanın serinliği sirayet ettiği andan itibaren gönülleri huzura kavuştu. Peygamberlerini doğruladılar. Bu delilden sonra onun doğruluğu için delil istemeye kalkışmadılar. Onlar Kur’an’ın dışında hiç bir mucize görmeden onun doğruluğuna tanıklık ettiler. (Fî Zilâl’den Nakille.)

Müminler hâtemu’l-enbiyâ, en güzel örnek, âlemlere rahmet ve en güzel ahlaka sahip Muhammed Mustafa (sav)’in en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerîm’in kıymetini bilirler, Kur’an’ı okur, anlamaya çalışır, tefekkür, tezekkür, taakkül, tedebbür ederek hayatlarına taşımaya çalışırlar.

وَاِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ ءَاَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُون۪ي وَاُمِّيَ اِلٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اَقُولَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِحَقٍّۜ اِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُۜ تَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْس۪ي وَلَٓا اَعْلَمُ مَا ف۪ي نَفْسِكَۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

“Allah "Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?" buyurduğu zaman o şu cevabı verir: "Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin." (Mâide Suresi,5/116.)

Burada Hıristiyanların bir başka yargılarına işaret edilmektedir. Onlar Hz. İsa (a.s) ve Ruhül Kudüs'ün yanısıra Hz. Meryem'i de ibadet edilecek bir nesne haline getirmişlerdi. Her ne kadar Kitab-ı Mukaddes'te bu doktrinden söz edilmiyorsa da, Hz. İsa'dan (a.s) sonra geçen ilk üç yüz yıl içinde Hıristiyan dünyası bu akidenin bütünüyle dışındaydı. "Allah'ın annesi" sözü ilk kez İskenderiyeli bazı ilâhiyatçılar tarafından kullanıldı.

Bu kelimelerin kamu vicdanında bulduğu cevap sert olduysa da, kilise önce doktrini kabul etme eğilimi göstermedi ve Meryem'e tapınmanın yanlış olduğunu ilân etti. Fakat daha sonra İ.S. 431 Efes konsülünde "Allah'ın annesi" kelimeleri kilise tarafından resmen kullanıldı. Sonuç olarak, "Meryem'e tapıcılık" kilisenin hem içinde, hem de dışında büyük adımlarla yayılmaya başladı. (Tefhîm,I/524-525.)

Yüce Allah Hz. İsa’nın insanlara ne söylediğini ve ne söylemediğini çok iyi bilmektedir. Fakat bu o korkunç günde korku ve dehşet dolu soruşturmanın gereğidir.

مَا قُلْتُ لَهُمْ اِلَّا مَٓا اَمَرْتَن۪ي بِه۪ٓ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۚ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداً مَا دُمْتُ ف۪يهِمْۚ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَن۪ي كُنْتَ اَنْتَ الرَّق۪يبَ عَلَيْهِمْۜ وَاَنْتَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

"Ben onlara ancak senin bana emrettiklerini söyledim; ‘Benim de rabbim sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onların yaptıklarına tanık idim. Fakat sen beni vefat ettirdikten sonra onların halini bilip gören sadece sensin. Sen her şeye şahitsin.” (Mâide Suresi,5/117.)

اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 “Şayet onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen, hiç kuşku yok sen hem izzet hem hikmet sahibisin." (Mâide Suresi,5/118.)

قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

“Allah şöyle buyurur: "Bugün doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlar için, ebedî kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan hoşnuttur, onlar da O’nun rızâsını kazanmaktan ötürü mutludurlar. İşte büyük kurtuluş budur.” (Mâide Suresi,5/119.)

لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin hükümranlığı Allah’a aittir. O her şeye kādirdir." (Mâide Suresi,5/120.)

(Mâide,116-120.) ayetlerde bize haber verilen bu soruşturmada özellikle sorunun kendisine yöneltildiği şahıstan başkasına mesaj verilmek istenmektedir. İman ediyoruz ki bu sahne Kıyamet gününde yaşanacak ve imanlarına küfür, şirk ve zulüm karıştıranlar güya iman ettikleri Peygamber İsa (as) ile karşılaştırılacaklardır.

Her şeyi bilen ve hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Allah "Size ne cevap verildi?" soracağını haber vermektedir. “Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız.” (A’raf,7/6.) [6] İşte asıl meselemiz de buradadır.

Son Peygamber, âlemlere rahmet Muhammed Mustafa (sav)’e de sorulduğunda ve de biz Müslümanlar da sorguya çekildiğimiz de ne cevap vereceğiz? Yüzlerce ayetle bizden önceki kavimlerin kendilerini nasıl aldattıkları, şeytanın nasıl oyuncağı haline geldikleri, sapışları, isyan ve ihanetleri, tevhidi bozmaları, kitaplarını tahrifleri haber verilmişken adım adım sapmış ve gazaba uğramış olanları takip eden (Buhari, İ’tisam bi’s-Sünne 14) bu ümmet nasıl cevap verecektir?
Müslümanlar açısından tevhid ve vahdeti layığı ile koruyamamak muazzam bir tehlikedir. Gerek fert gerekse toplum olarak İslâm kimliğinin teşekkül ve tahakkuku, her şeyden önce tevhid inancına bağlıdır.  Tevhid inancının olmadığı yerde İslâm da yoktur. Tevhidin herhangi bir şekil ve sebeple dışlandığı yerde, İslâm kimliği dışlanmış, terk edilmiştir. Müslümanların her şeyden önce tevhidi korumaları, onun kıymetini bilmeleri ve ona zarar verecek (şirk, küfür, nifâk, fısk) her şey den uzaklaşmaları gerekir.

Asıl hayat olan ahiret bilincinde zafiyet yaşayan ve dünyaya saplanıp halan; kendisine verilen her nimetten hesaba çekileceğini (Tekâsür,102/8.) unutan; tevhid, vahdet ve adaleti emredildiği şekilde koruyamayan, İslâm kimliğini ve ümmet dirliğini muhafaza edemeyen Müslümanlar ne yazık ki da pek çok konuda hatalara giden yoldaki Yahudi ve Hıristiyan izlerini takip etmişlerdir. Yahudi ve Hıristiyanlar gibi kendi kitaplarına yabancılaşmışlardır. Bugün Müslümanlar Allah’ın kendilerine gönderdiği hem Kur’an’ın hem de Peygamberin câhili konumundadırlar. Yahudi ve Hıristiyanların, uydurup yalan şeylere “bu helaldir” “şu da haramdır” diyen (Nahl,16/116.), dini istismar eden ve Rab edindikleri (Tevbe, 9/31) “aziz” lerin yerine Müslümanlar da bâtinîlerin eliyle kendi “aziz” lerini icat etmekte gecikmemişlerdir.

 Allah’ın gönderdiği dine/İslam’a teslim olmak yerine, dini kendi isteklerine göre yorumlama ve uygulama,  cahiliye devrinin hükmünü istemek (Mâide,5/50),  anlaşmazlığa düştüklerinde, o meseleyi Allah ve Resûlüne arz etmeme (Nisâ,4/59) gibi cürümleri ortaya çıkmıştır. Bugün bu hatalar, kemikleşmiş bir yapıyla Kur’an’la hayatımız arasında durmaktadır.  

“Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar”   (Nisâ, 4/14.)[7]

Sevgili Peygamberimiz’in Veda Hutbesi’nde ashabına ve dolayısıyla kıyamete kadar yolunu takip edecek ümmetine bıraktığı ağır emanet Kur’an-i Kerim’dir. Rabbimiz “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i imran,3/103)[8] diyerek kendisine çağıran Allah’ın kitabına bizi emanet etmekte, onu da bize ağır bir emanet olarak bırakmaktadır. Unutulmamalıdır ki bir şeye sarılmak için önce onu tanımak ve anlamak gerekir.

Rahmân ve Rahîm olan  Allah’ın yardımı ile Mâide  Suresindeki “Müslümanların Vasıfları” tamamlandı.



 <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 22.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları


[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
[3] وَالَّذِينَ كَفَرُوا عَمَّا أُنذِرُوا مُعْرِضُونَ
[4] فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ
[5] فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ
[6] فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ
[7] وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
[8] وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ 


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı