بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Âlemlerin Rabbi, Mevlâmız olan Allah’a hamd, örnek kulu, son Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’ya salat ü selâm ile sözlerime başlarım.
Ya Allah…Bismillah…Allah’u-Ekber…
Sefer candır, can ve izzet bulmadır; silkinip Allah için kendimize gelmedir, üzerimizdeki ölü toprağını atıp mazluma ümit, zalime korku salmadır. Sadece Allah’a güvenmek ve sadece O’ndan yardım istemektir. Sefer, kulluktur; kula kulluktan kurtulmaktır. Seferi Müslüman kimliğimizi, kalite ve farkımızı koruyabilmektir.
Bugün İslam dünyası bir taraftan zalimlere baş kaldırırken diğer taraftan korkak uyuşmuş nesillerden ve zilletten kurtuluyor. İnşallah Müslüman dünya için Türkiye bu uyanış ve dirilişin fitilini ateşlemiş durumda.
Zeytin Dalı Harekatının üçüncü günündeyiz.
"Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganları atan, Türk bayraklarıyla Mehmetçik'e destek gösterisinde bulunuyor Milletimiz. Camilerde Kur’an’lar okunuyor, evlerde dualar ediliyor; Allah’a tevekkül, teslimiyet ve imanımız artıyor. Kendimize dönüyoruz hamdolsun.
“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara,2/216.)
Bu âyet İslâm’da savaşa izin verildiği ve gerektiğinde farz kılındığını bildirmektedir. Savaş istenmeyen, korkulan, nefse ağır gelen, nefret edilen bir durum olarak tanımlanabilir. Savaşıldığı takdirde kaybedilecekler ve kazanılacaklarla savaşılmadığında ortaya çıkacak kazanç ve kayıplar mukayese edildiğinde birincisi ağır basınca, hatta zorunlu hale gelince savaş da kaçınılmaz olmaktadır. Türkiye’nin “Zeytin Dalı Harekatı”nın da aynı bu şekilde coğrafyamızı kana bulayan bütün barbar, zalimlere karşı yapılması gerekmekteydi ve icrâ edilmektedir.
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara,2/190.)
Yedi düvelin ve bütün barbar zalimlerin başta Türkiye olmak üzere hem İslam’â hem de Müslümanlara saldırdığı bir dönemde elbette savaş "Allah için" olacak; yoksa insanlığın uzun savaş tarihi boyunca tanımış olduğu başka bir hedef uğrunda yapılmayacaktır. Savaşta bile Müslüman Allah’ın koyduğu standartlara uyacaktır, haddi aşmayacaktır. Allah Mü’minlere, zalimlerin fitne ve kaoslarını durdurmak için belirlediği şartlar oluştuğunda, yine Rabbimizin belirlediği kurallar dahilinde savaşma izni vermiştir.
“Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe,9/36.)
Yani, "Eğer müşriklerin size karşı oluşturdukları birlik gibi siz de birlik olup bir saf halinde onlara karşı koyabilirsiniz." Bu ayet, Bakara suresi 194. ayet ile açıklanmıştır.
“…O halde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri/aşırı gitmeyin). Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Bakara,2/194.)
Milletlerarası ilişkilerde barışı esas alıp yeryüzünde her türlü haksızlık, bozgunculuk ve tahakkümü yasaklayan (Bakara, 2/205; Kasas, 28/83) İslâmiyet, savaşın bir insanlık realitesi olduğunu göz ardı etmemiş, savaşın tahribatını en aza indirecek önlemler almaya çalışmıştır.
“Ey iman edenler, inkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde 'bir güç/kuvvat (azîm) ve caydırıcılık' görsünler. Ve bilin ki gerçekten Allah takva sahipleriyle beraberdir.” (Tevbe Suresi, 9/123)
“Bizim -rızâmıza ulaşmak için- uğrumuzda cihad edenlere elbette -bize ulaştıracak- yollarımızı göstereceğiz” (el-Ankebût 29/69) ve, “Allah uğrunda -Allah’ın rızâsına ulaşmak uğrunda- hakkıyla cihad edin” (el-Hac 22/78) meâlindeki âyetler cihadın kapsamlı anlamını içermektedir.
Müslümanların bütün hayat ve faaliyetinin Allah rızâsını kazanmaya yönelik olması gerektiği ve bu anlamdaki bütün gayretler cihad kavramı içinde mütalaa edildiğinden Allah rızâsına ulaşmak için başvurulan bir savaş da cihad sayılır. Esasen istilâ, sömürü ve tecavüz için yapılan savaşları tanımayan İslâm dini (bk. el-Bakara 2/205; en-Nisâ 4/94; el-Kasas 28/83; eş-Şûrâ 42/41-42), savaşa ancak müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslâm’a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve meşrû gördüğü bu savaşı diğerlerinden ayırmak için de ona cihad adını vermiştir.[1]
“Eğer Allâh yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki Allâh’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün her şeyden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 3/157)
Bu ayet-i kerimede Allah yolunda ölme veya öldürülmenin yaşamaktan, insanların bu dünyada kazandıkları mal, makam, güç ve dünya menfaatlerinden çok daha iyi olduğu haber verilmektedir. Zira şehitlikte Allah'ın bağışlaması ve rahmeti vardır ki bu insanların kazandığı pek çok şeyden daha iyidir. Allah müminleri, bu affedilme ve merhamete yönlendirirken bunu şahsi üstünlüklerine veya insani değerlere göre değil, Allah'ın katında olanlara bırakıyor.
“De ki: Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.” (Tevbe, 9/52)
Bu ayet, müminlerin başına gelen belalara sevinen münafıklara karşı verilmiş bir cevap mahiyetindedir. Müslüman savaşa çıktığı zaman mağlup olup da öldürülürse, geride iyi bir hatıra bırakırken ahirette de Yüce Allah’ın şehitler için hazırladığı büyük nimetleri kazanmış olur.
Tevbe suresinde şehitlerden bahseden başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.” (Tevbe,9/111.) Böylece inananlar çok kârlı bir alışveriş yapıp geçici dünya hayatını ve kıymeti olmayan dünya malını vermek suretiyle sonsuz hayatı ve hiç bitmeyen cennet nimetlerini satın almış olurlar. Bu Allah’ın fazlı, keremi ve ihsanıdır.
Muhammed Mustafa (sav) asıl kızıl elmamızı ve hedefimizi şöyle hatırlatmıştır bizlere: “Kim Allah kelimesinin en yüce olması için savaşırsa o Allah yolundadır.”[2]
Kur’ân-ı Kerîm’de “De ki, şüphesiz benim namazım da ibadetlerim de hayatım da ölümüm de âlemlerin rabbi Allah içindir” (el-En‘âm 6/162) şeklinde dile getirildiği gibi bir başka âyette de, “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytanın (tâgūt) yolunda savaşırlar” (en-Nisâ 4/76) denilmiştir. Biz de Allah için, Allah yolunda ve şeytanın (tâgūt) yolunda olanlara karşı savaşımızı sürdürmeliyiz.
Kendilerine dokunulmadığı zaman seve seve zilleti kabul edebilecek yığınlar…Kendilerini kurtarmak için Allah’ın gönderdiği Kur’an’dan uzak, onu anlayamamış yine Allah’ın elçisi en güzel örnek olan Muhammed Mustafa’yı gerçekten tanıyamamış, rehberliğini öğrenememiş ama yine de en iyi Müslümanlar olduklarını sanan, İslam’ı kimseye bırakmayan sömürülmeye, aldatılmaya ve kullanılmaya hazır; zillete düçâr olmuş yığınlar. Artık bu durumu değiştirmek istiyoruz.
Acı ve çok pahalı bir şekilde tecrübe ettik ki, cihadı terkeden toplumlar zillete düşmekten kurtulamıyor. Vahdet cihadı, cihad vahdeti doğuruyor. Fetih ve sonrası ittihad kazandırıyor. Tevâif olma, parçalanma yok ediyor. Müslümanlara karşı düşmanla işbirliği yapmak ise hem zelil ediyor hem de helak ediyor.
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl Suresi,8/46.)
Cihadı ve vahdeti terk etmiş ve zalimlerin zulmü altında uzun yaşamış milletler şahsiyet ve fıtrat kaybına uğrar. Bu milletler kayıplarını yeni nesillerle kazanabilirler. Firavun'un zulmüne maruz kalmış İsrail oğulları yıllar boyunca Tih çölünde özgürlüğe alıştırılmış yeni nesillerle İzzet bulmuşlardır. Talut'lar ve Davutlar Tih çölünde yetiştiler. Çölün zorluklarında zalimlerin zulmünden uzak yaşadılar. Fıtratını kaybetmişlerden kurtuldular. Zilleti kanıksamış rolünü benimsemiş nesiller isyan edemez. İzzete talip olamazlar. Korku eksiğine kadar özgür olurlar. Özgürlere düşmandırlar. Bugün İslam dünyası bir taraftan zalimlere baş kaldırırken diğer taraftan korkak uyuşmuş nesillerden kurtuluyor. İnşallah Müslüman dünya için Türkiye bu uyanış ve dirilişin fitilini ateşlemiş durumda. Malcolm X, “bütün uyuyanları bir uyanık uyandırmaya yeter ” diyordu.
Evet, her şey aslına rücû eder. Değişebilir, dönüşebilir, gelişebilir ama mutlaka aslına döner. Nasıl yaratılan her şeyin bir aslı varsa, coğrafyaların ve medeniyetlerin de aslı var. Coğrafyamız, medeniyetimiz aslına dönüyor. Ne kadar zaman alacağı gayret ve fedakarlığımıza bağlıdır.
Bunun için de “Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çaba”mızı devam ettirmeli ve tevhid, vahdet, adalet, merhameti ilimle korumalıyız. Hümanist (öztapar) toplumların karşısına onlar gibi özüne güvenen değil Allah'a güvenen nesiller çıkarmalıyız ki “birimiz” “binine” galip gelsin inşallah.
Unutmayalım ki, bugünün gerçekleri; dünün hayalleriydi yarının gerçekleri ise bugünün hayalleri olacaktır. Hamdolsun Rabbime ümitvarız, düne göre iyi durumdayız ama yapacağımız daha çok şey var.
Âlemlerin Rabbi, rahmân ve rahîm olan Mevlâmdan niyâzım ise:
“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara,2/286)
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara,2/250.)
“Onların sözü şunu demekten ibaretti: "Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!" Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini ve âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini güzel yapanları sever.” (Âli İmrân,3/147-148.)
Hâsıl-ı kelâm, vatanımızı ve huzurumuzu tehdit eden terör yapılanmalarına karşı verdiği destansı mücadelede kahraman güvenlik güçlerimize muvaffakiyetler diliyor, şanlı ordumuzu, nusretiyle ve kudretiyle her daim muzaffer kılmasını yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Emin Emre, 22.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Emin Emre Yazıları
[1] Ahmet Özel, “Cihad”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, VII/531.
[2] Buhârî, “Cihâd ve Siyer”, 15; “İlim”, 45; Müslim “İmâra”, 149; Nesâî, “Cihâd”, 21; İbn Mâce, “Cihâd”, 13.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.