2 Şubat 2018 Cuma

SA5580/KY1-CÇ462: Alya

"Bir daha oynayabilecek miydik?"


Uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyorum. Gece yarısını çoktan geçip gitti. Dışarıda gemi azıya almış denecek cinsten sert korkutucu bir hava var. Şiddetli bir fırtına egemen. Rüzgâr evin, evlerin panjurlarını uçurdu uçuracak. Hanım uyuyor. Yatakta dönüp durdukça hanımın uyanma ihtimali var. Uyuyamayacağım çok açık. Usulca yataktan çıktım. Halimi balkon paklardı. 

Evet hava berbat, evet hava şiddetli bir fırtınanın egemenliğinde.. ziyanı yok. Herhangi bir bahaneyle insanın uykusu kaçmaya görsün, yumuşacık döşeği iğneli fıçıya döner. Bir mengenede sıkıştırılır gibi olur insan. Bu havada balkona çıkmak akıl kârı olmasa da dedim ya beni balkon paklar, balkon evin içinden daha ferah, daha huzur doludur, diye kurmuştum yatakta sakınarak sağdan sola, soldan sağa dönerken. 

Tam odadan çıkarken hanım asabi bir sesle;

- Şimdi balkona çıkarsın sen, dedi. Yat zıbar desem de dinlemezsin, bari üstünü kalın giy de hasta olma.. diye sürdürdü konuşmasını. 

Hanım beni iyi tanıyor.. öyle ya tam otuz yıl bir yastığa baş konulmuş daha mı tanımasın? Ben mi? Pek de emin değilim. Bu öylesine söylenmiş bir söz değil. Çoğu zaman anlamam. Anlarmış gibi yaparım. Bu cinsiyetten kaynaklanan bir durum mu yoksa benim kişiliğimden kaynaklanan bir durum mu? Bilemiyorum. Olduğum yerde, yatak odasının kapısında durdum. Gündüz kıyafetlerimin olduğu köşeye sessiz adımlarla yürürken

- Hıhı.. diyerek yanıtladım hanımı. 

Bir an önce yatak odasından kendimi dışarıya atmalıyım. Boğulmak üzereyim. Gözü kapalı, gündüz elbiselerimi oldukları yerden alıyor yataktan odasından çıkıyorum. Elimde gündüz kıyafetleri, oturma odasına geçtim. Giyindim. Ve balkona zor attım kendimi. Rüzgârlı hava bir şamar gibi suratımda patlasa da, ilk soğuk dalgasıyla bütün bedenim sarsılsa da geri çekilmiyorum. 

Balkonun korunaklı köşesinde zifiri karanlıkta oturdum. Sitede tek tük yanan ışıklar, sağa sola koşuşan köpekler de olmasa hepten karamsar duyguların, karabasanların eline düşeceğim. Sigara yakıp sigaradan derin derin bir iki nefes çekip rüzgâra karşı üfürdüm. Ne panjurları kopardı koparacak şiddetli rüzgâr, ne köpeklerden kaçan sokak kedileri, ne tek tük de olsa gecenin bir yarısı ışıkları yanan evler umurumdaydı.  

Dalıp gitmiştim. Ne olmuştu? Yorgundum aslında. Uyku -hanımın deyimiyle- gözlerimden akıyordu da ne olmuştu? Uykumu kaçıran şeyin ne olduğunu bilsem de itiraf etmekten mi kaçınıyordum? 

Öyleydi. Alya’ydı uykumu alıp kaçıran biliyordum. Daha yatağa girmeden, yatmaya niyetlenmişken, elimde ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ adlı kitabın sayfalarında dolaşırken Alya’yı gözlerimin önüne getirmiş, ucun ucun O’nu düşünmeye başlamıştım. Evet, Alya’yı düşlüyordum. Alya’yla ilgili düşler kuruyordum. 

Birkaç gün önce Birleşik Arap Emirlikleri’ndeydim. Orada tanıştım Alya’yla. Tanışıklığın ardından yarım saatten az bir sürede beş yaşındaki Filistinli çocuğa öğrettiğim mani şeklinde söylenerek oynanan oyunu;

“civ civ civana  
arpa buğday bir yana
anası pilav pişirmiş 
oğlu durmadan aşırmış
pır pır pırrr” 

Bir daha oynayabilecek miydik?

Böyle bir ihtimalin olmadığını biliyorum. Bu bilişti uykularımı kaçıran. Uykumu alıp kaçan, zihnime, bilincime bir bıçak gibi saplanan bu bilişti.

Alya. Ah o ne tatlı, o ne sevimli, o ne sevecen bir çocuktu. Bütün çocuklar öyledir ya! Bütün çocuklar bende sevimli, sevecendirler. Bu yaşıma geldim –az buz bir yaş değil, ellilerin sonu- henüz bir tek çocuğun bir tek davranışı –nedendir bilmem- beni çileden çıkarıp, öfkelendirmemiştir. Aslında çocuklar çok çabuk çileden çıkarır insanı. Ama nedendir bilmem beni çileden çıkaran bir tek çocukla karşılaşmadım. Ne yeğenlerim, ne işim icabı karşılaştığım bir tek çocuk beni sinirlendirmeyi başaramadı. Sözün özü çocuklarla oldum olası iyi anlaşır, çabuk kaynaşırım. Çabuk arkadaş olurum. Çabuk anlaşmamın, çabuk kaynaşmamın nedeni çocuklara buyruk vermekten kaçınmam, onları yönlendirme hevesi duymazlıktan ötürüdür. Onlar beni öteye beriye çekiştirir, onlar bana buyruk verir. Ve ben itiraz etmeden onların buyruklarını yerine getiririm. Ve böylece sanki yeni tanışmış değiliz de doğduğundan bu anki yaşına kadar birlikteymişiz gibi bir durum ortaya çıkar. 

Bu durum karşısında ebeveynler;

- Ya alem adamsın.. bizim çocuğun böyle kısa sürede biriyle kaynaşacağına hiç ihtimal vermezdim.. nasıl becerdin? Diyerek şaşkınlıklarını belirtirler. Hanım bu şaşkınlıklar üzerine klasik yargısını dillendirir;

- Ayol Onda şeytan tüyü var.. bilmez misiniz?

Bende şeytan tüyü yük, demem. Ağaç yaşken eğilir, sözüne “Niye ağaçları eğiyorsunuz, bırakın istedikleri gibi, doğaları neyi gerektiriyorsa öyle büyüsünler!” karşı çıkışım üzerine ağzımın payını aldığımdan ötürüdür ‘Bende şeytan tüyü yok!’ diyemeyişimin nedeni. Ah Alya.. gece gece, bu berbat havada bana neleri anımsatıyor, neleri düşündürtüyorsun bir bilsen!

Dubai’de görkemli Burc El Khalife kulesinin giriş kısmındaki kafede tanıştık. Damadın yeğeni. Akşamları su gösterisi oluyormuş orada. Öve öve bitiremediler su gösterisini, malum kuleyi. Hem akrabalarla da tanışma imkânı olacak, denildi gittik. Öyle yerleri sevmediğimi bilen kızımın bakışları yüzümdeki somurtmayı ortadan kaldırmak içindi. Tebessüm eden bir suratla arz-ı endam etmek zorunluydu yani. Öyle de oldu. Ve fakat hiç ama hiç sevmem ki öyle yerleri. Biz Alya’lardan daha önce varmıştık. Sıkıntıdan patlıyordum.

Burç El Khalife kulesindeki su gösterisi için yerli yabancı insanlar adeta hücum etmiş. Güçlükle oturacak bir yer bulduk. Herkes ellerinde telefonlar, rakseden suların resmini, filmini çekmekle meşgul. Ve nihayet annesinin kucağında O geldi. Kaşlar çatık. Bir şeylere öfkelendiği her halinden belli. Kimseye pas vermiyor. Kimseyle ilgilenmiyor. Anne babasını da cezalandırıyor. Onlara da pas vermiyor. Her ne kadar annenin kucağında olsa da annenin gülücüklerini elinin tersiyle itiyor adeta.

Beş altı dakika birbirimizi görmezden geldik. O görmezden geldiği için ben de oyuna katılıyorum. Arada bir bakışıyoruz. Hepsi o. Göz göze geldiğimizde hemen kaşlarını çatıyor. 

- Sert kayaya çattık! Diyorum içimden. Yine de umudumu kesmiyorum. Aradaki buzlar eriyecek başka yolu yok, biliyorum. Böylesine ilk kez rastlamış değilim. Sıkıntıdan kurtuluşum O’nda biliyorum. Büyüklere çaktırmadan dilimi çıkarıyorum. İlk tepki. İlk yumuşama izlerini, o hınzır tebessüm belli belirsiz beliriyor yüzünde, görüyorum. Allah’tan büyükler suların elektrik gücüyle yaptıkları dansa dalmışlar, benim dil çıkarmamı görmemişlerdi. Hanım görse hiç çaktırmadan böğrüme dirseğini yerleştirir, can yakan bir çimdiği de peşi sıra yaşatırdı. Şükür görmedi! 

Ve Alya annenin kucağından yere indi. Sağ elimi masanın üzerine koydum, parmaklarımı ona doğur masada yürütüp aniden çekiyorum. O annesinin elinden aldığı telefonu masaya bırakmış onunla oynar gibi yapıyor. Ben parmaklarımı götürdükçe o da usulca telefonu benden uzaklaştırıyor. O tam uzaklaştırmaya başlarken ben parmaklarımı hızla geri çekiyorum. Bakışıyoruz. İki elimi yüzüme kapatıp ‘ce’ yapıyorum. Daha rahatlamış bir halde o da ucun ucun oyuna katılıyor. 

Oyunu ele alma zamanının geldiğine karar vermiş olmalı ki beni korkutma hareketine başlıyor. Elini kaldırıp vuracak gibi yapıyor. Ben geri çekiliyorum. Üzerime gelir gibi yapıyor. Kendimi geri atıyorum. Aradaki buzlar eridi. Bana tüm maharetlerini göstermeye başladı. Arapça bir şeyler söylüyor. 

Ben sadece;

- Ya.. diyorum. 

Telefonda oynadığı oyunları gösteriyor. Fincanı kulağıma götürüyor ve telefonmuş gibi;

- Alo.. Alya.. Alo! Diyorum. Gülüyor. Telefonu kulağına alıyor;

- Alo.. diyor..

Anne durumu neşeyle izliyor. Kocasına Alya’yı gösteriyor. Baba Alya’ya İngilizce;

- Pull selfie with uncle? Diyor gülerek. Alya bir babaya bir bana bakarken ben de kızıma;

- Ne diyor bu adam? Hem niye İngilizce konuşuyor? Diye soruyorum. 

Kızım;

- Kreşte İngilizce öğretiyorlar da.. onun için. Amcayla selfi çekin diyor. Dedi. Alya hiç ikiletmeden yanıma geliyor, beni oturduğum sandalyeden kaldırıyor. Bulunduğumuz yeri beğenmemiş olacak ki selfi için yerimizi değiştiriyor. 

Açık bir alan buluyoruz. Elimden tutup diz çöktürüyor. Bir elinde telefon, diğer elini omuzuma koyuyor selfi yapıyor. Yanımdan ayrılıp karşıma geçiyor. O’na doğru yürürken eliyle gelmememi ve diz çökmemi işaret ediyor. Dediğini yapıyorum. Bir şeyler söylüyor anlamıyorum. Kızmış gibi yaparak yanıma geliyor. Sol elimi alıp zafer işareti yapıp, yerine geçiyor. Ne yapmak istediğini anlıyorum. Zafer işaretiyle poz veriyorum. Fotoğrafımı çekiyor. 

- Do emblem Rabia! Diyor gülerek, buyurgan bir eda takınarak. Şaşkınım. Anladım anlamasına ya.. yanlış anladığımı düşünüyorum. Bu kere Alya iyice hiddetlenip;

- Do emblem Rabia! Erdogan to live! Diyor. Ve yanıma geliyor. Zafer işareti yaptığı elimin baş parmağını avucuma bastırıp Rabia işareti yapıyor. 

Kafasını sallaya sallaya fotoğrafımı çekecek kadar uzaklığa giderken ben gözyaşlarımı tutmak için sağ yanağımı var gücümle ısırıyorum!



Cemal Çalık, 02.02.2018,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı