بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Âlemlerin Rabbi, Mevlâmız olan Allah’a hamd, örnek kulu, son Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’ya salat ü selâm ile sözlerime başlarım.اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
“ Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” (Tevbe Suresi,9/111.) “O tövbekârlar, ibadet edenler, hamdedenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükûa varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını gözetenler; müjdele o müminleri!” (Tevbe Suresi,9/112.)[1]
Akdin konusu olan şey, MÜ'MİNLERİN CANLARI VE MALLARI.
Satılan şeyin karşılığı olan bedel de, CENNET,
Satın alan ve sözü veren, âlemlerin Rabbi ve yegâne ilâhı olan ALLAH…
Allah'ın, canlarımızı ve mallarımızı nasıl satın aldığını ve O'na yakın olmak üzere karşılığında cenneti nasıl verdiğini bir düşün! Allah sözünden caymayacağına göre biz bu ticaretin fakındamıyız ve ne kadar anlaşmaya sâdıkız?
Allah'ın kitabındaki bu evsaf nerede, bugünkü Müslümanların hali nerede? Şahadet rütbesine ermek için ölümün üzerine atılan eski Müslümanlar nerede, bugünkü durumları nasıldır? Müslümanlar yaptıkları bu alışverişin farkında mıdırlar ya da bundan sevinç duymakta mıdırlar?
Ayete göre Cennet ehli, Cenneti amelleriyle bedelini ödeyerek ve imanlarının mükâfatı olarak satın aldılar. Kâfirler de kötü niyetleri ve küfrü seçmeleri ile Cehennemi satın aldılar.
Bu alışverişten sonra müminler her şeylerini Allah'a vermişlerdir. Artık mümin Allah yolunda herhangi bir şeyini esirgeyecek değildir. O halde “karlı alışveriş”imizin ne ve nasıl olduğuna bir bakalım:
Kârlı alış-veriş
Elmalılı M.Hamdi Yazır'a göre, Allah'ın yarattığı canlar ve rızık olarak ihsan ettiği mallar baştan sona Allah'ın mülküdür ve bundan dolayı Allah'ın onları satın alma yoluyla mülkiyetine geçirmesi tasavvur olunamaz. Burada Allah Teala'nın büyük bir lütuf gösterisi olarak kullarını cihada ve ibadete daveti vardır, teklifi vardır. Allah insanlara can ve mal vermiş ve onlarda muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya da izin vermiştir. Böylece kullar kendi şahıslarında ve mallarında geçici bir hüriyet ve mülkiyet hakkı ile yine muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya maliktirler. Fakat kullar bunları kendi rıza ve ihtiyarları adına sarfetmemelidir. O takdirde fani mal, fani maksatlar uğruna feda edilmiş olur, hiçbir kâr ve menfaat de elde edilmez. Ama insanlar hürriyetlerini ve tasarruf haklarını çok iyi kullanarak bunları Allah yolunda sarf ederlerse, Allah onları heder etmeyecektir. Kendilerini cennet ile sevaplandıracak, ebedi nimetlere erdirecektir. Yani fani lezzetler Allah için feda edilecek, buna karşılık ebedi olan hayır ve menfaatler elde edilecek ve bir mümin Allah yolunda savaşa katılır, can verir ve o yolda malını infak ederse bu yaptığı iş boşa gitmeyecek ve başkalarının sıkıntısından uzak olarak sırf nimetlerle dolu olan ebedi mutluluk içinde yaşayacaktır" ifadesini kullanmaktadır.[2]
Hasan (r.a.)'ın şu sözlerini de zikretmeliyiz: "Allah onlarla alış-veriş yapmış ve fiyatlarını çok pahalı vermiştir. Allah'ın cömertliğine bakın: Canları Allah yarattı. Malları Allah yarattı. Sonra o yarattıklarını hibe olarak insana O verdi. Sonra da bu pahalı fiyatla satın aldı. Bu çok kârlı bir alış-veriş."[3]
Seyyid Kutup ise, almanın ve vermenin müminin iradesi dışında cerayan ettiğini, alışverişin bittiğini, bundan sonra satın alan zatın dilediği gibi tasarruf edeceğini, satılan kimse için de artık söz hakkı kalmadığını söyleyerek, "Her emre, başımla gözüm üstüne diyerek itaat etmek düşer kendisine... Bütün bunların bir karşılığı vardır... Cennet... Netice ya zafer, ya şehadet" demek suretiyle "savaşı" ön plana çıkarmaktadır.[4]
Esasen evrendeki bütün varlıklar, bu arada insanların can ve malları Allah’ın hükümranlığı altında olmakla beraber, insanın yine ilâhî iradeyle tâbi tutulduğu sınavın bir uzantısı olarak yüce Allah “canlar”ı ve “mallar”ı müminlere izâfe etmiş, onların bu sınavdaki seçme özgürlüğüne dikkat çekmiştir. Âyette müminler için kâr, kazanç, başarı kavramlarının dünya ile sınırlı olamayacağı, mutluluk anlayışının dünyevî hazlar içine hapsedilemeyeceği fikri, satım sözleşmesi benzetmesinden yola çıkan edebî bir üslûp kullanılarak işlenmektedir. Müslümanların kritik bir durumda bulundukları sırada onları düşmana karşı savaşmaya özendiren bu âyette dahi ölümü ve öldürmeyi göze almanın ancak Allah’ın rızâsını kazanma amacını taşıdığı ve Allah’ın huzurunda yapılan bir antlaşma çerçevesinde, yani O’nun koyduğu ilkelere uygun biçimde cereyan ettiği takdirde bir değer ifade edeceğinin belirtilmesi, beşerî ihtiraslar ve dünyevî çıkarlar uğrunda canını ortaya koymanın budalaca bir cengâverlik veya sonuçları dünya hayatıyla sınırlı bir kumarbazlık, bu amaçla başkalarının canına kıymanın da altından kalkılamaz bir vebal olduğunu gösterir.[5]
“Bu ayette, Allah ile kulları arasındaki ilişkinin doğasını belirleyen İslam inancı görüşü, bunu bir "mukavele" olarak tanımlamaktadır. Bu keyfiyet, inancın, sadece metafizik bir kavram olmayıp, aslında, hayatlarını ve mallarını Allah'a satmak karşılığında, ölüm sonrası hayatta da Allah'ın kendisine Cennet vereceği vaadini kabul etmek suretiyle kul tarafından yapılan bir mukaveledir. Bu "mukavele" nin tazammun ettiği muhtevayı tam olarak anlayabilmek için, ilk önce bu mukavelenin doğasını kavramaya çalışalım.
Her şeyden önce, şu hususa dikkat etmeliyiz ki, kulun hayatını ve sahip olduğu her şeyi, gerçekten Allah'a satması diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü insanın hayatının ve sahip olduğu her şeyin gerçek mâlik'i zaten Allah'tır. Bunlara sahip olma hakkı, insanın sahip olduğu ve kullandığı her şeyin yaratıcısı olan sadece Allah'ındır. Binaenaleyh dünyevi anlamda bir şeyin satımı ya da alımı, katiyyetle sözkonusu değildir, zira insanın satabileceği kendisinin hiçbir mülkü yoktur ve her şey zaten evvelemirde O'na ait olması hasebiyle Allah'ın da satın alacağı hiç bir şey yoktur. Bununla birlikte Allah'ın insana kullanma yetkisi verdiği bir irade ve seçme, hürriyeti (free will and freedom of choıce) vardır ve söz konusu mukavele de buna dairdir.
111. ayette geçen "mukavele" (alışveriş) bu hürriyeti gönüllü olarak, Allah'ın iradesine bırakmak, ona havale etmekle ilgilidir. Başka türlü ifade etmek gerekirse, Allah insanı ona verilen bu özgürlüğüne karşılık, hayatı ve sahip oldukları üzerinde Malik-ul-Mülk olarak Allah'ı tanıyor ve kendisini de bunları sadece bir emanetçisi olarak mı görüyor, yoksa sanki bunların sahibi o imiş gibi mi davranıyor diye imtihan etmek ister.
Bu vechile, Allah'ın indinde bu mukavelenin (alışveriş) şartları şunlardır: "Eğer siz gönüllü olarak (ve herhangi bir baskı altında kalmadan) hayatınızın, sahip olduklarınızın ve bu dünyadaki her şeyin aslında benim, bana ait ve kendinizi de sadece onların emanetçisi olduğunu kabul etmeye ve böyle görmeye razı olursanız, ben de bunun karşılığında size sonsuz ahiret hayatında cennetler vereceğim. "Allah'la böyle bir pazarlık yapan kimse bir mü'mindir. Dolayısıyla iman, aslında bu alışverişin başka bir adıdır. Öte yandan bu pazarlığı yapmayı reddeden veya yaptıktan sonra sanki böyle bir taahhüde girmemiş insanın tavrını takınan kişi ise "kafir"dir. Çünkü teknik olarak "küfür" kelimesi, böyle bir pazarlığa reddedişe uygulanan bir terimdir.”[6]
“İyi anlaşılmalıdır ki, insanın kendisini teslim etmesi istenilen Allah'ın iradesi, bizzat Allah'ın kendisinin belirttiği ve bildirdiği iradesidir, yoksa insanın kendisinin uydurduğu Tanrı iradesi değil. Bu durumda o kişi Allah'ın iradesine değil, bilakis kendi iradesine uymaktadır ki, bu da tamamıyla mukavelenin şartlarına aykırıdır. Sadece, O'nun Kitabı'nın ve peygamberinin öğretilerine uygun tutum ve tavır benimseyen kimse ya da topluluk, mukavelenin şartlarını yerine getirmiş sayılacaktır.
Ayrıca bu hususun içinde yer aldığı siyak ve sibakı da anlamamız çok iyi olacaktır. Bir önceki bölümde, iman konusundaki imtihanı kaybeden ve iş güçlerine rağmen, cahillikleri yüzünden veya samimiyetsiz oluşlarından veyahut da tamamıyla nifaklarından dolayı, Allah ve dini için, zamanlarından, pazarlarından, hayatlarından ve arzularından hiçbir fedakarlıkta bulunmayan insanların (münafıkların) zikri geçmiştir. Bu yüzden, değişik kişi ve kesimlerin tutum ve tavırları tenkit edildikten sonra, kabul ettikleri imanın nelere delalet ettiği açık bir ifade ile anlatılmakta: "Bu, Allah'ın var olduğu, tek olduğu hususunu salt dil ile ikrar etmek değil, fakat O'nun sizin nefsinizin ve sahip olduklarınızın Malik'i ve Efendisi olduğu gerçeğini kabul etmenizdir. O halde, eğer bunları Allah'ın emrine uygun olarak sarfetmeye hazır ya da istekli değilseniz ve üstelik bunları ve diğer bütün enerji kaynaklarınızı Allah'ın iradesinin hilafına harcıyorsanız, imanı ikrarda sahtekar olduğunuzun açık bir delilidir. Gerçekten samimi olarak inananlara gelince, onlar gerçekten kendilerini ve servetlerini Allah'a satanlar, O'nu sahibleri ve efendileri olarak görenler ve hiçbir ayırma-kayırma olmadan bütün enerjilerini ve mallarını, O nereye harcanmasını emrediyorsa, oraya harcayan, nereye harcanmasını yasaklıyorsa oraya sarfetmeyenlerdir." [7]
Ebussuud’a göre bu ayette cihadın fazileti açıklanıyor ve mü'minler cihada teşvik ediliyor. Bu teşvik de, son derece dikkat çekici bir şekilde yapılıyor. Allah mü'minleri, kendi yolunda feda ettikleri canları ve malları karşılığında cennetle mükâfatlandırmayı, mecazî olarak satın almak şeklinde ifâde ediyor. Burada akdin konusu olan şey, mü'minlerin canları ve malları; satılan şeyin karşılığı olan bedel de, cennet olarak gösterilmiştir. Dikkati çeken şudur: "Allah, mü'minlere cenneti canları ve malları karşılığında satmıştır" ifâdesi kullanılmamıştır. Bu da, mü'minlerin canlarının ve mallarının son derece önemsendiğini belirtmek içindir. Ebussuud’a göre mü'minlerin Allah yolunda savaşması, Allah'ın, onların canlarını ve mallarını satın almasından değil, fakat onların kendi canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmelerindendir. Sanki: "Onlar canlarını ve mallarını cennet karşılığında nasıl satıyorlar?" diye sorulmuş da, buna cevap olarak: "Onlar Allah yolunda savaşırlar..." denilmiştir.[8]
Rivayete göre Ensar, Akabe'de Resûlullah'a bîat (ettiklerinde Abdullah b. Revaha (öl. 630) şöyle demişti: "- Ya Resülallah! Rabbin ve nefsin için dilediğin şartı koşabilirsin!" Resûlullah da şöyle buyurdu: "Rabbim için şartım şudur: Yalnız O'na kulluk edeceksiniz, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız! Kendi nefsim için de şartım şudur: Kendinizi koruduğunuz her şeyden beni de koruyacaksınız!" Abdullah b. Revaha da sordu: “Peki, bunları yaptığımız takdirde bizim için ne var?” Resûlullah "Sizin için cennet var!" buyurdu. Abdullah b. Revaha da: "Alış-veriş pek kârlı oldu; biz bundan caymayız ve sizin de caymanızı arzu etmeyiz!" dedi Rivayet olunuyor ki, Resûlullah bu âyeti okurken, bir bedevi Arap yanından geçti. Bedevi: "Bu kimin sözüdür?" diye sordu. Resûlüllah: "Allah'ın kelâmıdır!" buyurdu. Bedevi Arap da: "Vallahi, çok kârlı bir alış-veriş. Biz bundan caymayız ve sâhibinin caymasını da arzu etmeyiz!" dedi. Sonra gazaya çıktı ve şehit oldu.(Zemahşerî, Keşşâf, III, 96)
"İşte bu, en büyük kurtuluştur." Mü'minlerin canlarını ve mallarını feda etmek karşılığında cenneti kazanmaları, ya daha büyüğü olmayan bir başarının ta kendisidir, ya da onların kendisiyle sevinmeleri emrolunan alış-veriş, büyük başarının ta kendisidir.(Ebussuud, İrşad, IV, 104-106)[9]
Ayrıca Kur’an’da bu dünyada Rabbimizin istediği standartlarda yaşayan, Müslüman kimlik ve farkını koruma karşılığında cennete teşvîk oldukça geniş bir yelpaze içinde işlenir:
“Onlar iffetlerini koruyanlardır. Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile birlikte olanlardır. Çünkü bu ayıplanacak bir şey değildir” (Müminun, 23/6; ayrıca bkz. Mearic, 70/29-30).
“Onlar namazlarına tam dikkat ederler. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar” (Mearic, 70/34- 35).
“Haramlardan sakınanlar ise cennetlerde pınarlar içindedir” (Hicr, 15/45).
“Şüphesiz günahlardan korunanlar da cennetlerde, nimetler içindedirler” (Tûr, 52/17).
“Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırsa şüphesiz cennet yegâne barınaktır” (Naziat, 79/40-41).
“Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, isteklerine erişenlerdir” (Haşr, 59/20).
Hiçbir gözün görmediği, hiçbir beşerin aklına gelmeyen Cennet nimetlerine merak sarmanın zamanı gelmedi mi artık? Âlemlerin Rabbi olan Mevlâmızla yaptığımız mukâveleye göre hareket etmenin ve Rabbimize verdiğimiz söze sâdık olmamızın zamanı gelmedi mi artık?
“İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd Suresi,57/16.)[10]
Cennetin ucuz ya da bedelsiz olmadığını biliyoruz. Artık cennetin hakkını verip vermediğimizi, faturasını hazırlamadığımızı ve ne yapıp edip kendimizi Rabbimize beğendirip, rızasını kazanıp kazanmadığımızı düşünme zamanındayız.
Allah'ın mağfiretinden başka çaremiz yok, o mağfirete müstahak olmaya çalışalım.
“Fakat Peygamber ve onunla aynı inancı paylaşanlar (Allah yolunda) mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa/sonu gelmez mutluluğa erenlerdir.”(Tevbe Suresi,9/88.)
“(Gerçek) müminler, yalnızca Allah’a ve Resûlüne iman edenler sonra bu konuda aslâ şüpheye düşmeyenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte imanlarında doğru olanlar onlardır.”(Hucurât Suresi,49/15.)
Şu hakikati de unutmamak gerekir ki; burada görüldüğü gibi cihat ile ilgili çoğu âyette mal candan önce zikredilmektedir. Herhalde böylece, malını Allah yolunda fedâ edemeyenin canından hiç vaz geçemeyeceği ortaya konulmaktadır. Öte yandan malla cihadın daha yaygın olduğu da vurgulanmış olmaktadır.
Âyet-i kerimelerden öğrendiğimize göre, Allah ve Resûlüne itaatla başlayan, isyan etmeksizin sürdürülen büyük kurtuluş yolculuğu, Allah korkusuna ve saygısına (takvâ) sahip, doğru söylemli, sâlih amelli-güzel eylemli olmak, inançları uğrunda cihad ülküsüyle yüklü bulunmak ve bu yolla Allah’ın rıza ve rahmetine kavuşmak ve temelli kalmak üzere nimetler yurdu cennete girmekle neticelenecektir. Bilâ hisâb velâ ikâb, hesap ve azap söz konusu olmadan ulaşılacak böylesi bir sonuç, elbette en güzel bir berat, en büyük bir kurtuluş ve bahtiyarlık olacaktır.
Hâsılı kelâm Rabbimizin şu buyruğunu hatırlayalım:
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Allah’a ve peygamberine iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır. Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!” (Sâff Suresi,61/10-13.)[11]
Emin Emre, 14.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Emin Emre Yazıları
[1] اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
[2] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV/408-410.
[3] Muhammed Ali Sabunî, Saffetü't- Tefasir, Beyrut, 1976, I/567.
[4] Seyyid Kutup, Fî-zılâli'l- Kur'an, Terc. Hakkı Şengüler vd., İstanbul, tsz. VII/ 416.
[5] Diyanet, Kuran Yolu Tefsiri, III/63-64.
[6] Mevdudi, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, II/274-275.
[7] Mevdudi, Tefhîmu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, II/275.
[8] Mustafa ÖZİPEK, EBUSSUÛD TEFSİRİNDE CİHAD KAVRAMI, Yüksek Lisans Tezi, Çorum-2013, s.86-88.
http://cdn.hitit.edu.tr/sbe/files/76521_2322015143139306.pdf
[9] Mustafa ÖZİPEK, EBUSSUÛD TEFSİRİNDE CİHAD KAVRAMI, s.88.
[10] أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
[11] يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.