"Kuşlar görünmüyor ortalıkta. Kim bilir nereye sığındılar bu kargaşada…"
Demin imza dosyası geldi yine. Bürokrasi böyledir. Gün içinde gelir gider gelir gider dosyalar. Kırmızı kaplıdır genelde. Bazen siyah ve bazen lacivert. Lacivert de nice renklerde olur, devlet nereden bulur bu renkleri bu mavileri bu iç karartan tonları diye düşünmezsiniz bile. İmzalar geçersiniz çoğunu. Bazılarını incelersiniz. İmzadır nihayetinde. Sonunda başınıza iş açmasın, herşey kurallara uygun olsun diye özellikle disiplin veya mali veya atama falan işlerinde bir göz gezdirirsiniz. Sizden önce imzalayan diğer memur ve amirlerin imzalarına bakarsınız. Falan filan yani…
Devlet böyle bir şey.
Siz o imzayı atarken memleketin her yerinde bunun gibi on binlerce imza atılıyordur. Aklınıza gelmez gerçi.
Şimdi yazarken düşünüyorum. Bilgisayarda yazıyor memur. Şefi kontrol edecek. Sorun yoksa bir üst amirlerine, müdüre gidecek. Oradan daire başkan yardımcısına. Tüh… yanlış daire başkan yardımcısının adı yazılmış. Hadi yeniden. Neyse ki bilgisayar var da düzeltmesi o kadar uzun sürmüyor. Bu aşamalar bitince daire başkanının önüne. Oradan genel müdür yardımcısına gidecek daha. Sonra genel müdüre. Bak bu yurt dışı görevlendirme için bakan imzası da gerek. Bakana gidecek yani son imza için.
Bunun bakanlar kurulu ve başbakan ve cumhurbaşkanı imzası gerektiren versiyonları da vardır.
Vardır oğlu vardır.
Gün boyu imzalar atılır dosyalar gelir dosyalar gider.
Birbirinden tipsiz tonlarda kırmızı mavi lacivert dosyalar.
Siyah iyidir.
Onun tonuyla fazla oynanmaz. Siyah işte… ölüm gibi.
Ölümün tonuyla da fazla oynanmaz.
İnsanoğlunun çok eski adetidir.
Dinlerin ortak tutumu.
Ölümle oynanmaz. Ölen ölmüştür artık. Ölüye ekstra muamele işkence kötülük yapılmaz bir daha.
Yapılır tabii, insan dediği böyle bir şey. Ama artık gittikçe az yapılıyor olmalı şu yeryüzünde. Yapılsa duyardık. Yapılınca duyarız facebook var twitter vesaire internet falan.
Kötü kımızı tona sahip dosyanın kapağını açtım. Yurt dışı görevlendirme. İmzalar tamam. İmzaladım geçti.
Geçtim berbat mavi ton kapaklıya. Avans kapama. Bin liranın 112 lira 25 kuruşu harcanmış. Belgeleri arkada. Tamam. İmzalandı.
Tek renk siyah. Ton mon yok.
Açtım.
Sigortaya bildirim.
Kim?
Selami K.
TV5’ten başlayan bir yoldaşlık hayal meyal bir iki karşılaşma üç dört telefon.
Hep mahzun hep alçakgönüllü hep sakin bir adam.
Hayat beklenmedik anda beklenmedik çalımı atıp geçiyor üstünden işte yine.
Kim için hangi imzayı atacağını bu sefer devlet veya kuralları veya o çirkin tonuyla mavi kırmızı dosyalar içindeki bembeyaz kağıtlar belirlemiyor.
Kader imza attırıyor çok eski bir arkadaşlık için bir son imzayı.
Sgk’ya bildirim yapılıyor son kez.
Ama inanın son kez…
Son…
Camları kıracak utanmasa rüzgar. Oran tepelerinin hırçınlığı imzalara dosyalara henüz okunmuş kitaplardaki cümlelere yeni dinlenilmiş söyleşilere karışıyor ağaç dallarını sarsa sarsa.
Braudel Akdeniz çalışmasının her biri tuğla kalınlığındaki ciltlerinden birinde ne çok şey anlatırken araya dönemin savaş perspektifini aktarırken ne güzel sıkıştırıyordu; savaş partisi ile barış partisi’nin varlığını. Her ülkede bunların hangisinin üstün olduğu zamanların sonuçlarını. Kapitalizmi. İşleyişine dair araya serpiştirilmiş birkaç cümleyi.
Batı Avrupa’nın Türk tehdidine karşı sürekli ama sürekli kaleler zinciri kurup, Türklerin ise şaşırtıcı biçimde neredeyse hemen hiçbir savunma önlemi almadığını, bunun sebebinin kendi kara ve deniz askeri gücünün canlılığına güven olduğunu falan. Sonra hatta düzenli olarak iki ayrı medeniyetin bir birbirleriyle sonra dönüp kendi içlerinde mezhebi sebeplerle savaştıklarını… bunun hep birbirini izleyen bir sırası olduğunu. Savaşın maliyetinin arttığı zaman savaşın durduğunu, barış döneminde hızla zenginleşip sonra yeniden savaşıldığını… ne tuhaf.
Luc Ferry’nin Homeros’un eseri Odessa üzerinden insanoğlunun ilk felsefi aktarımına dair yarım saatlik keyifli söyleşisinin sonunda insan daha iyi bir yaşam için Stoacılığa hatta Nietzche’ye kadar atıflar yapa yapa şu sonuçların altını çiziyor: ne geçmişin geriye ne geleceğin ileriye çekmesine müsaade etmeden an’ı, şimdiki zamanı yaşamaya odaklanmak. Korkularını yenebilmek. Ölümlü olduğunu bilmek.
Söyleşinin sonunda Homeros’dan on asır önce yazılmış, bilinen ilk edebi metin olan Gılgamış’a da atıf yapan Ferry bunun hakkında da başka bir videoda anlatıyor. Coğrafi olarak bu sefer doğudan verdiği bu örnekte de insanoğlunun ölüm gerçeğiyle yüzleşip kabullenmesini yine keyifli edebi felsefi bir üslupla anlatıyor. İnsanoğlunun en anlaması zor, mantıkla kavramaya çalışırsa delirerek ancak kurtulabileceği bir şeyden bahsediyor aslında. Ya da bana öyle geliyor. Ama o, şık giyimiyle akıcı anadili Fransızcasıyla herşey normalmiş gibi bir derin kederden, bir acı yüzleşmeden bahsediyor aslında…
Sonra bir başka dosya geliyor.
Devlet dediğin dosyalardan ibaret bir makine olarak yürüyüşünü sürdürüyor.
İnternet gibi.
O da kendi yürüyüşünü sürdürüyor.
Rastgele çalıyor işte internetten müzikler peşpeşe.
Şu Karşı Ki Dağda Titirer Dallar
Benim Gönlüm Arzu Çeker Tomurcuk Güller
Kader Kısmet Bövlevimiş Ne Yapsın Eller
Ahuzar söylüyor şarkıdan içli sesiyle, sözleri sesten dertli parça çalıyor gidiyor tükeniyor…
Hava biraz yumuşuyor.
Ağaç dalları daha az paralıyor kendini sağa sola.
Kuşlar görünmüyor ortalıkta.
Kim bilir nereye sığındılar bu kargaşada…
Yaşar Taşkın Koç, 25.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Ankara'nın Ruhu
Yaşar Taşkın Koç Yazıları
Takip et: @yasartaskinkoc
Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.